Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU
BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
I
15 Temmuz 1974 darbesi sonrası Türk askerinin adaya
çıkartma yapmasıyla çatışmaların ortasında kalan Kıbrıslı Türkler, tedirginlik,
belirsizlik ve korku içerisinde, Limasol ve Baf bölgesindeki birçok yerleşim
yerini terk etmek zorunda kalmışlar. Savaştan kaçarak İngilizlere ait askeri
üslere; Önce Happy Valley’e ardından da göçmenler için kurulan Paramal Kampı’na
yerleştiler.
Ağrotur (Agrotiri) Üslerine sığınan ve çadırlarda son derece ilkel şartlarda yaşamak
zorunda kalan binlerce insanımız, 6 ay kadar bu kamplarda çok zor günler
geçirmiştir. 1974 sonrası İngiliz Ağrotur (Agrotiri) üslerinde kalan 9,396
Kıbrıslı Türk Göçmen 18-27 Ocak 1975 tarihleri arasında Adana’ya götürür. Ağrotur’daki
son kafileyle Adana’ya gelen Limasol Milletvekili ve Göçmenlerin Temsilcisi
olan Ziya Rızkı 27 Ocak 1975’de saat:13:00’de misafir olduğu otel’de bir basın
toplantısı yaparak; kamplardaki 9,396 kişinin Türkiye’ye getirildiğini açıklar.
Ziya Rızkı, İngiliz kamplarında kaldıkları 6 aylık sürede, kampta bakımsızlık
ve beslenme yetersizliğinden 400 kişinin hastalandığını ve 40 kişinin de
öldüğünü duyurur.1 Öte yandan savaştan kaçarak Türk kontrolü altındaki topraklara
münferit olarak geçmek isteyen Kıbrıslı Türkler ise bazı Rum taksicilere,
EOKA-B yanlılarına, çobanlara verdikleri para karşılığı kuzeye geçerler. Bazı göçmenler de BM araçlarıyla veya
dağlardan yaya olarak kuzeye geçmeyi başarırlar. Mari bölgesinde bulunan 860 Kıbrıslı
Türk göçmen, Rumlara adam başına 100 ve her eşya torbası için de 20 Kıbrıs
Lirası vermek suretiyle hürriyetlerini elde ederler.2
Bu
kampları ziyaret eden ABD Milli Kadınlar Sağlık Komisyonu Başkanı Marlowe
Goldberg ise durumu dehşet verici olarak niteleyecektir.
Rauf Denktaş hatıralarını
yazdığı kitabında, İngiliz hükümeti 9 Ekim 1974 tarihinde üslerde bulunan
yaklaşık 10 bin civarındaki Türk göçmenin sadece İngiltere’ye gitmeleri
şartıyla serbest bırakılabileceklerini ve bu insanlara mülteci belgesi
verilebileceğini açıkladığını ve bunun üzerine derhal bölgeye giderek Çayönü
(Paramal) ve Yalova (Piskopu) kamplarında bulunan göçmenleri ziyaret ettiğini
söylemektedir. Denktaş, çok zor şartlar altında, tuvaleti banyosu bile
neredeyse bulunmayan bir ortamda yaşamaya çalışan insanlar yine de
kurtulacakları günü beklemektedirler diyordu. Bu ziyaret sonrasında Londra,
Ankara, Lefkoşa arasında mekik diplomasisi gerçekleştirdiğini anlatan Denktaş, öncelikle
üslerdeki hastaların, hamile kadınların ve çok küçük çocuklarla yaşlıların süratle
tahliyesi için prensip kararına varıldığını açıklar.3 Bunu adanın
taksimi için bir adım olarak gören Rumlar, Türklerin üslerden ayrılmalarını
protesto ederken, Rumların da Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a geçmelerine Türklerin
neden olduğu göç olayı olarak bakar. 9 Haziran 1975’te Kıbrıslı Rumlar
tarafından yapılan bir istatistiğe göre, 182 bin Kıbrıslı Rum’un adayı ikiye
bölen Atilla Hattı’nın güneyine geçtiği, göçmen durumuna düşen 36 bin kişinin kendisine
yetebildiği ancak 146 bin kişinin devlet desteğine ihtiyaç duyduğu belirtilir. Buna
göre Türklerin bulunduğu Kuzey Kıbrıs bölgesinde 10.500 Rum kalmıştır. Yaklaşık
200 bin kişinin evinden ayrılmak ve güneye göçmek zorunda kaldığını belirten
Rumların iddialarına rağmen bu sayısının 105 bin civarında olduğu açıklanır. 4 Günümüzde ise TC Dışişleri
Bakanlığının Resmi sitesinde Kıbrıs Başlığı altındaki makalede bu sayı; ”1975
nüfus mübadelesi anlaşmasıyla Kuzey’den Güney’e tahminen 120.000 Rum, Güney'den
Kuzey'e de 65.000 Türk geçmiştir” şeklindedir. Devamında ise şöyle denmektedir:
“Böylece nüfus bakımından homojen iki
kesim meydana gelmiştir”. (Yani Taksim gerçekleşmiştir NP) “Bu iki kesim,
180 km boyunca uzanan ve genişliği 5 metre ile 7 km. arasında değişen bir
"ara bölge" ile birbirinden ayrılmıştır. “5 denilmektedir.
Bu arada uluslararası aktörler de olaylara kendi
çıkarları çerçevesinde yaklaşmaktaydı. Olayın insani boyutu uluslararası
arenada yok gibidir. Bu sefil şartlarda
yaşayan göçmenlerimiz. Kamplara nasıl gelmiştir? Hangi şartlarda yaşam
mücadelesi vermişlerdir? Kamplara politik ziyaret yapan Makarios’u nasıl
karşılamıştır? Kamplarda Kıbrıs Türk Liderliğini temsilen konuşma yapan Rauf
Denktaş ve Ziya Rızkı göçmenleri kuzeye gitmeye nasıl ikna etmiştir? Kıbrıslı
Türk Göçmenler Adana’ya gidince neler olmuştu?
Nerede kalmışlardı? Kıbrıs’a anavatanlarına dönünce neyle
karşılaşmışlardı? Tüm bu sorulara cevap verecek olan bu yazı dizisinde,
olayları ve yaşananları Kamplardaki göçmenlerin ağzından aktarmak ve yorumu siz
değerli okurlara bırakmak istiyorum.
SIRAT
KÖPRÜSÜ:
“Bugün Güzelyurt’ta ikamet eden Peköz Ailesi, 1974
öncesi Mutallo da (Baf kasabasının bir mahallesi) yaşamaktaydı. Baba Erdoğan
Peköz birçok Kıbrıslı Türkün yaptığı gibi mücahitlik görevini yapıyor, nöbetten
sonra evine dönüyordu. 15 Temmuz 1974’te olayların patlak vermesiyle adaya
çıkarma yapan Türk ordusunu duyan civar köylerdeki Rumlar Türk köylerini esir
almaya başlamıştı. Peköz Ailesi, çatışmaların devam ettiği korku ve çilenin
hüküm sürdüğü o günlerde daha güvenli olan İngiliz üssü Agrotiri’deki kamplara
varan yolculuklarını şöyle anlatmaktadır:
“Ben (Erdoğan Peköz), diğer arkadaşlar gibi duyunca ki Baf düştü,
silahımı bırakıp Mutallo’ya evime geldim. Başladık düşünelim napacayık, zira
Rum ateş ederdi köyün içinde ve evleri arardı. Hatta bizim evin giriş kapısına keçiyi bağladıydık, keçide kapıyı
çekince gaçsın diye, kapı kapandı. Rum ararken evleri geldiydi bizim evin
önüne, baktı gördü kapı kapalı, keçi bağlı,
zanetti insan yoktur. Yani o keçi gurtardıydı bizi. 4-5 gün ses
çıkarmadan evde galdık, sonra karar verdim Ayorgi’deki (Kavaklı) anne babamın
evine gideyim, zira Rumlar Ayorgi’ye dokunmadıydı. Eşim Nafiya ve 1 aylık ufak
oğlum Salih’inan büyüğü Ahmet evde galdılardı. Ben Aziz Bey’in (Av. Aziz Altay)
yardımıyla Birleşmiş Milletler aracına bindim ve köyüme Ayorgi’ye geldim. Daha
sonra eşim ve çocuklarım İbrahim Çavuş’un (Mutallo-Kasaba ve Ayorgi’ye sefer
yapan otobüs şöförü) sürdüğü köy otobüsüyle Ayorgi’ye yanıma geldiler. Hatta
Rumlar bırakmazdı barikatlarda diye, eşim Nafiya gız gardeşim Ayşe’nin
kimliğiynan geçti ve gelebildiydi köye.
Mutallo’da bıraktıydım arabayı, bir yeşil Skoda arabam varıdı, plakayı
da hatırlarım AT 354 idi. Daha sonra nasıl oldu hatırlamam başka bir Mutallolu
getirdiydi Ayorgi’ye bana arabayı. Duyardık
çoğu giderdi Piskobu’daki İngiliz üslerine (Agrotiri) ve daha güvenliydi orası,
karar verdik biz da gidelim, gonuşduk Mustafa Gannavro ile. Yolları hep bilirdi
ve iyi Rumca gonuşurdu. O önde
vancığıynan rehberlik etti, ben da aldım bizim çocukları hep doluştuk arabaya
ve çıktık Ayorgi’den gidelim Piskobu’ya kamplara. Yolda Rum barikatları vardı,
Aynikola ‘yı geçtik, Malya’ya gelince durdurdu bizi Rum polisi. İlk bırakmadı
geçelim, daha sonra dedik gendine Polemidya’daki gız gardaşıma gideceyik. Dedi bize ki; ben sizi bıraksam da
ilerde gene durduracaklar. Biz ısrar ettik O da ben sizi görmedim dedi ve
geçtik barikatı. Sonra biz takip ettik
Gannavro’yu ve döndük toprak yollardan Piskobu kampına doğru. Fark etti Rum polisi ki başka yere giderik,
düştü peşimize motorunan, ama o kadar bastım gaza hep toz toprak galktı
arkamızdan, yetişemedi bizi. Nihayet geldiydik artık kamplara. Bacanağım da
(Emin Şensay) biziminan geldiydi. Mustafa Gannavro’nun arabada da bacanağımın
çocukları vardı. Kampa gelinca İngiliz gomadıydı bizi ama Müftüzade* (Faik
Müftüzade) yardımcı oldu ve sonra herkesi aldılardı. Kamp da o gece ıslak
çimenlerde galdık sonra Ziya Rızkı ve diğer idareciler yardımcı oldu ve
verdiler bize çadır, başladık artık galalım onda. Bizim çadırın yanında
bacanağım ve ailesi galırdı. “ 6
Şimdi de Limasol’un Evdim köyünde yaşayan
insanlarımızın köylerinden kamplara uzanan yolculuklarına bakalım: Bugün Çatalköy’de
ikamet eden Bayram Çelik o günleri şöyle anlatıyor: “15 Temmuz 1974 de iç savaş
çıktı. Özellikle Cunta yanlısı Rumlar Makarios yanlısı ve Solcu Rumları
katletmeye çalışıyordu. Hatta hatırlarım
darbeden 1 gün sonraydı, 3 Makarios yanlısı Rum sığındıydı Evdim’e, bizimkiler
o Rumları Pissuri yoluna bırakarak adeta
ölüme yollamışlardı. EOKA’cılar onları öldürdüydü. Ben darbe olduğunda
Trabeza Mandıra denilen tepede görevliydim. Bana verilen görev; 3 mil
uzaklıktaki sahile doğru, bu tepeden fenerle ışık görürsem denizin içinde
feneri yakıp söndürerek işaret vermekti. Daha sonra şamandıra getirdiler ve
Trabeza Mandıra tepesine bunları sermemizi söylediler. İki renk şamandıra verdiydiler
bize. Biz Turuncu olanı serdik. Sonra öğrendik ki sarı fosforlu olanı
sermeliydik, burada Türklerin olduğunun işaretiydi sarı şamandıra. Türk
uçakları için bir işaretti ama biz yanlış olanı çekmiştik ve o hep kaldı
tepede. 20 Temmuz günü yine bu tepedeydim. Pissuri’de Rumların Büyük Beyaz renk
radarları vardı. Ben, bu radarların iki
uçak tarafından bombalandığını gördüm. Ama bunlar Türk Uçakları değildi.
Ben İngiliz uçağı olduklarını düşünüyorum. Rumlar aslında 1974 öncesi Evdim’de
bizi rahatsız etmediydiler. 1974 öncesi bir kısım insanımız üslerde birlikte
çalışırdı Rumlarla. Darbeden hemen sonra Sancaktarlığa gelen emir üzerine
bizlerden bazıları köy otobüsüne silahlı doluşup, Anoyra köyüne gidip Rumlara ateş etmişlerdi. Hatta trajikomik buldum
hep bu olayı zira; daha önce bu köyde yaşayıp bizim köye (Evdim) gelip yerleşen
bazı Kıbrıslı Türkler de bu otobüsteydi ve eski köylülerini taciz için 19
Temmuz gecesi gitmişlerdi Anoyra’ya, hatta birde bağlı eşeği vurup öldürdüler.
İşte bu olaydan sonra Rumlar Evdim’e saldırabilir konuma getirilmişti. 20
Temmuz günü Baf Sancaktarı gelmişti Evdim’e ve bizim komutana adı Kadir
komutandı, dediydi; ‘kahramanlığa gerek yok’ köyü boşaltın ve üslere gidin. Bu
olaydan sonra köy ahalisi toplandı ve Han dediğimiz Limasol-Baf arasındaki dört
yol kavşağında toplanılıp İngiliz askerinin himayesinde gidildi Happy Valley
denen kampa. Bu olayda Faik Müftüzade çok önemli rol oynamıştı. Kimimiz İngiliz araçlarına, kimimiz
bizlerin köy otobüslerine ve traktörlere binerek çıktık kaplara doğru yola.
İngiliz silahlı kimseyi kabul etmediydi. Onun için herkes silahını atmıştı.
Happy Valley’e gittiğimizde binlerce insan vardı. Tam bir kaostu. Benim eşim
hamileydi ve üç yaşındaki kızım Ayşe’de yanında ilk vasıtalarla gitmişlerdi.
Zaten önce yaşlı, kadın ve çocukları yollamıştık. Happy Valley dediğimiz yere
gittiğimizde orası doğal olarak, İngiliz’in lağım arıtma tesislerinin olduğu
yer olduğu için çok pisti ve koku vardı. İlk gece çoğumuz o ıslak çimlerde
yattık…”7
“2-3
SAAT’TE DÖNECEKSİNİZ”
Yine o günleri yaşamış bir Evdim göçmeni Yılmaz
Alagül şöyle diyor: “Emir geldi. 20 Temmuz öncesiydi, Anoyra köyüne bizimkiler
baskın yaptı ki olaylar kızışsın, hatta birde eşek vurdular. Rumlar bize bu
taciz saldırısından sonra saldırdı. Önce
20 Temmuz günü kadın, yaşlı ve çocuklar gittiydi köyden Happy Valley’e hatta
ilk dedilerdi ki hiçbir şey almayın da 2-3 saat sonra döneceksiniz. Herkes
üstündeki urbalarla gitti. Buna güvenerek. Her şeyimizi bıraktık Evdim’de.
Öğlene kadar kadın, yaşlı ve çocuklar gittiydi. Akşamüstünden sonrada bizler
silahları bırakarak gittik kamplara. Bu kamplara gitmemizi sağlayan Faik
Müftüzade’ydi. Silahları hastane yanına köprü yanına attık ve gittik. 3 oğlan
çocuğum vardı. Biri 6 aylık, diğeri 1.5 ve 3 yaşındaydı. Onlar önce anneleriyle
gittiydi. Sonra onlarla buluştuk gece kampta…”8
KUŞ
TÜYÜ RÖMORK:
O günleri 8
yaşında yaşamak zorunda kalan, Evdim köyünden Erol Höyük köyden kamplara gidişi
şöyle anlatıyor: “Babam mücahitti, ben o gün (20 Temmuz 1974) nenemdeydim
(Meryem Hacıömer) çünkü annem 6 aylık kardeşim Mehmet’e ve kardeşim Hüseyin’e
(7 yaşında) bakardı. Bana da nenem bakardı rahatlasın biraz annem diye. Yani ben
ayrı evlerdeydim ilk kamplara gidildiğinde. Ben nenem diğer köy kadınları ve çocuklar yürüyerek toprak yoldan öğlen
gittik. Kamplara hatırlarım ilk gittiğimizde çok kalabalık yoktu kuyruğa
girdiydik bir müddet sonra piskot ve çorba verdilerdi. Daha sonra akşamüzerine
doğru kadınların bazıları tedirginlikle ve korkuyla kocaları daha gelmedi diye
bağırıp fenalaşanlar vardı. Babam traktöre
römorku bağladıydı. Bir iki parçada battaniye aldıydı. Biz çok şanslıydık
herhalde çünkü ilk gece Happy Valley’de çoğu insan çimlerde yatmıştı. Biz
çocuklar römork’ta yattıydık. Daha sonra Paramal’a kurulan çadırlara
gittik…”9
DEVAM EDECEK…
1
Hürriyet
Gazetesi, 28 Ocak 1975, S:1,11
2 Pierre Oberling, Bellapais’e Giden Yol, Ankara, 1987, S. 3.
3 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları, Cilt: 9, İstanbul,
Mart 1999, s. 477.
4 Michael Stephen, Cyprus Question, London, April 1997, s. 43.
6
Nafiya-Erdoğan
Peköz ile yapılan söyleşiden, Güzelyurt, 29.07.12.
* Müftüzade , İngiliz Silahlı
Kuvvetlerinde Major-Binbaşı rütbesine yükselmişti. Savaş sonrası sivil
yönetimde Komiserlik-kaymakamlık yapmış, Larnaka ve Magusa kazalarını
yönetmişti. Daha sonraları İngilizin Ağrotur
Üssünde yöneticilik yapmış, bu süre zarfında birçok Kıbrıslı Türkün orda
istihdam edilmesine, bazı hastalarımızın İngiliz Üs hastanelerinde tedavisine
yardımcı olmuştu.
7
Bayram
Çelik’le yapılan söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.
8
Yılmaz Alagül’le söyleşi, Çatalköy, 31.07.12.
9
Erol Höyük’le söyleşi, Çatalköy, 31.07.12
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder