Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KABUĞUNU
BIRAKAN KAPLUMBAĞALAR
III
Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt
Waldheim, 1974 yılı Ağustos’un son günlerinde Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan
arasında bir mekik diplomasisi uygular ve bunun sonucunda tamamen insani
konuları görüşmek üzere Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum lideri Glafgos Klerides
arasında haftada bir sefer olmak üzere toplumlararası görüşmeleri başlatır. 26
Ağustos 1974 günü bu toplantıların ilki gerçekleşir. Yapılan ilk toplantılarda
Kıbrıs dışında öğrenim gören öğrencilerin, hasta ve yaralılarla 18 yaşından
küçük olan esirlerin, öğretmenlerin ve ailelerinden ayrı düşen yaşlı kimselerin
serbest bırakılması kararlaştırılır. Bu konuyla ilgili olarak Türk bölgesinden güneye
göç etmek isteyen Rumlarla Rum bölgesinden kuzeye göç etmek isteyen Türklerin
mübadele tarihinin de 13 Eylül 1974 günü tespit edilmesi kararlaştırılır. 1 Siyasi arenada oynanan
adanın taksimine yönelik oyunlardan habersiz, zor şartlarda kuzeye geçecekleri
günü bekler olan göçmenleri bir sürpriz bekliyordu. Makarios adaya döner
dönmez, nerdeyse ilk iş olarak Göçmen kamplarındaki Kıbrıslı Türkleri ziyaret
etmek istemişti. Makarios’un amacı hiç kuşku yok ki güneyde kalan Kıbrıslı
Türkleri köylerine dönmeye ikna etmek ve Kıbrıs’ta taksime engel olmaktı. İşte
bu şartlarda belirsizlik içerisinde Paramal ve Episkopi kamplarındaki
göçmenleri birlik içerisinde tutmak, Kıbrıs Türk Liderliğine bağlı hareket
etmelerini sağlamak için Ziya Rızkı çok çaba harcamıştır. O günleri Ziya Rızkı
şöyle anlatmaktadır: “Bir gün beni,
Şinasi Özdeş Hoca ve Fikri Karayel’i acil olarak Üs komutanı, Mareşal’in
huzuruna çağırdılar. Oranın görevli idare memuru olarak Müftüzade yine
oradaydı. Ne oluyor der gibi, merakla gittik, sabah saat 11.00 civarındaydı.
Mareşal bize bir açıklamada bulundu: “Saat 12.00’de Cumhurbaşkanınız üslere
gelecek ve kampları ziyaret edecek, sizin için ‘Faydalı açıklamalarda bulunacak,
buna yardımcı olun’ dedi. –Denktaş Bey mi geliyor? ‘Bize bildirmesi lazımdı,
bizimle teması var’ dedik. –“Hangi Denktaş Bey, bu memlekette bir tek
Cumhurbaşkanı var, o da Makarios’tur. Bir memlekette 2 Cumhurbaşkanı olmaz”
dedi. –“Vallahi, bizim Cumhurbaşkanımız Denktaş’tır, başka birini tanımayız.
Bizi yakıp, yıkıp, kesen birini Cumhurbaşkanı olarak tanımamız mümkün değil”
dedim. Kızdı Köpürdü: - “Ziya Bey, burası üslerdir, İngiliz hâkimiyeti
geçerlidir. Buraya kimin gelip, kimin gelemeyeceği kararını biz veririz. Onun
için Ekselans Makarios saat 12.00’de gelecek ve hem Episkopi, hem de Paramal
kamplarını ziyaret edecek. Siz ona göre hazırlanın… Ben de sinirlenmeye
başladım ve şöyle dedim: -“Bu sizin kararınızdır sayın komutan. Ben size
tavsiye ederim ki, böyle çok feci bir yanlış yapılmasın. Bu da benim tavsiyem.
Size söyleyebilirim ki, biz hiçbir şekilde halkı etkilemeyeceğiz ama halkın
öfkesi neye varır bilemem…” –“Siz karışmayın” diyerek bizi dışarı çıkardı.
Çıkarkenden Şinasi Hoca bir kampa, Karayel diğer kampa gitti. Halkımızı iyi
tanırdık. Neticenin ne olacağını kestirebiliyorduk. Makarios gerçekten saat 12.00’de geldi. Müftüzade,
üslerden bir landrover polis ve kendi korumalarıyla 5 kadar arabayla geldi.
Paramal kampına girme teşebbüsünde bulundular. Kampta 7 bin insan vardı. Bu
kalabalık gözlerini gelenlere dikmiş bakıyordu. Birden bire bir dalgalanma
oldu. “Biz Makarios’u dinlemek istemeyiz. Geri dönün” diye taş atmaya
başladılar. Bir kısmı Makarios’un arabasının etrafını sararak taşlarla vurmaya,
bağırıp, çağırmaya başladı. Üs polislerinin landroverlerini devirdiler. Makarios,
durumun vahametini hemen kavradı, sivil korumaları daha ellerini silahlarına
atmadan, “Sakın silah kullanmayın, geri dönüyoruz” diyerek, sonu ne olacağı hiç
kestirilemeyen bir facia da böylece önlendi…
Halk
galeyana gelmiş, öfkesi kabarmıştı. Bir türlü önü alınamayan bir ırmak gibi
önüne geleni yıkmak, sürüklemek istiyordu. Yollara taştı ve gece saat 7.00’ye
kadar, 12 bin göçmen, Limasol, Baf yolunu kapattı. Hiçbir taşıt geçemedi.
Durumdan ürken bazı Rum şoförler arabalarını orada bırakarak dağlara kaçtı. Öfke
dalga dalga büyüyordu… Müdahale etmesek neler olurdu kim bilir. Halk o günlerde
hep İngiliz’in yanında duran Müftüzade’ye de çok kızıyordu. İngiliz’in ne
yapmak istediğini de anlamıştı: “İngiliz bizi gönderip, Müftüzade’yi kamp
sorumlusu yapacak ve halkı dağıtacaktı”.
Ziya Bey’in anlattıklarını değerlendirmeden önce
şunu belirtmeliyim ki, Faik Müftüzade ile Göçmenlerin sorumlusu Ziya Rızkı
arasında hep bir Liderlik kavgası olmuştur. Zira İngiliz her olayda önce Faik
Müftüzade ile işleri halletmeye çalışmaktaydı. Bu Ziya Bey’in göçmenler
üzerindeki otoritesini kırmaktaydı. Dahası Makarios’un gelişi sonrası olayların
bir fiil içinde olan Tayanç Kırok’un anlattıkları bu çekişmenin canlı bir
kanıtı gibidir.
KİM
YAKTI BE BU ARABAYI?
O günlerin ekonomik, sosyal ve siyasal zorluklarını
20’li yaşlarında göğüsleyen göçmenlerden biri Tayanç Kırok’u hatırlayanlar
“deli-dolu, cesur sözünü sakınmayan biriydi”. * demektedir. Bugün bende bıraktığı izlenim ilerleyen
yaşına rağmen halen gençlik yıllarındaki ruhunu koruduğudur. “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Resmi Cumhurbaşkanı” unvanıyla Makarios’un Göçmenleri ziyaret etme girişimine
tanık olan Tayanç Kırok o gün olanları ve sonrasını şöyle anlatıyor: “ O gün saat 12:00 civarlarında, ben
anayolun kenarında yürürdüm. Duydum göçmenler bağırır; “Makarios gelir
kamplara…” diye. Ben, koştum yoldan aşağıya doğru; Anayol’dan (Limasol-Baf
anayolu NP) içeriye çadırlara giren toprak yol vardı, oraya doğru. Gördüm üç
araç döndü, daha doğrusu; önden bir araç döndü öyle 7-8 metre gerisinden da
ikinci araç döndü toprak yola, ki bunun içinde Makarios vardı. Üçüncü araç
dönmeden arabaların önünü kesdiydik. O üçüncü araç anayolda durmak zorunda
kaldıydı. Ben, ansızın buldum gendimi Makarios’un aracının sol tarafında, 3-4
metre uzağında. Açtı camı Makarios öyle iyi niyetli ve gülümseyerek, sanki bir
şeyler söyleyecek gibiydi.
Eğildim aldım daşı savurttum arabanın camına doğru,
Makarios arabanın sol arka tarafında otururdu. Koruması kapattıydı hemen camı,
o daş ki attım, vurdu cama ve fırladı geriye doğru. Camlar gurşun geçirmezdi
zannederim. Daşı atınca, korumaları, ön arabadan 4 kişi, Makarios’un içinde
olduğu arabadan da iki kişi çıktılar ve kalabalığa doğru silah kurdular.
Başladılar “Bisso Re Turko… Bisso Re Turko” (Geri çekil Türk NP) diye
silahlarla bizi geri püskürtmeye ama git gide büyüdü kalabalık, Makarios eliyle
işaret etti ve ateş etmeden arabaya bindiler. Yüzlerce insan olduydu bir anda
arabalara doğru gelen, Makarios anladıydı, bu işin iyiye gitmeyeceğini. Ben
olayları başlatan kişilerdendim. Yanımda, ilk olaylar başladığında,
hatırladığım oralarda, yakınlarda Mehmet Doğan vardı. Sonradan kim duyduysa ki
geldi Makarios, büyük bir hınçla gelirdi arabaların olduğu yere doğru.
Korumalar da arabaya girince, anayolun başında kalan araba döndüydü yukarıya
doğru, zaten Makarios’un arabası ve önündeki korumaların olduğu araç çadırlara
giden toprak yoldan ancak 25-30 metre kadar içeriye girebilmişti. Fakat geri
dönüp kaçmaya başlayınca arabalar, Makarios’un
arabasını sardıydık oradaki gençlerle, sallardık arabayı devirelim diye, tam
anayola çıkarken araba toprak yolun bitimindeki asfalta oturduydu, yani
tekerlekler boşa dönerdi, belki da biz sallamasak o arabayı tekerlekleri denk
gelip çıkamayacaktı anayola. Biz, 20-30 kişi olduyduk arabanın etrafında,
sallayınca arabayı tekerlekleri oturdu asfalta ve bastı gaza çıktı anayola.
Görünce biz ki arabalar yukarı Leymosun’a doğru döndü,
o zaman zannettik gidecek yukarı kamplara, başladık yürüyelim yukarı doğru.
Yolları hep kesdiydik. Bu yolda yürüyen insanlar hınçla, önüne gelen ne varsa,
büyük bir dalga gibi yıkıp geçiyordu.
Baf’dan Leymosun’a doğru işleri gereği Rum kamyonları çıkarken, gördüler
insan seli gelir üslerine doğru, tabi korktular, araçlarını terk ederek
İngiliz’in nöbet yerlerine sığındıydılar. Arabalarına çok hasar verdiydik.
Hatırlarım, bu yolun kenarında Rumlara ait bir üzüm tankeri park edilmişti. Hep
açtık vanalarını, aktı üzüm suları yolların içine, daha sonra kırdık camlarını
ve zarar verdik. Hatta kamyonların birinde bir kesik domuz başı bulduydu
birileri (Neşet Sukuşu NP) ve sürüklerdi yollarda. Ben, en öndeydim, yukarı
Paramal kampına doğru binlerce insanla bağıra-çağıra yürürdük. Halk galeyana
geldiydi. Kamptan 100-150 metre kadar
uzaklıkta anayola yakın Rum işçilerin Landroveri vardı ve kazarlardı yolu. Bu
aracın arkasında komprosör bağlıydı. Rumlar görünce ki gelirik üstlerine doğru,
kaçtılardı. Benimle birlikte birçok insan devirdik o Landroveri, kırdık
camlarını da, fakat ben dedim: ‘be yarın gelecekler götürüp onaracaklar bu
aracı’, arabanın yanında işçilerin kullandığı gusbo (Kazma NP) vardı. Aldım
yerden gusboyu vurdum Landroverin benzin dangına (Benzin Tankeri NP), sonra
çaktım kibriti attım üstüne, birden alevler çıktı ta gökyüzüne, bir baktım
etrafımda kimse kalmadı. Çok geçmeden gördüm karşıdan gelir Ziya Arap (Ziya
Rızkı NP), yanında İngiliz subayı ve birkaç kişi daha, Arap Ziya açtıydı ellerini yana öyle hızlı
hızlı yürürdü, çok sinirliydi. Hiç unutmam dediklerini; -‘Kim Yaktı be bu
arabayı?’ -ben yaktım dedim. Bunun üstüne Arap Ziya dedi bana - ‘Bu sorumsuz
hareketinden dolayı, seni kuzeye helikopterinan yollaycam’ ben da dedim gene: -‘Allah
duysun sana Ziya Bey, hem Rum da tutmaz beni yollarda’ bu cevabımdan sonra çok
sinirli bir halinan, Arap Ziya; -‘Allah belanı versin’ dedi bana. Bu olayın
olduğu günün akşamı Ziya Arap geldi kampa. Çekti beni bir kenara konuştuk. O
akşamüzeri dediklerini da hiç unutmadım: -‘Bugün yaptığın doğruydu, sen doğru
olanı yaptın ama İngiliz’in yanında mecburdum öyle davranayım’ dediydi. Hem
dediydi ki; -‘bu Müftüzade (Faik Müftüzade NP) İngiliz’in ajanıdır. Şimdi o da
gelecek aşağı arabaların durdurulduğu yere, konuşsun, bir fırsatını bul ve vur
gene bir sağlam yumruk da anlasın İngiliz ki istenmez bu adam, bitsin bu iş
artık’. Şimdi düşündüğümde eğer Makarios’un geldiği gün o arabalar kampın içine
girmiş olsaydı çok ölümler olacaktı… 3
Makarios’un geldiği gün birçok göçmen olay yerine
gelmeden Makarios kaçmıştı. Fakat genel görüş olarak yaptığım söyleşilerde
Makarios’u ilk karşılayanların; 25-30 kişilik genç, kadın ve çocuklardan oluşan
bir kitle olduğunu söylemek mümkündür. O günlerde 16 yaşında olan Erçin
Hurşitoğlu Makarios’un geldiği günü
şöyle hatırlıyor: “Yolun (Limasol-Baf
Anayolu) kenarındaydık. Duyduk ki gelir Makarios hep koştuk aşağıya doğru. Ben oraya
gittiğimde arabaların yanında çok insan yoktu. Çadırlara girmeden harnupların altında
gurbetler (Çingene NP)kalırdı. İlk, hatırlarım bu gurbetlerden bir kadın
vurduydu süpürge sapını Makarios’un arabasına ve kırıldıydı değnek, kadın
bağırırdı: “ Öldürttün bize çocuklarımızı, utanman da gelin bura…” sonra
taşlamalar, arabaya saldırmalar olduydu, o sırada biz geride kaldıydık,
büyükler geldiydi. Sonra arabayla kaçtılar. Hep insanlar döküldüydü yollara…4
“NE
ÇADIR, NE BATTANİYE AMACIMIZ TÜRKİYE”
Bu olaylardan sonra
Göçmenler her fırsatta İngiliz üslerine doğru yürüyüşler düzenlemeye başlar.
Türkiye’ye gitmek amacıyla yapılan bu protesto yürüyüşleri sırasında “Ne Çadır,
Ne Battaniye Amacımız Türkiye” sloganları atılıyor. “We Have The Right To Move
To Turkey”, “We Want Freedom" gibi yaftalar ve Türk bayrakları
taşınıyordu. 10 Kasım 1974 tarihinde Rauf Raif Denktaş kampları ziyaret eder ve
halka konuşma yapar. Denktaş, Makarios’un aksine sevinç çığlıkları içerisinde
omuzlarda gezdirilir. Denktaş konuşmasında genel hatlarıyla şunları söyler: “Merak etmeyin, kuzeye geçeceğiniz günler
yakındır. Burada bıraktıklarınızı orda bulacaksınız. Kuzey’de evleriniz hazır,
üzerinde anahtarları ve eşyalarıyla sizleri bekliyor”. Birçok göçmen yıllar
sonra da olsa bu sözleri unutmazlar. O günlerin milliyetçi atmosferinde atılan
nutuklar göçmenler tarafından çılgınca alkışlanmaktadır…
O
MASADA NE KONUŞULDU?
Bugün Çatalköy Muhtarı
olarak görev yapan Raif Gözgünel, Rauf R. Denktaş’ın İngiliz üslerine geldiği
günü şöyle anlatıyor: “Ben kamplarda
kalmazdım. İngiliz Üslerinde İaşe Sorumlusu (Caterer NP) olarak çalışmaktaydım.
Onun için İngiliz bana lojman verdiydi. Üslerde kalırdım. Bir gün bizim
sorumlumuz bir kadın komutandı Yarbay, İaşe Sorumlusuydu. Dedi ki; “Denktaş Bey
ve İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan gelecek üslere ve yemek verilecek
onurlarına.” İşte biz bu yemek masasını hazırladıydık. Bu yemek 8 kişilikti.
Havacıların Ordu Evinde tertiplendiydi. 8 Kişilik ekipte Rauf R. Denktaş,
İngiliz Dışişleri Bakanı James Callaghan yine İngiliz’in önemli Komutanlarından
Ortadoğu Hava Kuvvetleri Mareşali, Dikelia’daki Üs komutanı ki bu Kara Kuvvetleri
Komutanıydı ve Faik Müftüzade ile 2-3 kişi daha vardı, bu toplantıda. Ziya Arap
yoktu.
Bu yemekli toplantıdan sonra Denktaş Bey, Episkopi ve Paramal kamplarını
ziyaret etmişti. (Burada üzerinde düşünülmesi gereken konu bu kadar önemli
bir toplantıda, göçmenler için varını yoğunu ortaya koymuş olan Ziya Rızkı’nın
olmamasıdır. NP) Raif Gözgünel üslerde
görev yaptığı süre zarfında birçok gizli saklı toplantıya da şahit olmuştu.
Raif Gözgünel şöyle anlatıyor: “Yine 1975 yılının ilk aylarında üsleri ziyaret
eden 20-25 kişilik İngiliz Parlamenter grubuna yemek verdiydik. Bu yemekte
konuşulanları hiç unutmadım. Burada şunu duymuştum: “Ortadoğu Komutanı Hava
Mareşal’i Parlamenterlere bu iş bitti, tava sapı dedikleri Karpaz’da Türkiye’ye
bir üs verilecek. Biz (İngiliz NP) yerimizde kalacağız. Güney’de Makarios,
Kuzey’de de Denktaş. Ada iki parçadan oluşacaktır.” 5 Bu tarihi
olayları yaşayan göçmenlerin 6 ay kadar kaldıkları bu kampları terk etme vakti
gelmişti…
Devam
Edecek…
*Erçin Hurşitoğlu
ve Harper Özlatif ile yapılan söyleşiden, Girne, 14.08.12
1 Rauf R. Denktaş, Rauf Denktaş’ın Hatıraları, Cilt: 9, İstanbul, Mart 1999, s. 427.
2
Cahit Neriman, Bir Hayata On Hayat
Sığdıran Bir Limasollu, Ziya Rızkı Vakfı Yayınları, S.28
3 Tayanç Kırok ile yapılan söyleşiden,
Çatalköy, 13.08.12
4 Erçin
Hurşitoğlu ile yapılan söyleşiden,
Girne, 11.08.12
5 Raif Gözgünel
ile yapılan söyleşiden, Çatalköy, 13.08.12