9 Kasım 2012 Cuma

DUVARLARINI AŞAN HİKÂYE (2)


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
DUVARLARINI AŞAN HİKÂYE (2)
DDR’ın dört duvarı arasında doğup, sınırların kalkması için gençlik yıllarını bu uğurda mücadele ederek geçiren Birgit Ziartidou, Devrimin tüm evrelerini sıcak olarak yaşamıştı. O, birçok özgürlükçü Doğu Alman genci gibi Protestan Kiliselerinde örgütlenme şansı bulan bir devrimciydi. İnsan özgürlüğüne karşı Komünizmi silah yapan Sovyetler Birliği sadece bir insanlık suçu işlemiyor, Sosyalist Düşünceyi de lekeliyordu. Zira Doğu Bloğu ülkelerinde yaşananlar Sosyalizm’den çok Faşizm İdeolojisinin uygulamalarıyla doluydu.  Dünya, Doğu Almanya’da 1989 Ekim ayı itibariyle birçok büyük şehirde komünist rejim karşıtı büyük gösterilere şahit olur. “Yeni Reform”, “Barış ve İnsan Hakları İçin Teşebbüs” ve “Şimdi Demokrasi” gibi birçok komünist aleyhtarı siyasal grupların ortaya çıkmasıyla olaylar kızışır. Gösterilerin kalbi Leipzig şehri, ayni zamanda Martin 

Luther’in 16. Yüzyıl başında Protestan inancının oluşmasında da önemli rol oynamıştı, bu şehir. Tarihin cilvesine bakın ki; daha sonra Luther’in Protestan Kiliseleri, Doğu Alman gençlerinin gizli örgütlenme yerleri olacak ve Devrim yolunda çok hayati bir rol üstlenecekti. Leipzig Nikolai Kilisesi’nde ateşlenen bu özgürlük mücadelesi hızla DDR’ın büyük şehirlerine yayılacaktır. 1989’a gelindiğinde bu gösterilere, 100-200 bin insan katılmaktaydı. Doğu Alman Halkı tek ağızdan o sıralar çok popüler olan “We are the people” şarkısını söylüyor ve “Duvar yıkılmalıdır” derken “hür seçim” istiyorlardı. İşte bu özgürlük mücadelesini, Güney Lefkoşa’dan her zaman barış elini, tüm saflığıyla bizlere uzatan Birgit Ziartidou’dan aktarmak istiyorum:
BURASI GÜNEŞ BULVARI MI?
Batı Berlin’i ilk görüşüm, ilkokuldayken ailemle Doğu Berlin’deki Köpenick bölgesinde bulunan lunaparkta (Doğu Berlin’de bulunan lunapark Plaenterwald ŞP) kurulan sirke gidişimleydi. S-Bahn’dan (hem doğu hem batı içinden geçen tramvay hattı NP) indiğim an 300 m ilerde duvarları ve ötesinde güneş gibi parlayan bembeyaz evleri gördüm. Doğu’da her şey gri ve bozuktu. Renk yok, reklam yok, her yer cansız gibiydi. Babama (Werner Olszewski ŞP) güneş gibi parlayan bu evlerin neresi olduğunu sordum. Babam, bana o bölgenin adının “Sonnenallee” olduğunu söyledi. Sonnenallee, orası için bir yer adı olsa da “Sonne”(güneş) ve “Allee”(bulvar) kelimelerinden oluştuğu için çocuk aklımla burayı gerçekten güneş bulvarı sanmıştım. Zira Doğu’ya sanki güneş doğmuyormuş gibiydi. Ayrıca bu yer için babam, seni vaftiz eden teyzenin yaşadığı yer demişti. Teyzemi, duvarların örülmesinden bir sene sonra doğduğum için gidip ziyaret edemiyordum. Okuldayken kullandığımız haritalardan yolların nasıl devam ettiğini bilmediğim için batıyla ilgili kafamda bir şey canlandıramıyordum, Doğu haritalarımızda Batı Berlin denilen yer doğu bloğu kara sınırıyla çevrili boş beyaz bir adacık şeklinde gösteriliyordu.  Bugün Kıbrıs’ta kullandığımız resmi haritalarda güneyin kuzeyi, kuzeyin güneyi göstermemesi gibi. Teyzem Batı’dan bizi ziyarete geldiğinde sakın, çikolata, muz, mandalina, kalem gibi hediyeler getirirdi. Bunların çoğu Doğu’da da vardı fakat tek farkı; çikolatanın içinde kakao olmaması, sakızın acı olmasıydı.

LUTHER’İN EVİ DEVRİMİN YERİ
Berlin Utanç Duvarı’nın yıkılma hikâyesinde “Martin Luther”* in yeri ve önemi büyüktür. Zira Martin Luther’in 16.yy başında başlattığı Reform Hareketiyle ortaya çıkan Protestanlık inancı yıllar sonra Berlin Duvarı’nın yıkılmasına katkı sağlayacaktı. Aslında Almanya’da bulunan “Evangelische Kirchen” Protestan Kiliseleri Luther’in sayesinde kurulmuşlardı. İşte bu kiliselerde örgütlenecekti sistemden rahatsız olan Doğu Alman gençleri.  Birgit Ziartidou’nun da bu kiliselerde başlamıştı özgürlük mücadelesi. Dostumuz Birgit, liseye (Oberschule Strausberg ŞP ) başladığı sene (14 yaşında) Hoppegarten’daki evlerine yakın olan Protestan kilisesine (Neuenhagen Kirche ŞP) ilk kez babasıyla birlikte gitmişti. Gerisini Birgit’ten aktaralım: “lisedeyken okullarda din dersi yoktu. Fakat bir gelenek olarak 14 yaşına gelen Almanlar aileleri ile kiliseye giderdi. O yaştan sonra İncil’dekiler öğrenilebilir, isteyen kiliseye gidebilirdi. Ergenliğe ilk adım kutlaması şeklinde yapılır, 14 yaşına gelen genç, ailesi ve akrabaları tarafından hediyeler alırdı. Kiliseye ilk gidişim, bir geleneği yerine getirmek amaçlı olsa da; orada, DDR’da bulamadığım konuşma özgürlüğü ve kendi fikrimi rahatça söyleyebilme şansını yakalamam bir genç olarak beni çok etkilemişti. Ailem dindar değildi. Bense Tanrı’ya inanmıyorum. O günlerin atmosferinde DDR’ın tek yasaklayamadığı şey kiliseler ve orada yapılan toplantılardı. DDR’da ağızdan ağza dolaşan hep bir söz vardı: “üç kişi bir araya gelirse, biri muhakkak gizli polisti” ve maalesef bu gerçekti. 14 yaşımdan itibaren evimize bir S-Bahn durağı uzaklığında bulunan Neuenhagen Kilisesine bisikletle giderdim. Burada şu an hala en yakın arkadaşım olan Gabi Witte ile gruplara katılmıştık. Bu gruplarda her şey konuşulur, herkes kendi fikrini özgürce söylerdi. DDR yasaklı yazar Stefan Heym’ın kitaplarını severek okurduk. Gabi her şeyi konuştuğum tek insandı. Gruplara katıldığımızda bir gün Stefan Heym’ı orada gördük. O güne kadar gizlice kitaplarını okuduğumuz insan bizim gruptaydı. Toplantıların yapıldığı günlerde gelir, kitaplarından kesitler okurdu. Bu yüzden çok mutlu olmuştuk. Hatta kendisinden imza bile almıştım. 

Zaman zaman grubumuzu ziyarete gelen kardeş şehir grupları oluyordu. Bizlere kendi ülkelerini ve yaşantılarını anlatıyorlardı. Kilisede jazz konseri bile olmuştu. Gabi, bu gruplara katıldığımız için üniversiteye gidemeyeceği ve iş bulamayacağı gibi korkulara kapılmıştı. Dört yıl bitip üniversiteye başladığımızda ben Greifswald şehrinde bulunan Greifswald Üniversitesine başladım. Artık bulunduğum bölgeye yakın yeni bir kilise grubu bulmalıydım. Hatta bir gün arayışımın sonunda girdiğim kilisede insanların gerçekten ilahiler okuduğunu, dualar ettiklerini gördüm. Aradığım kilise bu değildi. Zira Katolik kiliselerinde böyle gruplar yoktu. Katolik kiliseleri bunlara izin vermeyen muhafazakâr yapıdaydı. Aslında bu kilise gruplarının ortaya çıkışı Leipzig şehrinde Nikolai Kirche’de (Nikolai Protestan Kilisesi ŞP) başlamıştı. Bu Protestan kiliseleri olmasaydı biz, devrimi gerçekleştiremeyecektik. Onun için verdiğimiz mücadelede Protestan kiliselerinin rolü büyüktü. Üniversite öğrenimim boyunca da kendime uygun bir kilise grubu bulup toplantılara katılmaya devam ettim. Üniversite öğrenimimin son yılında (1984), tıp öğrenimi için Greifswald’a gelen eşim Andreas Ziartidou ile tanıştım. Andreas’ın ilk yılıydı ve ben bir sene içinde Berlin’e dönecektim. 1985 yazında Berlin’e dönüp öğretmenlik yapmaya başladım. Andreas ise bir sene boyunca beni hafta sonları ziyaret ediyordu. Daha sonra, Berlin’e gelip öğrenimine tanınmış Fransız hastanesi Charité’de devam etti. Berlin Nöldnerplatz bölgesinde bulunan Erlöser Protestan Kilisesi’nde (Erlöserkirche ŞP) katıldığım grubun adı “Barış Çemberi” (Friedenskreis ŞP) idi. Grupların adında genellikle barış kelimesi kullanılıyordu. Barış isteğine kimse ses çıkaramazdı. “insan hakları”, “özgürlük” gibi kelimeler kullanılırsa hapse atılabilir, işinizi kaybedebilirdiniz.
BİZ HALKIZ
Muhalif grupların ortak yanı; savaş ve ordu karşıtı olmaları, Batı-Doğu arası anlaşma istekleri, Batı’da yaşayanların da Alman kardeşlerimiz olduğu görüşüydü. Herkes, artık roketler ve silahlar konuşmasın, barış dili konuşulsun istiyordu. En önemli sloganlarımız ise; Biz Halkız (Wir sind das Volk ŞP) ve Barış Silahsız Kazanılır (Frieden schaffen ohne Waffen ŞP) idi. DDR’deki “Bağımsız Barış Hareketinin”  seçmiş olduğu kara saban üstünde kılıç kuşanmış bir peygamber sembolü, İncil’den bir kesitti. Hatta bizde yasak olan bu sembol anıt şeklinde Sovyetler Birliği tarafından daha önce Birleşmiş Milletlere hediye edilmiş ve New York UNO binasının önünde durmaktaydı. Protestolarımız pasif dahi olsa polis tarafından engelleniyor hatta darp ediliyorduk. Birbirine çok yakın Rus ve Amerikan Konsoloslukları arasında sadece el ele tutuşup bir insan zinciri oluşturdukları için tamamı hapse atılan grup vardı. Hatırladığım başka bir grup ise Konuşma Çemberi (Gespraechkreis ŞP) idi. Bu grup, toplantılarında İncil’den cümleleri o gün için yapılması gerekenlere uyarlayıp insanlara anlatırdı. Örneğin; “Kutsal oğul ve İncil der ki; barış için savaşmalıyız”. Bu şekilde üstü kapalı mesajlar verilirdi.
Protestan Kiliselerinin Leipzig’deki kalbi Nikolai Kilisesi grupları, Berlin’de ise Erlöser Kilisesi ve Gethsemane Kilisesi grupları idi. Erlöser Kilisesindeki Barış Çemberi adlı grubumuzun kilise önünde mum yakma eylemi ile başlayan olaylar DDR Polisinin sert müdahalesiyle karşılaşmıştı. Burada yapılan tam bir vahşetti. Herkes çırılçıplak soyulup dövülmüş, hamile kadınlara dahi vurulmuş, getirilen kamyonlara bindirilerek hapse götürülmüştü. Tutuklanan bu insanlar işkenceler görmüştü. Ben, tutuklananlar arasında yoktum. Daha sonra arkadaşlarımız için Batı’dan gizli yollarla getirilen baskı makinesini kullanarak şu başlıkla: “sadece kilise içi dağıtılabilir” (Nur für den innenkirchlichen Gebrauch ŞP) insanlarımıza neler yapıldığını anlatan yazılar yazılmıştı. Erlöser Kilisesine zaman zaman batıdan gazeteciler gelir ve resim çekerdi. Bir keresinde Erlöser Kilisesindeki toplantıda babamla önden ikinci sırada otururken resmimiz çekilmişti. Öğretmenlik yaptığım için deşifre olmaktan oldukça korkmuştum.
Berlin Lichtenberg bölgesinde bulunan Protestan Erlöser Kilisesine ülkenin dört bir yanından diğer kilise grupları da katılır, binlerce genç ile toplantılar yapılırdı. Her pazartesi yapılan bu toplantılarda sayı öylesine artmıştı ki insanlar kilise dışına taşıyordu. Toplantılarda silahlanma, atom bombası, SIPRI’nin (Stockholm International Peace Research Institute NP)  Doğu ve Batı’daki füzelerine karşı imza toplanır, yazılan bu kâğıtlar “Sadece Kilise İçi Dağıtım” (Nur für den innenkirchlichen Gebrauch ŞP) başlığı uyarısı altında dağıtılırdı. Bu hareketler devlet tarafından önce kilise başrahiplerine baskı yapılarak engellenmeye çalışılsa da sonuç alınamayınca tamamen yasaklandı.

KABİN, KALEM VE % 99.98’LİK YALAN
DDR yönetimi 1989 Mayısında yalan bir seçim yapmıştı. Daha önce DDR’da yapılan seçimlerde kalem yoktu, kabin yoktu, verilen kâğıt sadece kıvrılıp sandığa atılıyordu. Bu seçimde ilk kez kabinler ve kalem vardı. Bizden beklenen kâğıtta yazan isimlerden istemediklerimizin altını düzgünce çizmekti. Karalar veya birkaç ismin üstüne topluca çarpı koyarsak oyumuz geçersiz sayılırdı. 1989 Mayıs seçiminde kabin vardı ama kabine girip oyunu kullanan seçmenin adı seçmen listesinde işaretleniyordu. Sonuç ise daha da gülünçtü. Zira açıklanan %99.98 mevcut durumun devamından yanaydı. Ama sadece benim etrafımdaki yüzlerce kişi buna karşıydı. Barış Çemberi grubu olarak seçimlerin soruşturulması için İçişleri Bakanlığına dilekçe yazmıştık. Tabii ki hiçbir şey yapılmadı. Seçimlerden sonra binlerce insan her Perşembe Alexanderplatz’da buluşuyor ve olanları düdükle protesto ediyorduk.  Aynı protestolar Leipzig’de de oluyordu. Bu protestoları dünyaya duyurmak için birçok riski göze alıp yüksek binalardan gizlice resimler çekiliyordu. Ve böylelikle yaşananlar dünyaya duyurulmaya çalışılıyordu.
Protestan kiliselerde örgütlü “Barış”, “Çevre” ve “Kadın Hakları” vb. muhalif gruplar daha sonra 1989 yazında oluşmaya başlayan ve 1990 tarihinde yapılan ilk bağımsız seçimlerimizde parlamentoya 90 milletvekili çıkaracak olan Yeni Form (Neues Forum NP),  Şimdi Demokrasi (Demokratie Jetzt ŞP) gibi ilk muhalif partilerin temelini atmıştı. Bazıları bugün hala Alman Parlamentosunda bulunan Yeşiller Partisi’nin (Die Grüne Partei ŞP) içinde siyasi mücadelelerini sürdürmektedirler.
Kilise muhalif gruplarından birçok kişi yeni partilerin kurucu üyeleri olarak kalmadılar.  Aynı zamanda gruplar içinde pasifist olan yazar Pfarrer Rainer Eppelmann 1990 ilk demokratik seçimlerden sonra bakanlık görevi bile yapmıştı. Bazıları ise politikayla ilgilerini tamamen kestiler. Babam benim için her zaman söyler ki; “Kıbrıs’a gitmemiş olsanız beklide politikaya atılırdın”.
DAVETİYE İLE GELEN ÖZGÜRLÜK
DDR’ın yalanlarla dolu seçiminden sonra Doğu’da artan protesto eylemlerini dindirmek için 1989 Temmuzunda, Doğu Alman Hükümeti’nin, halka ‘turistik çıkış vizesi’ adı altında vermiş olduğu güya seyahat özgürlüğü sayesinde birçok Doğu Alman çeşitli komşu ülkelere göç etmişti. Birgit Ziartidou’nun çocukluk arkadaşı Gabi Witte’de arkadaşının düğününe gitmek için DDR’dan Bulgaristan vizesi almıştı. Bu trajik olayı Birgit şöyle anlatıyor: “Gabi benim en iyi dostumdu. Her zaman Batı’ya gitmek istediğinden bahsederdi. Bir gün bir yol bulursa her şeyi göze alıp bunu deneyeceğini hissediyordum. O yolu, Bulgaristan’da düğünü olacak arkadaşının davetiyesiyle bulmuştu. Gabi hiç kimseye söylemeden kaçış planını yapmıştı. 1989 Ekim başıydı. Grubumuza ait O’nda olan bütün evrakları yakıp, her şeyini bırakarak buna işi (diş hekimliği NP) ve eşi de dâhil olmak üzere yeni bir hayata ve umuda kaçmıştı. Bulgaristan’da düğüne gider gibi yanına sadece pasaportunu ve düğünde giyeceği kıyafeti alarak Bulgaristan trenine binmişti. Budapeşte’ye geldiğinde trenden inip Macaristan üzerinden Doğu Bloğu Sınırını aşmıştı. Zaten birçok insan da Macaristan sınırı açıldığında ev, araba, eşya hatta iş yerine özgürlüğü seçip DDR’ı terk etmişti. Ekim sonu (1989 NP) gibi Gabi’nin komünist kocası Jens Lotz kapımız çaldı ve: “Gabi Batı’ya kaçtı, şimdi ne yapacağım?” dedi. Böylelikle Gabi’nin kaçtığını ondan öğrenmiştim. Gabi giderken DDR Polisinin sınır kontrolünde sorun yaşamamak için işsizliği göze alarak diplomasını Doğu’da bırakmıştı. Daha sonra Gabi annesini arayarak bize Batı’daki bir adrese yollamak üzere bir zarf vermesini istemişti. Bu zarfın içinde ne olduğunu bilmeden Kıbrıs’tan bizi ziyarete gelen Andreas’ın kuzeni tarafından bugün hala ikiye bölünmüş Kıbrıs üzerinden posta yoluyla Gabi’ye ulaştırılmıştı. Zarfın içinde ne olduğunu sınırların kalkmasından sonra Gabi ile yüz yüze geldiğimde öğrenmiştim. Zarfta Gabi’nin Doğu’da bırakmak zorunda kaldığı diş hekimliği diploması vardı. Jens Lotz, Andreas ve ben oturup Jens’in, beklide bir daha hiç göremeyeceğini düşündüğü eşi Gabi’nin yanına nasıl kaçacağının planını yaparken, iki hafta sonra sınırların kalkacağını hiçbirimiz bilemezdik…”1
Devam edecek…

1 Birgit Ziartidou ile yapılan söyleşi, 17 Eylül 2012, Güney Lefkoşa.







*Almanca kelimelerin çevrisi, Şebnem Pınar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder