Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
POLİTİK-ACI
Max Weber, siyasal etik bağlamında “Politikacılar”
için şöyle der: “Tarihsel süreç içerisinde profesyonel politikacılar grubu
meydana gelmiştir. Politikacılar iki gruba ayrılır: Meslek olarak siyaset
yapanlar ve yan faaliyet olarak siyaset yapanlar. Yan faaliyet olarak yapanlara
göre siyaset bir hobidir. Siyaset mesleğinin en önemli özelliklerinden birisi
kişiye güç ve saygınlık vermesidir. Siyaset mesleğinde iktidar, yegâne amaçtır.
İktidarı ele geçirme duygusu insanı yozlaştırmaktadır. Weber’e göre insan siyaseti
iki yolla meslek edinebilir; ya siyaset için yaşar ya da siyaset sayesinde yaşar.
Weber, politikacıda şu üç özelliğin bulunması gerektiğini söyler: Hırs
-Sorumluluk ve Denge. Weber’in sorumluluk etiğine göre, etik ya inançlara ya da
sorumluluğa bağlıdır. Ahlak, kültürel bir miras olup aktarılabilir. Buna karşın
inanç, bireylere miras olarak geçmez. Weber, “Protestan Ahlak ve Kapitalizmin
Ruhu” adlı eserinde, sanayi devrinin yani batılılaşma sürecinin tüketim toplumu
yarattığı ve ortaya çıkan bu bencilliklerinde öncelikle toplumsal ahlakı
zedelediği ve zamanla siyaset alanının da bundan nasibini aldığını söyler. İnanç
etiğine göre, “Hıristiyan doğru hareket eder ve sonuçlarını tanrıya bırakır.’’
Sorumluluk etiğinde ise kişi gerçekleştirmiş olduğu eylemlerden sorumludur ve hesabını
vermelidir. Politikacının meslek olarak siyaseti seçmesinden sonra ahlaki
ikilemlerle yüz yüze kalması muhtemeldir.”1
İşte tam da bu noktada bizim “Politikacı”
profilimize bakmakta yarar vardır. İki yıl önce yine bu sayfalardan “Siyasette Yerçekimi Kuramı” başlıklı
bir yazı yazmıştım. Ülkemizin geleceği için gaile duyan bir yurttaş olarak iki
yıl önceki yazımdan şu paragrafı sizlerle tekrar paylaşmak istedim: “Siyasette
Yerçekimi Kuramı söz konusu olur mu? Söz konusu siyaset, Kıbrıs’ın kuzeyinde
yapılıyorsa bal gibi olur. Dünya’dan izole
yaşamaya alışmış/alıştırılmış toplumumuz, Sarayönü’nü mesken tutan siyaset
çığırtkanları ve tabii bir de bu işi bilimsel zeminde yaptığını sanan “Bilimsel
Sarayönü Politikacıları arasındaki ilişkiyi açıklamak için birçok sosyolog ve
araştırmacı kuzey Kıbrıs’ın siyasi yapısı üzerine çeşitli tespitlerde
bulunmuşlardır. Bunların arasında en ciddi tespit olan Dr. Salih Egemen’in
“Patronaj Sistemi” büyük ölçüde bizlerin siyasi geleneğinin nasıl oluştuğunu
özetlemektedir. Bu tespitin yanı sıra kuzey Kıbrıs’taki zehirli siyasetin ancak
mevcut atmosferin dışına çıkılırsa son bulacağının altını çizmek istiyorum. Bizim siyasetin “devlette” kurumsallaşamadan, siyasette kuramsallaşmış olduğunu
düşünüyorum. Siyasette Yerçekimi Kuramı derken; bu çarpık yapının kütlelerini
(kitlelerini) oluşturan seçmen ve siyasetçi ile aralarındaki mesafeyi oluşturan
rant ilişkisinin boyutlarından bahsediyorum. Newton’un kuramındaki evrensel
çekim sabiti ise bizim siyasetteki yerçekimi kuramına göre; patronaj sisteminin
argümanları tarafından şekillenmektedir. Bu değişken olmayan argümanlar,
birinin adamı olmak, mikro bölgecilik, kendi partin içerisinde bile liste
yaparken bu konuyu kamuoyu önünde diğer partilerden örnekler vererek kınayacak
yüzsüzlüğe sahip olmak, doktor olmak, siyasetten anlamamak fakat geniş bir
aileye sahip olmak, feodal ilişkilerde kendini yetiştirmiş olmak, doksan yaşına
kadar yaşayacağının hissini seçmene aktaracak enerjiye sahip olmak,
kahvehanelerde her türlü kâğıt oyununa hâkim olmak, meclisten çok halk arasında
gezip bazen kendi partine dahi küfredecek kadar kişiliksiz olmak, her seçim
parayla satın alınacak kilit kitleleri keşfetme zekâsına sahip olmak, her seçim
-eğer varsa- partinin ortaya koyduğu politikalar yerine kendi adına bazen af
dileyerek bazen söz vererek seçmeni kandıracak yeteneğe sahip olmak, bu
sabitlerin değişmediği atmosferde “Siyasetteki Yerçekimi Kuramı” aşağıdaki gibi
özetlenebilir:
İlişkinin
matematiksel ifadesi şöyledir: F= P ( S1 S2 ) /
r2
Buradaki denklemde;
F (Fiyasko) İki kitle arasındaki çekim
kuvveti arasındaki büyüklük
P (Patronaj Sisteminin Argümanlarının
toplamı) Siyasi çekim sabiti
S (Seçmen Kitlesi)
S (Siyasetçi Kitlesi)
r (Rant) iki kitle arasındaki mesafedir.
Ülkedeki
sorunları bir bütün olarak gören, analiz eden proje ve programlar üreterek
yeniden birleşik bir Kıbrıs hedefiyle mücadele etmek, bizim siyasal
atmosferimizin de değişmesine katkı koyacaktır. Kuzey Kıbrıs siyasi
partilerinin tamamı iktidar planlarını yukarıda anlattığım Siyasette Yerçekimi
Kuramı’nda yer alan siyasi çekim sabitindeki –Patronaj Sisteminin
Argümanlarının varlığına dayandırmaktadırlar.
Bu uğurda çalışan siyasetçilerimizin başarılı veya başarısız olması
hiçbir şey değiştirmeyecektir. Zira bizim denklemin r harfiyle sembolize edilen
rant seçmen kitlesiyle siyasetçi kitlesi arasındaki mesafenin ne kadar açık
olursa olsun sonuca tesir etmeyecektir. Olacak olan, iki kitle arasındaki çekim
kuvvetinin yani F=Fiyasko’nun daha da büyümesi olacaktır.”
Politikacılarımızın
büyük bir kısmının Weber’in tanımladığı gibi siyaset sayesinde yaşamlarını
sürdürdüğü bir gerçektir. Siyasette uzun yıllar yer almanın ve iktidara sahip
olma yolunda her yolu mubah görmenin bir sonucudur “Siyasette Yerçekimi Kuramı”.
Bizim kuramın siyasi çekim sabiti olan
“Patronaj Sisteminin Argümanları”nın değişmesi mümkün mü? Doğrusu bu
siyasal atmosferde biraz zor görünüyor. Fakat atmosferi değiştirme şansını
elinde bulunduran da yine bizler yani seçmenlerdir. Tek yapmamız gereken bu
denklemden çıkarak yeni bir Siyasi kuram geliştirmektir. Siyasetteki Yerçekimi
Kuramı, bizlerin geleceğini karanlığa çekmekte ve maalesef ülkemizin tamamında
bile söz sahibi olmaktan mahrum bırakmaktadır. Burada seçmenler olarak gereken
hassasiyet gösterilirse, Siyasi çekim sabiti olarak adlandırdığım Patronaj
Sisteminin Argümanları ortadan kaldırılabilir. Eğer ki, seçmen kitlesi bunu
yapamazsa tek umut siyasetçinin beslendiği siyasi çekim sabitinin yine
“Politik-acı” tarafından yapılan düzenlemelerle ortadan kaldırılmasını
umutsuzca beklemek olacaktır. Son 15 yıldır ülkemizde, yeni konuşmaya başlayan
çocuktan doksanına gelmiş ihtiyara değin herkes politika konuşmaktadır. Oscar
Wilde’ın “Siyasi partilere bayılıyorum. İnsanların siyasetten konuşmadığı tek
yer orası kaldı.” cümleleri bizim gibi ülkeler için söylenmiş gibidir. Siyaset
Bilimci Maurice Duverger ise ‘Siyaset (politika) hem bir çatışma ve iktidar
kavgasıdır hem de toplumun tüm üyelerinin yararına olabilecek bir düzen yaratma
aracıdır.’der. Politika ve Politikacı toplumsal yarar sağlayacak bir düzeni
kuramadığı sürece örgütlü yapılar zaman içerisinde çözülme göstermektedir. Birçok
değerli köşe yazarının siyasetteki kırılma noktası olarak, geçen hafta yapılan
seçimleri işaret etmesi oldukça önemlidir. Burada siyasi partilere gayet açık
bir mesaj verilmiştir. John Arbuthnot’un dediği gibi, “Her siyasi parti kendi
yalanını yutarak ölür”. Politikacıların, saygınlığı sorgulanır olmuşsa, doğal
olarak güç ellerinden gider. İktidarı ele geçirme duygusu politikacıyı
yozlaştırmaktadır. İktidara giden yolda toplumsal yarar ve güven zedelenmişse
“Politik-acı” kaçınılmaz olur. Politikacı, ortaya koyduğu vizyonla
anılmaktadır. Burada unutulmaması gereken en önemli realite siyasi partileri
yöneten aktörler olarak “Politik-acı”ların rolleridir. Weber’in politikacı da
bulunması gereken üç özellik olarak belirlediği: Hırs -Sorumluluk ve Denge. Hırs, politikacı için iktidara giden yolda
kaçınılmaz olandır. Fakat politikacıdaki hırs toplumsal yarara ulaşmak adına
ortaya koyduğu ilkeler ve vizyon ile paralel olmalıdır. Toplumsal gaileden uzak
kişiselleşen politik hırs ortaya çıkmışsa sorumluluk özelliği doğal olarak
ortadan kalkmış olur. Politikacı denge unsurunu göz ardı ederek
tutarsızlaşmışsa ve söylem ve eylemlerinde farklılaşıyorsa bunun bedelini
ödeyecektir. Ülkemizde “Politikacı” fikri adeta bir küfür gibi algılanmaktadır.
Toplumsal olarak kullandığımız günlük konuşmalarda bile yalan söyleyen kişiler
için uğraş alanı siyaset olmasa bile şu cümleleri herkes işitmiştir: “ … tam
politikacı oldu veya politika yapma bana” vb. Siyaset kurumunun bir an önce tüm
paydaşlarıyla yeniden ayağa kaldırılması ve “Politik-acı” tanımının toplum nezdinde
saygı duyulan, toplumsal gaile sahibi, saygın ve potansiyeli olan kişilikli bir
kavram olarak anılmasının önü açılmalıdır. Burada, siyaset kurumu üzerinde
potansiyeli olan siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, sendikalara ve
akademik çevrelere büyük iş düşmektedir. Siyasette değişimin ve dönüşümün önünü
açacak, geleceği vizyonlarıyla şekillendirecek politikacılara ihtiyaç vardır.
Siyasette Yerçekimi Kuramını yaratan eski anlayışın yıkılması, toplumsal yarar
gözetecek olan yurttaşların yönelimleri ve yeni adil bir düzeni düşleyen
politikacıların duruşuna bağlıdır. İktidarda olan siyasi partilerin yaşadığı
“Politik-acı” aslında potansiyel ve eylem arasındaki uyuşmazlığın bir
sonucudur. Hâlbuki iktidar siyasi partilerin ve politikacının vizyonunu eyleme
dönüştüreceği yegâne amaçtır.
Giorgio
Agamben, Aristoteles’in dehasının ürünü olarak tanımladığı potansiyel ve
eylemin belki de sadece hazda bir an için içselleştirildikleri kategorilerden
sıyrılarak görünür hale geldiklerinden bahseder. Agamben, iktidar fikrini ise şöyle
anlatır: “… haz, biçimi her an gerçekleştirilen, sürekli vuku bulan bir şeydir.
Bu tanımın bir sonucu olarak potansiyel, hazzın zıttıdır. Asla gerçekleşmeyen,
sonucuna ulaşamayandır. Tek kelimeyle, acıdır. Aristoteles’in bu tanımına göre,
haz asla zamanda vuku bulmuyorsa, potansiyel de esasen süre olmalıdır. Bu
değerlendirmeler İktidarla potansiyel arasındaki gizli bağları açığa çıkarır.
Eyleme geçildiği anda potansiyelin acısı diner. Ancak her yerde –bizim içimizde
bile- potansiyeli, kendi içinde oyalanması için sınırlayan güçler vardır.
İktidar bu güçler üzerinde temellenir. İktidar, potansiyelin kendi eyleminden
yalıtılmasıdır, potansiyelin örgütlenmesidir. İktidar, otoritesini kesifleşen
bu acının üzerinden kurar; kelimenin gerçek anlamıyla, insanın hazzını doyumsuz
bırakır. Ancak bu durumda asıl kaybolan, hazdan ziyade potansiyelin ve onun
acısının anlamıdır. Bitimsiz hale gelen potansiyel, düşlere av olur, kendisine
ve hazza dair korkunç kandırmacalarla vakit öldürür. Potansiyel, araçlarla
amaçlar, araştırmayla sonuçlar arasındaki sıkı bağı saptırarak acının en üst
seviyesini –kadiri mutlak- mükemmellikle karıştırır. Ama haz, sadece
potansiyelin amacı olarak, mutlak iktidarsız olarak insani ve masumdur; ve acı,
sadece kendi krizini, kendi çözümleyici yargısını belli belirsiz gören gerilim
olarak kabul edilebilirdir. Başarılmış bir işte, tıpkı hazda olduğu gibi, insan
nihai olarak kendi iktidarsızlığının keyfini sürer.”2 Bizimde kendi
iktidarsızlığımızın keyfini süreceğimiz kadar potansiyelimiz olduğunu düşünmek
istiyorum. “Politik-acı” değil potansiyelin eyleme geçmiş halinin yaşam bulmasını
ve insanlarımızın başarılmış işlerden haz duymasını ümit ederek geleceğe umutla
bakalım. Ülke siyasetinin yeniden şekillenip bugünkü olumsuz tanımıyla
“Politik-acı” kavramının en kısa sürede değişmesi, hem toplumsal açıdan hem de
azınlıkta olan az sayıdaki vizyon sahibi politikacının da lekelenmemesi için
oldukça önemlidir. “Politik-acısız” bir gelecek için artık politik değerler,
fikirler, ilkeler ve vizyonlar birlikte aynı cümlede yolculuklarına
başlamalıdır. Bu cümlelerin oluşturacağı metinler siyasetin inşa edileceği yeni
zeminini belirleyecektir. Umalım ki bu kez metinleri yazanlar gerçekten
“Politikacı” diye anabileceğimiz yeni bir siyasetçi profilinin de doğmasına
olanak versinler.
Dipnotlar
2
Agamben,
Giorgio, Nesir Fikri, Metis Yayınları, Birinci Basım, Ocak 2009, İstanbul,
S:65-66
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder