21 Mart 2013 Perşembe

KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR 2


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
II

20 Temmuz 1974’ den sonraki günlerde yavaş yavaş İngiliz’in Paramal’a kurduğu çadırlarda yaşam mücadelesine başlayan göçmenler için şartlar çok zordu. O günlerde Göçmenlerin sorumlusu konumunda olan Limasol Milletvekili Ziya Rızkı durumu şöyle anlatıyordu: “Orada feci bir manzara ile karşılaştık. Yüzlerce insan, bir çadır bulmak ve bir yerlere sığınabilme telaşı içindeydi. Yardıma büyük ihtiyaçları vardı. O bölgenin bir milletvekili olarak onlara karşı sorumluluklarım vardı. Derhal bir organizasyona giriştim. Bana bu konuda yardım edebilecek arkadaşları tespit ettim. Oraya gelen çok değerli arkadaşlar vardı. Üslere sığınan köylerin muhtarları vardı…
Muhtar ve köy temsilcileriyle bir araya geldik. Bunların yanında, hemen bir takım komiteler kurduk: a-) Teberru işleriyle ilgili komite görevlileri; Kubilay Çaydanlı, Kadir Usta, Ahmet Osman ve Mustafa Derviş. b-) Sağlık ve Sıhhiye görevlileri: Dr. İsmet Mustafa, Dr. Çelen Mehmet, Ergün Şükrü, Kasım Derviş ve Mustafa Tolgay. c-) Nüfus Kayıt işlerinden sorumlu; Kubilay Raif, Ekrem İbrahim ve Ali Behçet idi. d-) İaşe ve İbade sorumluları; Fikri Karayel, Osman Cemal, Şinasi Özdeş ve Zeka Salih’ti. e-) Posta görevlileri: Fecriye Zihni, Hatice Salih ve Naciye Derviş’ti. f-) Emniyet Sorumluları: Yüzbaşı Orhan Hasan, Talat Aksoy ve Çavuş Raşit Mehmet’idi. g-) Şikâyetlerden sorumlu; Mehmet Şefik ve Ekrem İbrahim’di. h-) Çarşı kontrol sorumlusu; Kemal Durmuş’tu. Bu komiteler kurulduktan sonra sistemli bir çalışmaya başladık ve ihtiyaçlarımızı üsler komutanına bildirerek, yardımcı olmaları için ısrar ettik. En büyük ihtiyaç çadırdı. Çadır bulamayan insanlar perişandı. Oysa devamlı göçmen geliyor nüfus gittikçe çoğalıyordu. Tam bir ay sürdü çadırlara girebilmemiz. Bu komiteler kurulduktan sonra en çok üzerinde durduğumuz emniyet ve disiplin içerisinde yaşamaktı. Kolay değildi bunu sağlamak. Bunun için orada bulunan 13 emniyet personeli için çok yorucu bir görev başladı. Hırsızlık, yerleşmede disiplin Zapt-u rapt altına alındı. Happy Valley’de 13 Paramal’da da 7 polisimiz vardı. Zamanla, sorumlu üsler idarecileriyle temaslarımız yoluna girdi. Emniyet personelinden sonra TMT’de görev yapanları da ayırdık ve onlarda emniyet mensupları gibi görev yapmaya başladı. Buna büyük ihtiyaç vardı. Çünkü ilk 7 bin idik ama kısa zamanda 10 bini aştık. Tuvalet bile sorundu. İngilizler de yardımcı oldu, bunu da aştık. Hastalar, yaşlılar vardı. Yine bir araştırmadan sonra stajyer doktorları; Dr. Ahmet Yalaovalı, Oktay Mehmet, Cemile Kemal, Özgün Enver, Ergün Ahmet, İsmet Avcıoğlu ve Önsev Hüseyin’i de kattık sağlık ekibine. Lefkoşa ile irtibatı, Erdem Hasan (Üslerde Taksi yazahanesi vardı) vasıtasıyla. Bir de gizli telsizimiz vardı. Paramal’da. Bu organizasyondan sonra yönetimin en üst kademesi (R.R. Denktaş) ve üs komutanlarından neler istediğimizi, ihtiyaçlarımızın bir listesini çıkarttık ve ilettik. En büyük ihtiyaçlarımız battaniye, erzak ve çadırdı. Bu sorunlarla başa çıkmak kolay olmadı. Hele ilk 15 gün bunu hiç sağlayamadık. Yakın köylerin halkı, köylerine dönmek istiyor ve bunda direniyordu. Bir katliam ihtimali her zaman vardı. Onları gözü kapalı gönderemezdik. Böyle olunca da bir bölümü, diğer insanları da rahatsız edecek, paniğe ve strese sokacak söylentiler yayıyordu: “Ziya Rızkı bizi aç bırakacak v.b.) siyasi yönden ayrılığımız olan kişilerde bunu körüklüyordu. Hatta bir gün ben üs komutanı ile görüşürken, çadırımı yakmaya teşebbüs ettiler. Bunların sayıları az da olsa, o şartlarda rahatsızlık yaratabiliyordu…
 Kampta sağlık konusu çok önemliydi; Bunun üzerinde de titizlikle duruyorduk. Hem insanımızın hem çevrenin sağlığı ve hem de bir salgın tehlikesine karşı… Bu konuda doktorlarımız yerinde atabilecekleri yapabilecekleri müdahale ve tedavileri yapıyorlardı. İlaçlar İngilizler tarafından imkânlar dâhilinde veriliyordu. Doğum, ameliyat gibi yerinde yapılamayan vakalarda Ağrotur Hastanesine gönderiliyordu. Ama, orada da yalnız bırakılmıyor, gidip kontrol ediliyordu. Kampların temizliği çok önemliydi. Sıhhiyeciler çevreyi kontrol ediyor, İngilizlerin yaptığı helâ ilaçlanıyor, yine de bazı istenmeyen olaylar çıkabiliyordu. Çöplerimizi ise İngilizler alıyordu. Diğer önemli bir husus, merkezle anlaşarak, yüksek tahsiline devam eden öğrenci ve hastalık sınıfına giren kişileri, ölecek, ağır hastalık, ailesi Lefkoşa’da olanları ve yabancı uyruklu olanları, üsler komutanlığıyla görüşerek, kamptan ayrılmalarını sağladık. Parasızlık nedeniyle yaşanan sorunları ise; Kamuda çalışan, fakir olup da yardım alanlara maaşlarını getirmek için çok çalıştık. Bunu Limasol Kooperatif Bankası vasıtasıyla sağladık. İki üç kişiyle Limasol’da çalışıyordu. Müdürü Mustafa Berberoğlu, bizzat gelip maaşları getiriyordu. Bu dağıtılmaya başladığında, büyük bir rahatlama geldi. Memurun, mücahidin, en fakirin eline biraz para geçti. Karavana dediğimiz, ikinci önemli bir hususta oydu. Gıda malzemesi geldikçe bunları ailelere, nüfusuna göre dağıtıyorduk. Bir de ayrıca yemekhane kurduk. Yemek yapamayanlara, yakını olmayıp çaresiz olanlara hizmet veriyorduk.”1Happy Valley’den sonra çadırların kurulmasıyla Paramal Göçmen kampına yerleştirilen göçmenlerimizden Bayram Çelik o günleri şöyle anlatıyor: “Kampta ölenler olduydu; yaşlılar dayanamadıydı bu koşullara. Bazıları: mücahitler, kamu çalışanları, üslerde çalışanlar gibi maaş alırdı. Ama herkes bu kadar şanslı değildi. O şartlarda bile ayrımcılıkların olduğunu hatırlıyorum. (Kıbrıs Türk Liderliği tarafından yapılan ayrımcılıklar vardı NP) Maaş imkânına sahip olmayanlar çok daha zor günler geçirmekteydi. Ben ailemi geçindirmek için, önceleri İngiliz’in kurduğu mutfakta gönüllü çalıştım. Yemek dağıtıyorduk, günde üç kez. Oxtail (Öküz Kuyruk yağıyla yapılan besleyici çorba NP) denilen ama halk arasında “Gara Çorba” diye bilinen çorbaydı genelde ana yemekler. Sabah kahvaltıda yine halk arasında “Köpek Piskotu” olarak bilinen piskot (Bisküvi NP) ve süt dağıtırdık. Biz yemek dağıtanlara daha sonra İngiliz bu hizmet karşılığında 7 Kıbrıs Lirası haftada vermeye başladı. İşte böyle geçindik bizde o günlerde. Eşim hamileydi. Diğer evladım Ayşe 3 yaşındaydı. Onlarla daha çok anneleri ilgilenirdi. Kadınlar daha çok çekti Kampın eziyetini. Kampta ayrımcılık da vardı. Hiç unutmam; İngiliz’in kurduğu barakalara kırmızı boyalarla yazıldıydı;”Faşist Denktaş Savaşın içinde bile ayrım yapar” ve “Emperyalizme Hayır Yaşasın Bağımsız Kıbrıs” gibi şeyler. İngiliz subayı geldiydi ve kamp sorumlularına şikâyet etti, bunun suç olduğunu söyledi. Bu olaya çok kızdıydı Ziya Rızkı ve topladıydı herkesi ve “Ne Çadır Ne Battaniye Amacımız Türkiye” sloganları altında bir konuşma yaptıydı. Bu konuşmadan bir cümle hiç aklımdan çıkmaz; “ Bunu yapanlar, hainler bilsinler ki kuzeye gideceyik ve Mehmetçiğin süngüsü altında hesap verecekler”. Bu olaydan 3-4 gün sonra bir akrabam çağırdı beni ve dediydi:”Bu insanlar (Kamp sorumluları NP) düşünür ki bu yazıyı yazanların içinde sen da varsın, ama ben Bayram yapmaz dedim. Dikkatli ol.” O zor günler içinde bir de bunu gördük. Kampta daha sonraları işler düzene girmeye başlayınca 3-4 tane kahve açıldıydı. Hatırlarım Demirelin Kahvehanesi vardı. Oraya giderdi herkes. Bakkal açıldıydı: Hüseyin Sadık (Hüseyin Çağıner) açtıydı. Kasap vardı: Menteş Behlül, bunlar aklımda kalanlar. Bir de anons çadırı vardı. Göçmenlerin bir sorunu olduğunda giderlerdi mesela; birini çağıracaklarında, mektup geldiğinde, çocuğu kaybolan olduğunda…”2
ÇADIRIN DİREĞİ KADINLAR
Paramal kampına yerleşen Peköz Ailesi diğer göçmenler gibi çok zor ve sıkıntılı günler yaşamaya başlar. O günleri iki çocuk annesi olan Nafiya Peköz şöyle anlatmaktadır: “Kampa geldiğimizde ufak oğlum Salih bir aylığıdı. Büyük oğlum Ahmet 71 de doğduydu. O, 3 yaşındaydı.  Başladıydık düşünelim nasıl geçineceyik burada. İngiliz yemek ve su verirdi ama çok pisti. Sularda gurtlar vardı. Çocuklar hep hasta olurdu. Irsal olduydu bizim çocuklar da. Yani çoğu, yemeklerden ve sulardan hasta olurdu. Çok zor günler geçirdik, neler çektik onda. Yan çadırda eniştem Emin (E. Şensay) yemeklerden mide ganaması geçirdiydi, götürdüler genni yukarı üslerdeki hastaneye(Agrotiri Hastahanesi). O hep yattı hastanede, ta ki gidelim İskenderun’a galdıydı onda. Ablam Fatma’da 3 çocuğunan galırdı, yanımızdaki çadırda. İngiliz gün aşırı köpeklere verilen piskotlardan dağıdırdı. Bizda yerdik, napalım. Zaman zaman hatırlarım yürüyüş yapardık gidelim kuzeye diye. Kapadırdık hep yolları.”3
PABUÇSUZ KALDIM
Bu gün Çatalköy’de ikamet eden, 1974’de 3 çocuğuyla İngiliz üslerine sığınan, Peyman Höyük Kamp günlerini şöyle anlatıyor: “Happy Valley’e giderken parmak arası bir pabuçla gittiydim. Giderken yırtıldıydı pabucun biri ben da attım. 15 gün yalınayak kaldım, ta ki gidelim Paramal Göçmen kampına. İlk zamanlar çadır azdı diye hep aileler birleşip bir çadırda kalırdı. Hatırlarım bizim çadırda, ben, eşim Salih ve 3 çocuğum (Erol-Hüseyin ve Mehmet Höyük) bir aile, annem babam (Meryem-Hüseyin Hacıömer) kız kardeşim Ayşe, bir de büyük kız kardeşim Perihan ve kızı Şifa. Perihan’ın eşi esir düştüydü Limasol’da. Ayrıca bizim çadırda eşimin teyzesi Zehra Osman ve kızları Hatice ile Ayşe’da galırdı. Yani bir çadırda 13 kişi galırdık. Happy Valley’de 3 gün aç galdıydık. Daha sonra Paramal’da da ilk açlık çektik, eşimin teyzesi duyardım derdi: ‘Ömrümde yemedim guru bakla ama olsa onu bile yerim’. Her gün kalkardım giderdim su almaya, yıkayım çocukları ve kap-kaçağı. Teneke yağ bidonları vardı. İngiliz verdiydi. Onları alırdım omzuma ve giderdim kampın kenarlarına kurulan çeşmelerden su doldurur getirirdim. Her gün 3-4 kez. Ayrıca İngiliz yemek dağıtırdı meydanda, sabah piskot ve süt, öğlen da OX derlerdi bir çorba vardı. Onları alırdım getirirdim çocuklarıma. Ben gelirken kampa aldıydım ziynet eşyalarımı ve paramı yanıma. Çoğu hiçbir şeyini almadan geldiydi. Zira dedilerdi 1-2 saate döneceksiniz köyünüze. Hatta eşimin teyzesi Hatice Hanım evde bulgurun içine koyduydu altınlarını ve parasını, işler durulunca gittiydi eşimle köye ve gördü bulgurlar yerlerde saçılı ve fenalık geçirdiydi. Rumlar köyü yakıp yıkınca paralarını ve altınlarını aldıydı. Geçit vardı geçerdik içinden ve kantin vardı galiba bir Arap işletirdi bu kantini. Bir ekmeği dörde bölerdi ve satardı parçasını 2 şiline ki o zaman bir ekmek fiyatının 4 katıydı bu para. İngiliz verdiydi herkese kap-kacak ve büyük su bidonu, herkesin çadırının önünde vardı bu bidonlardan. Ayrıca çamaşır leğeni da verdilerdi bize. Çamaşırları çadırların direklerinden çektiğimiz iplere sererdik. Her gün yıkardık çamaşır zira uruba azdı. Belirsizlik vardı. Herkes ne olacak halimiz diye düşünürdü. Perihan’ın eşi esir düştüydü. Morali çok bozuktu, haber almazdı ilk zamanlar, daha sonra gittiydi ve gördü eşini. Bir gün 6 aylık olan oğlum Mehmet’i uyuttum ve götürdüm çadıra yatırayım yatağına, kaldırınca yorganı gördüm içinde akrep yürür ve çok korktum. Eşim öldürdü geni ve yatırdık o korkuyla çocuğu. Çok zordu kampta yaşamak. Yağmurlar başladıydı artık ve soğuk olurdu. Çadırlar rüzgârlardan sallanırdı. Çok yağmur yağdıydı ve çadırın içinden sular akardı, hep yüzerdi tencereler, kap-kaçak. 2-3 ay sonra köylülerin bazıları bakkal, kahve açtılardı. Erkekler hep kahvelere giderdi. Zaman zaman nümayiş (Protesto Yürüyüşü NP) olurdu. Ben gidemezdim. Bayraklarla yürürdü ahali İngiliz üslerine, amaç kuzeye gitmekti…”4 Kamp yaşamının çetin koşullarında hem eşlerine hem de yaşlı ve çocuklara bakma yükü kadınlarımızın omuzlarındaydı.
DEMİRELİN GAHVEHANESİ
Paramal’daki göçmen kampında o günleri genç yaşta yaşamış olan Erçin Hurşitoğlu şöyle diyor: “Babam rahmetli (Recep Demirel) geçimimizi sağlamak için barakalardan gahve yaptıydı. Herkes “Demirelin Gahvehane” derdi. O günlerde hemen hemen tüm erkekler gahvehanelerde toplanırdı. Birçoğu da gumar oynardı. Babamın gahvede da oynanırdı. Ben 16 yaşındaydım. Hatırım da galan; bizim gahveden başka Ayanili Kemalo’nun gahve derlerdi, sonra Ahmet Gutseftro’nun gahvesi ki bu büyük halk gahvesiydi. Bu gahve’de sadece çay ve kahve vardı. Gutseftro gumar oynatmazdı. Bir da Bladeniskalı Salih’in gahvesi vardı. O, gumar oynatırdı. Babamın gahvede ve tabi diğer gahvelerde de en çok oynanan oyunlar: “Şemi Çekme (5-6 deste oyun kâğıdıyla oynanan bir oyun: üçer adet kâğıt dağıtılarak 9 sayısına ulaşanın kazandığı bir çeşit kumar oyunu NP), poker ve boga denen oyunlardı. İngiliz’in dağıttığı piskot tenekelerinin içinde her gün hem gahveye hem de çadıra anneme 10-15 teneke su taşırdım. Kadınlar kendi çamaşırlarını çadırın içine sererlerdi. Erkeklerin ve çocukların çamaşırları ise çadırların arasına serilen tellere asılırdı.” Bir gün gahvenin yanında dolaşırken birisi koşarak geldi ve dedi: “Makarios kampa geliyor”. Koşarak gittik. O zaman çocuktuk. Makarios’u ilk karşılayanlardan olduyduk…”5 Peki ama Makarios kampa niçin gelmişti? Nasıl karşılanmıştı? Ve Kıbrıs Türk Liderliği adına kampa gelen R.R.Denktaş halka neler söylemişti?  







Devam Edecek…




1 Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat Sığdıran Bir Limasollu, Ziya Rızkı Vakfı Yayınları,
2 Bayram Çelik ile yapılan söyleşiden, Çatalköy,31.07.12
3 Nafiya Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12
4 Peyman Höyük ile yapılan söyleşiden, Çatalköy, 06.08.12
5 Erçin Hurşitoğlu ile yapılan söyleşiden, Girne, 08.08.12



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder