Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
DUVARLARINI
AŞAN HİKÂYE (2)
DDR’ın dört duvarı arasında doğup, sınırların
kalkması için gençlik yıllarını bu uğurda mücadele ederek geçiren Birgit
Ziartidou, Devrimin tüm evrelerini sıcak olarak yaşamıştı. O, birçok özgürlükçü
Doğu Alman genci gibi Protestan Kiliselerinde örgütlenme şansı bulan bir
devrimciydi. İnsan özgürlüğüne karşı Komünizmi silah yapan Sovyetler Birliği
sadece bir insanlık suçu işlemiyor, Sosyalist Düşünceyi de lekeliyordu. Zira
Doğu Bloğu ülkelerinde yaşananlar Sosyalizm’den çok Faşizm İdeolojisinin
uygulamalarıyla doluydu. Dünya, Doğu
Almanya’da 1989 Ekim ayı itibariyle birçok büyük şehirde komünist rejim karşıtı
büyük gösterilere şahit olur. “Yeni Reform”, “Barış ve İnsan Hakları İçin Teşebbüs”
ve “Şimdi Demokrasi” gibi birçok komünist aleyhtarı siyasal grupların ortaya
çıkmasıyla olaylar kızışır. Gösterilerin kalbi Leipzig şehri, ayni zamanda
Martin
Luther’in 16. Yüzyıl başında Protestan inancının oluşmasında da önemli
rol oynamıştı, bu şehir. Tarihin cilvesine bakın ki; daha sonra Luther’in
Protestan Kiliseleri, Doğu Alman gençlerinin gizli örgütlenme yerleri olacak ve
Devrim yolunda çok hayati bir rol üstlenecekti. Leipzig Nikolai Kilisesi’nde
ateşlenen bu özgürlük mücadelesi hızla DDR’ın büyük şehirlerine yayılacaktır.
1989’a gelindiğinde bu gösterilere, 100-200 bin insan katılmaktaydı. Doğu Alman
Halkı tek ağızdan o sıralar çok popüler olan “We are the people” şarkısını
söylüyor ve “Duvar yıkılmalıdır” derken “hür seçim” istiyorlardı. İşte bu özgürlük
mücadelesini, Güney Lefkoşa’dan her zaman barış elini, tüm saflığıyla bizlere
uzatan Birgit Ziartidou’dan aktarmak istiyorum:
BURASI
GÜNEŞ BULVARI MI?
Batı
Berlin’i ilk görüşüm, ilkokuldayken ailemle Doğu Berlin’deki Köpenick bölgesinde
bulunan lunaparkta (Doğu Berlin’de bulunan lunapark Plaenterwald ŞP) kurulan
sirke gidişimleydi. S-Bahn’dan (hem doğu hem batı içinden geçen tramvay hattı
NP) indiğim an 300 m ilerde duvarları ve ötesinde güneş gibi parlayan bembeyaz
evleri gördüm. Doğu’da her şey gri ve bozuktu. Renk yok, reklam yok, her yer
cansız gibiydi. Babama (Werner Olszewski ŞP) güneş gibi parlayan bu evlerin
neresi olduğunu sordum. Babam, bana o bölgenin adının “Sonnenallee” olduğunu
söyledi. Sonnenallee, orası için bir yer adı olsa da “Sonne”(güneş) ve
“Allee”(bulvar) kelimelerinden oluştuğu için çocuk aklımla burayı gerçekten
güneş bulvarı sanmıştım. Zira Doğu’ya sanki güneş doğmuyormuş gibiydi. Ayrıca
bu yer için babam, seni vaftiz eden teyzenin yaşadığı yer demişti. Teyzemi,
duvarların örülmesinden bir sene sonra doğduğum için gidip ziyaret edemiyordum.
Okuldayken kullandığımız haritalardan yolların nasıl devam ettiğini bilmediğim için batıyla ilgili kafamda
bir şey canlandıramıyordum, Doğu haritalarımızda Batı Berlin denilen yer doğu
bloğu kara sınırıyla çevrili boş beyaz bir adacık şeklinde gösteriliyordu. Bugün Kıbrıs’ta kullandığımız resmi haritalarda güneyin kuzeyi, kuzeyin güneyi
göstermemesi gibi. Teyzem Batı’dan bizi ziyarete geldiğinde sakın, çikolata,
muz, mandalina, kalem gibi hediyeler getirirdi. Bunların çoğu Doğu’da da vardı
fakat tek farkı; çikolatanın içinde kakao olmaması, sakızın acı olmasıydı.
LUTHER’İN
EVİ DEVRİMİN YERİ
Berlin Utanç Duvarı’nın yıkılma hikâyesinde “Martin
Luther”* in yeri ve önemi
büyüktür. Zira Martin Luther’in 16.yy başında başlattığı Reform Hareketiyle ortaya
çıkan Protestanlık inancı yıllar sonra Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkı
sağlayacaktı. Aslında Almanya’da bulunan “Evangelische Kirchen” Protestan
Kiliseleri Luther’in sayesinde kurulmuşlardı. İşte bu kiliselerde
örgütlenecekti sistemden rahatsız olan Doğu Alman gençleri. Birgit Ziartidou’nun da bu kiliselerde
başlamıştı özgürlük mücadelesi. Dostumuz Birgit, liseye (Oberschule Strausberg
ŞP ) başladığı sene (14 yaşında) Hoppegarten’daki evlerine yakın olan Protestan
kilisesine (Neuenhagen Kirche ŞP) ilk kez babasıyla birlikte gitmişti. Gerisini
Birgit’ten aktaralım: “lisedeyken
okullarda din dersi yoktu. Fakat bir gelenek olarak 14 yaşına gelen Almanlar
aileleri ile kiliseye giderdi. O yaştan sonra İncil’dekiler öğrenilebilir,
isteyen kiliseye gidebilirdi. Ergenliğe ilk adım kutlaması şeklinde yapılır, 14
yaşına gelen genç, ailesi ve akrabaları tarafından hediyeler alırdı. Kiliseye ilk
gidişim, bir geleneği yerine getirmek amaçlı olsa da; orada, DDR’da bulamadığım
konuşma özgürlüğü ve kendi fikrimi rahatça söyleyebilme şansını yakalamam bir
genç olarak beni çok etkilemişti. Ailem dindar değildi. Bense Tanrı’ya
inanmıyorum. O günlerin atmosferinde DDR’ın tek yasaklayamadığı şey kiliseler
ve orada yapılan toplantılardı. DDR’da ağızdan ağza dolaşan hep bir söz vardı:
“üç kişi bir araya gelirse, biri muhakkak gizli polisti” ve maalesef bu
gerçekti. 14 yaşımdan itibaren evimize bir S-Bahn durağı uzaklığında bulunan
Neuenhagen Kilisesine bisikletle giderdim. Burada şu an hala en yakın arkadaşım
olan Gabi Witte ile gruplara katılmıştık. Bu gruplarda her şey konuşulur,
herkes kendi fikrini özgürce söylerdi. DDR yasaklı yazar Stefan Heym’ın
kitaplarını severek okurduk. Gabi her şeyi konuştuğum tek insandı. Gruplara
katıldığımızda bir gün Stefan Heym’ı orada gördük. O güne kadar gizlice
kitaplarını okuduğumuz insan bizim gruptaydı. Toplantıların yapıldığı günlerde
gelir, kitaplarından kesitler okurdu. Bu yüzden çok mutlu olmuştuk. Hatta
kendisinden imza bile almıştım.
Zaman zaman grubumuzu ziyarete gelen kardeş
şehir grupları oluyordu. Bizlere kendi ülkelerini ve yaşantılarını anlatıyorlardı.
Kilisede jazz konseri bile olmuştu. Gabi, bu gruplara katıldığımız için
üniversiteye gidemeyeceği ve iş bulamayacağı gibi korkulara kapılmıştı. Dört
yıl bitip üniversiteye başladığımızda ben Greifswald şehrinde bulunan
Greifswald Üniversitesine başladım. Artık bulunduğum bölgeye yakın yeni bir
kilise grubu bulmalıydım. Hatta bir gün arayışımın sonunda girdiğim kilisede
insanların gerçekten ilahiler okuduğunu, dualar ettiklerini gördüm. Aradığım
kilise bu değildi. Zira Katolik kiliselerinde böyle gruplar yoktu. Katolik
kiliseleri bunlara izin vermeyen muhafazakâr yapıdaydı. Aslında bu kilise
gruplarının ortaya çıkışı Leipzig şehrinde Nikolai Kirche’de (Nikolai Protestan
Kilisesi ŞP) başlamıştı. Bu Protestan kiliseleri olmasaydı biz, devrimi gerçekleştiremeyecektik.
Onun için verdiğimiz mücadelede Protestan kiliselerinin rolü büyüktü. Üniversite
öğrenimim boyunca da kendime uygun bir kilise grubu bulup toplantılara
katılmaya devam ettim. Üniversite öğrenimimin son yılında (1984), tıp öğrenimi
için Greifswald’a gelen eşim Andreas Ziartidou ile tanıştım. Andreas’ın ilk
yılıydı ve ben bir sene içinde Berlin’e dönecektim. 1985 yazında Berlin’e dönüp
öğretmenlik yapmaya başladım. Andreas ise bir sene boyunca beni hafta sonları
ziyaret ediyordu. Daha sonra, Berlin’e gelip öğrenimine tanınmış Fransız
hastanesi Charité’de devam etti. Berlin Nöldnerplatz bölgesinde bulunan Erlöser
Protestan Kilisesi’nde (Erlöserkirche ŞP) katıldığım grubun adı “Barış Çemberi”
(Friedenskreis ŞP) idi. Grupların adında genellikle barış kelimesi
kullanılıyordu. Barış isteğine kimse ses çıkaramazdı. “insan hakları”,
“özgürlük” gibi kelimeler kullanılırsa hapse atılabilir, işinizi
kaybedebilirdiniz.
BİZ
HALKIZ
Muhalif
grupların ortak yanı; savaş ve ordu karşıtı olmaları, Batı-Doğu arası anlaşma
istekleri, Batı’da yaşayanların da Alman kardeşlerimiz olduğu görüşüydü. Herkes,
artık roketler ve silahlar konuşmasın, barış dili konuşulsun istiyordu. En
önemli sloganlarımız ise; Biz Halkız (Wir sind das Volk ŞP) ve Barış Silahsız
Kazanılır (Frieden schaffen ohne Waffen ŞP) idi. DDR’deki “Bağımsız Barış
Hareketinin” seçmiş olduğu kara saban
üstünde kılıç kuşanmış bir peygamber sembolü, İncil’den bir kesitti. Hatta
bizde yasak olan bu sembol anıt şeklinde Sovyetler Birliği tarafından daha önce
Birleşmiş Milletlere hediye edilmiş ve New York UNO binasının önünde
durmaktaydı. Protestolarımız pasif dahi olsa polis tarafından engelleniyor
hatta darp ediliyorduk. Birbirine çok yakın Rus ve Amerikan Konsoloslukları
arasında sadece el ele tutuşup bir insan zinciri oluşturdukları için tamamı
hapse atılan grup vardı. Hatırladığım başka bir grup ise Konuşma Çemberi (Gespraechkreis
ŞP) idi. Bu grup, toplantılarında İncil’den cümleleri o gün için yapılması
gerekenlere uyarlayıp insanlara anlatırdı. Örneğin; “Kutsal oğul ve İncil der
ki; barış için savaşmalıyız”. Bu şekilde üstü kapalı mesajlar verilirdi.
Protestan
Kiliselerinin Leipzig’deki kalbi Nikolai Kilisesi grupları, Berlin’de ise
Erlöser Kilisesi ve Gethsemane Kilisesi grupları idi. Erlöser Kilisesindeki
Barış Çemberi adlı grubumuzun kilise önünde mum yakma eylemi ile başlayan olaylar
DDR Polisinin sert müdahalesiyle karşılaşmıştı. Burada yapılan tam bir
vahşetti. Herkes çırılçıplak soyulup dövülmüş, hamile kadınlara dahi vurulmuş,
getirilen kamyonlara bindirilerek hapse götürülmüştü. Tutuklanan bu insanlar
işkenceler görmüştü. Ben, tutuklananlar arasında yoktum. Daha sonra
arkadaşlarımız için Batı’dan gizli yollarla getirilen baskı makinesini
kullanarak şu başlıkla: “sadece kilise içi dağıtılabilir” (Nur für den
innenkirchlichen Gebrauch ŞP) insanlarımıza neler yapıldığını anlatan yazılar
yazılmıştı. Erlöser Kilisesine zaman zaman batıdan gazeteciler gelir ve resim
çekerdi. Bir keresinde Erlöser Kilisesindeki toplantıda babamla önden ikinci
sırada otururken resmimiz çekilmişti. Öğretmenlik yaptığım için deşifre
olmaktan oldukça korkmuştum.
Berlin
Lichtenberg bölgesinde bulunan Protestan Erlöser Kilisesine ülkenin dört bir
yanından diğer kilise grupları da katılır, binlerce genç ile toplantılar
yapılırdı. Her pazartesi yapılan bu toplantılarda sayı öylesine artmıştı ki
insanlar kilise dışına taşıyordu. Toplantılarda silahlanma, atom bombası, SIPRI’nin
(Stockholm International Peace Research Institute NP) Doğu ve Batı’daki füzelerine karşı imza
toplanır, yazılan bu kâğıtlar “Sadece Kilise İçi Dağıtım” (Nur für den innenkirchlichen
Gebrauch ŞP) başlığı uyarısı altında dağıtılırdı. Bu hareketler devlet
tarafından önce kilise başrahiplerine baskı yapılarak engellenmeye çalışılsa da
sonuç alınamayınca tamamen yasaklandı.
KABİN,
KALEM VE % 99.98’LİK YALAN
DDR
yönetimi 1989 Mayısında yalan bir seçim yapmıştı. Daha önce DDR’da yapılan
seçimlerde kalem yoktu, kabin yoktu, verilen kâğıt sadece kıvrılıp sandığa
atılıyordu. Bu seçimde ilk kez kabinler ve kalem vardı. Bizden beklenen kâğıtta
yazan isimlerden istemediklerimizin altını düzgünce çizmekti. Karalar veya
birkaç ismin üstüne topluca çarpı koyarsak oyumuz geçersiz sayılırdı. 1989
Mayıs seçiminde kabin vardı ama kabine girip oyunu kullanan seçmenin adı seçmen
listesinde işaretleniyordu. Sonuç ise daha da gülünçtü. Zira açıklanan %99.98
mevcut durumun devamından yanaydı. Ama sadece benim etrafımdaki yüzlerce kişi
buna karşıydı. Barış Çemberi grubu olarak seçimlerin soruşturulması için
İçişleri Bakanlığına dilekçe yazmıştık. Tabii ki hiçbir şey yapılmadı.
Seçimlerden sonra binlerce insan her Perşembe Alexanderplatz’da buluşuyor ve
olanları düdükle protesto ediyorduk. Aynı protestolar Leipzig’de de oluyordu. Bu
protestoları dünyaya duyurmak için birçok riski göze alıp yüksek binalardan
gizlice resimler çekiliyordu. Ve böylelikle yaşananlar dünyaya duyurulmaya
çalışılıyordu.
Protestan
kiliselerde örgütlü “Barış”, “Çevre” ve “Kadın Hakları” vb. muhalif gruplar
daha sonra 1989 yazında oluşmaya başlayan ve 1990 tarihinde yapılan ilk
bağımsız seçimlerimizde parlamentoya 90 milletvekili çıkaracak olan Yeni Form
(Neues Forum NP), Şimdi Demokrasi
(Demokratie Jetzt ŞP) gibi ilk muhalif partilerin temelini atmıştı. Bazıları bugün
hala Alman Parlamentosunda bulunan Yeşiller Partisi’nin (Die Grüne Partei ŞP)
içinde siyasi mücadelelerini sürdürmektedirler.
Kilise
muhalif gruplarından birçok kişi yeni partilerin kurucu üyeleri olarak
kalmadılar. Aynı zamanda gruplar içinde
pasifist olan yazar Pfarrer Rainer Eppelmann 1990 ilk demokratik seçimlerden
sonra bakanlık görevi bile yapmıştı. Bazıları ise politikayla ilgilerini
tamamen kestiler. Babam benim için her zaman söyler ki; “Kıbrıs’a gitmemiş
olsanız beklide politikaya atılırdın”.
DAVETİYE
İLE GELEN ÖZGÜRLÜK
DDR’ın yalanlarla dolu seçiminden sonra Doğu’da
artan protesto eylemlerini dindirmek için 1989 Temmuzunda, Doğu Alman
Hükümeti’nin, halka ‘turistik çıkış
vizesi’ adı altında vermiş olduğu güya seyahat özgürlüğü sayesinde birçok
Doğu Alman çeşitli komşu ülkelere göç etmişti. Birgit Ziartidou’nun çocukluk
arkadaşı Gabi Witte’de arkadaşının düğününe gitmek için DDR’dan Bulgaristan
vizesi almıştı. Bu trajik olayı Birgit şöyle anlatıyor: “Gabi benim en iyi dostumdu. Her zaman Batı’ya gitmek istediğinden
bahsederdi. Bir gün bir yol bulursa her şeyi göze alıp bunu deneyeceğini
hissediyordum. O yolu, Bulgaristan’da düğünü olacak arkadaşının davetiyesiyle
bulmuştu. Gabi hiç kimseye söylemeden kaçış planını yapmıştı. 1989 Ekim
başıydı. Grubumuza ait O’nda olan bütün evrakları yakıp, her şeyini bırakarak
buna işi (diş hekimliği NP) ve eşi de dâhil olmak üzere yeni bir hayata ve
umuda kaçmıştı. Bulgaristan’da düğüne gider gibi yanına sadece pasaportunu ve
düğünde giyeceği kıyafeti alarak Bulgaristan trenine binmişti. Budapeşte’ye
geldiğinde trenden inip Macaristan üzerinden Doğu Bloğu Sınırını aşmıştı. Zaten
birçok insan da Macaristan sınırı açıldığında ev, araba, eşya hatta iş yerine
özgürlüğü seçip DDR’ı terk etmişti. Ekim sonu (1989 NP) gibi Gabi’nin komünist
kocası Jens Lotz kapımız çaldı ve: “Gabi Batı’ya kaçtı, şimdi ne yapacağım?”
dedi. Böylelikle Gabi’nin kaçtığını ondan öğrenmiştim. Gabi giderken DDR
Polisinin sınır kontrolünde sorun yaşamamak için işsizliği göze alarak
diplomasını Doğu’da bırakmıştı. Daha sonra Gabi annesini arayarak bize
Batı’daki bir adrese yollamak üzere bir zarf vermesini istemişti. Bu zarfın
içinde ne olduğunu bilmeden Kıbrıs’tan bizi ziyarete gelen Andreas’ın kuzeni
tarafından bugün hala ikiye bölünmüş Kıbrıs üzerinden posta yoluyla Gabi’ye
ulaştırılmıştı. Zarfın içinde ne olduğunu sınırların kalkmasından sonra Gabi
ile yüz yüze geldiğimde öğrenmiştim. Zarfta Gabi’nin Doğu’da bırakmak zorunda
kaldığı diş hekimliği diploması vardı. Jens Lotz, Andreas ve ben oturup Jens’in,
beklide bir daha hiç göremeyeceğini düşündüğü eşi Gabi’nin yanına nasıl
kaçacağının planını yaparken, iki hafta sonra sınırların kalkacağını hiçbirimiz
bilemezdik…”1
Devam
edecek…
1
Birgit Ziartidou ile yapılan söyleşi, 17 Eylül 2012, Güney Lefkoşa.
*Almanca
kelimelerin çevrisi, Şebnem Pınar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder