21 Mart 2013 Perşembe

KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR 4


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
4
Göçmenlerin üslerden ayrılmalarına gelmeden önce gizli kalmış bazı gerçeklerin tarihe not edilmesi gerektiğini düşünüyorum. 20 Temmuz 1974 tarihinden itibaren Ağrotur’daki İngiliz Üslerine sığınan Kıbrıslı Türk göçmenlerin buraya kabul edilmelerinde önemli rol oynamış Faik Müftüzade’nin sırrı neydi? O, bir İngiliz Ajanı mıydı? Yoksa her zaman kendi toplumu için canını ortaya koymaktan kaçınmayan bir Kıbrıslı Türk müydü? Kıbrıs Türk Liderliğiyle bir bağlantısı var mıydı? Göçmenlerin nezdinde iyi bir insan ve İngiliz’in dinlediği tek adam olarak bilinmekteydi. Göçmenlerden gizli olarak, onlar için birçok kez İngilizlerle görüşüp kamp koşullarının düzeltilmesini talep etmiştir. Özellikle Kıbrıs Türk Liderliğiyle bağları tam bir sır perdesidir. Bu sır perdesini biraz aralamak istiyorum.
MADALYONUN ÖBÜR YÜZÜ
 Öncelikle 7 Eylül 1964’de Limasol Sancaktarının Faik Müftüzade’ye yolladığı teşekkür mektubu çok önemlidir. Zira buradan yola çıkarak Faik Müftüzade’nin Üslerdeki faaliyetlerinin sadece orada çalışan bir memur göreviyle sınırlı olmadığı anlaşılmaktadır. “Pek Sayın Faik Müftüzade, Milli mücadeleye atıldığımız ilk günden itibaren her yönden yapmış olduğunuz hizmetleriniz şükranla karşılanmıştır. Her bakımdan ağır şartlar altında bulunduğumuz bu buhranlı devreler içinde Maddi ve Manevi bakımdan zatıâlinizden görmüş olduğumuz yardımlar ilelebet unutulmayacaktır. Cemaat olarak çok ızdırap ve çok acı çektik fakat her şeye rağmen hiçbir zaman şerefle yaşamak azim ve irademizle Mukaddes davamıza olan bağlılığımız sarsılmamış bilakis her geçen gün daha fazla kuvvet bulmuştur. Millete hizmetin ulviyeti Tanrının insanlara bahşettiği en mukaddes bir saadettir. Sizlere bu inançlı duygular içinde en derin minnet ve şükranlarımı sunarım”.  Bu belge ayni zamanda Faik Müftüzade’nin İngiliz Üslerinde üslenmiş olduğu gizli görevi anlamamıza yardımcı olacaktır. Birçok göçmen bu olaylardan haberdar değildir. Hatta bazen Faik Beye karşı kışkırtılarak haksız protestolar da yapmışlardır. Tüm tepkilere rağmen Faik Bey Kıbrıs Türk Liderliğine tam bir bağlılık içinde çalışmıştır. R. Denktaş ile devamlı kontak içerisinde olan Faik Müftüzade aldığı talimat üzerine, Üslendiği görev itibarıyla göçmenlerin kamplardan ayrıldığı günlerden sonra bile orada kalıp çalışmalarına devam etmiştir. 29 Ocak 1975 tarihinde Faik Müftüzade’nin R. Denktaş’a yollamış olduğu mektup şöyledir:  “Birkaç gün önceki telefon konuşmamızda anlaşmış olduğumuz üzere, O.K.T.Y. Yasama Meclisi Üyesi Sayın Ziya Rızkı’nın da görüşü alındıktan sonra, üslerden ayrılan Türk göçmenlerin geride bırakmış oldukları yüz binlerce lira değerinde nakil aracı, traktör vb gibi tarımsal araç, giyim ve ev eşyasına nezaret edip, salimen erken bir gelecekte Kurtarılmış Türk Bölgesine sevkiyatını sağlamayı ve sayısı bini aşkın üslerin Türk personelinin hizmetleri karşılığı ikramiyelerinin ve diğer ödemelerin yapılmasını amaçlayan çalışmalarda bulunmak üzere ben, muavinim Macit Halit ve Üsler Müsteşarlığı kıdemli memurlarından Hasan Halil arzunuza uyarak pek kısa bir müddet daha göreve devam edeceğimizi bilginize arz ederim… Benim ve iki mesai arkadaşımın kısa bir süre daha göreve devam edeceğimizi telefoniyen Büyükelçi Sayın Asaf İnhan Bey’e ve Sayın Bayraktara bildirdiğiniz için bu yazımın birer suretini de onlara iletmeyi uygun gördüm. Burada kalacağım kısa süre içersinde başka herhangi bir arzu ve emriniz olursa memnuniyetle derhal yerine getirmeğe hazır olduğumu ve bu süre hitamında O.K.T. Yönetimince benim hizmetime de ihtiyaç olduğu takdirde emrinize amade olduğumu bildirir, bu vesile ile selam ve en derin hürmetlerimi sunarım”. 

Bu mektubun arkasına R. Denktaş 8 Şubat 1975 tarihinde cevaben şunları yazmıştır: “29 Ocak 1975 tarihli mektubunuz alınmıştır. Sizin ve mesai arkadaşlarınız Macit Halit ile Hasan Halil beylerin bir süre daha üsler bölgesinde kalarak görevlerinize devam etmeniz bizce de uygun görülmüştür. Görevlerinizi tamamladıktan ve bizlerden kuzeye gelmek için iş’ar aldıktan sonra sizleri kurtarılmış özgür Türk bölgesine beklediğimizi duyurur, bugüne kadarki olumlu hizmet ve yardımlarınız için teşekkür eder, derin saygılarımı sunarım.” Bu gizli mektuplaşmaların ışığında vurgulanması gereken konu, aslında; zor geçen mücadele yılları içerisinde bile gerçekten topluma büyük faydaları dokunmuş olan birçok değerimizin yanlış algılamalar, dedikodular, kıskançlıklar ve iftiralar nedeniyle tarihteki saygın yerinin uzağında kaldığıdır.
“TAKSİM”E UÇUŞ
Göçmenlerin, Happy Valley sonra da Paramal Göçmen kampındaki zoraki maceralarında, kamplarda kendiliğinden sosyal bir yaşam oluşmuştu. Kahveler, bakkal, kasap ve kebapçı (Bak Daima Kebapları NP) dükkânlarıyla oluşturulan çadır kentte, 6 aylık belirsizlik ve çilenin sonuna gelindiğinde, takvim 12 Ocak 1975’i göstermekteydi. 27 Ocak 1975’de son göçmen grubu da kamplardan ayrılırken geride sadece çadırları kalmamıştı: Doğup büyüdükleri, çocuklarını evlendirdikleri köyleri, çocukluklarının geçtiği mekânlar, ailelerini defnettikleri, birçok güzel anı ve acının yaşandığı topraklar da geride bırakılmıştı. Göçmenler, kamp içindeki çeşitli olumsuzluklardan ortaya çıkan hizipleşmeler, özellikle birçok erkeğin sıkışmış yaşamlarındaki hareketi, kahvehanelerde kumar oynayarak yakalamaya çalışması çok olumsuz olayların yaşanmasına vesile olmuştur. Kamplardaki olumsuzluklardan maalesef daha çok kadınlarımız ve çocuklarımız mağdur olmuştur. Kamplarda asayişin sağlanması çok kolay değildi. Zira herkes kolayca silah bulabilmekteydi. İngilizler ise çoğu olaya müdahil olmamaktaydı. Bu sosyal koşullardan kurtulup Türkiye’ye gitmek isteyen göçmenleri neler bekliyordu? Şimdi Göçmenlerin Türkiye’ye gittiklerinde yaşadıkları olaylara, kuzeye dönüşlerine ve sonrasına bakalım: Ziya Rızkı göçmenlerin sorumlusu olarak o günleri şöyle dile getirmektedir: “ Uluslararası yasalara göre, bizi isteyen bir ülkeye gitme hakkımız vardı ve biz bu hakkımızı kullanmak istiyorduk. İngilizler sonunda pes ettiler ve isteğimizi kabul ettiklerini bildirdiler. Yalnız nakil işine karışmayacaklardı. “Türkiye sizi taşısın” diyorlardı. Türkiye bizi taşımayı kabul etti. Hava yolu ile Adana’ya gidilecekti. Havayolu ile olduğu için herkesin 30 kilo götürme hakkı vardı. Sadece bir miktar giyim eşyamızı alabildik ve 21 Temmuz 1974’te (20 Temmuz 1974 öğleden sonra NP) sığındığımız Üslerden 12 Ocak 1975’te ayrılmaya başladık ve 27 Ocak 1975’te işlem tamamlandı. Daha önce, hasta yaşlı, öğrenci ve yabancı uyruklular ayrıldığı için geriye kalan 9,391 (9,396 kişi NP) kişi, arkada bıraktıklarına dönüp bakmadan, büyük bir sevinç içinde ayrıldı kamptan… Ziya Rızkı, sözlerine şöyle devam etmektedir: ‘Biz orada büyük bir servet bıraktık’. Şöyle ki, 94 traktör, 5 landrover, 42 otobüs, 19 kamyon, 238 özel araba, 38 van tipi araba, 99 motosiklet, tarım sahasında kullanılan 8 makine, 2 buldozer, 2 çimento yoğurma, 6 bisiklet… Toplam 603 araç gereç bıraktık’ ağırlıkları tahminen 6000 ton… Bize, “Siz uçaklarla gideceksiniz, zabıt tutturarak üslere teslim edin onları, sonra vapur gönderilerek alınıp sizlere teslim edilecektir.” dendi maalesef bu yapılmadı. Rumlar buna karşı çıktı, “Biz de Kuzeyde çok kıymetli araç-gereç bıraktık” diye direttiler. İngilizler, Rumlarla aralarını bozmamak için, araçları bize vermediler. Sonra aldığımız istihbarata göre İngiliz göz yumarak bunları çaldırttı, bir kısmını da kendisi verdi. Türkiye’de bize çok iyi davrandılar, Vali, sorumlular, Kolordu Komutanı ve idaresindeki komutanlar, halk ve kuruluşlar bu 10 bine yakın insanın yerleşip, huzur içinde kalmasına büyük katkı ve yardımda bulundular. Bizi, turistik yerlere, kamu kuruluşlarının dinlenme tesislerine, yurtlara, askeri dinlenme tesislerine yerleştirdiler. Adana, Mersin, Silifke, Hatay ve İskenderun’a kadar yayıldık. Biz, yine nerede olursa olsun yurttaşlarımıza gidiyor, onları kontrol ediyorduk. Çok memnun ve mutluydu halk. 1 Şubat 1975’te İskenderun Limanı’ndan 10 gün süresince Mağusa Limanı’na taşındık. Bu defa, Kıbrıs Türk Halkı bizi misafir etti, daha doğrusu etmek zorunda kaldı. Çünkü “Evleriniz hazır, gelirkenden bütün göçmenler planlandığı gibi kendilerine ayrılan evlere yerleştirilecek” diye vaad edenler, bizde umutlar yaratanlar maalesef bu konuda sözlerini tutmadılar, ne planlanan bir şey vardı, ne de bizi bekleyen evler…”1
Bu günleri İskenderun’daki askeri dinlenme tesislerinde geçiren ve sonra hasbelkader Güzelyurt’ta zar zor buldukları evlerine sığınan Göçmenlerimizden Nafiya Peköz yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Altı ay sonra dediler bize Türkiye’ye gideceksiniz, oradan da döneceksiniz kuzeye.  Hatta çocukların kıyafetlerini ve kıymetli eşyalarımızı yeşil bir arabamız vardı onun içine goyduyduk.  Dedilerdi daha sonra arabalarınızı da yollaycayık kuzeye. Bizda inandıydık, galdı hep kampta her şeyimiz. Sonra indik uçaktan İskenderun’daki askeri kampa, kadınlar ayrı erkekler ayrı taraftaydı. Ama burada da yaşam çok zordu. Bir aya yakında galdık onda. Benim Salih çok ateşlendiydi, çok kötü olduydu çocuğum, zaten yemeklerde çok acılı ve çocukların yiyemeyeceği şekildeydi. Biz bilmezdik, o zaman öyle kutularda pastörize süt. Galiba verirlerdi onlardan ama biz toz süt gullanırdık diye, onları da içeremedik çocuklarımıza. Hatırlarım, eniştem Emin İskenderun’da da yattıydı hastanede ta ki gelelim Kıbrıs’a. İskenderun’da kampta söylerlerdi ki; gidince Kıbrıs’a boş bulduğunuz eve girin.  Döndüğümüzde vapurnan geldik Girne’ye. Önce yerleştirdiler bizi Lapta’da, şu şimdi huzurevidir. Biz oradan Lefkoşa’daki ailemize gittik. Daha sonra geldik Güzelyurt’a ne ev bulabildik ne da hiç. En son Erdoğan buldu aha bu evi, hiçbir şey yoğudu içinde, kapıda açık, girdik buraya. Asker (TSK askeri birliği) vardı o zamanda yanımızda, ilk dedilerdi çıkında olmaz burası, ama Erdoğan daha sonra gittiydi iskâna ve galdık bu evde.”2
 

“NO” or “GO”
Göçmenlerin Türkiye’ye gitme maceralarını ve kamptan ayrılışlarını Bayram Çelik şöyle anlatmaktadır: “Paramal Kampında zaman zaman Ziya Rızkı göçmenlere konuşmalar yapardı. Ocak ayında (1975 Ocak NP); “artık özgür olacayık, bu tarafta bıraktığınız imkânlarınızı orda (kuzey NP) bulacaksınız, evleriniz ve içinde eşyalarınız hazırdır.” dedi. Daha sonra Ağrotur havaalanına gelen THY uçaklarıyla Türkiye’ye Adana’ya yolculuğumuz başladı. Burada aklımda kalan herkesin ancak bir çanta kıyafet alabileceği bilgisi verilmişti. Hatta Adana’ya giderken iki pantolon ve bir gömlek aldım. Tahta bir gitarım vardı, onu kampta bırakmıştım, sonra çok üzüldüm. İngiliz bize gitmeden önce bir belge imzalattıydı. Bu belgede No – Go seçenekleri vardı. Yani İngiliz sorardı; Türkiye’ye gitmek istiyor musunuz? İstiyorsanız Go, istemiyorsanız No gibisinden. Bende İngilize sordum; No desem ne olacak diye, İngiliz bana dedi ki; ‘No da desen Go da desen gideceksiniz’. Sonra uçaklara bindik ve Adana’da İmam Hatip Lisesine yerleştirildik. Orada genel bir sağlık kontrolü yapılmamıştı. Fakat kayıt tutulmuştu. İmam Hatip Lisesinin ranzalarında kalmıştık. Okulun büyük bir salonu vardı. Bir gün oraya bir hayli elbise getirildi, ihtiyacı olan göçmenler alsın diye. Ben de bir mont aldıydım. Burada çok enteresan bir olay da yaşadık. İmam Hatip Lisesine Adana Müftüsü geldi, hatırlarım adını Cemaleddin Kaplan (Karases olarak bilinen, 15 yıl Adana Müftülüğü yapmış olan ve daha sonra irtica hareketlerinden ötürü Almanya’ya kaçan meşhur Cemaleddin Kaplan NP). Bu beyefendi buradaki göçmenlere bir vaaz verdiydi. Yani; Cemaleddin Kaplan’dan da vaaz almıştır Kıbrıslı Türk göçmenler. 15 gün kadar kaldık buralarda. Daha sonra İskenderun’dan Yeşilada feribotuyla Mağusa’ya geldik. Oradan 3 otobüsle Çatalköy, bu kahvelerin olduğu meydana resmen indirilip atıldık. Birçok insan ev bulamadı. Birçok aile parçalandı ve değişik bölgelere dağıldı. Zaten daha sonra Ziya Rızkı’nın göçmenlere yapılan bu adaletsizliğe sinirlenerek Kıbrıs Türk Liderliği ile arasının açılması ve demokrat saflara geçerek baskı rejimine karşı mücadele etmesinin sebebi de bu olaylardır”.3
Ziya Rızkı daha sonra gazeteci Neriman Cahit’e verdiği röportaj’da kuzeye geçen güney göçmenlerine yapılan bu haksızlıkları şöyle değerlendirmiştir: “Aradan aylar geçti, 10 bin kişi daha önce yaşadıklarımızın daha beterini yaşadık, perişan olduk. Köyler parçalandı, akrabalar bile birbirinden ayrıldı. O bile doğru dürüst yapılamadı. Mesela Kandu Köyü Bostancı’ya yerleşecek dendi ama sonuçta bir kısmı, Bostancı geri kalanlar da Mağusa’ya yerleştirildi. Aileler parçalandı, bir yabancılığa düşüldü, köklerinden koparıldı insanlarımız. Mesela Limasol Girne ve çevresine yerleştirilecekti hesapta ama yapılmadı. Bunun yerine, Girne, Güzelyurt, Mağusa ve başka yerlere dağıtıldık. Halk perişan oldu. Birbirini kaybetti, yeni yerleştiği yerlere uyum için bocaladı. Gerek Baf gerek Limasol ve gerekse Larnaka’dan gelen göçmenler, hep aynı sorunları yaşadı. Köyünden, kentinden kopup gelen ve “her şeyiniz hazırdır” denen bu insanlar plansızlığın programsızlığın kurbanı oldular.”4
Bugün, güneydeki köklerinden kopup kuzeye göç eden/ettirilen insanlarımızın yaşamış oldukları tüm zorluklara rağmen “bugün daha kötü hissederiz” demeleri düşündürücüdür. Birçoğu bu kadar olaydan sonra kamplarda yüzümüz zaman zaman da olsa gülerdi. Biz bu mücadeleleri bugünleri görmek için vermedik demektedirler. Bu yazı dizisinin oluşmasında hayatlarından kesip bana zaman ayıran; Erol Höyük, Bayram Çelik, Erçin Hurşitoğlu, Tayanç Kırok, Erdoğan-Nafiya Peköz, Ayşe Çelik, Çatalköy Muhtarı Raif Gözgünel, Ayhan-Peyman Höyük, Hüseyin Özuslu, Yılmaz Alagül, bana arşivlerini açan Hüseyin Güven nezdinde Ziya Rızkı Vakfına, değerli bir diplomatımız olan Hakkı Müftüzade’ye ve bana gösterdiği hoşgörü ve yardımlarından dolayı hayat yoldaşım Şebnem Şansal Pınar’a teşekkürü bir borç bilirim.

 1 Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat Sığdıran Bir Limasollu, Ziya Rızkı Vakfı Yayınları, S.28-29
2 Nafiya-Erdoğan Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12.
3 Bayram Çelik’le yapılan söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.










4 Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat Sığdıran Bir Limasollu, Ziya Rızkı Vakfı Yayınları, S.29

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder