26 Nisan 2015 Pazar

POLİTİK-ACI

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
POLİTİK-ACI

Max Weber, siyasal etik bağlamında “Politikacılar” için şöyle der: “Tarihsel süreç içerisinde profesyonel politikacılar grubu meydana gelmiştir. Politikacılar iki gruba ayrılır: Meslek olarak siyaset yapanlar ve yan faaliyet olarak siyaset yapanlar. Yan faaliyet olarak yapanlara göre siyaset bir hobidir. Siyaset mesleğinin en önemli özelliklerinden birisi kişiye güç ve saygınlık vermesidir. Siyaset mesleğinde iktidar, yegâne amaçtır. İktidarı ele geçirme duygusu insanı yozlaştırmaktadır. Weber’e göre insan siyaseti iki yolla meslek edinebilir; ya siyaset için yaşar ya da siyaset sayesinde yaşar. Weber, politikacıda şu üç özelliğin bulunması gerektiğini söyler: Hırs -Sorumluluk ve Denge. Weber’in sorumluluk etiğine göre, etik ya inançlara ya da sorumluluğa bağlıdır. Ahlak, kültürel bir miras olup aktarılabilir. Buna karşın inanç, bireylere miras olarak geçmez. Weber, “Protestan Ahlak ve Kapitalizmin Ruhu” adlı eserinde, sanayi devrinin yani batılılaşma sürecinin tüketim toplumu yarattığı ve ortaya çıkan bu bencilliklerinde öncelikle toplumsal ahlakı zedelediği ve zamanla siyaset alanının da bundan nasibini aldığını söyler. İnanç etiğine göre, “Hıristiyan doğru hareket eder ve sonuçlarını tanrıya bırakır.’’ Sorumluluk etiğinde ise kişi gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden sorumludur ve hesabını vermelidir. Politikacının meslek olarak siyaseti seçmesinden sonra ahlaki ikilemlerle yüz yüze kalması muhtemeldir.”1 İşte tam da bu noktada bizim “Politikacı” profilimize bakmakta yarar vardır. İki yıl önce yine bu sayfalardan “Siyasette Yerçekimi Kuramı” başlıklı bir yazı yazmıştım. Ülkemizin geleceği için gaile duyan bir yurttaş olarak iki yıl önceki yazımdan şu paragrafı sizlerle tekrar paylaşmak istedim: “Siyasette Yerçekimi Kuramı söz konusu olur mu? Söz konusu siyaset, Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılıyorsa bal gibi olur.  Dünya’dan izole yaşamaya alışmış/alıştırılmış toplumumuz, Sarayönü’nü mesken tutan siyaset çığırtkanları ve tabii bir de bu işi bilimsel zeminde yaptığını sanan “Bilimsel Sarayönü Politikacıları arasındaki ilişkiyi açıklamak için birçok sosyolog ve araştırmacı kuzey Kıbrıs’ın siyasi yapısı üzerine çeşitli tespitlerde bulunmuşlardır. Bunların arasında en ciddi tespit olan Dr. Salih Egemen’in “Patronaj Sistemi” büyük ölçüde bizlerin siyasi geleneğinin nasıl oluştuğunu özetlemektedir. Bu tespitin yanı sıra kuzey Kıbrıs’taki zehirli siyasetin ancak mevcut atmosferin dışına çıkılırsa son bulacağının altını çizmek istiyorum. Bizim siyasetin “devlette” kurumsallaşamadan, siyasette kuramsallaşmış olduğunu düşünüyorum. Siyasette Yerçekimi Kuramı derken; bu çarpık yapının kütlelerini (kitlelerini) oluşturan seçmen ve siyasetçi ile aralarındaki mesafeyi oluşturan rant ilişkisinin boyutlarından bahsediyorum. Newton’un kuramındaki evrensel çekim sabiti ise bizim siyasetteki yerçekimi kuramına göre; patronaj sisteminin argümanları tarafından şekillenmektedir. Bu değişken olmayan argümanlar, birinin adamı olmak, mikro bölgecilik, kendi partin içerisinde bile liste yaparken bu konuyu kamuoyu önünde diğer partilerden örnekler vererek kınayacak yüzsüzlüğe sahip olmak, doktor olmak, siyasetten anlamamak fakat geniş bir aileye sahip olmak, feodal ilişkilerde kendini yetiştirmiş olmak, doksan yaşına kadar yaşayacağının hissini seçmene aktaracak enerjiye sahip olmak, kahvehanelerde her türlü kâğıt oyununa hâkim olmak, meclisten çok halk arasında gezip bazen kendi partine dahi küfredecek kadar kişiliksiz olmak, her seçim parayla satın alınacak kilit kitleleri keşfetme zekâsına sahip olmak, her seçim -eğer varsa- partinin ortaya koyduğu politikalar yerine kendi adına bazen af dileyerek bazen söz vererek seçmeni kandıracak yeteneğe sahip olmak, bu sabitlerin değişmediği atmosferde “Siyasetteki Yerçekimi Kuramı” aşağıdaki gibi özetlenebilir:            
İlişkinin matematiksel ifadesi şöyledir:  F= P ( S1 S2 ) / r2

Buradaki denklemde;
F (Fiyasko) İki kitle arasındaki çekim kuvveti arasındaki büyüklük
P (Patronaj Sisteminin Argümanlarının toplamı) Siyasi çekim sabiti
S (Seçmen Kitlesi)
S (Siyasetçi Kitlesi)
r (Rant) iki kitle arasındaki mesafedir.

Ülkedeki sorunları bir bütün olarak gören, analiz eden proje ve programlar üreterek yeniden birleşik bir Kıbrıs hedefiyle mücadele etmek, bizim siyasal atmosferimizin de değişmesine katkı koyacaktır. Kuzey Kıbrıs siyasi partilerinin tamamı iktidar planlarını yukarıda anlattığım Siyasette Yerçekimi Kuramı’nda yer alan siyasi çekim sabitindeki –Patronaj Sisteminin Argümanlarının varlığına dayandırmaktadırlar.  Bu uğurda çalışan siyasetçilerimizin başarılı veya başarısız olması hiçbir şey değiştirmeyecektir. Zira bizim denklemin r harfiyle sembolize edilen rant seçmen kitlesiyle siyasetçi kitlesi arasındaki mesafenin ne kadar açık olursa olsun sonuca tesir etmeyecektir. Olacak olan, iki kitle arasındaki çekim kuvvetinin yani F=Fiyasko’nun daha da büyümesi olacaktır.”

Politikacılarımızın büyük bir kısmının Weber’in tanımladığı gibi siyaset sayesinde yaşamlarını sürdürdüğü bir gerçektir. Siyasette uzun yıllar yer almanın ve iktidara sahip olma yolunda her yolu mubah görmenin bir sonucudur “Siyasette Yerçekimi Kuramı”. Bizim kuramın siyasi çekim sabiti olan  “Patronaj Sisteminin Argümanları”nın değişmesi mümkün mü? Doğrusu bu siyasal atmosferde biraz zor görünüyor. Fakat atmosferi değiştirme şansını elinde bulunduran da yine bizler yani seçmenlerdir. Tek yapmamız gereken bu denklemden çıkarak yeni bir Siyasi kuram geliştirmektir. Siyasetteki Yerçekimi Kuramı, bizlerin geleceğini karanlığa çekmekte ve maalesef ülkemizin tamamında bile söz sahibi olmaktan mahrum bırakmaktadır. Burada seçmenler olarak gereken hassasiyet gösterilirse, Siyasi çekim sabiti olarak adlandırdığım Patronaj Sisteminin Argümanları ortadan kaldırılabilir. Eğer ki, seçmen kitlesi bunu yapamazsa tek umut siyasetçinin beslendiği siyasi çekim sabitinin yine “Politik-acı” tarafından yapılan düzenlemelerle ortadan kaldırılmasını umutsuzca beklemek olacaktır. Son 15 yıldır ülkemizde, yeni konuşmaya başlayan çocuktan doksanına gelmiş ihtiyara değin herkes politika konuşmaktadır. Oscar Wilde’ın “Siyasi partilere bayılıyorum. İnsanların siyasetten konuşmadığı tek yer orası kaldı.” cümleleri bizim gibi ülkeler için söylenmiş gibidir. Siyaset Bilimci Maurice Duverger ise ‘Siyaset (politika) hem bir çatışma ve iktidar kavgasıdır hem de toplumun tüm üyelerinin yararına olabilecek bir düzen yaratma aracıdır.’der. Politika ve Politikacı toplumsal yarar sağlayacak bir düzeni kuramadığı sürece örgütlü yapılar zaman içerisinde çözülme göstermektedir. Birçok değerli köşe yazarının siyasetteki kırılma noktası olarak, geçen hafta yapılan seçimleri işaret etmesi oldukça önemlidir. Burada siyasi partilere gayet açık bir mesaj verilmiştir. John Arbuthnot’un dediği gibi, “Her siyasi parti kendi yalanını yutarak ölür”. Politikacıların, saygınlığı sorgulanır olmuşsa, doğal olarak güç ellerinden gider. İktidarı ele geçirme duygusu politikacıyı yozlaştırmaktadır. İktidara giden yolda toplumsal yarar ve güven zedelenmişse “Politik-acı” kaçınılmaz olur. Politikacı, ortaya koyduğu vizyonla anılmaktadır. Burada unutulmaması gereken en önemli realite siyasi partileri yöneten aktörler olarak “Politik-acı”ların rolleridir. Weber’in politikacı da bulunması gereken üç özellik olarak belirlediği: Hırs -Sorumluluk ve Denge.  Hırs, politikacı için iktidara giden yolda kaçınılmaz olandır. Fakat politikacıdaki hırs toplumsal yarara ulaşmak adına ortaya koyduğu ilkeler ve vizyon ile paralel olmalıdır. Toplumsal gaileden uzak kişiselleşen politik hırs ortaya çıkmışsa sorumluluk özelliği doğal olarak ortadan kalkmış olur. Politikacı denge unsurunu göz ardı ederek tutarsızlaşmışsa ve söylem ve eylemlerinde farklılaşıyorsa bunun bedelini ödeyecektir. Ülkemizde “Politikacı” fikri adeta bir küfür gibi algılanmaktadır. Toplumsal olarak kullandığımız günlük konuşmalarda bile yalan söyleyen kişiler için uğraş alanı siyaset olmasa bile şu cümleleri herkes işitmiştir: “ … tam politikacı oldu veya politika yapma bana” vb. Siyaset kurumunun bir an önce tüm paydaşlarıyla yeniden ayağa kaldırılması ve “Politik-acı” tanımının toplum nezdinde saygı duyulan, toplumsal gaile sahibi, saygın ve potansiyeli olan kişilikli bir kavram olarak anılmasının önü açılmalıdır. Burada, siyaset kurumu üzerinde potansiyeli olan siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara ve akademik çevrelere büyük iş düşmektedir. Siyasette değişimin ve dönüşümün önünü açacak, geleceği vizyonlarıyla şekillendirecek politikacılara ihtiyaç vardır. Siyasette Yerçekimi Kuramını yaratan eski anlayışın yıkılması, toplumsal yarar gözetecek olan yurttaşların yönelimleri ve yeni adil bir düzeni düşleyen politikacıların duruşuna bağlıdır. İktidarda olan siyasi partilerin yaşadığı “Politik-acı” aslında potansiyel ve eylem arasındaki uyuşmazlığın bir sonucudur. Hâlbuki iktidar siyasi partilerin ve politikacının vizyonunu eyleme dönüştüreceği yegâne amaçtır.

Giorgio Agamben, Aristoteles’in dehasının ürünü olarak tanımladığı potansiyel ve eylemin belki de sadece hazda bir an için içselleştirildikleri kategorilerden sıyrılarak görünür hale geldiklerinden bahseder. Agamben, iktidar fikrini ise şöyle anlatır: “… haz, biçimi her an gerçekleştirilen, sürekli vuku bulan bir şeydir. Bu tanımın bir sonucu olarak potansiyel, hazzın zıttıdır. Asla gerçekleşmeyen, sonucuna ulaşamayandır. Tek kelimeyle, acıdır. Aristoteles’in bu tanımına göre, haz asla zamanda vuku bulmuyorsa, potansiyel de esasen süre olmalıdır. Bu değerlendirmeler İktidarla potansiyel arasındaki gizli bağları açığa çıkarır. Eyleme geçildiği anda potansiyelin acısı diner. Ancak her yerde –bizim içimizde bile- potansiyeli, kendi içinde oyalanması için sınırlayan güçler vardır. İktidar bu güçler üzerinde temellenir. İktidar, potansiyelin kendi eyleminden yalıtılmasıdır, potansiyelin örgütlenmesidir. İktidar, otoritesini kesifleşen bu acının üzerinden kurar; kelimenin gerçek anlamıyla, insanın hazzını doyumsuz bırakır. Ancak bu durumda asıl kaybolan, hazdan ziyade potansiyelin ve onun acısının anlamıdır. Bitimsiz hale gelen potansiyel, düşlere av olur, kendisine ve hazza dair korkunç kandırmacalarla vakit öldürür. Potansiyel, araçlarla amaçlar, araştırmayla sonuçlar arasındaki sıkı bağı saptırarak acının en üst seviyesini –kadiri mutlak- mükemmellikle karıştırır. Ama haz, sadece potansiyelin amacı olarak, mutlak iktidarsız olarak insani ve masumdur; ve acı, sadece kendi krizini, kendi çözümleyici yargısını belli belirsiz gören gerilim olarak kabul edilebilirdir. Başarılmış bir işte, tıpkı hazda olduğu gibi, insan nihai olarak kendi iktidarsızlığının keyfini sürer.”2 Bizimde kendi iktidarsızlığımızın keyfini süreceğimiz kadar potansiyelimiz olduğunu düşünmek istiyorum. “Politik-acı” değil potansiyelin eyleme geçmiş halinin yaşam bulmasını ve insanlarımızın başarılmış işlerden haz duymasını ümit ederek geleceğe umutla bakalım. Ülke siyasetinin yeniden şekillenip bugünkü olumsuz tanımıyla “Politik-acı” kavramının en kısa sürede değişmesi, hem toplumsal açıdan hem de azınlıkta olan az sayıdaki vizyon sahibi politikacının da lekelenmemesi için oldukça önemlidir. “Politik-acısız” bir gelecek için artık politik değerler, fikirler, ilkeler ve vizyonlar birlikte aynı cümlede yolculuklarına başlamalıdır. Bu cümlelerin oluşturacağı metinler siyasetin inşa edileceği yeni zeminini belirleyecektir. Umalım ki bu kez metinleri yazanlar gerçekten “Politikacı” diye anabileceğimiz yeni bir siyasetçi profilinin de doğmasına olanak versinler.



Dipnotlar

2 Agamben, Giorgio, Nesir Fikri, Metis Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2009, İstanbul, S:65-66



12 Nisan 2015 Pazar

GEÇMİŞ-ŞİMDİ-GELECEK



Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
GEÇMİŞ-ŞİMDİ-GELECEK
Hem kişisel hem de toplumsal hedeflerimiz nedir sorusunu tartışmadan önce kendimize bir başka soru sormamız gerekiyor. Konu nedir? Aristoteles, bütün konular üç başlık altında toplanabilir, der:  Suçlama, Değerler ve Seçenek. Bu üç temel konudan suçlama için örnek verecek olursak; ülkenin bu duruma düşmesinin sorumlusu kimdir sorusunu sorarız. Değerler ile ilgili örnek ise; seçim dönemlerinde hesabı verilemeyecek, kaydı kuydu olmayan maddi kaynak kullanmak veya mal beyanında bulunmamak etik midir? Seçenek ile ilgili siyasi örneğimiz ise; Kapalı Maraş Bölgesi’nin açılıp açılmaması olsun. Üç ana konundaki örnek tartışma sorularının biraz daha derinlerine inersek, suçlama konusunun geçmişteki olaylarla ilgili olduğunu görürüz. Suçlama eşittir geçmiş zamandır. Değerlerle ilgili konular şimdiki zamanı ilgilendirir. Seçenek konuları ise gelecek zamanı ilgilendirir. Bu da vizyon ile paralel bir hatta ilerler. Aristoteles bu zaman kiplerinden en çok gelecek ile ilgili olanı kullanmaktan hoşlanır. Jay Heinrichs, Stratejik İkna kitabında politikacıların şimdiki zaman kipine yani değerlere atıfta bulunmaya bayıldığını belirtir. Ve bunun seçmen tabanlarını galeyana getirmek için muhteşem, ama demokrasi açısından ise iğrenç olduğunu söyler. Gerçekten vizyon sahibi liderler toplumsal bir konsensüs sağlamak için gelecek zaman kipi kullanırlar. Yani seçenek konularını ön plana çıkartarak umutla yol alırlar. Eğer ortak bir karar almak istiyorsanız, geleceğe odaklanmanız gerekir. Yukarıdaki üç ana konu arasında gelecekle ilgili olan seçenek ruh halimizin umutla tangosudur diyebiliriz. Geçmişle ilgili olan suçlamalar ruh halimizin depresyon sinyallerini harekete geçirir. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir hafta kala adayların topluca canlı bir tartışma platformunda buluşamaması geleceğimiz açısından oldukça ürkütücüdür. Çağdaş demokrasilerde “Seçenek” konusunda ortaya konacak önerileri ve adayların vizyonlarını tartışmaları çok önemlidir. Kıbrıs Sorunu’nda gelinen aşamada 2016 yılının oldukça önemli olaylara gebe olduğu ortadadır. Ülke insanının değişime ve seçeneğe olan hasreti doruğa ulaşmıştır. Siyasal yapının kısırdöngü yaşadığı, üretkenlikten ve seçenekten uzaklaştığı gerçeği ortadayken Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olan 4 güçlü adayın ilk kez kıyasıya yarıştığı bir ortam şekillenmiştir. Adayların seçmenler tarafından daha iyi analiz edilmesinde bizlere yardımcı olacak olan medya emekçilerine çok iş düşmektedir. Fakat seçmenlerinde kolaylıkla değerlendirme yapmasını sağlayacak yöntemlerde mevcuttur.
İnsanların güven seviyelerini ölçmek, doğru mu, yalan mı söylediğini anlamak için bazı fiziksel işaretler değerlendirilir. Beynimizdeki sinir uçlarının iletişiminden doğan bu istek dışı hareketler bizleri ele vermektedir. Yaygın şekilde bilinen güven işaretleri; gülümseme, göz teması ve avuçların gösterilmesi vs. Fakat bu güven işaretleri kolayca taklit edilebilmektedir. Biz ise gözlemlemesi kolay ve taklit edilmesi neredeyse imkânsız olan daha karmaşık bazı etkenlere bakacağız.
Kişinin son derece aşırı rahatsız olduğu korku durumlarında, iki önemli davranıştan birini gözlemlersiniz: Ya duygusal açıdan son derece tetikte olduğu için gözleri fıldır fıldır döner ve dikkati kolayca dağılır ya da donup kalır ve tam aksini yapar. Bilindik ‘araba farında donup kalan tavşan’ benzetmesi tam bir örnek olabilir. Kişinin çok az kontrol edebildiği diğer istem dışı tepkiler ise; yüzün kızarması veya sararmasıdır. Nefesin hızlanıp hızlanmadığına, terlemenin artıp artmadığına bakın. Buna ek olarak bu denli korku içindeki kişiler, kendini sakinleştirmek için nefesini kontrol altına almaya çalışır. Sakinleşme çabaları derin, rahatça duyulabilir nefes alıp vermeler olarak gözlemlenir. Seste veya vücutta titreme meydana gelir. Karşınızdaki kişi ellerini gizliyorsa, kontrolsüzce titrediklerini görmenizi istemiyor olabilir. Sesi çatlayabilir ve konuşmakta zorlanabilir. Kişi gerginken yutkunma zorluğu ortaya çıkar. Örneğin; üzüntü veya korku ifade etmek isteyen film oyuncuları genellikle bu davranıştan yararlanırlar; böylece ifade ‘boğulur’. Boğazını temizlemek de gerginlik işaretidir. Endişe, boğazda balgam oluşmasına yol açar. Kalabalık karşısında konuşurken heyecanlanan konuşmacı, genellikle başlamadan önce boğazını temizler. Ses değişiklikleri de önemli bir veridir. Kişi gergin olduğunda, diğer tüm kaslar gibi ses telleri de gerilir ve kişinin daha yüksek sesle konuşmasına neden olur. Bu açıdan bakıldığında son zamanlarda bir adayın hiçbir rakibi ile canlı yayında tartışmaya girmemesi manidardır. ABD Ordusu, FBI, CIA başta olmak üzere birçok ülkede profesyoneller ve hükümet yetkilileri tarafından kullanılan bir sistem vardır. Stratejik Dolaylı Analiz ve Profil  (S.N.A.P ); beden dili, sezgi veya tahminlere dayanmayan, psikoloji temelli bir sistemdir. Bu sistemi siz değerli okuyucularımıza biraz anlatarak, Cumhurbaşkanı adaylarımızın analizini sizlerin takdirine sunmak istiyorum.
S.N.A.P sisteminde diğer bir analiz aracı gözlerdir. Gözler halk arasında ruhun aynasıdır. Fakat bilim dünyasında ‘beynin’ aynası olarak betimlenir. İnsanlar gergin olduklarında göz kırpma hızları artar. Gergin ve kendine güveni olmayan kişileri ortaya çıkartmak açısından göz kırpma eylemi önemli bir analiz aracıdır: 21 Ekim 1996’da yayınlanan bir Newsweek makalesinde, Boston Koleji’nden Nöropsikoloji Profesörü Joe Tecce, önceki seçimlerde Bob Dole ve Bill Clincton arasındaki başkanlık tartışmalarıyla ilgili olarak buna dikkat çekmişti: Televizyona çıkan biri için normal göz kırpma hızı, dakikada 31 ila 50 keredir. Bob Dole ise dakikada ortalama 147 ve saniyede 3 kere gözlerini kırpıştırıyordu. Ülkenin dört yıl öncekinden daha iyi durumda olup olmadığını sorulduğunda, göz kırpma hızı dakikada 163’e çıktı. Clincton dakikada ortalama 99 kere göz kırpıyordu ve ergenlik çağındaki gençler arasında uyuşturucu kullanımının artmasıyla ilgili sorular sorulduğunda, en yüksek hızı 117 olmuştu. Profesör Tecce, 2000’den önceki son beş seçimde, göz kırpma hızı daha yüksek olan adayın seçimi kaybettiğine dikkat çekmişti.
Cumhurbaşkanı adaylarının tamamının olduğu televizyon programlarına birde bu gözle bakmakta yarar vardır. Tabi burada önce adaylardan birinin cesaretini toplaması gerekiyor. Adaylara soru soran medya emekçilerinin de tarafsız olması ve adaylara güneş gözlüğü hizmeti vermemeleri gerekir.
Bazen insanlar pozisyonlarını savunduklarında bile çökeceklerini bilerek, güçlü bir görüntü yaratmaya çalışırlar. Bugün ülke siyasetinde yaşanan tam da budur. Hâlihazırda Cumhurbaşkanı olan adayın pozisyonunu korumak gayreti içerisinde olduğunu görmekteyiz.
Kişilerin gerçekte gözlerinden süzülen bilgileri, Milton tarzı hipnozun uzak akrabası olarak değerlendirilen NLP (Neurolinguistic Programming – Sinir Dili Programlama), aracılığıyla kişilerin düşünceleriyle ilgili önemli görüşlerin nasıl elde edildiğine bakalım: “Örneğin, gün içinde hayallere dalan bir kişinin başının hafifçe sağa yattığını ve gözlerinin sol yukarı baktığını hiç fark ettiniz mi (bu, sağ elini kullananlar için geçerlidir)? Bu konudaki genel durum ise: Kişi yukarı baktığında, görsel bilgi alıyor veya hatırlıyor demektir. Sağ elini kullanan biri yukarı ve sola bakıyorsa, geçmişteki bir olayı görsel olarak hatırlıyor demektir. (Sol elini kullanan biri için, bunun tersi geçerlidir.) Kişinin yukarı ve sola (sizin sağınıza) baktığını fark edersiniz, görsel bir imajı yeniden yarattığını anlayabilirsiniz. Genel olarak, sağ elini kullanan insanların çoğu, gözlerini görsel bilgi için yukarı, işitsel bilgi için karşıya, sözel bilgi ve duygular için aşağı, yapılandırılmış veri için sağa ve anılar için sola çevirirler”.
Cumhurbaşkanı adaylarımızı, NLP (Neurolinguistic Programming – Sinir Dili Programlama) aracılığıyla teste tutmak usta medya mensuplarına düşmektedir. Fakat Cumhurbaşkanlığına aday olan bazı siyasetçilerin basında yer alan fotoğraflarından bile bu sınavı zor geçecekleri apaçık ortadadır. Konunun daha iyi anlaşılması açısından bir enstantaneyi siz değerli okuyucularımızla paylaşmanın yararlı olacağını düşünüyorum: “Yapmanız gereken ilk şey, karşınızdaki kişinin sağ elini mi, yoksa sol elini mi kullandığına dikkat etmektir. Ardından soru sormanız yeterlidir. Örneğin bunu sadece ilk arabasının rengini sorarak yapabilirsiniz. Cevabını aldıktan sonra, gerçek düşüncelerini anlayabilirsiniz. Mesela, iş arkadaşınıza, neden işe geç geldiğini sorduğunuzda “tam önümde kötü bir kaza oldu,” diyorsa, şöyle bir şey sorabilirsiniz: “Arabanın rengi neydi?” Eğer bilgi hatırlama yerine yapılandırmaya yöneliyorsa, yalan söylediğini anlayabilirsiniz.
İnsan evladının yaşadığı evrenin yaşı tam olarak bilinmemekle birlikte, yaklaşık 15 milyar yıl olduğu tahmin edilmektedir. İnsan yaşamı ise yaklaşık olarak 7 milyon yıl eskiye gitmektedir. Dilin sözcükleri üretmediği dönemlerden günümüze, “Göz” insanlığın gelişim sürecinin kaydedicisidir. “Gözler yalan söylemez, Gözler Beynin Aynasıdır”. Geçmiş, şimdi ve gelecek kavgasından galip çıkan her zaman seçeneğe tekâmül eden gelecektir. Cumhurbaşkanlığı adaylarının kampanyaları boyunca söyledikleri, ortaya koydukları çok önemlidir. Aristoteles’in belirttiği üç ana konuyu değerlendirirken, hedeflerimizin ne olduğunu düşünmeliyiz. Hangi aday bizi geleceğe taşımayı vaat ediyor ve hangi aday bizi geçmişe mahkûm ediyor. İyice etüt edilmelidir.
Konu nedir sorusunun yanıtı seçmen açısından sorulmalıdır. Konu geleceğimiz ise her zaman aklı salim seçenekten yana eğilim gösterir. Şimdiki zaman kipi ile konuşmak değerleri sorgulasa da bizleri ileriye götürmez. Sadece anlık mutluluğumuza ve ego tatminimize hitap eder. Geçmiş zaman kipi ile konuşmak, düşünmek sorgulama konularını gündem yapmaktan öteye geçemez. Gelecekle ilgili olan seçenek ruh halimizin umutla tangosudur. Bir hafta sonra umutla bizleri dansa davet eden aday geleceğimizdir. Geçmişin uzaklığı, şimdinin farkındalığı ve geleceğin umuduyla…















5 Nisan 2015 Pazar

BANA HAYAL ET/ME DEME



Naim PINAR
BANA HAYAL ET/ME DEME!
Zamanda yolculuk insan evladının gizeme ve geleceğe yönelik hayal gücüyle yarattığı en önemli teorilerden biridir. Bugün Albert Einstein’ın izafiyet teorisinden, ışık hızında seyahatten ve solucan deliklerinden bahsediyorsak bu insanların en büyük gücü olan hayal etme eylemiyle ortaya çıkmıştır. İnsan evladının hareket halinde daha yaratıcı olduğu bilinen bir gerçekliktir. Beynimizin sol yarıküresi vücudumuzun sağ tarafını kontrol ederken sağ yarıküresi de sol tarafını kontrol etmektedir. Sağ ve sol yarıküreler arasındaki bilgi akışını sağlayan korpus kallosum zarı çok karmaşık bir kablo sistemine benzer. Sol yarıküremiz bilgileri sıralı işlerken sağ yarıküre ise çeşitli verilere bir anda ulaşarak hepsini aynı anda işleme alır. Sol yarıküremiz seriler halinde, sağ yarıküremiz ise paralel çalışır. Kısaca sol yarıküremiz dijital, sağ ise analog bir bilgisayar gibidir. Sol yarıküremiz rüya esnasında bütünüyle kapanmasa da bilince ulaşmayı engelleyen bir görev üstlenmektedir. Sol yarıküremiz uzun vadeli belleğimize nelerin aktarılacağına karar verir.  Sol yarıküremiz, mantıksal olarak çalışır demek yanlış olmayacaktır. Beynimizin bu bölümü bütüne değil parçaya yoğunlaşır. Adım adım öğrenerek sonucu benmerkezci ve olumlu olarak değerlendirir.  Sol yarıküremizin yönetim alanı içine; mantık, sayılar, ardışıklık, çizgisellik, analiz, listeleme konuları girer. Sağ yarıküremiz açısından işler daha farklıdır: Dili en çarpıcı, ince tanımlama ve sembollerle, mantıksal olmayan, sezgisel ayrıntılarla değerlendirir. Komplike ve zor soruları veya olayları bütün olarak kavrar ve çözer. Sezgisel işaretleri değerlendiren sağ yarıküremiz ayrıca korku, endişe ve heyecanı da yoğun olarak yaşayan bölümdür. Sağ beyini gelişmiş olan insanların yaratıcılık, ritm, uzman bilinci, hayal gücü, hayal kurma, renk ve boyutta daha iyi oldukları bilinmektedir. Sanat, spor, sosyal etkinlikler, dans, tiyatro, şiir gibi hayal gücü ve yetenek isteyen tüm aktiviteler bu bölümü çalıştırır ve geliştirir. Carl Sagan, insan zekâsının evrimi üzerine düşüncelerini yazdığı şahane kitabında sol ve sağ beyinin işlevlerini değerlendirdikten sonra insan zekâsının evrimi için şöyle demektedir:  “ Sağ yarıkürenin ortaya çıkardığı bağlantıların, sol yarıkürenin incelemesine tabi tutulmadan, gerçek mi yoksa hayali mi olduklarını söylemek mümkün değildir. Öte yandan, yaratıcı ve sezgisel içgörüler ve yeni bağlantı araştırmaları olmaksızın saf eleştirel düşünce kısırdır ve ölüme mahkûmdur. Değişmekte olan durumlar içindeki karmaşık sorunları çözmek her iki beynin yarıküresinin de etkinliğini gerektirir: Geleceğe giden yol korpus kallosumdan geçer.”1 Yani beynimizin her iki bölümü arasındaki bilgi akışını sağlayan zarın gelecek kuşaklarda çok daha önemli bir işlev göreceği öngörülmektedir. Küçük bir ülkenin ikiye bölünmüş halkları olarak bir an bizim ülkemizin sol yarıküresi güneyi temsil ederken sağ yarıküresi de kuzeyi temsil ediyor olsun. Bu şartlarda hayal gücümüzü kullanmak sanırım kuzeydeki insanlarımıza düşmektedir. Geleceğimizin ise korpus kallosum’a bağlı olduğu açıktır. Burada bahsedilen korpus kallosum zarı; kuzey ile güney arasındaki sınır değil iletişimi güçlendirecek, kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal akışkanlığın iletkenleridir. Ülkemizin kuzeyi olarak üretken ve yaratıcı yanımızı ortaya koymalıyız ki sol yarıküreyi temsil eden güneyi harekete geçirelim. Tüm bunları düşlerken Girne’den dolmuşla Lefkoşa’ya doğru hareket halinde olduğumu unutmuşum. Bir an daha yeni hareket etmemize rağmen nasıl bu kadar çok şey insan belleğinden süzülüyor diye düşünmeyi bırakıp karşımda oturan üç yabancı insanı gözlemlemeye başladım. Dolmuşun şoförünün Türkiye’den buraya göç etmiş bir insanımız olduğunu konuşmasından anlıyordum. Yüzünü göremiyordum zira sırt sırta oturmuştuk. Yüzüm Girne istikametine bakıyordu ve karşımda oturan üç kişiyi istemeden incelemeye başladım. Karşımdaki sol köşedeki koltukta, orta yaşlı bir kadın oturuyordu. Belli ki işten çıkmıştı ve oldukça yorgun bir hali vardı. Ayaklarının arasında poşet bir torba duruyordu. Kucağındaki kahverengi çantasına sıkı sıkı sarılmıştı. Dolmuştaki diğer yolcular gibi hiç konuşmuyor ve sağ taraftaki camdan devamlı dışarıya bakıyordu. Yorgun kadınla göz teması kurmak neredeyse imkânsızdı. Onun yanındaki ikinci yolcu ise 70 yaşlarında bir İngiliz kadındı. Yanındaki 35-40 yaşlarındaki oğlu olduğunu düşündüğüm bir adamla alçak perdeden arada iki üç kelime İngilizce konuşuyordu. İngiliz kadının elleri birbirine kenetlenmiş avuçları arasında top şekline getirdiği şeffaf bir poşet tutuyordu. Yaşlı kadının tırnaklarındaki kırmızı ojeleri oldukça yıpranmıştı ve ilginç bir bilezik takmıştı. Bilezikte nazar boncukları ve Arapça yazılar vardı. O da arada yanındaki oğlu diye düşündüğüm kişi hariç kimseyle göz teması kurmuyordu. Hemen sağımdaki koltuktaki yolcu ise üniversiteye gittiği her halinden belli olan bir genç adamdı. Elindeki dokunmatik telefondan facebook’a dalmış etrafla hiçbir bağlantısı olmadan yolculuk yapıyordu. Onun yanında ise Afrika kökenli başka bir genç adam yine farkındalıktan yoksun bir şekilde dokunmatik telefonuna bağladığı kulaklığıyla müzik klibine hem görsel hem de işitsel olarak dalmıştı. Sonra kafamı sağ taraftan arkaya doğru döndürüp şoförün yanındaki ikili koltuğa baktığımda orta yaşlı bir çiftin oturduğunu gördüm. Dolmuş içerisinde arabesk ile fantezi tarzı müzik arasında kararsız kaldığım bir müzik kanalının sesi yankılanıyor fakat kimsenin anlaması mümkün olmayacak kadar kötü bir cızırtı ile ses kirliliği yaratıyordu. Kimsenin iletişim kurmaya niyeti olmayan bu ortamdan sıkılıp geride bıraktığımız çevreyi incelemeye daldım. Her metrede zaman geride kalıyor adeta zamanda yolculuk yapıyormuşum gibi bir his içimi kaplıyordu. Dolmuşun arka camından dışarıya baktığımda Ramadan Cemil Meydanı’nı geride bırakıyorduk.  Anayol boyunca insanların sağlı sollu koşuşturmaları, seçim dolayısıyla asılan afiş ve reklamları billboardlardan takip ederken ülkemizin kuzeyindeki yapı adeta zamanın gerisinde kalıyordu. 80 yaşını aşmış siyasetçilerin tekrar tekrar billboardlarda sırıtan, seçim dönemleri halkı nasıl daha fazla etkilerim diye fotoshop yapılarak pop yıldızlarına benzetilmiş yalancı yüzleri altında kendilerine ait olmayan tumturaklı sözleriyle dev resimleri olan siyasileri geride bırakırken Girne çemberinden Lefkoşa anayoluna hızla ilerlediğimizi fark ettim. Şoför bir anda sert bir hamleyle gaza basarak seyretmeye başlamıştı. Gözlerim yorulmuş olacak ki zaman zaman göz kapaklarımın kapanmasına engel olamıyordum. Bir an Kıbrıs’ta acaba 2060 yılında bu geçtiğimiz yerlerde neler olacak diye düşünürken kendime neden geleceğimizin hayalini kurmuyorum dedim.
Bir anda kendimi 2060 yılının 29 Şubat Pazar gününde buluverdim. 40 Yıl su gibi geçip gitmişti. Federal Kıbrıs, onca yıla rağmen henüz 10. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Bu sadece Kıbrıs’a özel bir kutlamaydı. Tüm dünya ülkeleri, Federal Kıbrıs’ın kuruluş tarihi olan 29 Şubat gününü her dört yılda bir gündem yapar olmuştu.Bugün yine dünya medyasının ilgi odağı Doğu Akdeniz’deki “Düşler Adası” olarak tanınan Kıbrıs’tı. 2020 yılının 29 Şubat gününü daha dün gibi hatırlıyorum; gökyüzü açık, hava ise insanın içine neşe veren bir güneşle ısıtılıyordu.  İki toplumun kucaklaştığı o gün Cumartesi’ye denk geldiğinden hemen hemen herkes evinde sevdikleriyle ve ailesiyle heyecan içinde şenliklere katılmak üzere hazırlanıyordu. O gün 40’lı yaşlarımdaydım ve çok değişik duygular içerisinde güneydeki dostlarımızla kucak kucağa şarkılar söyleyerek yeni Federal Kıbrıs Devletinin şerefine kadeh kaldırıyorduk. Kıbrıslılar, 40 yılda çok büyük projelere imza atmışlardı. Yaşımız ilerlese de, zamana karşı koyamasak da bu mutluluğu her yıl tekrar tekrar yaşıyorduk. Torun sahibi bir ihtiyar olarak torunlarıma durmadan aynı olayları anlatmaktan hiç usanmıyordum.
Bugün, tüm Kıbrıslılar gibi 2060’a geldiğimizin farkına bile varamamıştım. Lefke’deki evimizde en çok sevdiğim varlıklarla 80 yaşına gelmiş bir ihtiyar olarak sohbet ediyordum. Çocuklarım ülkemizin korpus kallosum’un mimarlarıydı. Fakat onlardan çok torunlarımla ilgilenmek onlara geçmişten bahsetmek sanırım daha çok hoşuma gidiyordu. Kızımın İngiltere’de öğrenim gördüğü yıllarda üniversitede tanışıp evlendiği damadım Paul, çok iyi bir mühendisti. Oğulları ilk torunum olup, eşimle benim ilk heyecanımızdı. Adını Naim koyduklarını duyduğumda her ihtiyar gibi duygularıma hâkim olamamıştım. Büyük oğlumun eşi Selma ise İzmirliydi. İkinci torunumun adı ise sanırım sevgili eşime bir jest olsun diye gençken devamlı dile getirdiği en sevdiği isim olan Hayal olmuştu. En küçük oğlum ise Yunanistan’da tanıştığı Maria ile evlenmiş ve kızlarının adını da anlaşma ve uyum tanrıçası anlamına gelen Harmonia koymuşlardı. Torunlarımla o gün koyu bir sohbete dalmıştık. Artık torunlarım 30’lu yaşlara gelmişlerdi. Yeniçağın bir icadı olan hologram gazetelerden manşetleri bana okuyorlardı. Harmonia,  -dede bak,  Fransız Le Monde ve Le Figaro yine bizim ülkemizi ve SERVAS PROJESİ’nin ölümsüz bir ruha sahip olduğunu yazmış. Projenin, 2028’de Federal Kıbrıs’ın kurulmasından 8 yıl gibi kısa bir zamanda hayata geçirildiğini anlatıyor. Torunuma hemen soruyorum tabi neden Servas Projesi adını verdiğimizi yazıyor mu? Harmonia, tabi ki dede bak ne diyorlar:  “ Servas Projesi, 130 yıl önce Kıbrıs’ın İngiliz Sömürgesi olduğu dönemde doğmuş olan Kıbrıslı Komünist ve Türklerin en büyük dostu olan yazar Pulitus Servas’ın anısına yapılmıştır.  Limasol’dan yola çıkan ve tüm adayı dolaşan bir Tren inşa eden Kıbrıs Halkı bu trendeki her vagona Kıbrıs’ı anlatan değişik tarihsel dönemlere ait simülasyonlar koyarak turizm’de dünya’da bir ilki gerçekleştirmişlerdir. Yedi istasyonda duran Tren, adanın her ilçesinden geçerek ekonomik katalizör görevi görmüştür. Tren’e binen yolculara verilen belge ise misafirlerinin kendini çok özel hissetmesini sağlıyor. Dünya’nın birçok yerinden sırf Servas Tren’inde yolculuk yapmak için gelen turistlerin yer bulmak ve bu deneyimi yaşamak için yıllarca beklediğini anlatıyorlar. 
Biraz daha girişken olan büyük oğlumun kızı Hayal ise dede bak! Alman Spiegel Gazetesi de siyasal yapımızın eşsiz olduğunu yazmış. Ayrıca Federal Kıbrıs’ın Başkanı Harmonia Birdilek ile röportaj yapmışlar:  “ Başkan Harmonia Birdilek Kıbrıs’ın Başkanlık Binasının Başkent Lefkoşa’da olduğunu fakat daha birleşmenin ilk 4 yıllında çeşitli bakanlıkları adanın değişik bölgelerine yaydığımızı anlatmış.  2020 yılında hemen Kıbrıs İstatistik Kurumu’nu kurduğumuzu onun ardından da Kıbrıs Bilim Ve Teknoloji Enstitüsü’nün oluşturulmasıyla 4 yıl gibi kısa bir sürede Kıbrıs’ın ilk Gözlemevi olan Alaşya Gözlemevini Mesarya Ovası’nın ortasına inşa ettiğimizi anlatmış.  Bilim Ve Teknoloji Enstitüsü’nün araştırmalarını üniversitelerimizle ortak çalışmalara dönüştürdüğünü anlatmış. Ülkemiz gençlerinden üçünün bilim alanında 2027 yılında Dünya’da bilimsel alanda verilen en büyük ödül olan Galaksi Ödüllerinin en önemli üçünü almaya layık göründüğünü anlatmış. Bu üç gençten biri olan Athena Kiriyaku’nun bugün Bilim ve Eğitim Bakanı olduğunu anlatmış.
Bugünkü bakanlıkları ve bakanlarımızın tamamını şöyle yazmış Alman gazetesi: Bilim ve Eğitim Bakanlığı, Baf’ta ve bakan Athena Kiriyaku’dur.  Bölgesel Gelişim – Alternatif Enerji ve Çevre Bakanlığı, İskele’de ve bakan Metin Enerjik’dir. Kültür ve Sanat Bakanlığı, Mağusa’da ve bakan Andreas Haralambos’tur. Adalet Bakanlığı, Limasol’da ve bakan Sibel Veritas’dır. Maliye ve Ekonomi Bakanlığı, Güzelyurt’ta ve bakan Ayten Şenlik’dir.  Spor Bakanlığı, Lefke’de ve bakan İbrahim Canlı’dır. Sağlık Bakanlığı, Larnaka’da ve bakan Hygieia Sadıkkızı’dır. Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Karpaz’da ve bakan Demeter Bereket’tir. Turizm Bakanlığı Girne’de ve bakan Haralambos Anteros’dur. Sosyal Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı Larnaka’da ve bakan Füsun Themis’dir. Doğu Akdeniz Çevresel Faktörler ve Dostluk Bakanlığı Lefke’de ve bakan Egemen Yoldaş’dır. Evrensel Değerler ve Dış İlişkiler Bakanlığı, Larnaka’da ve bakan Eleni Rheme’dir. İçişleri ve Güvenlik Bakanlığı Lefkoşa’da ve bakan Abdullah Yılmaz’dır. Bu kadar detaylı bakanlıkları ve bakanların isimlerini Alman gazetesi haber yapınca torunuma sorma ihtiyacı duydum; Neden kabine açıklar gibi vermişler kızım? Dede sanırım bizim bile 40 yıl içinde fark edemediğimiz değişimin meyvesi olarak aşkın bizleri birleştirdiğinden bahsediyorlar. Nasıl yani? Bugün 40 yılın sonunda,  Başkanımızın annesi bir Kıbrıslı Elen ve babasının da bir Kıbrıslı Türk olmasından bahsediyorlar. Tabi bununla sınırlı değil Alman gazetecinin tespitleri;  eşcinsel bakanlarımız ve parlamentodaki kadınlarımızın dünya parlamentolarının çok üstünde bir ortalamaya sahip olduğunu yazmış. O nedenle tam liste veriyorlar. Ayrıca Kıbrıs’ta siyasetteki en yaşlı kişinin de 63 yaşında olduğunu yazmışlar. Burasının sadece bölgesine değil dünyaya örnek olduğundan bahsediyorlar.
Pek konuşmayı sevmeyen torunum Naim ise heyecana gelmişti: - Bak dede! Bende sana İngiliz Times Gazetesinden bir haber okuyayım: “  Kıbrıs’ta 40 yıl önce sanat ve yaratıcılık birleşmeyi sağladı. Daha Federal Kıbrıs kurulurken kuruluş günü 29 Şubat olsun dendi. Bu fikri ortaya atan tiyatro sanatçısı maalesef bugün hayatta değil fakat bu fikir tartışıldı ve yaratıcı zekâlar 4 yılda bir büyük bir festival gibi kutlamalar düzenlemekten tutunda ekonomik getirisi yanında psikolojik analizine kadar konuyu ele aldılar. Burada sanatçılar ve bilim insanları çok büyük bir çaba ortaya koymuşlardır. Kıbrıslıların yeni devletlerini sahiplenme ve kendilerini özel hissetmelerine kadar her şeyi değerlendirenler bunu başardılar. 2022’de Otello Tiyatro Sarayı’nın açılışında sahnelenen “Hayal Tutulması” adlı drama aslında Kıbrıs’ın bölünmüş yakın geçmişinden kesitler veriyordu. Burada anlatılan olaylar herkesin silkelenmesine ve hayallerine sahip çıkmalarına vesile olmuştur.”  İngiliz gazeteci bu oyun sahnelendiği sırada en önde oturduğunu yazmış. Kimmiş bu gazeteci oğlum dedim. Ben de o gün ordaydım ve en önde oturuyordum. Doğrusu en az torunum kadar heyecanlanmış ayrıca çok merak etmiştim. Torunum, -ne ilginç! Dedi. Soyadımız aynı; White. Resmi yok mu, İngiliz gazetecinin deyince,  - var dede, hem de senin ve anneannemin arasında altında da çok sevgili dostlarım ve ailem yazıyor. Gözlerim doldu. Dünürüm eski bir Times yazarıydı ve bu yıl ilerlemiş yaşına rağmen yazmak istemişti. Yaşın verdiği bir güzellikti unutkanlık bazen kötü olayları hatırlamak istemezsiniz. Fakat güzel şeyleri ve güzel insanları hatırlayamadığınız da o zaman işte bu en kötü kâbus olur.
Birden öne doğru düşer gibi bir hisle sol tarafımdaki koltuğu tutmaya çalıştım. Ama nafile, saniyeler arasında geri koltuğa yapıştım. Dolmuşun şoförü çok hızlı gidiyordu ve önüne çıkan araca nerdeyse çarpacakken frene basmıştı. Tam o esnada uyumak ve uyanık olmak arasında gidip geldiğimi anladım. Fakat gözlerim açıktı. Dolmuşun içerisindeki yabancılık bir anda bir frenin bizleri silkelemesiyle aramızda bir yakınlaşma yaratmıştı. Bu durum, İnsanın içgüdüsel olarak kaygı ve korku anındaki birlikteliğiydi. Hayallerim ve torunlarım 2060 yılının 29 Şubat’ında fakat çok geçmişte kalmışlardı. Yolculuk sona ermek üzereydi, herkes inerken birbirine gülümsedi. Acaba ilk kez dolmuşa bindiğimde neden iletişim kurmak yerine sessizliği tercih etmiştim. Her zaman koşarken veya yürürken hayal kurarım ve bundan çok hoşlanırım. Geleceğe karşı kaygı duymamak için şimdi hareket zamanıdır. Hayal gücü sınırsızdır. Zaman içerisinde hayallerin geride kalmaması için zamanı yaşamalıyız.  En gerçekçi an şimdidir. Zamanda yolculuk yapmamı sağlayan dolmuştaki yol arkadaşlarıma hoşçakalın dedim. Orta yaşlı kadın, allahaısmarladık dedi. Yaşlı İngiliz Kadın ve oğlu ise see you dediler.

Dipnot
1 Sagan Carl, Cennetin Ejderleri, Say Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2014,  S;189