21 Mart 2013 Perşembe

KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR 1


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
I
15 Temmuz 1974 darbesi sonrası Türk askerinin adaya çıkartma yapmasıyla çatışmaların ortasında kalan Kıbrıslı Türkler, tedirginlik, belirsizlik ve korku içerisinde, Limasol ve Baf bölgesindeki birçok yerleşim yerini terk etmek zorunda kalmışlar. Savaştan kaçarak İngilizlere ait askeri üslere; Önce Happy Valley’e ardından da göçmenler için kurulan Paramal Kampı’na yerleştiler.
Ağrotur (Agrotiri) Üslerine sığınan ve çadırlarda son derece ilkel şartlarda yaşamak zorunda kalan binlerce insanımız, 6 ay kadar bu kamplarda çok zor günler geçirmiştir. 1974 sonrası İngiliz Ağrotur (Agrotiri) üslerinde kalan 9,396 Kıbrıslı Türk Göçmen 18-27 Ocak 1975 tarihleri arasında Adana’ya götürür. Ağrotur’daki son kafileyle Adana’ya gelen Limasol Milletvekili ve Göçmenlerin Temsilcisi olan Ziya Rızkı 27 Ocak 1975’de saat:13:00’de misafir olduğu otel’de bir basın toplantısı yaparak; kamplardaki 9,396 kişinin Türkiye’ye getirildiğini açıklar. Ziya Rızkı, İngiliz kamplarında kaldıkları 6 aylık sürede, kampta bakımsızlık ve beslenme yetersizliğinden 400 kişinin hastalandığını ve 40 kişinin de öldüğünü duyurur.1  Öte yandan savaştan kaçarak Türk kontrolü altındaki topraklara münferit olarak geçmek isteyen Kıbrıslı Türkler ise bazı Rum taksicilere, EOKA-B yanlılarına, çobanlara verdikleri para karşılığı kuzeye geçerler.  Bazı göçmenler de BM araçlarıyla veya dağlardan yaya olarak kuzeye geçmeyi başarırlar. Mari bölgesinde bulunan 860 Kıbrıslı Türk göçmen, Rumlara adam başına 100 ve her eşya torbası için de 20 Kıbrıs Lirası vermek suretiyle hürriyetlerini elde ederler.2

Bu kampları ziyaret eden ABD Milli Kadınlar Sağlık Komisyonu Başkanı Marlowe Goldberg ise durumu dehşet verici olarak niteleyecektir. Rauf Denktaş hatıralarını yazdığı kitabında, İngiliz hükümeti 9 Ekim 1974 tarihinde üslerde bulunan yaklaşık 10 bin civarındaki Türk göçmenin sadece İngiltere’ye gitmeleri şartıyla serbest bırakılabileceklerini ve bu insanlara mülteci belgesi verilebileceğini açıkladığını ve bunun üzerine derhal bölgeye giderek Çayönü (Paramal) ve Yalova (Piskopu) kamplarında bulunan göçmenleri ziyaret ettiğini söylemektedir. Denktaş, çok zor şartlar altında, tuvaleti banyosu bile neredeyse bulunmayan bir ortamda yaşamaya çalışan insanlar yine de kurtulacakları günü beklemektedirler diyordu. Bu ziyaret sonrasında Londra, Ankara, Lefkoşa arasında mekik diplomasisi gerçekleştirdiğini anlatan Denktaş, öncelikle üslerdeki hastaların, hamile kadınların ve çok küçük çocuklarla yaşlıların süratle tahliyesi için prensip kararına varıldığını açıklar.3  Bunu adanın taksimi için bir adım olarak gören Rumlar, Türklerin üslerden ayrılmalarını protesto ederken, Rumların da Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a geçmelerine Türklerin neden olduğu göç olayı olarak bakar. 9 Haziran 1975’te Kıbrıslı Rumlar tarafından yapılan bir istatistiğe göre, 182 bin Kıbrıslı Rum’un adayı ikiye bölen Atilla Hattı’nın güneyine geçtiği, göçmen durumuna düşen 36 bin kişinin kendisine yetebildiği ancak 146 bin kişinin devlet desteğine ihtiyaç duyduğu belirtilir. Buna göre Türklerin bulunduğu Kuzey Kıbrıs bölgesinde 10.500 Rum kalmıştır. Yaklaşık 200 bin kişinin evinden ayrılmak ve güneye göçmek zorunda kaldığını belirten Rumların iddialarına rağmen bu sayısının 105 bin civarında olduğu açıklanır. 4 Günümüzde ise TC Dışişleri Bakanlığının Resmi sitesinde Kıbrıs Başlığı altındaki makalede bu sayı; ”1975 nüfus mübadelesi anlaşmasıyla Kuzey’den Güney’e tahminen 120.000 Rum, Güney'den Kuzey'e de 65.000 Türk geçmiştir” şeklindedir. Devamında ise şöyle denmektedir: “Böylece nüfus bakımından homojen iki kesim meydana gelmiştir”. (Yani Taksim gerçekleşmiştir NP) “Bu iki kesim, 180 km boyunca uzanan ve genişliği 5 metre ile 7 km. arasında değişen bir "ara bölge" ile birbirinden ayrılmıştır. “5 denilmektedir.
Bu arada uluslararası aktörler de olaylara kendi çıkarları çerçevesinde yaklaşmaktaydı. Olayın insani boyutu uluslararası arenada yok gibidir. Bu sefil şartlarda yaşayan göçmenlerimiz. Kamplara nasıl gelmiştir? Hangi şartlarda yaşam mücadelesi vermişlerdir? Kamplara politik ziyaret yapan Makarios’u nasıl karşılamıştır? Kamplarda Kıbrıs Türk Liderliğini temsilen konuşma yapan Rauf Denktaş ve Ziya Rızkı göçmenleri kuzeye gitmeye nasıl ikna etmiştir? Kıbrıslı Türk Göçmenler Adana’ya gidince neler olmuştu?  Nerede kalmışlardı? Kıbrıs’a anavatanlarına dönünce neyle karşılaşmışlardı? Tüm bu sorulara cevap verecek olan bu yazı dizisinde, olayları ve yaşananları Kamplardaki göçmenlerin ağzından aktarmak ve yorumu siz değerli okurlara bırakmak istiyorum.
SIRAT KÖPRÜSÜ:
“Bugün Güzelyurt’ta ikamet eden Peköz Ailesi, 1974 öncesi Mutallo da (Baf kasabasının bir mahallesi) yaşamaktaydı. Baba Erdoğan Peköz birçok Kıbrıslı Türkün yaptığı gibi mücahitlik görevini yapıyor, nöbetten sonra evine dönüyordu. 15 Temmuz 1974’te olayların patlak vermesiyle adaya çıkarma yapan Türk ordusunu duyan civar köylerdeki Rumlar Türk köylerini esir almaya başlamıştı. Peköz Ailesi, çatışmaların devam ettiği korku ve çilenin hüküm sürdüğü o günlerde daha güvenli olan İngiliz üssü Agrotiri’deki kamplara varan yolculuklarını şöyle anlatmaktadır:  “Ben (Erdoğan Peköz), diğer arkadaşlar gibi duyunca ki Baf düştü, silahımı bırakıp Mutallo’ya evime geldim. Başladık düşünelim napacayık, zira Rum ateş ederdi köyün içinde ve evleri arardı. Hatta bizim evin giriş kapısına keçiyi bağladıydık, keçide kapıyı çekince gaçsın diye, kapı kapandı. Rum ararken evleri geldiydi bizim evin önüne, baktı gördü kapı kapalı, keçi bağlı,  zanetti insan yoktur. Yani o keçi gurtardıydı bizi. 4-5 gün ses çıkarmadan evde galdık, sonra karar verdim Ayorgi’deki (Kavaklı) anne babamın evine gideyim, zira Rumlar Ayorgi’ye dokunmadıydı. Eşim Nafiya ve 1 aylık ufak oğlum Salih’inan büyüğü Ahmet evde galdılardı. Ben Aziz Bey’in (Av. Aziz Altay) yardımıyla Birleşmiş Milletler aracına bindim ve köyüme Ayorgi’ye geldim. Daha sonra eşim ve çocuklarım İbrahim Çavuş’un (Mutallo-Kasaba ve Ayorgi’ye sefer yapan otobüs şöförü) sürdüğü köy otobüsüyle Ayorgi’ye yanıma geldiler. Hatta Rumlar bırakmazdı barikatlarda diye, eşim Nafiya gız gardeşim Ayşe’nin kimliğiynan geçti ve gelebildiydi köye.  Mutallo’da bıraktıydım arabayı, bir yeşil Skoda arabam varıdı, plakayı da hatırlarım AT 354 idi. Daha sonra nasıl oldu hatırlamam başka bir Mutallolu getirdiydi Ayorgi’ye bana arabayı. Duyardık çoğu giderdi Piskobu’daki İngiliz üslerine (Agrotiri) ve daha güvenliydi orası, karar verdik biz da gidelim, gonuşduk Mustafa Gannavro ile. Yolları hep bilirdi ve iyi Rumca gonuşurdu.  O önde vancığıynan rehberlik etti, ben da aldım bizim çocukları hep doluştuk arabaya ve çıktık Ayorgi’den gidelim Piskobu’ya kamplara. Yolda Rum barikatları vardı, Aynikola ‘yı geçtik, Malya’ya gelince durdurdu bizi Rum polisi. İlk bırakmadı geçelim, daha sonra dedik gendine Polemidya’daki gız gardaşıma  gideceyik. Dedi bize ki; ben sizi bıraksam da ilerde gene durduracaklar. Biz ısrar ettik O da ben sizi görmedim dedi ve geçtik barikatı. Sonra biz takip ettik Gannavro’yu ve döndük toprak yollardan Piskobu kampına doğru.  Fark etti Rum polisi ki başka yere giderik, düştü peşimize motorunan, ama o kadar bastım gaza hep toz toprak galktı arkamızdan, yetişemedi bizi. Nihayet geldiydik artık kamplara. Bacanağım da (Emin Şensay) biziminan geldiydi. Mustafa Gannavro’nun arabada da bacanağımın çocukları vardı. Kampa gelinca İngiliz gomadıydı bizi ama Müftüzade* (Faik Müftüzade) yardımcı oldu ve sonra herkesi aldılardı. Kamp da o gece ıslak çimenlerde galdık sonra Ziya Rızkı ve diğer idareciler yardımcı oldu ve verdiler bize çadır, başladık artık galalım onda. Bizim çadırın yanında bacanağım ve ailesi galırdı. “ 6
EŞEK ŞANSI:
Şimdi de Limasol’un Evdim köyünde yaşayan insanlarımızın köylerinden kamplara uzanan yolculuklarına bakalım: Bugün Çatalköy’de ikamet eden Bayram Çelik o günleri şöyle anlatıyor: “15 Temmuz 1974 de iç savaş çıktı. Özellikle Cunta yanlısı Rumlar Makarios yanlısı ve Solcu Rumları katletmeye çalışıyordu. Hatta hatırlarım darbeden 1 gün sonraydı, 3 Makarios yanlısı Rum sığındıydı Evdim’e, bizimkiler o Rumları Pissuri yoluna bırakarak adeta ölüme yollamışlardı. EOKA’cılar onları öldürdüydü. Ben darbe olduğunda Trabeza Mandıra denilen tepede görevliydim. Bana verilen görev; 3 mil uzaklıktaki sahile doğru, bu tepeden fenerle ışık görürsem denizin içinde feneri yakıp söndürerek işaret vermekti. Daha sonra şamandıra getirdiler ve Trabeza Mandıra tepesine bunları sermemizi söylediler. İki renk şamandıra verdiydiler bize. Biz Turuncu olanı serdik. Sonra öğrendik ki sarı fosforlu olanı sermeliydik, burada Türklerin olduğunun işaretiydi sarı şamandıra. Türk uçakları için bir işaretti ama biz yanlış olanı çekmiştik ve o hep kaldı tepede. 20 Temmuz günü yine bu tepedeydim. Pissuri’de Rumların Büyük Beyaz renk radarları vardı. Ben, bu radarların iki uçak tarafından bombalandığını gördüm. Ama bunlar Türk Uçakları değildi. Ben İngiliz uçağı olduklarını düşünüyorum. Rumlar aslında 1974 öncesi Evdim’de bizi rahatsız etmediydiler. 1974 öncesi bir kısım insanımız üslerde birlikte çalışırdı Rumlarla. Darbeden hemen sonra Sancaktarlığa gelen emir üzerine bizlerden bazıları köy otobüsüne silahlı doluşup, Anoyra köyüne gidip Rumlara ateş etmişlerdi. Hatta trajikomik buldum hep bu olayı zira; daha önce bu köyde yaşayıp bizim köye (Evdim) gelip yerleşen bazı Kıbrıslı Türkler de bu otobüsteydi ve eski köylülerini taciz için 19 Temmuz gecesi gitmişlerdi Anoyra’ya, hatta birde bağlı eşeği vurup öldürdüler. İşte bu olaydan sonra Rumlar Evdim’e saldırabilir konuma getirilmişti. 20 Temmuz günü Baf Sancaktarı gelmişti Evdim’e ve bizim komutana adı Kadir komutandı, dediydi; ‘kahramanlığa gerek yok’ köyü boşaltın ve üslere gidin. Bu olaydan sonra köy ahalisi toplandı ve Han dediğimiz Limasol-Baf arasındaki dört yol kavşağında toplanılıp İngiliz askerinin himayesinde gidildi Happy Valley denen kampa. Bu olayda Faik Müftüzade çok önemli rol oynamıştı. Kimimiz İngiliz araçlarına, kimimiz bizlerin köy otobüslerine ve traktörlere binerek çıktık kaplara doğru yola. İngiliz silahlı kimseyi kabul etmediydi. Onun için herkes silahını atmıştı. Happy Valley’e gittiğimizde binlerce insan vardı. Tam bir kaostu. Benim eşim hamileydi ve üç yaşındaki kızım Ayşe’de yanında ilk vasıtalarla gitmişlerdi. Zaten önce yaşlı, kadın ve çocukları yollamıştık. Happy Valley dediğimiz yere gittiğimizde orası doğal olarak, İngiliz’in lağım arıtma tesislerinin olduğu yer olduğu için çok pisti ve koku vardı. İlk gece çoğumuz o ıslak çimlerde yattık…”7
“2-3 SAAT’TE DÖNECEKSİNİZ”
Yine o günleri yaşamış bir Evdim göçmeni Yılmaz Alagül şöyle diyor: “Emir geldi. 20 Temmuz öncesiydi, Anoyra köyüne bizimkiler baskın yaptı ki olaylar kızışsın, hatta birde eşek vurdular. Rumlar bize bu taciz saldırısından sonra saldırdı. Önce 20 Temmuz günü kadın, yaşlı ve çocuklar gittiydi köyden Happy Valley’e hatta ilk dedilerdi ki hiçbir şey almayın da 2-3 saat sonra döneceksiniz. Herkes üstündeki urbalarla gitti. Buna güvenerek. Her şeyimizi bıraktık Evdim’de. Öğlene kadar kadın, yaşlı ve çocuklar gittiydi. Akşamüstünden sonrada bizler silahları bırakarak gittik kamplara. Bu kamplara gitmemizi sağlayan Faik Müftüzade’ydi. Silahları hastane yanına köprü yanına attık ve gittik. 3 oğlan çocuğum vardı. Biri 6 aylık, diğeri 1.5 ve 3 yaşındaydı. Onlar önce anneleriyle gittiydi. Sonra onlarla buluştuk gece kampta…”8
KUŞ TÜYÜ RÖMORK:
 O günleri 8 yaşında yaşamak zorunda kalan, Evdim köyünden Erol Höyük köyden kamplara gidişi şöyle anlatıyor: “Babam mücahitti, ben o gün (20 Temmuz 1974) nenemdeydim (Meryem Hacıömer) çünkü annem 6 aylık kardeşim Mehmet’e ve kardeşim Hüseyin’e (7 yaşında) bakardı. Bana da nenem bakardı rahatlasın biraz annem diye. Yani ben ayrı evlerdeydim ilk kamplara gidildiğinde. Ben nenem diğer köy kadınları ve çocuklar yürüyerek toprak yoldan öğlen gittik. Kamplara hatırlarım ilk gittiğimizde çok kalabalık yoktu kuyruğa girdiydik bir müddet sonra piskot ve çorba verdilerdi. Daha sonra akşamüzerine doğru kadınların bazıları tedirginlikle ve korkuyla kocaları daha gelmedi diye bağırıp fenalaşanlar vardı. Babam traktöre römorku bağladıydı. Bir iki parçada battaniye aldıydı. Biz çok şanslıydık herhalde çünkü ilk gece Happy Valley’de çoğu insan çimlerde yatmıştı. Biz çocuklar römork’ta yattıydık. Daha sonra Paramal’a kurulan çadırlara gittik…”9
DEVAM EDECEK…



1 Hürriyet Gazetesi, 28 Ocak 1975, S:1,11
2 Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol, Ankara, 1987, S. 3.

3 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları, Cilt: 9, İstanbul, Mart 1999, s. 477.

4 Michael Stephen, Cyprus Question, London, April 1997, s. 43.


6 Nafiya-Erdoğan Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12.
* Müftüzade , İngiliz Silahlı Kuvvetlerinde Major-Binbaşı rütbesine yükselmişti. Savaş sonrası sivil yönetimde Komiserlik-kaymakamlık yapmış, Larnaka ve Magusa kazalarını yönetmişti.  Daha sonraları İngilizin Ağrotur Üssünde yöneticilik yapmış, bu süre zarfında birçok Kıbrıslı Türkün orda istihdam edilmesine, bazı hastalarımızın İngiliz Üs hastanelerinde tedavisine yardımcı olmuştu.
7 Bayram Çelik’le yapılan söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.
8 Yılmaz Alagül’le söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.
9 Erol Höyük’le söyleşi, Çatalköy, 31.07.12








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder