9 Kasım 2012 Cuma

GNOSTİKLER


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
GNOSTİKLER VE POPÜLER KÜLTÜRE ETKİLERİ?
Gnostik sözcüğü, eski Yunanca’da “bilgi” anlamına gelen gnosis sözcüğünden gelmektedir. Bu söz en genel anlamıyla “bilmek” anlamını verse de Yunanlılar “bilme”nin iki ayrı biçimi olduğunu varsayıyorlardı. Bunlardan ilki “Delphi’de bir kâhin olduğunu biliyorum” cümlesindeki gibi kişinin kendi varlığının dışındaki kaynaklardan edindiği bilgilerdi. (örneğin kitap okumak, başkalarıyla konuşmak ya da daha güncel bir örnek olarak televizyon izlemek, internete girmek gibi…) ikincisi ise daha kişisel, daha doğrudan ve sezgisel olan bir bilgi türüydü, birinin “Delphi’deki kâhinin bana ne söylediğini biliyorum” dediğinde söylemek istediği şeye karşılık geliyordu. Çünkü bunu söyleyen kişi Delphi’ye bizzat gitmiş ve kâhini tanımıştı. Gnostisizm’i de karakterize eden şey de aslında ikincisi, yani daha doğrudan ve öznel olan bilgiydi. Ünlü ruhbilimci Karl Jung da bu anlamda bir gnostiktir. Zamanının büyük bölümünü gnostik metinleri ve gnostik düşünceyi incelemeye ayırdığı 1959 yılında, BBC televizyonu ile yapmış olduğu röportajda Gnostik bakışı çok yalın ve özlü biçimde anlatmıştır. Özellikle Jung’un tanrıya inanıp inanmadığı sorulduğunda verdiği yanıt çok ilginçtir: “İnana bildiğimi söyleyemem, ama onu tanıyorum”. 1
1966 yılında İtalya’nın Messina kentinde, Gnosis ve Gnostisizm sözcüklerinin anlamı üzerine düzenlenen bilimsel konferansın sonuç bildirgesinde Gnostisizm erken orta çağda ortaya çıkıp gelişen dinsel sistemler olarak tanımlanırken, Gnosis ise kişinin/topluluğun ulaştığı bilgelik düzeyi olarak tanımlanmıştır. Buna göre kişi Gnosis’e sahip olabilir ancak bu onun zorunlu olarak Gnostik olduğu anlamına gelmez. Siyaset bilimi kuramcısı Eric Voegelin Gnostisizm terimini “genel anlamda bir yabancılaşma hissi ve toplumsal yaşamdan kopuk olma durumu” olarak tanımlamaktadır. Voegelin, kuramının sonuç bölümünde Gnostisizm’i Marksizm, Komünizm ve Nazizm gibi ideolojilerle yan yana aynı başlık içinde ele almış, tüm bu hareketleri dünyaya kargaşalık getiren hareketler olarak lanse etmiştir. Voegelin’in bu tanımlamasından sonra Gnostisizm tartışmaları daha da alevlenmiştir.
Gnostik eğilimler bugüne kadar birçok yazar, düşünür ve siyasal/spiritüel hareket üzerinde etkili olmuştur. Yine pek çok bilgisayar oyununda, çizgi romanda ve Hollywood filmlerinde görülebileceği gibi çok geniş bir alan olan kitle kültürü üzerinde de etki bırakmıştır. Franz Kafka, Goethe, William Blake, Herman Melville, Albert Camus, Hegel, Nietzche, WB Yeats, varoluşçular, hemen hemen tüm teosofistler, Jack Kerouac, Philip K Dick; Xenosaga gibi bilgisayar oyunları, Sandman ve Promethea gibi çizgi romanlar, Truman Show ve Matrix gibi filmler. Tüm bu kişi ve unsurlar Gnostisizm’in etki alanı içinde düşünülebilir.  Sean Martin, Gnostikler kitabında tüm bu unsurları birbirine bağlayan şeyin ne olduğunu daha iyi anlamanın yolunun; “kesikli ilerleyen, uzun ve karmaşık bir tarihçenin izini sürmek gerekebilir. Bu tarihçe Roma İmparatorluğu’nun baskısı altında yaşayan ilk Yunanlı Ermişlerle başlar ve – bu tarihin bir sonu varsa şayet – Keanu Reeves’i sinema salonunda izleyen seyircilerin karanlıktaki siluetlerinin önündeki dev ekranda beliren “Uyan Artık Neo” yazısıyla biter” 2 demektedir.
Mısırlı Muhammed Ali El-Samman ve kardeşinin 1945 yılının son ayında, tarlalarında gübre toplamaya gittikleri bir günde buldukları Nag Hammadi Külliyatı’na değin Gnostiklerle ilgili bilgiler sadece, onları çoğunlukla “sapkın”lar olarak gören erken dönem Hıristiyan piskoposlar/papazların el yazmaları olmuştur. “Gnostikleri aşağılayan ilk Hıristiyanlık savunucularından Şehit Justin, yazmış olduğu İkinci Savunma adlı eserde Simon Magus, Valentinus ve Marcion gibi çok önemli Gnostik figürleri ‘şeytani ve yalancı’ kişilikler olarak sunmuştur. İkinci yüzyılın son döneminde Lyon Başpiskoposu olan İraneus; yazılarında, Simon Magus’u baş Gnostik olarak tabir etmiş ve ‘Sapkınların Sapkını’ olarak nitelediği bu kişinin Kilise’nin baş düşmanı olduğunu ileri sürmüştür”. 3
Ana akım Hıristiyanlıkta sapkınlar sapkını olarak lanse edilen Simon Magus’un Aziz Peter ile olan uydurma hikâyesinde; iddiaya göre Simon, Aziz Peter’in gerçek tanrıyı inkâr edip sahte bir tanrıya inanması için pek çok büyü yapmıştır; çünkü Simon’a göre gerçek tanrı ve yaratıcı tanrı iki ayrı varlık olup tek ve aynı değildir. (ki bu da Gnostisizm’de çok önemli, merkezi bir ilkedir).  Simon’un hayatında ve öğretilerinde, bugün Gnostisizm’in temeli sayılan pek çok ilke ve unsuru ayırt etmek mümkündür. Örneğin beşeri tanrı anlayışı, yani her birimizin içinde ilahi bir kıvılcım taşıdığını varsayan Gnostik ilke - temelde her birimiz gerçek tanrının bir parçasıyızdır- ilk olarak Simon tarafından en açık şekliyle ifade edilmiştir. Yine Tyre genelevinde Helena isimli bir kadına olan yaklaşımı da bu bakış açısını yansıtmaktadır. Simon, bu kadını tanrısal bilgeliğin (Sophia’nın) vücut bulmuş bir sureti olarak görmüş ve günahlarını affetmesi için tanrıya yalvarmıştır. 4 Simon’un yalnızca isminin telaffuz edilmesi bile dönemin ruhban sınıfının çileden çıkması için yeterliydi. Özellikle ikinci yüzyılın başından itibaren Simon’un öğretisinin popülerleşmesi, ana akım Hıristiyan savunucularının sert tepkisi ile karşılaşmalarına neden olmuştur. Gnostikler’in İsa’nın fiziksel anlamda dirilişini reddetmesini şiddetle eleştirmişler, İsa’nın mezardan çıkarak yükseleceğine inanmayan herkesi sapkınlıkla suçlamışlardır. Hatta İraneus’un “dirilişe, saçma olduğu için inanılmalıdır” sözü tarihe geçmiştir.5
Gnostisizm’in Kökenleri
Gnostisizm’in kökenlerinin, birinci yüzyılda ortaya çıktığına yönelik olarak ortaya atılan görüşler, daha çok Kilise papazlarının el yazmalarının etkisiyle oluşmuş yanlış bir varsayımdır. Aslında bu varsayım doğru gibi görünse de tam anlamıyla gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Gnostisizm aslında kaynağını Hıristiyanlık öncesi ortaya çıkmış olan Musevi, Pagan, ve Pers geleneklerinden etkilenerek oluşmuştur. İsrail topraklarının milattan önce ikinci yüzyıl sıralarında ayni dönem ortaya çıkmış Museviliğin de etkisiyle her türden yeni dinsel/politik arayışın zemini olduğu bilinmektedir. M.Ö 6. Yüzyılda İsrail’deki kabileler arasında kavga ve kargaşa sürerken, çeşitli gruplar arasında vahiy inancı hâkimdi. Bunlar arasında belki de en bilineni, Lut Gölü kıyısında bulunan Qumran’daki mağara ve oyuklarda yaşayan Esseniler’di. Hatta İsa’nın ve Vaftizci Jhon’un dahi kendi hareketlerinde lider konuma gelmeden önce bu toplulukların üyesi oldukları varsayımı birçok yazar tarafından dile getirilmiştir. Qumran’daki bu dinsel grupların Dualist (İkici, dünyayı karşıt ikilikler üzerinden algılama) bir dünya görüşüne sahip oldukları bilinmektedir. Buna göre evren iyicil cennet güçleriyle, kötücül cehennem güçlerinin sürekli mücadele ettiği bir savaş arenasıdır; insan da bu savaşın mikrokozmosudur: ‘Yalan ve doğruluk güçleri insanın kalbinde sürekli mücadele halindedir. Bir insanda doğruluk ne kadar ağır basıyorsa yalandan o kadar nefret eder, yine bir insanda yalan ne kadar ağır basıyorsa doğruluktan o kadar nefret eder’6
Sonraki dönemlerde ortaya çıkan Gnostik okullardaki gibi, bu vahiyselci gruplar da, ‘ezoterik, yani aniden tecelli eden tanrısal bilgeliğin ve gönle doğan bilginin özgürleştirici, arındırıcı olduğu’ fikrini öğretilerinde çok yoğun biçimde işlemişlerdir. Tanrısal gizemlerin sırrına vakıf olmak kesin bir kurtuluşun güvencesidir; bilgi ya da biliş ile selamet arasında çok yoğun, sıkı bir ilişki vardır.”7
Bazı farklılıklara rağmen, Gnostikler’in Musevi okullarından devralıp sürdürdükleri pek çok inanç ve ritüel olduğu açıktır. Her iki gelenekte de tek bir tanrı dan ziyade iki tanrının varlığına vurgu yapan düalist bir dünya görüşüne sahiptir. Evreni yaratmış olan tanrı; ‘gerçek tanrı olarak isimlendirilen ve her zaman için maddi dünya düzleminde kalan tanrıdan farklı bir tanrıdır. Yaratıcı olan tanrı en kötü ihtimalle kötücül ve uğursuz, en iyi ihtimalle de ‘kifayetsiz ve kör’ olarak resmedilmiştir. Melekleri ya da çocukları ‘arkhon’ ismiyle anılan bu tanrının, insanı maddi dünya denen girdaba çekerek kendi öz doğasından uzaklaştıran bir tanrı olduğu düşünülmektedir. Musevilikten Gnostisizm’e geçmiş olması muhtemel bir başka gelenek ise, M.Ö birinci ve dördüncü yüzyıllar arasında gelişmiş olan Bilgelik Geleneği’dir. Pers geleneği, Zerdüştçülük ve Yunan kökenli gelenekler de Gnostisizm’in şekillenmesinde etkili olmuştur. Zerdüştçülük kaynaklı olan düalizmler, diriliş ve Hesap Günü gibi kavramlar Gnostik düşüncede de karşımıza çıkan kavramlardır. Zerdüştçülükte var olan çift Tanrı anlayışı asırlar sonra Gnostisizm’de de farklı biçimlerde ortaya çıkmıştır. Gerçek Tanrı maddi dünyanın dışında konumlanırken, Yaratıcı Tanrı olarak bilinen tanrı, çoğu kez kibirli ve etkisiz bir tanrı olarak sunulmuştur. Bu tanrı Eski Ahit’in tanrısını çağrıştıracak pek çok nitelik taşımaktadır, dolayısıyla bu durumun bazı Gnostik öğelerin Musevilikten devrolan mirasa olan tepki sonucu oluştuğunu düşündürmektedir. Daha az itibar edilen yaratıcı Tanrı Demiurge adını almıştır, bu değişim Yunan geleneğinin Gnostisizm’e yapmış olduğu etkinin bir kanıtıdır. Demiurges sözcüğü, yarı-yapıcı anlamına gelen Yunanca kökenli sözcük Demiurgos’tan türemiştir, yine ‘gnosis’ Yunanca kökenli bir sözcüktür. Dikkatlice incelendiğinde Gnostik düşünce sistematiğinde kullanılan terminolojinin büyük ölçüde Yunan felsefesinde kullanılan kavramsal dilden türetilmiş olduğu rahatlıkla görülebilir. Dolayısıyla Yunanlıların ilgilendikleri konular büyük ölçüde Gnostikler’i de ilgilendirmiştir; tanrının doğası, ruh ve dünya; Demiurge ve ‘bilinmeyen’ tanrı; kötülüğün kökeni ve doğası; ruhun maddi dünyanın girdabında kaybolması; yine zihin/madde, kader/özgürlük gibi geleneksel düalist yarılmalar. Yunan geleneğinden devrolan akılcı/sorgulayıcı yaklaşım Gnostikler’i de bir ölçüde etkilemiştir.
Gnostisizm’in kökenine dair tartışmaların ortaya koyduğu diğer bir argüman ise, onun Musevi, Pers ve Yunan geleneklerinden gelen unsurları yeni bir sentezde bütünleştirmiş yeni ve farklı bir din olduğudur.
Gnostik topluluklar egemen ve dayatmacı öğretilere çoğunlukla karşıdırlar. Öyle ki onlar için aforoz ve dışlama konusu olan asıl şey inançlar arasında katı bir hiyerarşi kurmaktır. Gnostisizmle ana akım Hıristiyanlık arasındaki temel fark, gnostisizmin insanı selamete ulaştıracak şeyin inançtan ziyade gnosis olduğunu savunmasıdır.  
Gnostikler için tarihin ve dogmaların altında yatan derin gerçekliği açığa çıkardığını düşündüklerinden mit ve yaratıcılık çok özeldir.
Gnostik Yaratılış Mitleri
Gnostik yaratılış mitlerine göre gerçek tanrı, düşünceyi temsil eden dişil tanrısal ilke Ennoia ile birlikte özsel yoğunluk anlamına ‘Pleroma’ ülkesinde yaşardı. O aslında nesneleri yaratan değildi, bundan ziyade onları kendisinden türeten ve oluşturan bir varlıktı. Tevrat’ta ve İncil’ de olduğu gibi iradi ve kasıtlı bir tanrı çizgisi yoktur. Yani ‘şimdi de ışık olsun’ dediğinde ışık olmuyordu. Gnostiklere göre, ‘Gerçek Tanrı’nın nefes alış verişi gibi rutin ve olağan bir biçimde gerçekleşiyordu. Varlık katlarının gelişip örgütlenmesi neticesinde, ‘ulaşılması imkânsız sonsuzluk’, erişilmesi imkânsız ideal durum anlamına gelen “aeon” adıyla anılan tanrısal figürler ortaya çıktı. Tanrısal bilgeliği temsil eden ve tanrıların en genci olan Sophia bu nedenle Gerçek Tanrı’dan daha ileridir, onun gerçek tanrıyı bilme tutkusu neticesinde doğuş ve oluş söz konusu olur. Tüm bu süreç kocasının bilgisi ve katılımı olmadan kendiliğinden gerçekleşir.  Oluş neticesinde sonradan maddeye dönüşecek olan karanlık kaos ortaya çıkar; ancak bu kaos evresi oldukça cansız ve yavaş ilerleyen bir süreçtir; ‘çok derin sular ve sonsuz bir karanlık’tır. Gnostik metinler bu olayı çocuğun ölü doğuşuna benzetmektedirler. Karanlıktan çok rahatsız olan Sophia  sonunda onu altedecek bir varlık yaratmaya karar verir; dünyanın yaratıcısı, “Çocuksu Tanrı” anlamına gelen laldaboath isminde yüzü aslan yüzüne benzeyen bir hermafrodit yaratır. Buradaki laldaboath isimli yaratık yaratıcı tanrı Demiurge’den başkası değildir, annesinin kim olduğundan dahi haberi yoktur. Sophia ona defalarca kendisinden daha yüce güçlerde bulunduğunu anlatmayı dener ancak laldaboath hiçbir biçimde bu sözlere kulak asmaz ve göğü, yeryüzünü yaratarak bu dünyanın başkan Arkhon’u olur. (yunanca kökenli olan bu sözcük sıradan görevli anlamında kullanılmaktadır.) Sonrasında Demiurge başka arkhonlar da yaratır, bunlardan her biri, yedi kat olan gökyüzünün bir katına hükmeder ancak başkan arkhon dahil olmak üzere tüm arkhonlar göğün sekizinci katında ikamet eden Sophie Hükümranlığı altındadır.  Demiurge’un ülkesine en uzak olan gerçek tanrının mekanıdır. Laldaboath ve arkhonlar zamanlarının büyük kısmını birbiriyle savaşarak geçirirler. Lucifer’in bozguna uğradığı ana akım Hıristiyan efsanesi, Gnostik mitolojide “Gökler Savaşı” adıyla bilinmektedir. Zamanla laldaboath ‘benden başka tanrı yoktur’ diyecek kadar ileri gitmiştir ki onun Eski Ahit’in tanrısıyla ilişkilendirilmesi bu nedenledir, çünkü Eski Ahit’in tanrısı da aşağı yukarı aynı sözleri söylemiştir. Bu sözleri duyan Sophia ona ‘yanlış yapıyorsun Samael’ der. (Samael kör, anlayışsız tanrı anlamına gelmektedir.) Laldaboath da ona evrende kendisinden daha üstün bir güç olmadığını, varsa da mutlaka kendisine gösterilmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine göğün en yüksek katlarından yeryüzüne bir ışık huzmesi düşer ve laldaboath bu ışık halesi içinde belli belirsiz bir insan sureti görür ve çok utanır. Bu insan İlahi Nur’un Ademi olarak bilinen kişidir, hasetten deliye dönen laldaboath , arkhonlarına talimat vererek kendi Adem’lerini yaratmaya soyunur ve o da bir Adem yaratmış olur. Ancak yaratılan insanın ruhu eksiktir. Bunun üzerine Sophia nasıl laldaboath’a nefesiyle yaşam verdi ise, Adem’e de yine nefesiyle ruh üfler ve Adem ile Havva’nın hikayesi ismiyle günümüze kadar gelmiş olan efsaneye geçilmiş olur. 9
Söz sanatlarına ve mitolojiye son derece düşkün olan Gnostikler, Adem ile Havva’yı varlıkları Ahit’in ilk kitabı olan Genesis’teki anlatımlarla kanıtlanmış olan ilk insanlar olarak değil bundan ziyade tinsel ve ruhsal yapımızın kişileştirilmiş ifadeleri olarak görmektedirler.
Popüler Kültürümüzde Gnostik Temalar
Bugün popüler kültürün bir çok alanında (bilgisayar oyunları, internet, çizgi roman,  tv dizileri ve Hollywod sineması) Gnostik mitleri çeşitli düzeylerde görmekteyiz. Thruman Show isimli film 1959 yılında Philip Dick’in yazmış olduğu Ot Molası isimli romanla ciddi paralellikler taşımaktadır. Dick’in Gnostik vizyonunun şekillenmesinde bilgisayar oyuları, filmler ve çizgi romanlar gibi pek çok kaynak rol oynamıştır. Örneğin Neil Gaiman’ın yazmış olduğu Sandman isimli çizgi roman kozmolojik yapısı itibarı ile açık biçimde Gnostik bir eserdir. Yine Allan Moore’un yazmış olduğu The Watchmen isimli çizgi roman da aynı şekilde Gnostik nitelikler taşır. Gnostik kavramların en iyi yansıtıldığı popüler kültür eseri hiç şüphesiz Watchowski Kardeşlerin yönetmenliğinde çekilen The Matrix’dir. Bu filmde de yine yazar Dick’in etkisi çok açık biçimde görülür, genel itibarı ile Gnostik bir dünya görüşünü yansıtmaktadır. Filmde bir bilgisayar Hacker’ı olan Neo’nun dünyanın aslında dev bir bilgisayar simülasyonu olduğunu andan itibaren yaşadığı dehşetli bilinçlenme süreci anlatılmaktadır. Tüm bu simülasyonun temek işlevi, insanı ve insanlığı bu simülasyonu yapılandıran bağımlı bir kölelik konumunda tutmaktır. Filmin sonunda ise izleyici, bu makinelerin aslında insan tarafından yaratılmış yapay zekânın ürünü olan aletler olduğunu anlar. Ne ki sonradan yaratıcılarına isyan edecekler ve onları köleleştirip kendileri yararına kullanacaklardır. Filmde ana akım Hıristiyanlığa dair çeşitli öğeler olsa da, filmin kurgusunda çoğunlukla Gnostik kaynaklara başvurulmuştur. Film, bilgisayarın başında uyuklayan Neo’nun ekranında aniden beliren “Uyan Neo” yazısı ile irkilmesiyle başlar. Filmin ana teması olarak da görülebilecek bu cümlenin Gnostik karakteri olduğunu söylemeye gerek yoktur. Neo’ya uyanış sürecinde yardımcı olan Trinity ve Morpheus aeonlara karşılık gelirken, onu Matrix sınırları içinde tutmaya çalışan Ajan Smith ise Matrix evreninin arkhonudur denilebilir. Bundan başka filmde, Gnostik yazında görüşün, uyanışın, bilişin ve aydınlığın karşıtı olarak kullanılan körlük, uyku, cehalet, düşleme ve karanlık gibi ifadeler de yoğun olarak kullanılmıştır. Başkarakter Neo da zaten uyku ve karanlıktan çıkıp uyanış ve aydınlığa varmaya çalışan güncel bir Gnostiğe karşılık gelmektedir. 10
Gnostik inanca göre gnosis: bir manzarayı izlerken, bir müzik parçasını dinlerken, ya da zihnin açık olduğu, sakin bir ortamda kendini dinlerken, kısacası olağan gündelik hayatı sürdürürken hiç beklenmedik bir anda bireye kendi varlığını duyuran bir oluştur.

Dipnotlar
1Martin Sean, Gnostikler, Kalkedon Yayınları, İstanbul, 2010, S:16
2 Age, S:17
3 Age, S:18
4 Age, S:19
5 Age, S:20
6 Age, S:27
7 Age, S: 27
8 Age, S:28
9 Age, S: 43
10 http://www.unomaha.edu/jrf/gnostic.htm


1 yorum:

  1. Bu konuda bilgi edinebileceğim başka kaynaklar var mı elinizde?
    Şimdiden teşekkür ederim.

    YanıtlaSil