Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU
BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
4
Göçmenlerin üslerden ayrılmalarına gelmeden önce gizli
kalmış bazı gerçeklerin tarihe not edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 20 Temmuz
1974 tarihinden itibaren Ağrotur’daki İngiliz Üslerine sığınan Kıbrıslı Türk
göçmenlerin buraya kabul edilmelerinde önemli rol oynamış Faik Müftüzade’nin
sırrı neydi? O, bir İngiliz Ajanı mıydı? Yoksa her zaman kendi toplumu için
canını ortaya koymaktan kaçınmayan bir Kıbrıslı Türk müydü? Kıbrıs Türk
Liderliğiyle bir bağlantısı var mıydı? Göçmenlerin nezdinde iyi bir insan ve
İngiliz’in dinlediği tek adam olarak bilinmekteydi. Göçmenlerden gizli olarak,
onlar için birçok kez İngilizlerle görüşüp kamp koşullarının düzeltilmesini
talep etmiştir. Özellikle Kıbrıs Türk Liderliğiyle bağları tam bir sır
perdesidir. Bu sır perdesini biraz aralamak istiyorum.
Öncelikle 7
Eylül 1964’de Limasol Sancaktarının Faik Müftüzade’ye yolladığı teşekkür
mektubu çok önemlidir. Zira buradan yola çıkarak Faik Müftüzade’nin Üslerdeki
faaliyetlerinin sadece orada çalışan bir memur göreviyle sınırlı olmadığı
anlaşılmaktadır. “Pek Sayın Faik
Müftüzade, Milli mücadeleye atıldığımız ilk günden itibaren her yönden yapmış
olduğunuz hizmetleriniz şükranla karşılanmıştır. Her bakımdan ağır şartlar
altında bulunduğumuz bu buhranlı devreler içinde Maddi ve Manevi bakımdan
zatıâlinizden görmüş olduğumuz yardımlar ilelebet unutulmayacaktır. Cemaat
olarak çok ızdırap ve çok acı çektik fakat her şeye rağmen hiçbir zaman şerefle
yaşamak azim ve irademizle Mukaddes davamıza olan bağlılığımız sarsılmamış
bilakis her geçen gün daha fazla kuvvet bulmuştur. Millete hizmetin ulviyeti
Tanrının insanlara bahşettiği en mukaddes bir saadettir. Sizlere bu inançlı
duygular içinde en derin minnet ve şükranlarımı sunarım”. Bu belge ayni zamanda Faik Müftüzade’nin
İngiliz Üslerinde üslenmiş olduğu gizli görevi anlamamıza yardımcı olacaktır.
Birçok göçmen bu olaylardan haberdar değildir. Hatta bazen Faik Beye karşı
kışkırtılarak haksız protestolar da yapmışlardır. Tüm tepkilere rağmen Faik Bey
Kıbrıs Türk Liderliğine tam bir bağlılık içinde çalışmıştır. R. Denktaş ile
devamlı kontak içerisinde olan Faik Müftüzade aldığı talimat üzerine, Üslendiği
görev itibarıyla göçmenlerin kamplardan ayrıldığı günlerden sonra bile orada
kalıp çalışmalarına devam etmiştir. 29 Ocak 1975 tarihinde Faik Müftüzade’nin
R. Denktaş’a yollamış olduğu mektup şöyledir: “Birkaç
gün önceki telefon konuşmamızda anlaşmış olduğumuz üzere, O.K.T.Y. Yasama
Meclisi Üyesi Sayın Ziya Rızkı’nın da görüşü alındıktan sonra, üslerden ayrılan
Türk göçmenlerin geride bırakmış oldukları yüz binlerce lira değerinde nakil
aracı, traktör vb gibi tarımsal araç, giyim ve ev eşyasına nezaret edip,
salimen erken bir gelecekte Kurtarılmış Türk Bölgesine sevkiyatını sağlamayı ve
sayısı bini aşkın üslerin Türk personelinin hizmetleri karşılığı
ikramiyelerinin ve diğer ödemelerin yapılmasını amaçlayan çalışmalarda bulunmak
üzere ben, muavinim Macit Halit ve Üsler Müsteşarlığı kıdemli memurlarından
Hasan Halil arzunuza uyarak pek kısa bir müddet daha göreve devam edeceğimizi
bilginize arz ederim… Benim ve iki mesai arkadaşımın kısa bir süre daha göreve
devam edeceğimizi telefoniyen Büyükelçi Sayın Asaf İnhan Bey’e ve Sayın
Bayraktara bildirdiğiniz için bu yazımın birer suretini de onlara iletmeyi
uygun gördüm. Burada kalacağım kısa süre içersinde başka herhangi bir arzu ve
emriniz olursa memnuniyetle derhal yerine getirmeğe hazır olduğumu ve bu süre
hitamında O.K.T. Yönetimince benim hizmetime de ihtiyaç olduğu takdirde
emrinize amade olduğumu bildirir, bu vesile ile selam ve en derin hürmetlerimi
sunarım”.
Bu mektubun arkasına R. Denktaş 8 Şubat 1975 tarihinde cevaben
şunları yazmıştır: “29 Ocak 1975 tarihli
mektubunuz alınmıştır. Sizin ve mesai arkadaşlarınız Macit Halit ile Hasan
Halil beylerin bir süre daha üsler bölgesinde kalarak görevlerinize devam
etmeniz bizce de uygun görülmüştür. Görevlerinizi tamamladıktan ve bizlerden
kuzeye gelmek için iş’ar aldıktan sonra sizleri kurtarılmış özgür Türk
bölgesine beklediğimizi duyurur, bugüne kadarki olumlu hizmet ve yardımlarınız
için teşekkür eder, derin saygılarımı sunarım.” Bu gizli mektuplaşmaların
ışığında vurgulanması gereken konu, aslında; zor geçen mücadele yılları
içerisinde bile gerçekten topluma büyük faydaları dokunmuş olan birçok
değerimizin yanlış algılamalar, dedikodular, kıskançlıklar ve iftiralar
nedeniyle tarihteki saygın yerinin uzağında kaldığıdır.
“TAKSİM”E
UÇUŞ
Göçmenlerin, Happy Valley sonra da Paramal Göçmen
kampındaki zoraki maceralarında, kamplarda kendiliğinden sosyal bir yaşam
oluşmuştu. Kahveler, bakkal, kasap ve kebapçı (Bak Daima Kebapları NP)
dükkânlarıyla oluşturulan çadır kentte, 6 aylık belirsizlik ve çilenin sonuna
gelindiğinde, takvim 12 Ocak 1975’i göstermekteydi. 27 Ocak 1975’de son göçmen
grubu da kamplardan ayrılırken geride sadece çadırları kalmamıştı: Doğup
büyüdükleri, çocuklarını evlendirdikleri köyleri, çocukluklarının geçtiği mekânlar,
ailelerini defnettikleri, birçok güzel anı ve acının yaşandığı topraklar da
geride bırakılmıştı. Göçmenler, kamp içindeki çeşitli olumsuzluklardan ortaya
çıkan hizipleşmeler, özellikle birçok erkeğin sıkışmış yaşamlarındaki hareketi,
kahvehanelerde kumar oynayarak yakalamaya çalışması çok olumsuz olayların
yaşanmasına vesile olmuştur. Kamplardaki olumsuzluklardan maalesef daha çok
kadınlarımız ve çocuklarımız mağdur olmuştur. Kamplarda asayişin sağlanması çok
kolay değildi. Zira herkes kolayca silah bulabilmekteydi. İngilizler ise çoğu
olaya müdahil olmamaktaydı. Bu sosyal koşullardan kurtulup Türkiye’ye gitmek
isteyen göçmenleri neler bekliyordu? Şimdi Göçmenlerin Türkiye’ye gittiklerinde
yaşadıkları olaylara, kuzeye dönüşlerine ve sonrasına bakalım: Ziya Rızkı
göçmenlerin sorumlusu olarak o günleri şöyle dile getirmektedir: “ Uluslararası yasalara göre, bizi isteyen
bir ülkeye gitme hakkımız vardı ve biz bu hakkımızı kullanmak istiyorduk.
İngilizler sonunda pes ettiler ve isteğimizi kabul ettiklerini bildirdiler.
Yalnız nakil işine karışmayacaklardı. “Türkiye sizi taşısın” diyorlardı.
Türkiye bizi taşımayı kabul etti. Hava yolu ile Adana’ya gidilecekti. Havayolu
ile olduğu için herkesin 30 kilo götürme hakkı vardı. Sadece bir miktar giyim
eşyamızı alabildik ve 21 Temmuz 1974’te (20 Temmuz 1974 öğleden sonra NP) sığındığımız Üslerden 12 Ocak 1975’te
ayrılmaya başladık ve 27 Ocak 1975’te işlem tamamlandı. Daha önce, hasta yaşlı,
öğrenci ve yabancı uyruklular ayrıldığı için geriye kalan 9,391 (9,396 kişi NP)
kişi, arkada bıraktıklarına dönüp bakmadan, büyük bir sevinç içinde ayrıldı
kamptan… Ziya Rızkı, sözlerine şöyle devam etmektedir: ‘Biz orada büyük bir servet bıraktık’. Şöyle ki, 94 traktör, 5
landrover, 42 otobüs, 19 kamyon, 238 özel araba, 38 van tipi araba, 99
motosiklet, tarım sahasında kullanılan 8 makine, 2 buldozer, 2 çimento yoğurma,
6 bisiklet… Toplam 603 araç gereç bıraktık’ ağırlıkları tahminen 6000 ton… Bize,
“Siz uçaklarla gideceksiniz, zabıt tutturarak üslere teslim edin onları, sonra
vapur gönderilerek alınıp sizlere teslim edilecektir.” dendi maalesef bu
yapılmadı. Rumlar buna karşı çıktı, “Biz de Kuzeyde çok kıymetli araç-gereç
bıraktık” diye direttiler. İngilizler, Rumlarla aralarını bozmamak için,
araçları bize vermediler. Sonra aldığımız istihbarata göre İngiliz göz yumarak
bunları çaldırttı, bir kısmını da kendisi verdi. Türkiye’de bize çok iyi
davrandılar, Vali, sorumlular, Kolordu Komutanı ve idaresindeki komutanlar,
halk ve kuruluşlar bu 10 bine yakın insanın yerleşip, huzur içinde kalmasına
büyük katkı ve yardımda bulundular. Bizi, turistik yerlere, kamu kuruluşlarının
dinlenme tesislerine, yurtlara, askeri dinlenme tesislerine yerleştirdiler.
Adana, Mersin, Silifke, Hatay ve İskenderun’a kadar yayıldık. Biz, yine nerede
olursa olsun yurttaşlarımıza gidiyor, onları kontrol ediyorduk. Çok memnun ve
mutluydu halk. 1 Şubat 1975’te İskenderun Limanı’ndan 10 gün süresince Mağusa
Limanı’na taşındık. Bu defa, Kıbrıs Türk Halkı bizi misafir etti, daha doğrusu
etmek zorunda kaldı. Çünkü “Evleriniz hazır, gelirkenden bütün göçmenler
planlandığı gibi kendilerine ayrılan evlere yerleştirilecek” diye vaad edenler,
bizde umutlar yaratanlar maalesef bu konuda sözlerini tutmadılar, ne planlanan
bir şey vardı, ne de bizi bekleyen evler…”1
Bu günleri İskenderun’daki askeri dinlenme
tesislerinde geçiren ve sonra hasbelkader Güzelyurt’ta zar zor buldukları evlerine
sığınan Göçmenlerimizden Nafiya Peköz yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Altı ay sonra dediler bize Türkiye’ye
gideceksiniz, oradan da döneceksiniz kuzeye.
Hatta çocukların kıyafetlerini ve kıymetli eşyalarımızı yeşil bir
arabamız vardı onun içine goyduyduk.
Dedilerdi daha sonra arabalarınızı da yollaycayık kuzeye. Bizda
inandıydık, galdı hep kampta her şeyimiz. Sonra indik uçaktan İskenderun’daki
askeri kampa, kadınlar ayrı erkekler ayrı taraftaydı. Ama burada da yaşam çok
zordu. Bir aya yakında galdık onda. Benim Salih çok ateşlendiydi, çok kötü
olduydu çocuğum, zaten yemeklerde çok acılı ve çocukların yiyemeyeceği
şekildeydi. Biz bilmezdik, o zaman öyle kutularda pastörize süt. Galiba
verirlerdi onlardan ama biz toz süt gullanırdık diye, onları da içeremedik
çocuklarımıza. Hatırlarım, eniştem Emin İskenderun’da da yattıydı hastanede ta
ki gelelim Kıbrıs’a. İskenderun’da kampta söylerlerdi ki; gidince Kıbrıs’a boş
bulduğunuz eve girin. Döndüğümüzde
vapurnan geldik Girne’ye. Önce yerleştirdiler bizi Lapta’da, şu şimdi
huzurevidir. Biz oradan Lefkoşa’daki ailemize gittik. Daha sonra geldik
Güzelyurt’a ne ev bulabildik ne da hiç. En son Erdoğan buldu aha bu evi, hiçbir
şey yoğudu içinde, kapıda açık, girdik buraya. Asker (TSK askeri birliği) vardı
o zamanda yanımızda, ilk dedilerdi çıkında olmaz burası, ama Erdoğan daha sonra
gittiydi iskâna ve galdık bu evde.”2
“NO” or “GO”
Göçmenlerin Türkiye’ye gitme maceralarını ve kamptan
ayrılışlarını Bayram Çelik şöyle anlatmaktadır: “Paramal Kampında zaman zaman Ziya Rızkı göçmenlere konuşmalar yapardı.
Ocak ayında (1975 Ocak NP); “artık özgür olacayık, bu tarafta bıraktığınız imkânlarınızı
orda (kuzey NP) bulacaksınız,
evleriniz ve içinde eşyalarınız hazırdır.” dedi. Daha sonra Ağrotur havaalanına
gelen THY uçaklarıyla Türkiye’ye Adana’ya yolculuğumuz başladı. Burada aklımda
kalan herkesin ancak bir çanta kıyafet alabileceği bilgisi verilmişti. Hatta
Adana’ya giderken iki pantolon ve bir gömlek aldım. Tahta bir gitarım vardı,
onu kampta bırakmıştım, sonra çok üzüldüm. İngiliz bize gitmeden önce bir belge
imzalattıydı. Bu belgede No – Go seçenekleri vardı. Yani İngiliz sorardı;
Türkiye’ye gitmek istiyor musunuz? İstiyorsanız Go, istemiyorsanız No
gibisinden. Bende İngilize sordum; No desem ne olacak diye, İngiliz bana dedi
ki; ‘No da desen Go da desen gideceksiniz’. Sonra uçaklara bindik ve Adana’da
İmam Hatip Lisesine yerleştirildik. Orada genel bir sağlık kontrolü
yapılmamıştı. Fakat kayıt tutulmuştu. İmam Hatip Lisesinin ranzalarında
kalmıştık. Okulun büyük bir salonu vardı. Bir gün oraya bir hayli elbise
getirildi, ihtiyacı olan göçmenler alsın diye. Ben de bir mont aldıydım. Burada
çok enteresan bir olay da yaşadık. İmam Hatip Lisesine Adana Müftüsü geldi,
hatırlarım adını Cemaleddin Kaplan (Karases olarak bilinen, 15 yıl Adana
Müftülüğü yapmış olan ve daha sonra irtica hareketlerinden ötürü Almanya’ya
kaçan meşhur Cemaleddin Kaplan NP). Bu
beyefendi buradaki göçmenlere bir vaaz verdiydi. Yani; Cemaleddin Kaplan’dan da
vaaz almıştır Kıbrıslı Türk göçmenler. 15 gün kadar kaldık buralarda. Daha
sonra İskenderun’dan Yeşilada feribotuyla Mağusa’ya geldik. Oradan 3 otobüsle
Çatalköy, bu kahvelerin olduğu meydana resmen indirilip atıldık. Birçok insan
ev bulamadı. Birçok aile parçalandı ve değişik bölgelere dağıldı. Zaten daha
sonra Ziya Rızkı’nın göçmenlere yapılan bu adaletsizliğe sinirlenerek Kıbrıs
Türk Liderliği ile arasının açılması ve demokrat saflara geçerek baskı rejimine
karşı mücadele etmesinin sebebi de bu olaylardır”.3
Ziya Rızkı daha sonra gazeteci Neriman Cahit’e
verdiği röportaj’da kuzeye geçen güney göçmenlerine yapılan bu haksızlıkları
şöyle değerlendirmiştir: “Aradan aylar
geçti, 10 bin kişi daha önce yaşadıklarımızın daha beterini yaşadık, perişan
olduk. Köyler parçalandı, akrabalar bile birbirinden ayrıldı. O bile doğru
dürüst yapılamadı. Mesela Kandu Köyü Bostancı’ya yerleşecek dendi ama sonuçta
bir kısmı, Bostancı geri kalanlar da Mağusa’ya yerleştirildi. Aileler
parçalandı, bir yabancılığa düşüldü, köklerinden koparıldı insanlarımız. Mesela
Limasol Girne ve çevresine yerleştirilecekti hesapta ama yapılmadı. Bunun
yerine, Girne, Güzelyurt, Mağusa ve başka yerlere dağıtıldık. Halk perişan
oldu. Birbirini kaybetti, yeni yerleştiği yerlere uyum için bocaladı. Gerek Baf
gerek Limasol ve gerekse Larnaka’dan gelen göçmenler, hep aynı sorunları
yaşadı. Köyünden, kentinden kopup gelen ve “her şeyiniz hazırdır” denen bu
insanlar plansızlığın programsızlığın kurbanı oldular.”4
Bugün, güneydeki köklerinden kopup kuzeye göç
eden/ettirilen insanlarımızın yaşamış oldukları tüm zorluklara rağmen “bugün
daha kötü hissederiz” demeleri düşündürücüdür. Birçoğu bu kadar olaydan sonra
kamplarda yüzümüz zaman zaman da olsa gülerdi. Biz bu mücadeleleri bugünleri
görmek için vermedik demektedirler. Bu yazı dizisinin oluşmasında hayatlarından
kesip bana zaman ayıran; Erol Höyük, Bayram Çelik, Erçin Hurşitoğlu, Tayanç
Kırok, Erdoğan-Nafiya Peköz, Ayşe Çelik, Çatalköy Muhtarı Raif Gözgünel, Ayhan-Peyman
Höyük, Hüseyin Özuslu, Yılmaz Alagül, bana arşivlerini açan Hüseyin Güven
nezdinde Ziya Rızkı Vakfına, değerli bir diplomatımız olan Hakkı Müftüzade’ye
ve bana gösterdiği hoşgörü ve yardımlarından dolayı hayat yoldaşım Şebnem
Şansal Pınar’a teşekkürü bir borç bilirim.
1 Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat Sığdıran Bir Limasollu,
Ziya Rızkı Vakfı Yayınları, S.28-29
2
Nafiya-Erdoğan Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12.
3
Bayram Çelik’le yapılan söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.
4
Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat
Sığdıran Bir Limasollu, Ziya Rızkı Vakfı Yayınları, S.29
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder