Naim PINAR
BANA
HAYAL ET/ME DEME!
Zamanda yolculuk insan evladının gizeme ve geleceğe
yönelik hayal gücüyle yarattığı en önemli teorilerden biridir. Bugün Albert
Einstein’ın izafiyet teorisinden, ışık hızında seyahatten ve solucan
deliklerinden bahsediyorsak bu insanların en büyük gücü olan hayal etme eylemiyle
ortaya çıkmıştır. İnsan evladının hareket halinde daha yaratıcı olduğu bilinen
bir gerçekliktir. Beynimizin sol yarıküresi vücudumuzun sağ tarafını kontrol
ederken sağ yarıküresi de sol tarafını kontrol etmektedir. Sağ ve sol
yarıküreler arasındaki bilgi akışını sağlayan korpus kallosum zarı çok karmaşık
bir kablo sistemine benzer. Sol yarıküremiz bilgileri sıralı işlerken sağ
yarıküre ise çeşitli verilere bir anda ulaşarak hepsini aynı anda işleme alır.
Sol yarıküremiz seriler halinde, sağ yarıküremiz ise paralel çalışır. Kısaca
sol yarıküremiz dijital, sağ ise analog bir bilgisayar gibidir. Sol yarıküremiz
rüya esnasında bütünüyle kapanmasa da bilince ulaşmayı engelleyen bir görev
üstlenmektedir. Sol yarıküremiz uzun vadeli belleğimize nelerin aktarılacağına
karar verir. Sol yarıküremiz, mantıksal
olarak çalışır demek yanlış olmayacaktır. Beynimizin bu bölümü bütüne değil
parçaya yoğunlaşır. Adım adım öğrenerek sonucu benmerkezci ve olumlu olarak
değerlendirir. Sol yarıküremizin yönetim
alanı içine; mantık, sayılar, ardışıklık, çizgisellik, analiz, listeleme
konuları girer. Sağ yarıküremiz açısından işler daha farklıdır: Dili en
çarpıcı, ince tanımlama ve sembollerle, mantıksal olmayan, sezgisel
ayrıntılarla değerlendirir. Komplike ve zor soruları veya olayları bütün olarak
kavrar ve çözer. Sezgisel işaretleri değerlendiren sağ yarıküremiz ayrıca
korku, endişe ve heyecanı da yoğun olarak yaşayan bölümdür. Sağ beyini gelişmiş
olan insanların yaratıcılık, ritm, uzman bilinci, hayal gücü, hayal kurma, renk
ve boyutta daha iyi oldukları bilinmektedir. Sanat, spor, sosyal etkinlikler,
dans, tiyatro, şiir gibi hayal gücü ve yetenek isteyen tüm aktiviteler bu
bölümü çalıştırır ve geliştirir. Carl Sagan, insan zekâsının evrimi üzerine
düşüncelerini yazdığı şahane kitabında sol ve sağ beyinin işlevlerini değerlendirdikten
sonra insan zekâsının evrimi için şöyle demektedir: “ Sağ yarıkürenin ortaya çıkardığı
bağlantıların, sol yarıkürenin incelemesine tabi tutulmadan, gerçek mi yoksa
hayali mi olduklarını söylemek mümkün değildir. Öte yandan, yaratıcı ve sezgisel
içgörüler ve yeni bağlantı araştırmaları olmaksızın saf eleştirel düşünce
kısırdır ve ölüme mahkûmdur. Değişmekte olan durumlar içindeki karmaşık
sorunları çözmek her iki beynin yarıküresinin de etkinliğini gerektirir:
Geleceğe giden yol korpus kallosumdan geçer.”1 Yani beynimizin her iki bölümü arasındaki bilgi
akışını sağlayan zarın gelecek kuşaklarda çok daha önemli bir işlev göreceği
öngörülmektedir. Küçük bir ülkenin ikiye bölünmüş halkları olarak bir an bizim
ülkemizin sol yarıküresi güneyi temsil ederken sağ yarıküresi de kuzeyi temsil
ediyor olsun. Bu şartlarda hayal gücümüzü kullanmak sanırım kuzeydeki
insanlarımıza düşmektedir. Geleceğimizin ise korpus kallosum’a bağlı olduğu
açıktır. Burada bahsedilen korpus kallosum zarı; kuzey ile güney arasındaki
sınır değil iletişimi güçlendirecek, kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal
akışkanlığın iletkenleridir. Ülkemizin kuzeyi olarak üretken ve yaratıcı
yanımızı ortaya koymalıyız ki sol yarıküreyi temsil eden güneyi harekete
geçirelim. Tüm bunları düşlerken Girne’den dolmuşla Lefkoşa’ya doğru hareket
halinde olduğumu unutmuşum. Bir an daha yeni hareket etmemize rağmen nasıl bu
kadar çok şey insan belleğinden süzülüyor diye düşünmeyi bırakıp karşımda
oturan üç yabancı insanı gözlemlemeye başladım. Dolmuşun şoförünün Türkiye’den
buraya göç etmiş bir insanımız olduğunu konuşmasından anlıyordum. Yüzünü
göremiyordum zira sırt sırta oturmuştuk. Yüzüm Girne istikametine bakıyordu ve
karşımda oturan üç kişiyi istemeden incelemeye başladım. Karşımdaki sol köşedeki
koltukta, orta yaşlı bir kadın oturuyordu. Belli ki işten çıkmıştı ve oldukça
yorgun bir hali vardı. Ayaklarının arasında poşet bir torba duruyordu.
Kucağındaki kahverengi çantasına sıkı sıkı sarılmıştı. Dolmuştaki diğer
yolcular gibi hiç konuşmuyor ve sağ taraftaki camdan devamlı dışarıya
bakıyordu. Yorgun kadınla göz teması kurmak neredeyse imkânsızdı. Onun
yanındaki ikinci yolcu ise 70 yaşlarında bir İngiliz kadındı. Yanındaki 35-40
yaşlarındaki oğlu olduğunu düşündüğüm bir adamla alçak perdeden arada iki üç
kelime İngilizce konuşuyordu. İngiliz kadının elleri birbirine kenetlenmiş
avuçları arasında top şekline getirdiği şeffaf bir poşet tutuyordu. Yaşlı
kadının tırnaklarındaki kırmızı ojeleri oldukça yıpranmıştı ve ilginç bir
bilezik takmıştı. Bilezikte nazar boncukları ve Arapça yazılar vardı. O da
arada yanındaki oğlu diye düşündüğüm kişi hariç kimseyle göz teması kurmuyordu.
Hemen sağımdaki koltuktaki yolcu ise üniversiteye gittiği her halinden belli
olan bir genç adamdı. Elindeki dokunmatik telefondan facebook’a dalmış etrafla
hiçbir bağlantısı olmadan yolculuk yapıyordu. Onun yanında ise Afrika kökenli
başka bir genç adam yine farkındalıktan yoksun bir şekilde dokunmatik telefonuna
bağladığı kulaklığıyla müzik klibine hem görsel hem de işitsel olarak dalmıştı.
Sonra kafamı sağ taraftan arkaya doğru döndürüp şoförün yanındaki ikili koltuğa
baktığımda orta yaşlı bir çiftin oturduğunu gördüm. Dolmuş içerisinde arabesk
ile fantezi tarzı müzik arasında kararsız kaldığım bir müzik kanalının sesi yankılanıyor
fakat kimsenin anlaması mümkün olmayacak kadar kötü bir cızırtı ile ses
kirliliği yaratıyordu. Kimsenin iletişim kurmaya niyeti olmayan bu ortamdan
sıkılıp geride bıraktığımız çevreyi incelemeye daldım. Her metrede zaman geride
kalıyor adeta zamanda yolculuk yapıyormuşum gibi bir his içimi kaplıyordu.
Dolmuşun arka camından dışarıya baktığımda Ramadan Cemil Meydanı’nı geride
bırakıyorduk. Anayol boyunca insanların
sağlı sollu koşuşturmaları, seçim dolayısıyla asılan afiş ve reklamları billboardlardan
takip ederken ülkemizin kuzeyindeki yapı adeta zamanın gerisinde kalıyordu. 80
yaşını aşmış siyasetçilerin tekrar tekrar billboardlarda sırıtan, seçim
dönemleri halkı nasıl daha fazla etkilerim diye fotoshop yapılarak pop
yıldızlarına benzetilmiş yalancı yüzleri altında kendilerine ait olmayan
tumturaklı sözleriyle dev resimleri olan siyasileri geride bırakırken Girne
çemberinden Lefkoşa anayoluna hızla ilerlediğimizi fark ettim. Şoför bir anda sert
bir hamleyle gaza basarak seyretmeye başlamıştı. Gözlerim yorulmuş olacak ki
zaman zaman göz kapaklarımın kapanmasına engel olamıyordum. Bir an Kıbrıs’ta
acaba 2060 yılında bu geçtiğimiz yerlerde neler olacak diye düşünürken kendime
neden geleceğimizin hayalini kurmuyorum dedim.
Bir anda kendimi 2060 yılının 29 Şubat Pazar gününde
buluverdim. 40 Yıl su gibi geçip gitmişti. Federal Kıbrıs, onca yıla rağmen
henüz 10. kuruluş yıldönümünü kutluyordu. Bu sadece Kıbrıs’a özel bir
kutlamaydı. Tüm dünya ülkeleri, Federal Kıbrıs’ın kuruluş tarihi olan 29 Şubat
gününü her dört yılda bir gündem yapar olmuştu.Bugün yine dünya medyasının
ilgi odağı Doğu Akdeniz’deki “Düşler Adası” olarak tanınan Kıbrıs’tı. 2020
yılının 29 Şubat gününü daha dün gibi hatırlıyorum; gökyüzü açık, hava ise
insanın içine neşe veren bir güneşle ısıtılıyordu. İki toplumun kucaklaştığı o gün Cumartesi’ye
denk geldiğinden hemen hemen herkes evinde sevdikleriyle ve ailesiyle heyecan
içinde şenliklere katılmak üzere hazırlanıyordu. O gün 40’lı yaşlarımdaydım ve
çok değişik duygular içerisinde güneydeki dostlarımızla kucak kucağa şarkılar
söyleyerek yeni Federal Kıbrıs Devletinin şerefine kadeh kaldırıyorduk.
Kıbrıslılar, 40 yılda çok büyük projelere imza atmışlardı. Yaşımız ilerlese de,
zamana karşı koyamasak da bu mutluluğu her yıl tekrar tekrar yaşıyorduk. Torun
sahibi bir ihtiyar olarak torunlarıma durmadan aynı olayları anlatmaktan hiç
usanmıyordum.
Bugün, tüm Kıbrıslılar gibi 2060’a geldiğimizin
farkına bile varamamıştım. Lefke’deki evimizde en çok sevdiğim varlıklarla 80
yaşına gelmiş bir ihtiyar olarak sohbet ediyordum. Çocuklarım ülkemizin korpus
kallosum’un mimarlarıydı. Fakat onlardan çok torunlarımla ilgilenmek onlara
geçmişten bahsetmek sanırım daha çok hoşuma gidiyordu. Kızımın İngiltere’de
öğrenim gördüğü yıllarda üniversitede tanışıp evlendiği damadım Paul, çok iyi
bir mühendisti. Oğulları ilk torunum olup, eşimle benim ilk heyecanımızdı.
Adını Naim koyduklarını duyduğumda her ihtiyar gibi duygularıma hâkim
olamamıştım. Büyük oğlumun eşi Selma ise İzmirliydi. İkinci torunumun adı ise
sanırım sevgili eşime bir jest olsun diye gençken devamlı dile getirdiği en
sevdiği isim olan Hayal olmuştu. En küçük oğlum ise Yunanistan’da tanıştığı
Maria ile evlenmiş ve kızlarının adını da anlaşma ve uyum tanrıçası anlamına
gelen Harmonia koymuşlardı. Torunlarımla o gün koyu bir sohbete dalmıştık. Artık
torunlarım 30’lu yaşlara gelmişlerdi. Yeniçağın bir icadı olan hologram
gazetelerden manşetleri bana okuyorlardı. Harmonia, -dede bak, Fransız Le Monde ve Le Figaro yine bizim
ülkemizi ve SERVAS PROJESİ’nin ölümsüz bir ruha sahip olduğunu yazmış. Projenin,
2028’de Federal Kıbrıs’ın kurulmasından 8 yıl gibi kısa bir zamanda hayata
geçirildiğini anlatıyor. Torunuma hemen soruyorum tabi neden Servas Projesi
adını verdiğimizi yazıyor mu? Harmonia, tabi ki dede bak ne diyorlar: “ Servas Projesi, 130 yıl önce Kıbrıs’ın
İngiliz Sömürgesi olduğu dönemde doğmuş olan Kıbrıslı Komünist ve Türklerin en
büyük dostu olan yazar Pulitus Servas’ın anısına yapılmıştır. Limasol’dan yola çıkan ve tüm adayı dolaşan
bir Tren inşa eden Kıbrıs Halkı bu trendeki her vagona Kıbrıs’ı anlatan değişik
tarihsel dönemlere ait simülasyonlar koyarak turizm’de dünya’da bir ilki
gerçekleştirmişlerdir. Yedi istasyonda duran Tren, adanın her ilçesinden
geçerek ekonomik katalizör görevi görmüştür. Tren’e binen yolculara verilen
belge ise misafirlerinin kendini çok özel hissetmesini sağlıyor. Dünya’nın
birçok yerinden sırf Servas Tren’inde yolculuk yapmak için gelen turistlerin
yer bulmak ve bu deneyimi yaşamak için yıllarca beklediğini anlatıyorlar.
Biraz daha girişken olan büyük oğlumun kızı Hayal
ise dede bak! Alman Spiegel Gazetesi de siyasal yapımızın eşsiz olduğunu yazmış.
Ayrıca Federal Kıbrıs’ın Başkanı Harmonia Birdilek ile röportaj yapmışlar: “ Başkan Harmonia Birdilek Kıbrıs’ın Başkanlık
Binasının Başkent Lefkoşa’da olduğunu fakat daha birleşmenin ilk 4 yıllında
çeşitli bakanlıkları adanın değişik bölgelerine yaydığımızı anlatmış. 2020 yılında hemen Kıbrıs İstatistik
Kurumu’nu kurduğumuzu onun ardından da Kıbrıs Bilim Ve Teknoloji Enstitüsü’nün
oluşturulmasıyla 4 yıl gibi kısa bir sürede Kıbrıs’ın ilk Gözlemevi olan Alaşya
Gözlemevini Mesarya Ovası’nın ortasına inşa ettiğimizi anlatmış. Bilim Ve Teknoloji Enstitüsü’nün
araştırmalarını üniversitelerimizle ortak çalışmalara dönüştürdüğünü anlatmış.
Ülkemiz gençlerinden üçünün bilim alanında 2027 yılında Dünya’da bilimsel
alanda verilen en büyük ödül olan Galaksi Ödüllerinin en önemli üçünü almaya
layık göründüğünü anlatmış. Bu üç gençten biri olan Athena Kiriyaku’nun bugün
Bilim ve Eğitim Bakanı olduğunu anlatmış.
Bugünkü bakanlıkları ve bakanlarımızın tamamını
şöyle yazmış Alman gazetesi: Bilim ve Eğitim Bakanlığı, Baf’ta ve bakan Athena
Kiriyaku’dur. Bölgesel Gelişim –
Alternatif Enerji ve Çevre Bakanlığı, İskele’de ve bakan Metin Enerjik’dir.
Kültür ve Sanat Bakanlığı, Mağusa’da ve bakan Andreas Haralambos’tur. Adalet
Bakanlığı, Limasol’da ve bakan Sibel Veritas’dır. Maliye ve Ekonomi Bakanlığı,
Güzelyurt’ta ve bakan Ayten Şenlik’dir. Spor
Bakanlığı, Lefke’de ve bakan İbrahim Canlı’dır. Sağlık Bakanlığı, Larnaka’da ve
bakan Hygieia Sadıkkızı’dır. Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Karpaz’da ve bakan Demeter
Bereket’tir. Turizm Bakanlığı Girne’de ve bakan Haralambos Anteros’dur. Sosyal
Güvenlik ve Çalışma Bakanlığı Larnaka’da ve bakan Füsun Themis’dir. Doğu
Akdeniz Çevresel Faktörler ve Dostluk Bakanlığı Lefke’de ve bakan Egemen Yoldaş’dır.
Evrensel Değerler ve Dış İlişkiler Bakanlığı, Larnaka’da ve bakan Eleni Rheme’dir.
İçişleri ve Güvenlik Bakanlığı Lefkoşa’da ve bakan Abdullah Yılmaz’dır. Bu
kadar detaylı bakanlıkları ve bakanların isimlerini Alman gazetesi haber
yapınca torunuma sorma ihtiyacı duydum; Neden kabine açıklar gibi vermişler
kızım? Dede sanırım bizim bile 40 yıl içinde fark edemediğimiz değişimin
meyvesi olarak aşkın bizleri birleştirdiğinden bahsediyorlar. Nasıl yani? Bugün
40 yılın sonunda, Başkanımızın annesi
bir Kıbrıslı Elen ve babasının da bir Kıbrıslı Türk olmasından bahsediyorlar.
Tabi bununla sınırlı değil Alman gazetecinin tespitleri; eşcinsel bakanlarımız ve parlamentodaki
kadınlarımızın dünya parlamentolarının çok üstünde bir ortalamaya sahip olduğunu
yazmış. O nedenle tam liste veriyorlar. Ayrıca Kıbrıs’ta siyasetteki en yaşlı
kişinin de 63 yaşında olduğunu yazmışlar. Burasının sadece bölgesine değil
dünyaya örnek olduğundan bahsediyorlar.
Pek konuşmayı sevmeyen torunum Naim ise heyecana
gelmişti: - Bak dede! Bende sana İngiliz Times Gazetesinden bir haber okuyayım:
“ Kıbrıs’ta 40 yıl önce sanat ve
yaratıcılık birleşmeyi sağladı. Daha Federal Kıbrıs kurulurken kuruluş günü 29
Şubat olsun dendi. Bu fikri ortaya atan tiyatro sanatçısı maalesef bugün
hayatta değil fakat bu fikir tartışıldı ve yaratıcı zekâlar 4 yılda bir büyük
bir festival gibi kutlamalar düzenlemekten tutunda ekonomik getirisi yanında
psikolojik analizine kadar konuyu ele aldılar. Burada sanatçılar ve bilim
insanları çok büyük bir çaba ortaya koymuşlardır. Kıbrıslıların yeni
devletlerini sahiplenme ve kendilerini özel hissetmelerine kadar her şeyi
değerlendirenler bunu başardılar. 2022’de Otello Tiyatro Sarayı’nın açılışında
sahnelenen “Hayal Tutulması” adlı drama aslında Kıbrıs’ın bölünmüş yakın
geçmişinden kesitler veriyordu. Burada anlatılan olaylar herkesin
silkelenmesine ve hayallerine sahip çıkmalarına vesile olmuştur.” İngiliz gazeteci bu oyun sahnelendiği sırada
en önde oturduğunu yazmış. Kimmiş bu gazeteci oğlum dedim. Ben de o gün
ordaydım ve en önde oturuyordum. Doğrusu en az torunum kadar heyecanlanmış
ayrıca çok merak etmiştim. Torunum, -ne ilginç! Dedi. Soyadımız aynı; White.
Resmi yok mu, İngiliz gazetecinin deyince,
- var dede, hem de senin ve anneannemin arasında altında da çok sevgili
dostlarım ve ailem yazıyor. Gözlerim doldu. Dünürüm eski bir Times yazarıydı ve
bu yıl ilerlemiş yaşına rağmen yazmak istemişti. Yaşın verdiği bir güzellikti
unutkanlık bazen kötü olayları hatırlamak istemezsiniz. Fakat güzel şeyleri ve
güzel insanları hatırlayamadığınız da o zaman işte bu en kötü kâbus olur.
Birden öne doğru düşer gibi bir hisle sol
tarafımdaki koltuğu tutmaya çalıştım. Ama nafile, saniyeler arasında geri
koltuğa yapıştım. Dolmuşun şoförü çok hızlı gidiyordu ve önüne çıkan araca
nerdeyse çarpacakken frene basmıştı. Tam o esnada uyumak ve uyanık olmak
arasında gidip geldiğimi anladım. Fakat gözlerim açıktı. Dolmuşun içerisindeki
yabancılık bir anda bir frenin bizleri silkelemesiyle aramızda bir yakınlaşma yaratmıştı.
Bu durum, İnsanın içgüdüsel olarak kaygı ve korku anındaki birlikteliğiydi.
Hayallerim ve torunlarım 2060 yılının 29 Şubat’ında fakat çok geçmişte
kalmışlardı. Yolculuk sona ermek üzereydi, herkes inerken birbirine gülümsedi.
Acaba ilk kez dolmuşa bindiğimde neden iletişim kurmak yerine sessizliği tercih
etmiştim. Her zaman koşarken veya yürürken hayal kurarım ve bundan çok
hoşlanırım. Geleceğe karşı kaygı duymamak için şimdi hareket zamanıdır. Hayal
gücü sınırsızdır. Zaman içerisinde hayallerin geride kalmaması için zamanı
yaşamalıyız. En gerçekçi an şimdidir. Zamanda
yolculuk yapmamı sağlayan dolmuştaki yol arkadaşlarıma hoşçakalın dedim. Orta
yaşlı kadın, allahaısmarladık dedi. Yaşlı İngiliz Kadın ve oğlu ise see you
dediler.
Dipnot
1
Sagan Carl, Cennetin Ejderleri, Say Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2014, S;189
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder