29 Eylül 2013 Pazar

ANAMIZ BELLİ, YA BABAMIZ?

Naim PINAR
ANAMIZ BELLİ, YA BABAMIZ?
Kıbrıs Türk ekonomisi için çok şey söylenmiş, birçok makale yazılmış, sayısız tartışma yapılmıştır. Fakat ne yazık ki bir arpa boyu yol alınamamıştır. İşin ilginç yanıysa, çözüm önerileri arasında bir birine zıt görüşleri olan kesimler de dâhil olmak üzere herkesin üzerinde uzlaştığı nokta bu düzenin bu haliyle sürdürülebilir olmadığıdır. Kıbrıs sorununun ekonomiye etkisi, kamu düzenindeki yozlaşma, kurumsallaşmamış iş çevreleri ve kısır döngü içerisinde kendiyle dövüşe tutuşmuş sendikalar, sivil toplum örgütleri, dernekler hepsi de bu yapının bir yerine ilişik varlıklarını sürdürmektedir. Kıbrıslı Türkler, konunun hem kurbanı hem de zanlısı durumundadır. Bu arada 1983 tarihinde KKTC’nin ilanıyla başlayan süreçte uluslararası camianın dışına tamamen itilen bizler, adeta Türkiye Devleti’nin meclis avlusuna tek ayağı topal, tek gözü kör, tek kulağı sağır bir bebek gibi bırakılmış olduk. Artık kendi kendimize yetmeyeceğimiz kesindi. Bakıma muhtaç bedenimize zaman zaman isyan ederek çeşitli operasyonlar geçirdik veya bu bedenin düzelmesi için çeşitli yabancı profesörlerden akıl aldık. Operasyonu yapan doktorlarımızın bazıları, sağlıklı olmamızdansa kör topal yaşamamızı / yaşatılmamızı başarı saydı. Bir kısmı ise elde olmayan imkanlarla hayal kurmamızı, bu süreç zarfında da kör, topal o güne dek yaşamamızı, protez veya çeşitli aparatlarla rahatlayabileceğimizi hep önerip durdular. Osmanlıdan gelen Babıali’ye bağlılığımızdan olsa gerek, hep çareyi “Anadolu” topraklarında aradık. Fakat KKTC kurulduğunda Türkiye’nin durumu, dizleri üzerine çökmüş ABD’li doktorlardan tavsiye alan bir kötürümden farksızdı. İşte tam da bu dönemde, Kıbrıslı Türklerin “yeniden doğduk” dedikleri bir anda doğumda oluşan özürlerimizin tedavisini talep ettiğimiz doktorların çoğu ilk kez böyle bir vaka ile karşılaşınca önce bocalar sonra sırayla taleplerimize yanıt vermeye çalışırlar. Kısaca herkes akıl vermeye, çare aramaya koyulur. Fakat bedenimiz üzerinde yapılan tedavi maksatlı denemeler her defasında daha büyük sorunlar yaşamamıza neden oluyordu. Tüm bu tedavi adı altında yazılan reçeteler ya yanlıştı ya da bizler reçeteye uymayarak yanlış ilaçları almıştık. Şimdi, 1983’tarihinde ilk kez bizlere yazılan reçete ile başlayan sürece geri dönerek, bu reçetenin uygulanmadığı halde nasıl olur da 30 yılda hasta bedenimize reçetede yazılandan daha ağır ilaçların enjekte edildiğini anlamlandırabiliriz. Acaba bu yanlış tedavide bizlerin payı ne kadardır? Bir gözümüz körken renkli lens alarak güzelleşmeye çalışmış olabilir miyiz? Veyahut kulağımızın biri tamamen sağırken havalı diye müzik seti alarak tedavi paralarını heba etmiş olabilir miyiz?
Bazı idarecilerimizin tek gözü kalmış, bencilleşmiş bir canavara dönüşmeleri özürlerimizi kamufle etme başarılarıyla eş güdümlü olabilir mi? Herkesin bir gözünün kör olduğu bir ülkede acaba bu psikoloji iki gözü kör olanın kral olmasını sağlıyor olabilir miydi? Vizyon sahibi olması gereken kesimlerin gerçeği erozyona uğratarak ört pas ettikleri sakatlıklarımızın çaresini nerde aramalıyız. Otuz yıldır çocuklarımız daha doğdukları gün bir kulakları sağır, bir gözü kör doğuyorsa bunun suçlusu sadece ana mı? Yoksa bakire Meryem’in çocukları olarak tanrı babamızın mucizesiyle birer İsa mıyız? Sanırım bu dünyaya çile çekmeye gelen İsa’ların oluşturduğu bir topluk gibi yaşam sürmemizdeki gizem burada yatıyor olamaz…
Turgut Özal ve ilk Reçete…
KKTC kurulduktan bir ay kadar sonra 13 Aralık 1983 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Turgut Özal, Türkiye için uluslararası bir sorunu daha ilk nefesinde kucağında bulur. Özal, KKTC’nin kurulmasına ilk etapta sempatiyle bakmaz. Özal’ın hükümet programında KKTC için öngördüğü açılım şöyleydi: “Bütün meşru haklarına karşılık 20 yıldır sürdürülen ve varlığına kast edilen saldırılar, Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin hakkını bağımsız bir Cumhuriyet kurma istikametinde kullanmaya mecbur bırakmıştır. Ancak bu konu da federal bir çözüm yolunun kapanmadığına ve makul bir neticeye ulaşılabileceğine inanıyoruz.”1
Özal’ın hükümet programda yapmış olduğu manevra hiçbir işe yaramamış, ABD ve İngiltere’nin baskılarıyla KKTC uluslararası camiadan dışlanmıştır. Kıbrıs’ta federal bir çözüm öngören Turgut Özal, ikinci darbeyi de İKÖ’den yemiştir. 5-11 Aralık 1983 tarihlerinde İslam Konferansı Örgütü’ne üye ülke Dışişleri Bakanları’nın Dakka’da buluştuğu toplantıda;  “KKTC’yi hiçbir, İKÖ üyesinin tanımaması, İKÖ ile ilişkilerini çok iyi düzeye çeken Özal’ı hayal kırıklığına uğratmıştır”2 Bu andan itibaren Özal’ın KKTC için düşündüğü politikasında 180 derecelik bir dönüş yaşandığı söylenebilir. Özal, çaresizlik içerisinde kucağında bulduğu sakat bedenli yavrusuyla ne yapacağını kara kara düşünmeye başlar. Özal, uluslararası camiadan destek alamayınca KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak yaşamasını ve güçlenmesini desteklemeye başlar.  2 Temmuz 1986 tarihinde UBP-TKP koalisyon hükümeti sırasında Ada’nın kuzeyini ziyaret eden TC Başbakanı Turgut Özal, kuzey Kıbrıs’taki sorunları uluslararası siyasi bir sorundan çok ekonomik olarak gördüğünü belirtmiştir. Kuzey Kıbrıs ziyaretinde Özal’a eşlik eden bir grup iş çevresi de çeşitli akılar vererek ilk KKTC-TC Ekonomik Paketinin önemini vurgulamaktaydı. Bu iş çevreleri içerisinde rahmetli iş insanı namı diğer Sakıp Ağa’da (Sakıp Sabancı) bulunuyordu. Özal, bu ziyareti sırasında Türkiye’de uyguladığı reçetenin bir benzerini burada da uygulamak istediğini söylüyordu. Fakat bu öneriler çok gerçekçi öneriler değildi. Bu vizyon ancak Özal’ın Türkiye’si için geçerli olabilirdi. Paketin içerisinde doğru tespitler olsa da; bu bizden bir hal çaresi değil, Türkiye’nin bizler için hazırladığı oldukça acı bir reçetesiydi. Özal’ın bu paketi, tek gözü gören ahali tarafından tepkiyle karşılandı. Ve uygulanamadı. İki gözü kör olan yöneticilerimiz ise zaman içerisinde Özal’ın programına adım adım yanaşırız diyerek; Ada’nın kuzeyini Ana’nın kara para aklama bölgesi, fuhuş ve kumar alanı yapmıştır. Özal, ekonomik paketinin uygulanması konusunda ısrarcı olsa da, bizim iç tartışmalarımız sonucunda onun yerine parça parça dilenci paketi yaratarak sakatlıklarımızı ört pas etme yoluna gittik. Özal’ın ortaya koyduğu paket, hastalıklı yerlerimizin tedavisi bir yana sağlam olan üç dört uzvumuzun da bozulmasına yol açabilirdi. Meryem Ana’nın tanrı sihriyle doğurduğu mucizevî KKTC’ye Turgut Özal’ın gelişiyle, iki gözü kör basının kepazeliğe de ortaya çıkıyordu. Sözde Özal’a halkın durumunu yansıttığını ima eden yazılar, belli basın organlarından peşi sıra yayınlanıyordu. Bunlar genel anlamda kuzeydeki ekonomik sorunu değil yapılan yanlışlıkların altını çizen fakat kaş yapayım derken göz çıkaran yazılardı. Bugün kişilikli duruş ve politika bekleyen halkımıza bu dönemde Turgut Özal’a yazılan yazılardan örnekler vermeden bazı basın mensuplarının kalemlerindeki mürekkep yerine kullanmış oldukları grassonun dozuna dikkat çekmek istiyorum. 1 Temmuz 1986 tarihli “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde haftanın yazısı başlığı altında yayınlanan Reşat Akar’ın grasso akan kaleminden çıkan yazıya dikkatlice bakalım: “Sayın Özal, Kıbrıs Türk halkının tek güvencesi olan Anavatan Türkiye’nin Başbakanı olarak sizleri, şehit kanıyla sulanmış kuzey Kıbrıs topraklarında karşılamaktan büyük mutluluk duymaktayız. ( …) Türkiye’de olduğu gibi kuzey Kıbrıs’ta da bazı yeni vergilendirmeler, batan KİT’lerin satılması, faizlerin artırılması ve KDV gibi hususların ilk günlerde büyük tepkiler yaratacağı aşikârdır. Ancak yaklaşık 12 yıldan beri verimli bir hale getirilemeyen ve sürekli olarak devletin sırtında bir yük olan batmış sanayi tesislerinin kapatılması veya satışa çıkarılması genelde herkesin beklediği bir gelişme olacaktır. Uzun yıllar vergisiz yaşamaya alışmış olanlardan vergi toplamayı teşvik edici önlemler de büyük alkış toplayacaktır. (…) Sayın Özal, Dünya’nın gözü önünde, Anavatan-Yavruvatan ilişkilerini bu denli geniş çapta ele alırken ve Türkiye’deki tüm ekonomik önlemlerin kuzey Kıbrıs’ta da uygulanması gibi oldukça ciddi bir karar alma cesaretini gösterirken, ufak gibi görünen, ancak Türk halkını yakından ilgilendiren sorunlara da artık çözüm getirme zamanının geldiğine inanmaktayız. Bugün Yunanistan Başbakanı “Ulusal Topraklarımız” dediği Kıbrıs’ın güney kısmına daha çok Yunanlı göndermek ve onlara kahramanlık öğütleri verebilmek amacıyla güneyi ziyaret edecek Yunanlılara neredeyse mükafat vermeye çalışıyor ama, kuzey Kıbrıs’ta evladını, torununu, akrabasını şehit bırakan Anavatan’daki kardeşlerimiz, şehitlikleri ziyaret edebilmek, Yavruvatan’ın düşman esaretinden nasıl kurtulduğunu öğrenebilmek için çıkış vergisi ödeme zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Bunlara bazı belediyelerin “Orman Kanunları” çerçevesinde almaya çalıştığı “Çıkış Vergileri” ilave edildiği zaman, şehitlerimizin kemiklerinin sızlatıldığı, milli mücadelemizin yara aldığı düşüncesine kapılmaktayız. Bu nedenle, Avrupa seyahatlerine bir kısım daha artış mı yaparsınız, yoksa başka bir gelir kaynağı mı bulursunuz, ne bulursanız bulun, fakat Allah aşkına, Kıbrıs için şu seyahat vergisini kaldırın ve tüm Türkleri, Ankara’dan –Adana’ya gider gibi, Yavruvatan’a serbestçe gelme hakkından mahrum bırakmayın. (…) Sayın Özal, Dileğimiz, bu ziyaretinizin yararlı olması ve Afrikalaşan Yavruvatan’ın, hak ettiği gibi küçük bir İsviçre’ye dönüşebilmesidir. Bunun için de Anavatan’ın yardımlarına büyük ihtiyaç duyulduğu kesindir. Ana, yavrusuna ne kadar iyi bakar, onun hastalıklarını ne kadar erken tedavi ederse, büyüyen ve sağlıklı gelişen yavru da bir gün anaya ve babaya bakar. Ayrıca ana ve baba için dünyanın gözü önünde bir gurur kaynağı olur!”3
Tüm yazı Özal’a övgü, sorun saymakla geçmekte, ayrıca yazar “vizyon” sahibi olduğundan bir az ölçüyü kaçırarak da olsa bugün yaşanan demografik yapıdaki sorunların temelini oluşturacak olan Türkiye’den kuzeye girişlerde Türk vatandaşları için kolaylık rica etmektedir. Bunu yaparken de ekonomik bir gelir beklentisi yok, aksine tamamen duygusal nedenlerle arzu ettiğini belirtmektedir. Bu konseptte birçok yazının yazıldığı günlerde, Kıbrıslı Türklerin ciddi sorunlarla boğuştuğu bir dönemden geçerken, kendi yöneticileri tarafından bir çözüm programı üretilerek çıkış yolu aranmaması da üzücü olsa gerek. 
2 Temmuz 1986 tarihinde Turgut Özal’ın yanında Kıbrıs ziyaretine katılan dönemin TÜSİAD Başkanı iş insanı Sakıp Sabancı’da konuk yazar olarak “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir” başlıklı bir yazı yayınlar. Bu yazının tamamını okumanızı önermekle birlikte Sakıp Ağa’nın bir iki incisini sizlerle paylaşmak istiyorum:  “… Kıbrıs’ı Türkiye’ye ve dünyaya bağlamak için, ulaşım ağının güçlendirilmesine önem vermek zorundayız. Kıbrıslıların kendi uçak şirketlerini kurmalarına yardımcı olmalıyız. THY ve DDY’nın Kıbrıs bağlantılarını devlet desteğini göze alarak güçlendirmeliyiz. Unutmayalım ki ulaşamadığımız toprak bize ait değildir…4
O tarihlerde TÜSİAD Başkanı olan Sakıp Sabancı’nın fikirleri bizlere yol göstermiş olacak ki, bahsettiği birçok alanda girişimler yapılmış, kendimize ait KTHY şirketini de kurmuştuk. Nedense son on yılda yeni ekonomik paketlerle Türkiye hükümeti eski uygulanan politikaların iflas ettiğini, buradaki beslemelerin bunları batırdığını dile getirerek tekrardan yeni reçeteyle bizlerin sakat bedenine çare bulmaya çalışmaktadır. 1983’den bugüne 30 yıl geçmiş halen kör, topal ve sağır yaşamımızı sürdürmekteyiz. Artık, ana-baba ve yavru üçlemesi yerini araştırma-saygı ve vizyon üçlemesi kulaklarda çınlamalıdır.  Reşat Akar’ın yazısındaki ana ve babasına bakacak olan o gurur verici devletin babası halen bilinmemektedir. Bu nedenle, yeni kuşaklara araştırmacı, kişilikli duruş ve vizyon sahibi siyasilerin örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Acaba bizim babamız kim? Sorusunun yanıtını bulmak zor değil; 15 Kasım 1983 bizim için “Milat”tır, Tanrı babamızın sihriyle doğduğumuz gün, tüm KKTC vatandaşları artık mucizevî İsa’nin kardeşleriydik. Fakat İsa’dan tek farkımız havarimizin olmamasıdır. Sanırım çektiğimiz çile tanrı babamızın diplomatik cennetine vardığımız zaman bitecek…


Dipnotlar
1 I.Özal Hükümeti, Hükümet Programından, Aralık, 1983.
2 Ahmet Aydoğdu, Kıbrıs Sorunu Çözüm Arayışları, Ankara, Asil Yayınları, 1. Baskı, 2005, S, 185.
3 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “Haftanın Yazısı”, 1 Temmuz 1986, S,1-11.
4 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir”, 8 Temmuz 1986, S,5.










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder