29 Aralık 2013 Pazar

SOKAĞIN SANA DEDİĞİNİ YAP

Naim PINAR
SOKAĞIN SANA DEDİĞİNİ YAP

“Çok yakında gidecek olan yıla elveda derken içkiyi biraz fazla kaçırmıştım ve Cadiz sokaklarında nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum. Pazar yerine nasıl geldiğini sordum. Bir ihtiyar sırtını yasladığı duvardan kurtardı ve çok isteksiz bir biçimde, hiçbir tarafı işaret etmeden beni yanıtladı:
-Sokağın sana dediğini yap.
Sokak bana söyledi ve ben de vardım. Nuh, birkaç bin yıl önce, pusulasız, yelkensiz ve dümensiz bir yolculuk yapmıştı. Gemi, rüzgârın söylediği yöne doğru kendini bıraktı ve tufandan kurtuldu.”1
Eduardo Galeano “Ve Günler Yürümeye Başladı” adını verdiği kitabında tarihte bugün yani 29 Aralık günü için “Yol Kaderdir” diyor ve yukarıdaki bilgileri kendine has anlatımıyla kaleme alıyordu. Yolunu kaybedenlere ilham verecek bir yanıt veriyor Galeano’nun isteksiz ihtiyarı.
***
Sokağın Dediği…
Yarım yurdun sokaklarındaki insanlar, 10 yıl aradan sonra yurdun yeniden birleşmesi umuduyla Annan Planı benzeri bir Moon planı veya Ban Ki planı ile umutlanmaya başlamıştı ki, ortak metin krizi ile yine yarım kalan umutlarına su serpecek, umutları yeşertecek başka gelişmeleri beklemeye geçti. Uzun yıllardır “Pause” tuşu basılı kalan bu film bir türlü hareket etmiyor ve sonu merakla bekleniyor. Bu arada yarım yurdun insanları, günlük işlerine geri dönüyor, günlük sıkıntılarına çare üretecek siyasileri seçtiklerini umut ederek yaşamlarını devam ettiriyorlar. Fakat giden geleni aratıyor, ekonomik sıkıntılar gün geçtikçe artıyor. Sokak daralıyor. Esnaf, siftah yok diye şikâyetçi, vatandaş ise zamlardan dertli. Alım gücü düşük ve döviz tırmanışta, haliyle iş insanları riske girmenin tehlikelerini anlatıp durmakta, siyasiler ise bir birini suçlamakta.
Buna rağmen yarım yurdun insanları henüz isteksiz ihtiyarla tanışmadı. Vatandaş alabildiğine bir sarhoşlukla sokakta varmak istediği yere doğru yola çıkmış görünmüyor. Halen olaylar evden TV aracılığıyla ya da pencereden izlenmektedir. Pencereden bakan ve çöpleri gören vatandaş anlıyor ki bu ay belediyenin yönetiminde sorunlar başladı veya maaşlar ödenmedi. TV’deki haber ve tartışmaları izleyenlerse ne olacak bu yarım yurdun hali diye içlenmektedir. Yarım yurdun maalesef sadece kamu’da örgütlü sendikaları ise nöbetçi eylemci durumunda, sıklıkla isyandalar, bu bana Don Kişot’un yel değirmenleriyle yaptığı ve muzaffer olmayı beklediği o büyük cengi hatırlatıyor. Ama onlarında isteksiz ihtiyarla henüz tanışmadıkları apaçık ortada. Siyasilerin sokağın dediğini yapıp varmak isteyecekleri bir hedefleri var mı bilemiyorum. Fakat bizim memleketin sokaklarını bilmeyenlerin varmak istedikleri bir hedefleri olduğunu bilmek için de kâhin olmaya gerek yok. Önce Anadolu’dan “asrın projesi” ile su daha sonra da elektrik gelecek, peki bu projenin hedefi tam olarak nedir? Sadece ülke tarımını geliştirmek ve kurak adamızı şenlendirmek olmasa gerek. Bunun analizini bizleri pusulasız, yelkensiz ve dümensiz yolculuğa zorunlu çıkaran çağdaş Nuh’lar yapmış olmalı diye düşünüyorum. Fakat bize yol gösterecek olan o ilahi yel henüz kendini göstermemiştir. Yaşadığımız son on yıl tam bir Tufan izlenimi vermekte, sosyal hayatta yaşam standartlarımız gittikçe kötüleşmiş, siyaset ölüm döşeğinde can çekişmekte, yarım yurdun insanları ise sokağa bakıp iç çekmekten öteye gidememektedir.
İlahi rüzgâr, onu yaratanın ruhuyla esmeli bu küçük Ada’da, o rüzgâr ki; her şeye kadir olan olmalı, fakat rüzgârı gerçek kılacak ruh henüz bizim sokaktaki isteksiz ihtiyarla tanışmamış olmalı. Yarım yurdun insanları olarak ciddi bir siyasi boşluk dönemi yaşıyoruz. Lider sandığımız veya lider olarak hayal ettiklerimiz ruhumuzu daraltmaya başladı. Belki de böylesi daha iyi olmuştur. Bu sayede sokaktaki isteksiz ihtiyara rastlamamız için önce sokakta olmak gerektiğini anlarız. Bir kez topyekûn yola çıksak, belki de ihtiyar o kadar da isteksiz davranmaz bizlere…
***
Deneyimin Ölümü…
Giorgio Agamben, “Çocukluk ve Tarih” adlı eserinde “Çağdaş insan kendi özyaşam öyküsünden yoksun kaldığı gibi, deneyimi de elinden alınmıştır.”2 diyor. Agamben’in bu analizi aslında bizler içinde kısmen geçerlidir. Agamben’e göre çağdaş insanın ortalama bir günü deneyime çevirebilecek neredeyse hiçbir şey içermemektedir; “… ne erişemeyeceği bir mesafeden ona ulaştırılan haberlerle dolu bir gazeteyi okumak, ne de trafik tıkandığında otomobilin direksiyonunda geçirdiği dakikalar; ne büyük kentlerde toplu taşıma araçlarında yaptığı tatsız yolculuk, ne de aniden ana caddeleri tutan gösteriler. Ne şehir merkezindeki binalar arasından havaya süzülen göz yaşartıcı bomba dumanı ne de nereden geldiği meçhul silah sesleri; ne gişe önünde kuyrukta beklemek ya da süpermarketin masalsı bolluk ülkesine yapılan ziyaret ne de otobüs ya da asansörde tanımadığı insanlarla yaşadığı dilsiz yakınlığın geçmek bilmeyen dakikaları… Modern insan akşam evine-eğlenceli ya da sıkıcı, sıra dışı ya da sıradan, korkunç ya da keyifli-bir sürü olay yaşamış ve tükenmiş olarak döner ama bu olayların hiçbirini deneyime dönüştürememiştir.”3
Çağdaş insanın günlük yaşamdan el çekmesi ve sanal paylaşımla, sosyal medya üzerinden kendisine ait olmayan bir yaşam alanına sıkışmış olması, yanılsamanın ta kendisidir. Facebook ve Twiter gibi sosyal paylaşım ağlarında yazılan-çizilen fikirler veya protestolar deneyim yoksunu olduğundan insanın insani olandan uzaklaşmasına yol açmaktadır. Deneyime dönüşmemiş her an sokağın isteksiz ihtiyarına rastlamamıza engel olmaktadır.
Agamben’in deneyimin otorite kılığına girdiği biçimler olarak atasözleri ve özdeyişleri işaret etmesi ve bugün onların yerini alan sloganların deneyimini yitirmiş insanlığın atasözleri olarak görmesi dikkate değerdir. Tabi ki Agamben, bu tespitiyle bu bugün deneyimlerin var olmadığından bahsetmemektedir. Deneyimlerin yine var olduğunu fakat bunların insanın dışında geliştiğini vurguluyor. Agamben’e göre daha tuhaf olanı, insanın bu deneyimleri belirgin bir rahatlama hissiyle seyrediyor olmasıdır. 4 Yarım yurdun insanları olarak yarım asırdır çeşitli sorunlarla cebelleşip duruyoruz. Tüm bu sorunlara çare olmak için uzun bir demokrasi mücadelesi veren, halkı anlayan, yurdunu aşkla seven bir parti vardı bir zamanlar... Sokakta olmaktan gururlanan, sokağın bir parçası olarak görülen Cumhuriyetçi Türk Partisi bile şimdilerde sokağın isteksiz ihtiyarını görmekten çok uzak...
3-5 sene önce şimdilerin First Lady’si Meral Hanımın siyasi bir tartışmada CTP’liler için “Onlar sokağın insanlarıdır”  sözleri CTP’ye gönül veren partizanlar tarafından gurur vesilesi olmuş ve halk nazarında da sokağın ruhu CTP’de yaşamaya devam etmişti. Şimdi ise sokağın sesine kulak tıkayanlar kervanına katılan CTP, birçok partizanına ve sempatizanına hayal kırıklığı yaşatmaktadır. Yarım yurdun sokakları gidilecek hedeflere ışık tutacak isteksiz ihtiyarın deneyim dolu sözleriyle yankılanmaktadır. Sokağın bir insan olarak gördüğümüz hep saygı duyulup övdüğümüz gerçek bir lider olan “CTP”nin ruhunu yansıtan Naci Talat’ın “Kimdir Be Bunlar” çıkışı o günlerin sokağının ortak deneyimin bir sonucuydu. 1990’ların başında söylenen bu sözleri bugün kullanan deneyim yoksunu siyasilerin bir an için sokağa dönüp bakmaları ve artık sokağın dediğini yapmalarının zamanıdır. Sokaktaki diğer seslerden biri olan Ciğerci Ahmet Dayı’nın “Fasulyenin yahnisi gitti geldi aynısı” sözleri sokaktan çıktığı için halen tazeliğini korumaktadır. Sokak, deneyimlerle doludur. Sokak varmak istediğin hedefin kılavuzudur. Sivil toplum örgütleri ve sendikalardan sıklıkla duyduğumuz bu halk sokağa inmelidir sözleri maalesef hayat bulmamaktadır. Siyasilerin bu durumu bir fırsat olarak görüp, toplumu adeta umutsuzluklarıyla baş başa bırakmaları, sokağın isteksiz ihtiyarını görmezlikten gelmeleri, çıkmaz sokaklarda kaybolup gitmelerine neden olacaktır.

Dipnotlar
1 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, “Yol Kaderdir”, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, 2012,İstanbul,  S:401
 2 Agamben, Giorgio, Çocukluk ve Tarih, Kanat Kitap, Birinci Baskı, Mart 2010,İstanbul,  S:15
3 Agamben, Giorgio, Çocukluk ve Tarih, Kanat Kitap, Birinci Baskı, Mart 2010,İstanbul,  S:16
4 Agamben, Giorgio, Çocukluk ve Tarih, Kanat Kitap, Birinci Baskı, Mart 2010,İstanbul,  S:17











8 Aralık 2013 Pazar

BAŞKAN PİNOCCHİO

Naim PINAR
BAŞKAN PİNOCCHİO
1881’de yazar Carlo Collodi’nin hayat verdiği marangoz Geppetto tarafından yaratılmıştı Pinocchio. Kısa sürede çocukların sevgilisi olmuştu, haylaz ve eğlence düşkünü kukla, Eduardo Galeano’nun betimlemesiyle; “Geppetto ellerlini çam ağacından daha yeni yapmıştı ki, kukla peruğunu çalıp adamı kel bıraktı. Ve bacaklarını tamamlar tamamlamaz da Pinocchio koşarak kaçtı ve onu polise ihbar etti.”1 Kukla, çılgın bir kimliğe sahipti. Kendisini yontarak şekil ve hayat veren ikinci “yaratıcı tanrısı” olan Geppetto’ya dahi bağlılığı yoktu. O, oyun düşkünü yaramaz bir çocuktu. Her sıkıştığında yalan söylemeyi adet edinmişti. Fakat büyük bir sıkıntı vardı, yaradılışından gelen. Aslında bu yaratılış noksanlığı onu eşsiz kılıyordu. İnsanoğlunun aksine yalan söylediğinde burnu uzuyor, ilk yaratıcı tanrısı Collodi’nin lanetine uğruyordu. Collodi, ruhu olan bir kukla düşlemişti. Geppetto usta ise kendisine bağlı, laf dinleyen uslu bir çocuk düşlemekteydi. Collodi’nin Geppetto ustaya çizdiği kader, kukla oğlu Pinocchio’nun hainlik ve yalanlarıyla mücadele içinde geçecekti. Geppetto, tüm bunlardan habersiz sevgiyle şekil vermişti, çam kütüğüne…
***
Collodi, romanda Pinocchio için şu sıfatları uygun görmüştü; iblis (İmp), yaramaz (rascal), hayırsız (scapegrace), rezil (disgrace), pasaklı (ragamuffin) ve dolandırıcı (rogue) vb. Pinocchio, 1881’de yayınlanan Collodi’nin orijinal hikâyesinin kötü karakterli başkahramanıydı. Floransa’nın Collodi köyünde doğan Carlo Lorenzini’nin orijinal adını bile tam olarak bilmeyen Pinocchio severler, yalan söylediğinde burnu uzayan bu kukla’nın gerçek hikâyesiyle değil, 1940’da Walt Disney’in onu beyaz perdeye taşıdığı ve deyim yerindeyse düzelttiği hikâyesiyle tanımaktadır. Hâlbuki Collodi’nin eserinin sonunda yaramaz, iblis ve dolandırıcı Pinocchio bir meşe ağacında idam edilmekteydi.
Babasına karşı devamlı kötü davranışlar sergileyen bu hayırsız kukla, oldukça vicdansızdı. Orijinal (1881) eserdeki Jiminy adlı ziziro (ağustos böceği) Pinocchio’yu babasına karşı kötü davranmasın diye uyarmaya kalktığında buna oldukça sinirlenen hayırsız kukla eline aldığı çekiçle zizironun kafasını oracıkta param parça eder. İşte tüm bu kötülüklerinden ve hainliklerinden sıkılan Carlo Colodi, Pinocchio’nun ölmesi gerektiğini düşünür ve onu idam eder.
***
Eduardo Galeano’ya göre Walt Disney 1940’da Pinocchio’yu Hollywood’da vaftiz etmişti.2 Günahlarından arındırılan kötü karakterli kukladan geriye sadece insan bedenine kavuşmak için maceralara atılan, ara da bir yanlış yola düşen, haylaz fakat sevimli bir kukla kalmıştı. Onu eşsiz kılan burnu yalan söylediğinde hala uzuyordu. Collodi’nin laneti peşini bırakmamıştı.
***
Collodi’nin romanında, Pinocchio gece boyunca konuşan sıpanın sırtında yolculuk ettikten sonra, şafak sökerken “eğlenceler ülkesine” neşe içinde ulaşır. Agamben, “Çocukluk ve Tarih” adlı eserinde Colodi’nin bu ütopik çocuk cumhuriyeti için şöyle diyor: “Bu ülke dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyordu. Nüfusu tamamıyla çocuklardan oluşuyordu. En büyükleri on dört, en küçükleri ise sekiz yaş civarındaydı. Sokaklarda neşe, bir şamata, aklınızı başınızdan alacak bir gürültü! Her yerde, sürüyle yumurcak vardı: kimi misket, kimi seksek, kimi top oynuyordu; Körebe oynayanlar, koşuşturup duranlar, palyaçolar gibi giyinip ateş yutanlar… Kimi rol yapıyor, kimi şarkı söylüyor, kimi ölümcül atlayışlar yapıyor, kimi elleri yerde ayakları havada yürüyerek eğleniyordu. Kimi çember çeviriyor, kimi başında kâğıttan şapka ve oyuncak süvarileriyle general kılığında salınıp duruyordu. Kimi gülüyor, kimi çığlık atıyor, kimi sesleniyor, kimi ellerini çırpıyor, kimi ıslık çalıyor, kimi tavukların yumurtlarken çıkardıkları sesi taklit ediyordu: Kısacası, öyle bir kıyamet, öyle bir cırıltı, öyle bir şamata vardı ki, sağır olmamak için kulaklara pamuk tıkamak gerekirdi. Tüm meydanlara küçük tiyatro çadırları kurulmuştu.”3
Collodi nerde hata yapmıştı. Agamben’in hayalî olarak bahsettiği “Eğlenceler Ülkesi” gerçekten var olmuş olabilir mi? Pinocchio ve en az onun kadar yalan söyleyen insanların yaşadığı bir ülke, bu çağda hem de Akdeniz’de…
***
Başkan Pinocchio’nun ülkesi…
Bu ülkenin de yerkürede eşi benzeri yoktur. Dünyada sadece Pinocchio’nun gece boyunca sıpa ile konuşarak varmaya çalıştığı “Eğlenceler Ülkesini” andırmaktadır. Nüfusun çoğunluğu rengârenk kişi ve kişiliklere sahip, yalan ve boş vaat dinlemeye meraklı kişilerden oluşmaktadır. Renkler yalana olan kabiliyete göre değişkenlik göstermektedir.  Turuncu renk üstat sınıfını temsil etmekte, kırmızı renk yardımcı üstat, yeşil renk çırak, mavi ise çaylak olarak değerlendirilmektedir. Fakat zaman zaman turuncu rengin temsilcileri kırmızı, kırmızı rengin temsilcileri turuncu, yeşil rengin temsilcileri ise bazen kırmızı bazen de mavi olabilmekte veya rengini kaybederek solmaktadır. Toplumun renksiz kesiminin oluşturduğu sınıf ise azınlık durumdadır. Keza bu azınlık sınıftan da arada bir ciddi sıçrama gösterip direkt olarak turuncu renge yükselenler de çıkabilmektedir. Başkan Pinocchio’nun ülkesinde, resmi tören ve kokteyller sıklıkla yapılmaktadır. Ülkenin sade vatandaşı ciddi geçim sıkıntısı yaşamakta fakat eğlencesinden de geri kalmamaktadır. Ülke insanı, yalan söyleme kabiliyeti gelişmiş kişilere karşı hayranlık beslemektedir.
***
Ülkenin en değerli kaynağı ithalat’tır. “Mama” adını verdikleri ülkeden ithal edilen seçme yalanlar, her 2-3 yılda ülke gündemine bomba gibi düşmektedir. Ülkenin her bölgesinde yalanla beslenen bedenler vardır. Sokaklarda burnu uzamasa da namı gittikçe büyüyen Pinocların* isimleri kulaktan kulağa fısıldanmaktadır. Ülkenin emek kesimi her seçim öncesi ve sonrası eylemler düzenlemektedir: Bir gün özlük hakları, bir gün emekçi paraları, bir gün eğitim ve sağlık hakları vb. Fakat her eylemden sonra bir yerlerde konyak, kebap ve biraz eyleme dair kritik adetten olmuştur. Pinocchio Eğlence Çadırının aldığı kararlara karşı nümayiş yapan renksiz azınlık, Ziziro Grubu olarak bilinmektedir. Bu grubun her isyanında bizzat “Mama”nın talimatıyla Pinocchio kolluk güçleri müdahale ederek, zaman zaman da aşırı güç kullanarak susturulmaya çalışılmaktadır. Başkan Pinocchio ve diğer Mama severler tarafından Ziziro Grubu, marjinal olarak görülmektedir. “Mama”ya ziyarete giden iş çevreleri, Eğlence Çadırı Üyeleri ve Başkan Pinocchio, her ziyaret öncesi Mama yetkililerine, Ziziroların azınlık bir grup olduklarını tekrarlamaktadırlar. Fakat bunun da yalan olabileceği şüphesi taşıyan Mama yetkililerinin bu konudan huzursuz oldukları ortadadır. Bu nedenle geleceği kurtarmak için eğitim alanında köklü değişiklik yapılması gerektiğine kanat getiren Mama Lideri “Başkan Pinocchio”nun ülkesindeki zararlı Ziziroların yerine söz dinleyen, düzene uyan karıncalar yetiştirmek üzere, Başkan Pinocchio’nun ülkesine özel yeni eğitim paketleri hazırlatmıştır. Yeni eğitim paketine göre, o güne değin “Mama” eski liderlerinin tarih derslerinde okutulmasını uygun buldukları, “Pinocchio” ile aynı yıl doğan (1881 NP) Selanikli liderin hayatı yerine, artık yaratıcı Carlo Collodi’nin kutsal kitabı “Le Avventure Di Pinocchio” okutulacaktı. Üstelik kız ve erkeklere renklerine bakmaksızın eşitlik getiriliyor ve ayrı sınıflara kavuşturuluyorlardı. “Mama” ülkesi nezle olsa Başkan Pinocchio’nun ülkesi bir anda grip oluyordu. Bunu durmadan dile getiren renksiz azınlık “Zizirolar”, bu sorunlara çare üretemediğinden, onların çocukları da bu istemedikleri eğitim reformundan nasibini alacak ve Başkan Pinocchio’nun ülkesinin geleceği garanti altına alınacaktı. Başkan Pinocchio’nun ülkesinde zaman zaman renkli tiyatro çadırları kurulurdu. Bu çadırlar, ülke nüfusunun taraftarı olduğu renklerdeki kendi çadır reislerinin seçimi için kurulmaktaydı. Hatta son yıllarda turuncu ve yeşil çadırlardaki reis seçimleri çok ateşli yalan ve dalaverelere sahne olmaktaydı. Enteresan bir şekilde farklı renkteki çadırlar arasında dayanışma ve eğlence birliği vardır. Turuncu çadır içindeki reis seçimi, yeşil çadırdakileri eğlendirmekte, yeşil çadırdaki reis seçimi de turuncu çadırdakileri eğlendirmektedir. Diğer renklerdeki çadırlar da yine birbirilerini eğlendirmekten geri kalmamaktadır.
***
Ülkenin başkentinde “Yalan Ağacı” olarak bilinen bir de kutsal ağaç vardır. Yalan Ağacına her yıl adakta bulunan ülke insanı, basit bir yalan yazarak gerçekleşmesini beklemektedir. Adak yalan olduğundan gerçekleşmediği zaman üzülen de olmamakta ve eğlenceler ülkesinin tadı kaçmamaktadır. En iyi yalancılar, her beş yılda bir yapılan “Pinocchio Eğlence Çadırındaki” kutsal kukla tahtına oturmak için yarışmaktadır. Bu yarışta belirleyici unsurlar; “Mama” adını verdikleri deniz aşırı ülkenin yollayacağı maddi destek, söylenebilecek en kaliteli yalanlarla süslenmiş propaganda sürecinin başarısı ve Başkan Pinocchio makamına oturmak isteyenlerin ülke ahalisi üzerindeki etkisi. Ülke milenyuma girdiği günden bugüne “Başkan Pinocchio” makamı için rekabet daha da artmıştır.  Eğlenceler Ülkesinin yöneticilerinin yegâne amacı, önce kutsal kukla tahtına oturmak ve bir gün kutsal yaratıcı tarafından sihirli bir dokunuşla uyandıklarında insan bedeninden arınmış, Yalan Ağacının kütüğünden güzel işlenmiş gerçek bir kukla bedenine sahip olmaktır. İnanışa göre esas amaç, Mama ülkesine eller ve ayaklardan tam bağımlı olarak bağlanmaktır. Bu ulu mertebeye erenler hem kendi geleceklerini hem de Eğlenceler Ülkesinin geleceğini garanti altına alacaktır.
***
Eğlenceler Ülkesini bekleyen en büyük tehlike çok çok uzun zaman önce “Renksiz” bir kâhinin tarafından tarihi Pinocchio Yazıtlarına anarşist bir eylemle yazıldığı düşünülen ülkedeki her şeyi doğrular ve gerçekler üzerine yeniden inşa edecek olan bir neslin varlığından bahsettiği “Burun” kehanettir. Bu şeytani burun kehanetine göre; Önce eğlenceler ülkesindeki elektrik kesilecek, herkes karanlıkta kalıp renklerini göremediği zaman ne hakkında konuşulursa konuşulsun gidilecek yer hakkında bile doğru söylenmeye başlanacak ve bu sonun başlangıcı olacaktır. Kehanetin giriş bölümünde elektrik kesintisi akabinde olacaklar için şöyle denmektedir: “İçinizden her kim ki bir mum yakıp kendi aydınlığında yalan söylemeye başlarsa, bu sadece mumun söneceği vakte kadar devam edecektir.” Bunu gören ülke ahalisinin, yalanın da bir sonu olduğunu anlayacağını, irkilip uyanacağını söyleyen Burun kehaneti, bu olaylarla birlikte ülkedeki yalan söyleyen insanların burunlarının hızla uzayacağını bildirmektedir. Burun Kehanetine göre, en korkunç son ülkeyi idare eden kukla tahtındaki Başkan Pinocchio’yu beklemektedir. Renksiz kâhine göre, karanlıkta doğacak olan nesiller karanlığın sebebi olarak Başkan Pinocchio’yu hedef alacak ve Mama ülkesinin idarecilerine karşı direnişe geçerek tamamen doğrular üzerine yeni bir ülke inşa edeceklerdir. Eğlenceler ülkesindeki eski yalan üstatları da bu devrim sonrası yargılanacaktır. Başkan Pinocchio ise Kutsal Yalan Ağacı’nda idam edilecektir. Pinocchio kutsal yazıtlarında ülkenin sonunun Mama’dan olacağı yazılıdır. Fakat tarih belirtilmemektedir. Muhtemelen bu da yalandır diye düşünen eğlenceler ülkesi sakinleri, günlük yaşamlarına devam etmekte, renkleriyle övünüp, renksiz yurttaşları hor görmektedirler. Fakat eğlenceler ülkesindeki insanların bazıları bu korkunç gerçeklik, acaba başımıza gelir mi diye düşünmeden edememektedir. Bundan dolayı da Başkan Pinocchio, Mama ile olan kutsal bağı güçlendirip bir an önce Yalan Ağacının dokusunun kendisine sihir yoluyla nüfus etmesi için her gün ama her gün TV, radyo ve gazeteler aracılığıyla inanılmaz yalanlar söylemektedir.  İçinde kısıldığı insan bedeninden kurtularak tam teşekküllü bir kuklaya dönüşeceği gün için var gücüyle çalışmaktadır…
***
Carlo Collodi’nin, 1881’de “Le Avventure Di Pinocchio” adlı eseri ve anlattıkları dehşet verici, kötü karakterli bir kuklanın maceralarını içermektedir. Carlo Collodi, bu denli kötü karaktere sahip hayırsız, yalancı ve şeytani kuklayı idam etmekten başka çare bulamaz. Fakat 1940 tarihinde Hollywood yıldızı olan Pinocchio, bir ülkeye başkan olacak kadar hiçbir masal ve romana konuk olmamıştır. Fakat yalan dendi mi, kuşaktan kuşağa hemen tüm zihinlerde canlanan figür olmayı başarmıştır Pinocchio.
Mevlana’nın en sevdiğim sözlerinden oldu, okuduğum ilk andan itibaren; “Dün geçti gitti, dün gibi, Dünün sözü de geçti; bugün yepyeni bir söz söylemek gerek.” Evet bence de artık yeni bir söz söylemek gerek ama kim söyleyecek Pinocchio mu?

DİPNOTLAR
1 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247
2Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247
3 Agamben, Giorgio, Çocukluk ve Tarih, Kanat Kitap 92, Birinci Baskı, Mart 2010, S:77
*Pinocchio Sözlüğüne göre, Pinoc; bir konu hakkında gerçek olmayan veya hiç olmayan şeyleri saniyeler içerisinde söyleyebilen muhterem kişi.