Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU
BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
II

20 Temmuz 1974’ den sonraki günlerde yavaş yavaş İngiliz’in Paramal’a kurduğu çadırlarda yaşam mücadelesine başlayan göçmenler için şartlar çok zordu. O günlerde Göçmenlerin sorumlusu konumunda olan Limasol Milletvekili Ziya Rızkı durumu şöyle anlatıyordu: “Orada feci bir manzara ile karşılaştık. Yüzlerce insan, bir çadır bulmak ve bir yerlere sığınabilme telaşı içindeydi. Yardıma büyük ihtiyaçları vardı. O bölgenin bir milletvekili olarak onlara karşı sorumluluklarım vardı. Derhal bir organizasyona giriştim. Bana bu konuda yardım edebilecek arkadaşları tespit ettim. Oraya gelen çok değerli arkadaşlar vardı. Üslere sığınan köylerin muhtarları vardı…

Kampta sağlık
konusu çok önemliydi; Bunun üzerinde de titizlikle duruyorduk. Hem insanımızın
hem çevrenin sağlığı ve hem de bir salgın tehlikesine karşı… Bu konuda
doktorlarımız yerinde atabilecekleri yapabilecekleri müdahale ve tedavileri
yapıyorlardı. İlaçlar İngilizler tarafından imkânlar dâhilinde veriliyordu.
Doğum, ameliyat gibi yerinde yapılamayan vakalarda Ağrotur Hastanesine
gönderiliyordu. Ama, orada da yalnız bırakılmıyor, gidip kontrol ediliyordu.
Kampların temizliği çok önemliydi. Sıhhiyeciler çevreyi kontrol ediyor,
İngilizlerin yaptığı helâ ilaçlanıyor, yine de bazı istenmeyen olaylar
çıkabiliyordu. Çöplerimizi ise İngilizler alıyordu. Diğer önemli bir husus,
merkezle anlaşarak, yüksek tahsiline devam eden öğrenci ve hastalık sınıfına
giren kişileri, ölecek, ağır hastalık, ailesi Lefkoşa’da olanları ve yabancı
uyruklu olanları, üsler komutanlığıyla görüşerek, kamptan ayrılmalarını
sağladık. Parasızlık nedeniyle yaşanan sorunları ise; Kamuda çalışan, fakir
olup da yardım alanlara maaşlarını getirmek için çok çalıştık. Bunu Limasol
Kooperatif Bankası vasıtasıyla sağladık. İki üç kişiyle Limasol’da çalışıyordu.
Müdürü Mustafa Berberoğlu, bizzat gelip maaşları getiriyordu. Bu dağıtılmaya
başladığında, büyük bir rahatlama geldi. Memurun, mücahidin, en fakirin eline
biraz para geçti. Karavana dediğimiz, ikinci önemli bir hususta oydu. Gıda
malzemesi geldikçe bunları ailelere, nüfusuna göre dağıtıyorduk. Bir de ayrıca
yemekhane kurduk. Yemek yapamayanlara, yakını olmayıp çaresiz olanlara hizmet
veriyorduk.”1Happy Valley’den sonra çadırların kurulmasıyla
Paramal Göçmen kampına yerleştirilen göçmenlerimizden Bayram Çelik o günleri
şöyle anlatıyor: “Kampta ölenler
olduydu; yaşlılar dayanamadıydı bu koşullara. Bazıları: mücahitler, kamu
çalışanları, üslerde çalışanlar gibi maaş alırdı. Ama herkes bu kadar şanslı
değildi. O şartlarda bile ayrımcılıkların olduğunu hatırlıyorum. (Kıbrıs Türk
Liderliği tarafından yapılan ayrımcılıklar vardı NP) Maaş imkânına sahip
olmayanlar çok daha zor günler geçirmekteydi. Ben ailemi geçindirmek için,
önceleri İngiliz’in kurduğu mutfakta gönüllü çalıştım. Yemek dağıtıyorduk,
günde üç kez. Oxtail (Öküz Kuyruk yağıyla yapılan besleyici çorba NP) denilen
ama halk arasında “Gara Çorba” diye bilinen çorbaydı genelde ana yemekler.
Sabah kahvaltıda yine halk arasında “Köpek Piskotu” olarak bilinen piskot
(Bisküvi NP) ve süt dağıtırdık. Biz yemek dağıtanlara daha sonra İngiliz bu
hizmet karşılığında 7 Kıbrıs Lirası haftada vermeye başladı. İşte böyle
geçindik bizde o günlerde. Eşim hamileydi. Diğer evladım Ayşe 3 yaşındaydı.
Onlarla daha çok anneleri ilgilenirdi. Kadınlar daha çok çekti Kampın
eziyetini. Kampta ayrımcılık da vardı. Hiç unutmam; İngiliz’in kurduğu
barakalara kırmızı boyalarla yazıldıydı;”Faşist Denktaş Savaşın içinde bile
ayrım yapar” ve “Emperyalizme Hayır Yaşasın Bağımsız Kıbrıs” gibi şeyler.
İngiliz subayı geldiydi ve kamp sorumlularına şikâyet etti, bunun suç olduğunu
söyledi. Bu olaya çok kızdıydı Ziya Rızkı ve topladıydı herkesi ve “Ne Çadır Ne
Battaniye Amacımız Türkiye” sloganları altında bir konuşma yaptıydı. Bu
konuşmadan bir cümle hiç aklımdan çıkmaz; “ Bunu yapanlar, hainler bilsinler ki
kuzeye gideceyik ve Mehmetçiğin süngüsü altında hesap verecekler”. Bu olaydan
3-4 gün sonra bir akrabam çağırdı beni ve dediydi:”Bu insanlar (Kamp
sorumluları NP) düşünür ki bu yazıyı yazanların içinde sen da varsın, ama ben
Bayram yapmaz dedim. Dikkatli ol.” O zor günler içinde bir de bunu gördük.
Kampta daha sonraları işler düzene girmeye başlayınca 3-4 tane kahve açıldıydı.
Hatırlarım Demirelin Kahvehanesi vardı. Oraya giderdi herkes. Bakkal açıldıydı:
Hüseyin Sadık (Hüseyin Çağıner) açtıydı. Kasap vardı: Menteş Behlül, bunlar
aklımda kalanlar. Bir de anons çadırı vardı. Göçmenlerin bir sorunu olduğunda
giderlerdi mesela; birini çağıracaklarında, mektup geldiğinde, çocuğu kaybolan
olduğunda…”2
ÇADIRIN
DİREĞİ KADINLAR
Paramal kampına yerleşen Peköz Ailesi diğer
göçmenler gibi çok zor ve sıkıntılı günler yaşamaya başlar. O günleri iki çocuk
annesi olan Nafiya Peköz şöyle anlatmaktadır: “Kampa geldiğimizde ufak oğlum Salih bir aylığıdı. Büyük oğlum Ahmet 71
de doğduydu. O, 3 yaşındaydı.
Başladıydık düşünelim nasıl geçineceyik burada. İngiliz yemek ve su
verirdi ama çok pisti. Sularda gurtlar vardı. Çocuklar hep hasta olurdu. Irsal
olduydu bizim çocuklar da. Yani çoğu, yemeklerden ve sulardan hasta olurdu. Çok
zor günler geçirdik, neler çektik onda. Yan çadırda eniştem Emin (E. Şensay)
yemeklerden mide ganaması geçirdiydi, götürdüler genni yukarı üslerdeki
hastaneye(Agrotiri Hastahanesi). O hep yattı hastanede, ta ki gidelim
İskenderun’a galdıydı onda. Ablam Fatma’da 3 çocuğunan galırdı, yanımızdaki
çadırda. İngiliz gün aşırı köpeklere verilen piskotlardan dağıdırdı. Bizda
yerdik, napalım. Zaman zaman hatırlarım yürüyüş yapardık gidelim kuzeye diye.
Kapadırdık hep yolları.”3
Bu gün Çatalköy’de ikamet eden, 1974’de 3 çocuğuyla
İngiliz üslerine sığınan, Peyman Höyük Kamp günlerini şöyle anlatıyor: “Happy Valley’e giderken parmak arası bir
pabuçla gittiydim. Giderken yırtıldıydı pabucun biri ben da attım. 15 gün yalınayak
kaldım, ta ki gidelim Paramal Göçmen kampına. İlk zamanlar çadır azdı diye hep
aileler birleşip bir çadırda kalırdı. Hatırlarım bizim çadırda, ben, eşim Salih
ve 3 çocuğum (Erol-Hüseyin ve Mehmet Höyük) bir aile, annem babam
(Meryem-Hüseyin Hacıömer) kız kardeşim Ayşe, bir de büyük kız kardeşim Perihan
ve kızı Şifa. Perihan’ın eşi esir düştüydü Limasol’da. Ayrıca bizim çadırda
eşimin teyzesi Zehra Osman ve kızları Hatice ile Ayşe’da galırdı. Yani bir
çadırda 13 kişi galırdık. Happy Valley’de 3 gün aç galdıydık. Daha sonra
Paramal’da da ilk açlık çektik, eşimin teyzesi duyardım derdi: ‘Ömrümde yemedim
guru bakla ama olsa onu bile yerim’. Her gün kalkardım giderdim su almaya,
yıkayım çocukları ve kap-kaçağı. Teneke yağ bidonları vardı. İngiliz verdiydi.
Onları alırdım omzuma ve giderdim kampın kenarlarına kurulan çeşmelerden su doldurur
getirirdim. Her gün 3-4 kez. Ayrıca İngiliz yemek dağıtırdı meydanda, sabah
piskot ve süt, öğlen da OX derlerdi bir çorba vardı. Onları alırdım getirirdim
çocuklarıma. Ben gelirken kampa aldıydım ziynet eşyalarımı ve paramı yanıma.
Çoğu hiçbir şeyini almadan geldiydi. Zira dedilerdi 1-2 saate döneceksiniz
köyünüze. Hatta eşimin teyzesi Hatice Hanım evde bulgurun içine koyduydu
altınlarını ve parasını, işler durulunca gittiydi eşimle köye ve gördü
bulgurlar yerlerde saçılı ve fenalık geçirdiydi. Rumlar köyü yakıp yıkınca
paralarını ve altınlarını aldıydı. Geçit vardı geçerdik içinden ve kantin vardı
galiba bir Arap işletirdi bu kantini. Bir ekmeği dörde bölerdi ve satardı
parçasını 2 şiline ki o zaman bir ekmek fiyatının 4 katıydı bu para. İngiliz
verdiydi herkese kap-kacak ve büyük su bidonu, herkesin çadırının önünde vardı
bu bidonlardan. Ayrıca çamaşır leğeni da verdilerdi bize. Çamaşırları
çadırların direklerinden çektiğimiz iplere sererdik. Her gün yıkardık çamaşır
zira uruba azdı. Belirsizlik vardı. Herkes ne olacak halimiz diye düşünürdü.
Perihan’ın eşi esir düştüydü. Morali çok bozuktu, haber almazdı ilk zamanlar,
daha sonra gittiydi ve gördü eşini. Bir gün 6 aylık olan oğlum Mehmet’i uyuttum
ve götürdüm çadıra yatırayım yatağına, kaldırınca yorganı gördüm içinde akrep yürür
ve çok korktum. Eşim öldürdü geni ve yatırdık o korkuyla çocuğu. Çok zordu
kampta yaşamak. Yağmurlar başladıydı artık ve soğuk olurdu. Çadırlar
rüzgârlardan sallanırdı. Çok yağmur yağdıydı ve çadırın içinden sular akardı,
hep yüzerdi tencereler, kap-kaçak. 2-3 ay sonra köylülerin bazıları bakkal,
kahve açtılardı. Erkekler hep kahvelere giderdi. Zaman zaman nümayiş (Protesto
Yürüyüşü NP) olurdu. Ben gidemezdim. Bayraklarla yürürdü ahali İngiliz üslerine,
amaç kuzeye gitmekti…”4 Kamp yaşamının çetin koşullarında hem
eşlerine hem de yaşlı ve çocuklara bakma yükü kadınlarımızın omuzlarındaydı.
Paramal’daki göçmen kampında o günleri genç yaşta
yaşamış olan Erçin Hurşitoğlu şöyle diyor: “Babam
rahmetli (Recep Demirel) geçimimizi sağlamak için barakalardan gahve yaptıydı.
Herkes “Demirelin Gahvehane” derdi. O günlerde hemen hemen tüm erkekler gahvehanelerde
toplanırdı. Birçoğu da gumar oynardı. Babamın gahvede da oynanırdı. Ben 16
yaşındaydım. Hatırım da galan; bizim gahveden başka Ayanili Kemalo’nun gahve
derlerdi, sonra Ahmet Gutseftro’nun gahvesi ki bu büyük halk gahvesiydi. Bu gahve’de
sadece çay ve kahve vardı. Gutseftro gumar oynatmazdı. Bir da Bladeniskalı
Salih’in gahvesi vardı. O, gumar oynatırdı. Babamın gahvede ve tabi diğer gahvelerde
de en çok oynanan oyunlar: “Şemi Çekme (5-6 deste oyun kâğıdıyla oynanan bir
oyun: üçer adet kâğıt dağıtılarak 9 sayısına ulaşanın kazandığı bir çeşit kumar
oyunu NP), poker ve boga denen oyunlardı. İngiliz’in dağıttığı piskot
tenekelerinin içinde her gün hem gahveye hem de çadıra anneme 10-15 teneke su
taşırdım. Kadınlar kendi çamaşırlarını çadırın içine sererlerdi. Erkeklerin ve
çocukların çamaşırları ise çadırların arasına serilen tellere asılırdı.” Bir
gün gahvenin yanında dolaşırken birisi koşarak geldi ve dedi: “Makarios kampa
geliyor”. Koşarak gittik. O zaman çocuktuk. Makarios’u ilk karşılayanlardan
olduyduk…”5 Peki ama Makarios kampa niçin gelmişti? Nasıl
karşılanmıştı? Ve Kıbrıs Türk Liderliği adına kampa gelen R.R.Denktaş halka
neler söylemişti?
Devam
Edecek…
1 Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat Sığdıran Bir Limasollu,
Ziya Rızkı Vakfı Yayınları,
2 Bayram Çelik ile
yapılan söyleşiden, Çatalköy,31.07.12
3
Nafiya Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12
4
Peyman Höyük ile yapılan söyleşiden, Çatalköy, 06.08.12
5
Erçin Hurşitoğlu ile yapılan söyleşiden, Girne, 08.08.12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder