Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
GNOSTİKLER
VE POPÜLER KÜLTÜRE ETKİLERİ?
Gnostik sözcüğü, eski Yunanca’da “bilgi” anlamına
gelen gnosis sözcüğünden gelmektedir. Bu söz en genel anlamıyla “bilmek”
anlamını verse de Yunanlılar “bilme”nin iki ayrı biçimi olduğunu
varsayıyorlardı. Bunlardan ilki “Delphi’de bir kâhin olduğunu biliyorum”
cümlesindeki gibi kişinin kendi varlığının dışındaki kaynaklardan edindiği
bilgilerdi. (örneğin kitap okumak, başkalarıyla konuşmak ya da daha güncel bir
örnek olarak televizyon izlemek, internete girmek gibi…) ikincisi ise daha
kişisel, daha doğrudan ve sezgisel olan bir bilgi türüydü, birinin “Delphi’deki
kâhinin bana ne söylediğini biliyorum” dediğinde söylemek istediği şeye
karşılık geliyordu. Çünkü bunu söyleyen kişi Delphi’ye bizzat gitmiş ve kâhini
tanımıştı. Gnostisizm’i de karakterize eden şey de aslında ikincisi, yani daha
doğrudan ve öznel olan bilgiydi. Ünlü ruhbilimci Karl Jung da bu anlamda bir
gnostiktir. Zamanının büyük bölümünü gnostik metinleri ve gnostik düşünceyi
incelemeye ayırdığı 1959 yılında, BBC televizyonu ile yapmış olduğu röportajda
Gnostik bakışı çok yalın ve özlü biçimde anlatmıştır. Özellikle Jung’un tanrıya
inanıp inanmadığı sorulduğunda verdiği yanıt çok ilginçtir: “İnana bildiğimi
söyleyemem, ama onu tanıyorum”. 1
1966 yılında İtalya’nın Messina kentinde, Gnosis ve
Gnostisizm sözcüklerinin anlamı üzerine düzenlenen bilimsel konferansın sonuç
bildirgesinde Gnostisizm erken orta çağda ortaya çıkıp gelişen dinsel sistemler
olarak tanımlanırken, Gnosis ise kişinin/topluluğun ulaştığı bilgelik düzeyi
olarak tanımlanmıştır. Buna göre kişi Gnosis’e sahip olabilir ancak bu onun
zorunlu olarak Gnostik olduğu anlamına gelmez. Siyaset bilimi kuramcısı Eric
Voegelin Gnostisizm terimini “genel anlamda bir yabancılaşma hissi ve toplumsal
yaşamdan kopuk olma durumu” olarak tanımlamaktadır. Voegelin, kuramının sonuç
bölümünde Gnostisizm’i Marksizm, Komünizm ve Nazizm gibi ideolojilerle yan yana
aynı başlık içinde ele almış, tüm bu hareketleri dünyaya kargaşalık getiren
hareketler olarak lanse etmiştir. Voegelin’in bu tanımlamasından sonra
Gnostisizm tartışmaları daha da alevlenmiştir.
Gnostik eğilimler bugüne kadar birçok yazar, düşünür
ve siyasal/spiritüel hareket üzerinde etkili olmuştur. Yine pek çok bilgisayar
oyununda, çizgi romanda ve Hollywood filmlerinde görülebileceği gibi çok geniş
bir alan olan kitle kültürü üzerinde de etki bırakmıştır. Franz Kafka, Goethe,
William Blake, Herman Melville, Albert Camus, Hegel, Nietzche, WB Yeats,
varoluşçular, hemen hemen tüm teosofistler, Jack Kerouac, Philip K Dick;
Xenosaga gibi bilgisayar oyunları, Sandman ve Promethea gibi çizgi romanlar,
Truman Show ve Matrix gibi filmler. Tüm bu kişi ve unsurlar Gnostisizm’in etki
alanı içinde düşünülebilir. Sean Martin,
Gnostikler kitabında tüm bu unsurları birbirine bağlayan şeyin ne olduğunu daha
iyi anlamanın yolunun; “kesikli ilerleyen, uzun ve karmaşık bir tarihçenin izini
sürmek gerekebilir. Bu tarihçe Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında yaşayan
ilk Yunanlı Ermişlerle başlar ve – bu tarihin bir sonu varsa şayet – Keanu
Reeves’i sinema salonunda izleyen seyircilerin karanlıktaki siluetlerinin
önündeki dev ekranda beliren “Uyan Artık Neo” yazısıyla biter” 2 demektedir.
Mısırlı Muhammed Ali El-Samman ve kardeşinin 1945
yılının son ayında, tarlalarında gübre toplamaya gittikleri bir günde
buldukları Nag Hammadi Külliyatı’na değin Gnostiklerle ilgili bilgiler sadece,
onları çoğunlukla “sapkın”lar olarak gören erken dönem Hıristiyan
piskoposlar/papazların el yazmaları olmuştur. “Gnostikleri aşağılayan ilk
Hıristiyanlık savunucularından Şehit Justin, yazmış olduğu İkinci Savunma adlı
eserde Simon Magus, Valentinus ve Marcion gibi çok önemli Gnostik figürleri
‘şeytani ve yalancı’ kişilikler olarak sunmuştur. İkinci yüzyılın son döneminde
Lyon Başpiskoposu olan İraneus; yazılarında, Simon Magus’u baş Gnostik olarak
tabir etmiş ve ‘Sapkınların Sapkını’ olarak nitelediği bu kişinin Kilise’nin
baş düşmanı olduğunu ileri sürmüştür”. 3
Ana akım Hıristiyanlıkta sapkınlar sapkını olarak
lanse edilen Simon Magus’un Aziz Peter ile olan uydurma hikâyesinde; iddiaya
göre Simon, Aziz Peter’in gerçek tanrıyı inkâr edip sahte bir tanrıya inanması
için pek çok büyü yapmıştır; çünkü Simon’a göre gerçek tanrı ve yaratıcı tanrı
iki ayrı varlık olup tek ve aynı değildir. (ki bu da Gnostisizm’de çok önemli,
merkezi bir ilkedir). Simon’un hayatında
ve öğretilerinde, bugün Gnostisizm’in temeli sayılan pek çok ilke ve unsuru
ayırt etmek mümkündür. Örneğin beşeri tanrı anlayışı, yani her birimizin içinde
ilahi bir kıvılcım taşıdığını varsayan Gnostik ilke - temelde her birimiz
gerçek tanrının bir parçasıyızdır- ilk olarak Simon tarafından en açık şekliyle
ifade edilmiştir. Yine Tyre genelevinde Helena isimli bir kadına olan yaklaşımı
da bu bakış açısını yansıtmaktadır. Simon, bu kadını tanrısal bilgeliğin
(Sophia’nın) vücut bulmuş bir sureti olarak görmüş ve günahlarını affetmesi
için tanrıya yalvarmıştır. 4
Simon’un yalnızca isminin telaffuz edilmesi bile dönemin ruhban sınıfının
çileden çıkması için yeterliydi. Özellikle ikinci yüzyılın başından itibaren
Simon’un öğretisinin popülerleşmesi, ana akım Hıristiyan savunucularının sert
tepkisi ile karşılaşmalarına neden olmuştur. Gnostikler’in İsa’nın fiziksel
anlamda dirilişini reddetmesini şiddetle eleştirmişler, İsa’nın mezardan
çıkarak yükseleceğine inanmayan herkesi sapkınlıkla suçlamışlardır. Hatta
İraneus’un “dirilişe, saçma olduğu için inanılmalıdır” sözü tarihe geçmiştir.5
Gnostisizm’in
Kökenleri
Gnostisizm’in kökenlerinin, birinci yüzyılda ortaya
çıktığına yönelik olarak ortaya atılan görüşler, daha çok Kilise papazlarının
el yazmalarının etkisiyle oluşmuş yanlış bir varsayımdır. Aslında bu varsayım
doğru gibi görünse de tam anlamıyla gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Gnostisizm
aslında kaynağını Hıristiyanlık öncesi ortaya çıkmış olan Musevi, Pagan, ve
Pers geleneklerinden etkilenerek oluşmuştur. İsrail topraklarının milattan önce
ikinci yüzyıl sıralarında ayni dönem ortaya çıkmış Museviliğin de etkisiyle her
türden yeni dinsel/politik arayışın zemini olduğu bilinmektedir. M.Ö 6.
Yüzyılda İsrail’deki kabileler arasında kavga ve kargaşa sürerken, çeşitli
gruplar arasında vahiy inancı hâkimdi. Bunlar arasında belki de en bilineni,
Lut Gölü kıyısında bulunan Qumran’daki mağara ve oyuklarda yaşayan
Esseniler’di. Hatta İsa’nın ve Vaftizci Jhon’un dahi kendi hareketlerinde lider
konuma gelmeden önce bu toplulukların üyesi oldukları varsayımı birçok yazar
tarafından dile getirilmiştir. Qumran’daki bu dinsel grupların Dualist (İkici,
dünyayı karşıt ikilikler üzerinden algılama) bir dünya görüşüne sahip oldukları
bilinmektedir. Buna göre evren iyicil cennet güçleriyle, kötücül cehennem
güçlerinin sürekli mücadele ettiği bir savaş arenasıdır; insan da bu savaşın
mikrokozmosudur: ‘Yalan ve doğruluk güçleri insanın kalbinde sürekli mücadele
halindedir. Bir insanda doğruluk ne kadar ağır basıyorsa yalandan o kadar
nefret eder, yine bir insanda yalan ne kadar ağır basıyorsa doğruluktan o kadar
nefret eder’6
Sonraki dönemlerde ortaya çıkan Gnostik okullardaki
gibi, bu vahiyselci gruplar da, ‘ezoterik, yani aniden tecelli eden tanrısal
bilgeliğin ve gönle doğan bilginin özgürleştirici, arındırıcı olduğu’ fikrini
öğretilerinde çok yoğun biçimde işlemişlerdir. Tanrısal gizemlerin sırrına
vakıf olmak kesin bir kurtuluşun güvencesidir; bilgi ya da biliş ile selamet
arasında çok yoğun, sıkı bir ilişki vardır.”7
Bazı farklılıklara rağmen, Gnostikler’in Musevi
okullarından devralıp sürdürdükleri pek çok inanç ve ritüel olduğu açıktır. Her
iki gelenekte de tek bir tanrı dan ziyade iki tanrının varlığına vurgu yapan düalist
bir dünya görüşüne sahiptir. Evreni yaratmış olan tanrı; ‘gerçek tanrı olarak
isimlendirilen ve her zaman için maddi dünya düzleminde kalan tanrıdan farklı
bir tanrıdır. Yaratıcı olan tanrı en kötü ihtimalle kötücül ve uğursuz, en iyi
ihtimalle de ‘kifayetsiz ve kör’ olarak resmedilmiştir. Melekleri ya da çocukları
‘arkhon’ ismiyle anılan bu tanrının, insanı maddi dünya denen girdaba çekerek
kendi öz doğasından uzaklaştıran bir tanrı olduğu düşünülmektedir. Musevilikten
Gnostisizm’e geçmiş olması muhtemel bir başka gelenek ise, M.Ö birinci ve
dördüncü yüzyıllar arasında gelişmiş olan Bilgelik Geleneği’dir. Pers geleneği,
Zerdüştçülük ve Yunan kökenli gelenekler de Gnostisizm’in şekillenmesinde
etkili olmuştur. Zerdüştçülük kaynaklı olan düalizmler, diriliş ve Hesap Günü
gibi kavramlar Gnostik düşüncede de karşımıza çıkan kavramlardır. Zerdüştçülükte
var olan çift Tanrı anlayışı asırlar sonra Gnostisizm’de de farklı biçimlerde
ortaya çıkmıştır. Gerçek Tanrı maddi dünyanın dışında konumlanırken, Yaratıcı
Tanrı olarak bilinen tanrı, çoğu kez kibirli ve etkisiz bir tanrı olarak
sunulmuştur. Bu tanrı Eski Ahit’in tanrısını çağrıştıracak pek çok nitelik
taşımaktadır, dolayısıyla bu durumun bazı Gnostik öğelerin Musevilikten
devrolan mirasa olan tepki sonucu oluştuğunu düşündürmektedir. Daha az itibar
edilen yaratıcı Tanrı Demiurge adını almıştır, bu değişim Yunan geleneğinin
Gnostisizm’e yapmış olduğu etkinin bir kanıtıdır. Demiurges sözcüğü, yarı-yapıcı
anlamına gelen Yunanca kökenli sözcük Demiurgos’tan türemiştir, yine ‘gnosis’
Yunanca kökenli bir sözcüktür. Dikkatlice incelendiğinde Gnostik düşünce
sistematiğinde kullanılan terminolojinin büyük ölçüde Yunan felsefesinde
kullanılan kavramsal dilden türetilmiş olduğu rahatlıkla görülebilir. Dolayısıyla
Yunanlıların ilgilendikleri konular büyük ölçüde Gnostikler’i de
ilgilendirmiştir; tanrının doğası, ruh ve dünya; Demiurge ve ‘bilinmeyen’
tanrı; kötülüğün kökeni ve doğası; ruhun maddi dünyanın girdabında kaybolması;
yine zihin/madde, kader/özgürlük gibi geleneksel düalist yarılmalar. Yunan
geleneğinden devrolan akılcı/sorgulayıcı yaklaşım Gnostikler’i de bir ölçüde
etkilemiştir.
Gnostisizm’in kökenine dair tartışmaların ortaya
koyduğu diğer bir argüman ise, onun Musevi, Pers ve Yunan geleneklerinden gelen
unsurları yeni bir sentezde bütünleştirmiş yeni ve farklı bir din olduğudur.
Gnostik topluluklar egemen ve dayatmacı öğretilere
çoğunlukla karşıdırlar. Öyle ki onlar için aforoz ve dışlama konusu olan asıl
şey inançlar arasında katı bir hiyerarşi kurmaktır. Gnostisizmle ana akım
Hıristiyanlık arasındaki temel fark, gnostisizmin insanı selamete ulaştıracak
şeyin inançtan ziyade gnosis olduğunu savunmasıdır.
Gnostikler için tarihin ve dogmaların altında yatan
derin gerçekliği açığa çıkardığını düşündüklerinden mit ve yaratıcılık çok
özeldir.
Gnostik
Yaratılış Mitleri
Gnostik yaratılış mitlerine göre gerçek tanrı,
düşünceyi temsil eden dişil tanrısal ilke Ennoia ile birlikte özsel yoğunluk
anlamına ‘Pleroma’ ülkesinde yaşardı. O aslında nesneleri yaratan değildi,
bundan ziyade onları kendisinden türeten ve oluşturan bir varlıktı. Tevrat’ta
ve İncil’ de olduğu gibi iradi ve kasıtlı bir tanrı çizgisi yoktur. Yani ‘şimdi
de ışık olsun’ dediğinde ışık olmuyordu. Gnostiklere göre, ‘Gerçek Tanrı’nın
nefes alış verişi gibi rutin ve olağan bir biçimde gerçekleşiyordu. Varlık
katlarının gelişip örgütlenmesi neticesinde, ‘ulaşılması imkânsız sonsuzluk’,
erişilmesi imkânsız ideal durum anlamına gelen “aeon” adıyla anılan tanrısal
figürler ortaya çıktı. Tanrısal bilgeliği temsil eden ve tanrıların en genci
olan Sophia bu nedenle Gerçek Tanrı’dan daha ileridir, onun gerçek tanrıyı
bilme tutkusu neticesinde doğuş ve oluş söz konusu olur. Tüm bu süreç kocasının
bilgisi ve katılımı olmadan kendiliğinden gerçekleşir. Oluş neticesinde sonradan maddeye dönüşecek
olan karanlık kaos ortaya çıkar; ancak bu kaos evresi oldukça cansız ve yavaş
ilerleyen bir süreçtir; ‘çok derin sular ve sonsuz bir karanlık’tır. Gnostik
metinler bu olayı çocuğun ölü doğuşuna benzetmektedirler. Karanlıktan çok
rahatsız olan Sophia sonunda onu
altedecek bir varlık yaratmaya karar verir; dünyanın yaratıcısı, “Çocuksu
Tanrı” anlamına gelen laldaboath isminde yüzü aslan yüzüne benzeyen bir
hermafrodit yaratır. Buradaki laldaboath isimli yaratık yaratıcı tanrı
Demiurge’den başkası değildir, annesinin kim olduğundan dahi haberi yoktur.
Sophia ona defalarca kendisinden daha yüce güçlerde bulunduğunu anlatmayı dener
ancak laldaboath hiçbir biçimde bu sözlere kulak asmaz ve göğü, yeryüzünü
yaratarak bu dünyanın başkan Arkhon’u olur. (yunanca kökenli olan bu sözcük
sıradan görevli anlamında kullanılmaktadır.) Sonrasında Demiurge başka
arkhonlar da yaratır, bunlardan her biri, yedi kat olan gökyüzünün bir katına
hükmeder ancak başkan arkhon dahil olmak üzere tüm arkhonlar göğün sekizinci
katında ikamet eden Sophie Hükümranlığı altındadır. Demiurge’un ülkesine en uzak olan gerçek
tanrının mekanıdır. Laldaboath ve arkhonlar zamanlarının büyük kısmını
birbiriyle savaşarak geçirirler. Lucifer’in bozguna uğradığı ana akım
Hıristiyan efsanesi, Gnostik mitolojide “Gökler Savaşı” adıyla bilinmektedir.
Zamanla laldaboath ‘benden başka tanrı yoktur’ diyecek kadar ileri gitmiştir ki
onun Eski Ahit’in tanrısıyla ilişkilendirilmesi bu nedenledir, çünkü Eski
Ahit’in tanrısı da aşağı yukarı aynı sözleri söylemiştir. Bu sözleri duyan
Sophia ona ‘yanlış yapıyorsun Samael’ der. (Samael kör, anlayışsız tanrı
anlamına gelmektedir.) Laldaboath da ona evrende kendisinden daha üstün bir güç
olmadığını, varsa da mutlaka kendisine gösterilmesi gerektiğini söyler. Bunun
üzerine göğün en yüksek katlarından yeryüzüne bir ışık huzmesi düşer ve
laldaboath bu ışık halesi içinde belli belirsiz bir insan sureti görür ve çok
utanır. Bu insan İlahi Nur’un Ademi olarak bilinen kişidir, hasetten deliye
dönen laldaboath , arkhonlarına talimat vererek kendi Adem’lerini yaratmaya
soyunur ve o da bir Adem yaratmış olur. Ancak yaratılan insanın ruhu eksiktir.
Bunun üzerine Sophia nasıl laldaboath’a nefesiyle yaşam verdi ise, Adem’e de
yine nefesiyle ruh üfler ve Adem ile Havva’nın hikayesi ismiyle günümüze kadar
gelmiş olan efsaneye geçilmiş olur.
9
Söz sanatlarına ve mitolojiye son derece düşkün olan
Gnostikler, Adem ile Havva’yı varlıkları Ahit’in ilk kitabı olan Genesis’teki
anlatımlarla kanıtlanmış olan ilk insanlar olarak değil bundan ziyade tinsel ve
ruhsal yapımızın kişileştirilmiş ifadeleri olarak görmektedirler.
Popüler
Kültürümüzde Gnostik Temalar
Bugün popüler kültürün bir çok alanında (bilgisayar
oyunları, internet, çizgi roman, tv dizileri ve Hollywod sineması) Gnostik
mitleri çeşitli düzeylerde görmekteyiz. Thruman Show isimli film 1959 yılında
Philip Dick’in yazmış olduğu Ot Molası isimli romanla ciddi paralellikler
taşımaktadır. Dick’in Gnostik vizyonunun şekillenmesinde bilgisayar oyuları,
filmler ve çizgi romanlar gibi pek çok kaynak rol oynamıştır. Örneğin Neil
Gaiman’ın yazmış olduğu Sandman isimli çizgi roman kozmolojik yapısı itibarı
ile açık biçimde Gnostik bir eserdir. Yine Allan Moore’un yazmış olduğu The
Watchmen isimli çizgi roman da aynı şekilde Gnostik nitelikler taşır. Gnostik
kavramların en iyi yansıtıldığı popüler kültür eseri hiç şüphesiz Watchowski
Kardeşlerin yönetmenliğinde çekilen The Matrix’dir. Bu filmde de yine yazar Dick’in
etkisi çok açık biçimde görülür, genel itibarı ile Gnostik bir dünya görüşünü
yansıtmaktadır. Filmde bir bilgisayar Hacker’ı olan Neo’nun dünyanın aslında
dev bir bilgisayar simülasyonu olduğunu andan itibaren yaşadığı dehşetli bilinçlenme
süreci anlatılmaktadır. Tüm bu simülasyonun temek işlevi, insanı ve insanlığı
bu simülasyonu yapılandıran bağımlı bir kölelik konumunda tutmaktır. Filmin
sonunda ise izleyici, bu makinelerin aslında insan tarafından yaratılmış yapay zekânın
ürünü olan aletler olduğunu anlar. Ne ki sonradan yaratıcılarına isyan
edecekler ve onları köleleştirip kendileri yararına kullanacaklardır. Filmde
ana akım Hıristiyanlığa dair çeşitli öğeler olsa da, filmin kurgusunda
çoğunlukla Gnostik kaynaklara başvurulmuştur. Film, bilgisayarın başında
uyuklayan Neo’nun ekranında aniden beliren “Uyan Neo” yazısı ile irkilmesiyle
başlar. Filmin ana teması olarak da görülebilecek bu cümlenin Gnostik karakteri
olduğunu söylemeye gerek yoktur. Neo’ya uyanış sürecinde yardımcı olan Trinity
ve Morpheus aeonlara karşılık gelirken, onu Matrix sınırları içinde tutmaya
çalışan Ajan Smith ise Matrix evreninin arkhonudur denilebilir. Bundan başka
filmde, Gnostik yazında görüşün, uyanışın, bilişin ve aydınlığın karşıtı olarak
kullanılan körlük, uyku, cehalet, düşleme ve karanlık gibi ifadeler de yoğun
olarak kullanılmıştır. Başkarakter Neo da zaten uyku ve karanlıktan çıkıp
uyanış ve aydınlığa varmaya çalışan güncel bir Gnostiğe karşılık gelmektedir. 10
Gnostik inanca göre gnosis: bir manzarayı izlerken,
bir müzik parçasını dinlerken, ya da zihnin açık olduğu, sakin bir ortamda
kendini dinlerken, kısacası olağan gündelik hayatı sürdürürken hiç beklenmedik
bir anda bireye kendi varlığını duyuran bir oluştur.
Dipnotlar
1Martin
Sean, Gnostikler, Kalkedon
Yayınları, İstanbul, 2010, S:16
2
Age, S:17
3
Age, S:18
4
Age, S:19
5
Age, S:20
6
Age, S:27
7
Age, S: 27
8
Age, S:28
9
Age, S: 43
10
http://www.unomaha.edu/jrf/gnostic.htm
Bu konuda bilgi edinebileceğim başka kaynaklar var mı elinizde?
YanıtlaSilŞimdiden teşekkür ederim.