Naim PINAR
ANAMIZ
BELLİ, YA BABAMIZ?
Kıbrıs Türk ekonomisi için çok şey söylenmiş, birçok
makale yazılmış, sayısız tartışma yapılmıştır. Fakat ne yazık ki bir arpa boyu
yol alınamamıştır. İşin ilginç yanıysa, çözüm önerileri arasında bir birine zıt
görüşleri olan kesimler de dâhil olmak üzere herkesin üzerinde uzlaştığı nokta
bu düzenin bu haliyle sürdürülebilir olmadığıdır. Kıbrıs sorununun ekonomiye
etkisi, kamu düzenindeki yozlaşma, kurumsallaşmamış iş çevreleri ve kısır döngü
içerisinde kendiyle dövüşe tutuşmuş sendikalar, sivil toplum örgütleri,
dernekler hepsi de bu yapının bir yerine ilişik varlıklarını sürdürmektedir. Kıbrıslı
Türkler, konunun hem kurbanı hem de zanlısı durumundadır. Bu arada 1983
tarihinde KKTC’nin ilanıyla başlayan süreçte uluslararası camianın dışına
tamamen itilen bizler, adeta Türkiye Devleti’nin meclis avlusuna tek ayağı
topal, tek gözü kör, tek kulağı sağır bir bebek gibi bırakılmış olduk. Artık
kendi kendimize yetmeyeceğimiz kesindi. Bakıma muhtaç bedenimize zaman zaman
isyan ederek çeşitli operasyonlar geçirdik veya bu bedenin düzelmesi için
çeşitli yabancı profesörlerden akıl aldık. Operasyonu yapan doktorlarımızın
bazıları, sağlıklı olmamızdansa kör topal yaşamamızı / yaşatılmamızı başarı
saydı. Bir kısmı ise elde olmayan imkanlarla hayal kurmamızı, bu süreç zarfında
da kör, topal o güne dek yaşamamızı, protez veya çeşitli aparatlarla
rahatlayabileceğimizi hep önerip durdular. Osmanlıdan gelen Babıali’ye bağlılığımızdan
olsa gerek, hep çareyi “Anadolu” topraklarında aradık. Fakat KKTC kurulduğunda
Türkiye’nin durumu, dizleri üzerine çökmüş ABD’li doktorlardan tavsiye alan bir
kötürümden farksızdı. İşte tam da bu dönemde, Kıbrıslı Türklerin “yeniden
doğduk” dedikleri bir anda doğumda oluşan özürlerimizin tedavisini talep
ettiğimiz doktorların çoğu ilk kez böyle bir vaka ile karşılaşınca önce bocalar
sonra sırayla taleplerimize yanıt vermeye çalışırlar. Kısaca herkes akıl
vermeye, çare aramaya koyulur. Fakat bedenimiz üzerinde yapılan tedavi maksatlı
denemeler her defasında daha büyük sorunlar yaşamamıza neden oluyordu. Tüm bu
tedavi adı altında yazılan reçeteler ya yanlıştı ya da bizler reçeteye
uymayarak yanlış ilaçları almıştık. Şimdi, 1983’tarihinde ilk kez bizlere
yazılan reçete ile başlayan sürece geri dönerek, bu reçetenin uygulanmadığı
halde nasıl olur da 30 yılda hasta bedenimize reçetede yazılandan daha ağır
ilaçların enjekte edildiğini anlamlandırabiliriz. Acaba bu yanlış tedavide
bizlerin payı ne kadardır? Bir gözümüz körken renkli lens alarak güzelleşmeye
çalışmış olabilir miyiz? Veyahut kulağımızın biri tamamen sağırken havalı diye
müzik seti alarak tedavi paralarını heba etmiş olabilir miyiz?
Bazı idarecilerimizin tek gözü kalmış, bencilleşmiş
bir canavara dönüşmeleri özürlerimizi kamufle etme başarılarıyla eş güdümlü
olabilir mi? Herkesin bir gözünün kör olduğu bir ülkede acaba bu psikoloji iki
gözü kör olanın kral olmasını sağlıyor olabilir miydi? Vizyon sahibi olması
gereken kesimlerin gerçeği erozyona uğratarak ört pas ettikleri sakatlıklarımızın
çaresini nerde aramalıyız. Otuz yıldır çocuklarımız daha doğdukları gün bir
kulakları sağır, bir gözü kör doğuyorsa bunun suçlusu sadece ana mı? Yoksa
bakire Meryem’in çocukları olarak tanrı babamızın mucizesiyle birer İsa mıyız?
Sanırım bu dünyaya çile çekmeye gelen İsa’ların oluşturduğu bir topluk gibi
yaşam sürmemizdeki gizem burada yatıyor olamaz…
KKTC kurulduktan bir ay kadar sonra 13 Aralık 1983
tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan Turgut Özal, Türkiye için
uluslararası bir sorunu daha ilk nefesinde kucağında bulur. Özal, KKTC’nin
kurulmasına ilk etapta sempatiyle bakmaz. Özal’ın hükümet programında KKTC için
öngördüğü açılım şöyleydi: “Bütün meşru
haklarına karşılık 20 yıldır sürdürülen ve varlığına kast edilen saldırılar, Kıbrıs
Türk halkının kendi kaderini tayin hakkını bağımsız bir Cumhuriyet kurma
istikametinde kullanmaya mecbur bırakmıştır. Ancak bu konu da federal bir çözüm
yolunun kapanmadığına ve makul bir neticeye ulaşılabileceğine inanıyoruz.”1
Özal’ın hükümet programda yapmış olduğu manevra
hiçbir işe yaramamış, ABD ve İngiltere’nin baskılarıyla KKTC uluslararası
camiadan dışlanmıştır. Kıbrıs’ta federal bir çözüm öngören Turgut Özal, ikinci
darbeyi de İKÖ’den yemiştir. 5-11 Aralık 1983 tarihlerinde İslam Konferansı
Örgütü’ne üye ülke Dışişleri Bakanları’nın Dakka’da buluştuğu toplantıda; “KKTC’yi hiçbir, İKÖ üyesinin tanımaması, İKÖ
ile ilişkilerini çok iyi düzeye çeken Özal’ı hayal kırıklığına uğratmıştır”2 Bu
andan itibaren Özal’ın KKTC için düşündüğü politikasında 180 derecelik bir
dönüş yaşandığı söylenebilir. Özal, çaresizlik içerisinde kucağında bulduğu
sakat bedenli yavrusuyla ne yapacağını kara kara düşünmeye başlar. Özal,
uluslararası camiadan destek alamayınca KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak
yaşamasını ve güçlenmesini desteklemeye başlar.
2 Temmuz 1986 tarihinde UBP-TKP koalisyon hükümeti sırasında Ada’nın
kuzeyini ziyaret eden TC Başbakanı Turgut Özal, kuzey Kıbrıs’taki sorunları
uluslararası siyasi bir sorundan çok ekonomik olarak gördüğünü belirtmiştir.
Kuzey Kıbrıs ziyaretinde Özal’a eşlik eden bir grup iş çevresi de çeşitli
akılar vererek ilk KKTC-TC Ekonomik Paketinin önemini vurgulamaktaydı. Bu iş
çevreleri içerisinde rahmetli iş insanı namı diğer Sakıp Ağa’da (Sakıp Sabancı)
bulunuyordu. Özal, bu ziyareti sırasında Türkiye’de uyguladığı reçetenin bir
benzerini burada da uygulamak istediğini söylüyordu. Fakat bu öneriler çok
gerçekçi öneriler değildi. Bu vizyon ancak Özal’ın Türkiye’si için geçerli
olabilirdi. Paketin içerisinde doğru tespitler olsa da; bu bizden bir hal
çaresi değil, Türkiye’nin bizler için hazırladığı oldukça acı bir reçetesiydi.
Özal’ın bu paketi, tek gözü gören ahali tarafından tepkiyle karşılandı. Ve
uygulanamadı. İki gözü kör olan yöneticilerimiz ise zaman içerisinde Özal’ın
programına adım adım yanaşırız diyerek; Ada’nın kuzeyini Ana’nın kara para
aklama bölgesi, fuhuş ve kumar alanı yapmıştır. Özal, ekonomik paketinin
uygulanması konusunda ısrarcı olsa da, bizim iç tartışmalarımız sonucunda onun
yerine parça parça dilenci paketi yaratarak sakatlıklarımızı ört pas etme
yoluna gittik. Özal’ın ortaya koyduğu paket, hastalıklı yerlerimizin tedavisi
bir yana sağlam olan üç dört uzvumuzun da bozulmasına yol açabilirdi. Meryem
Ana’nın tanrı sihriyle doğurduğu mucizevî KKTC’ye Turgut Özal’ın gelişiyle, iki
gözü kör basının kepazeliğe de ortaya çıkıyordu. Sözde Özal’a halkın durumunu
yansıttığını ima eden yazılar, belli basın organlarından peşi sıra
yayınlanıyordu. Bunlar genel anlamda kuzeydeki ekonomik sorunu değil yapılan
yanlışlıkların altını çizen fakat kaş yapayım derken göz çıkaran yazılardı.
Bugün kişilikli duruş ve politika bekleyen halkımıza bu dönemde Turgut Özal’a
yazılan yazılardan örnekler vermeden bazı basın mensuplarının kalemlerindeki
mürekkep yerine kullanmış oldukları grassonun dozuna dikkat çekmek istiyorum. 1
Temmuz 1986 tarihli “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde haftanın yazısı başlığı
altında yayınlanan Reşat Akar’ın grasso akan kaleminden çıkan yazıya dikkatlice
bakalım: “Sayın Özal, Kıbrıs Türk
halkının tek güvencesi olan Anavatan Türkiye’nin Başbakanı olarak sizleri,
şehit kanıyla sulanmış kuzey Kıbrıs topraklarında karşılamaktan büyük mutluluk
duymaktayız. ( …) Türkiye’de olduğu gibi kuzey Kıbrıs’ta da bazı yeni
vergilendirmeler, batan KİT’lerin satılması, faizlerin artırılması ve KDV gibi
hususların ilk günlerde büyük tepkiler yaratacağı aşikârdır. Ancak yaklaşık 12
yıldan beri verimli bir hale getirilemeyen ve sürekli olarak devletin sırtında
bir yük olan batmış sanayi tesislerinin kapatılması veya satışa çıkarılması
genelde herkesin beklediği bir gelişme olacaktır. Uzun yıllar vergisiz yaşamaya
alışmış olanlardan vergi toplamayı teşvik edici önlemler de büyük alkış
toplayacaktır. (…) Sayın Özal, Dünya’nın gözü önünde, Anavatan-Yavruvatan
ilişkilerini bu denli geniş çapta ele alırken ve Türkiye’deki tüm ekonomik
önlemlerin kuzey Kıbrıs’ta da uygulanması gibi oldukça ciddi bir karar alma
cesaretini gösterirken, ufak gibi görünen, ancak Türk halkını yakından ilgilendiren
sorunlara da artık çözüm getirme zamanının geldiğine inanmaktayız. Bugün
Yunanistan Başbakanı “Ulusal Topraklarımız” dediği Kıbrıs’ın güney kısmına daha
çok Yunanlı göndermek ve onlara kahramanlık öğütleri verebilmek amacıyla güneyi
ziyaret edecek Yunanlılara neredeyse mükafat vermeye çalışıyor ama, kuzey
Kıbrıs’ta evladını, torununu, akrabasını şehit bırakan Anavatan’daki
kardeşlerimiz, şehitlikleri ziyaret edebilmek, Yavruvatan’ın düşman esaretinden
nasıl kurtulduğunu öğrenebilmek için çıkış vergisi ödeme zorunluluğuyla
karşılaşmaktadır. Bunlara bazı belediyelerin “Orman Kanunları” çerçevesinde
almaya çalıştığı “Çıkış Vergileri” ilave edildiği zaman, şehitlerimizin
kemiklerinin sızlatıldığı, milli mücadelemizin yara aldığı düşüncesine
kapılmaktayız. Bu nedenle, Avrupa seyahatlerine bir kısım daha artış mı
yaparsınız, yoksa başka bir gelir kaynağı mı bulursunuz, ne bulursanız bulun,
fakat Allah aşkına, Kıbrıs için şu seyahat vergisini kaldırın ve tüm Türkleri,
Ankara’dan –Adana’ya gider gibi, Yavruvatan’a serbestçe gelme hakkından mahrum
bırakmayın. (…) Sayın Özal, Dileğimiz, bu ziyaretinizin yararlı olması ve
Afrikalaşan Yavruvatan’ın, hak ettiği gibi küçük bir İsviçre’ye
dönüşebilmesidir. Bunun için de Anavatan’ın yardımlarına büyük ihtiyaç duyulduğu
kesindir. Ana, yavrusuna ne kadar iyi bakar, onun hastalıklarını ne kadar erken
tedavi ederse, büyüyen ve sağlıklı gelişen yavru da bir gün anaya ve babaya
bakar. Ayrıca ana ve baba için dünyanın gözü önünde bir gurur kaynağı olur!”3
Tüm yazı Özal’a övgü, sorun saymakla geçmekte,
ayrıca yazar “vizyon” sahibi olduğundan bir az ölçüyü kaçırarak da olsa bugün
yaşanan demografik yapıdaki sorunların temelini oluşturacak olan Türkiye’den
kuzeye girişlerde Türk vatandaşları için kolaylık rica etmektedir. Bunu
yaparken de ekonomik bir gelir beklentisi yok, aksine tamamen duygusal
nedenlerle arzu ettiğini belirtmektedir. Bu konseptte birçok yazının yazıldığı
günlerde, Kıbrıslı Türklerin ciddi sorunlarla boğuştuğu bir dönemden geçerken,
kendi yöneticileri tarafından bir çözüm programı üretilerek çıkış yolu
aranmaması da üzücü olsa gerek.
2 Temmuz 1986 tarihinde Turgut Özal’ın yanında
Kıbrıs ziyaretine katılan dönemin TÜSİAD Başkanı iş insanı Sakıp Sabancı’da
konuk yazar olarak “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir” başlıklı bir yazı
yayınlar. Bu yazının tamamını okumanızı önermekle birlikte Sakıp Ağa’nın bir
iki incisini sizlerle paylaşmak istiyorum: “… Kıbrıs’ı
Türkiye’ye ve dünyaya bağlamak için, ulaşım ağının güçlendirilmesine önem
vermek zorundayız. Kıbrıslıların kendi uçak şirketlerini kurmalarına yardımcı
olmalıyız. THY ve DDY’nın Kıbrıs bağlantılarını devlet desteğini göze alarak
güçlendirmeliyiz. Unutmayalım ki ulaşamadığımız toprak bize ait değildir…”4
O tarihlerde TÜSİAD Başkanı olan Sakıp Sabancı’nın
fikirleri bizlere yol göstermiş olacak ki, bahsettiği birçok alanda girişimler
yapılmış, kendimize ait KTHY şirketini de kurmuştuk. Nedense son on yılda yeni
ekonomik paketlerle Türkiye hükümeti eski uygulanan politikaların iflas
ettiğini, buradaki beslemelerin bunları batırdığını dile getirerek tekrardan
yeni reçeteyle bizlerin sakat bedenine çare bulmaya çalışmaktadır. 1983’den
bugüne 30 yıl geçmiş halen kör, topal ve sağır yaşamımızı sürdürmekteyiz.
Artık, ana-baba ve yavru üçlemesi yerini araştırma-saygı ve vizyon üçlemesi
kulaklarda çınlamalıdır. Reşat Akar’ın
yazısındaki ana ve babasına bakacak olan o gurur verici devletin babası halen
bilinmemektedir. Bu nedenle, yeni kuşaklara araştırmacı, kişilikli duruş ve
vizyon sahibi siyasilerin örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Acaba bizim
babamız kim? Sorusunun yanıtını bulmak zor değil; 15 Kasım 1983 bizim için
“Milat”tır, Tanrı babamızın sihriyle doğduğumuz gün, tüm KKTC vatandaşları
artık mucizevî İsa’nin kardeşleriydik. Fakat İsa’dan tek farkımız havarimizin
olmamasıdır. Sanırım çektiğimiz çile tanrı babamızın diplomatik cennetine vardığımız
zaman bitecek…
Dipnotlar
1
I.Özal Hükümeti,
Hükümet Programından, Aralık, 1983.
2 Ahmet Aydoğdu, Kıbrıs Sorunu Çözüm
Arayışları, Ankara, Asil Yayınları, 1. Baskı, 2005, S, 185.
3 Girne Milli Arşivi, Günaydın
Kıbrıs, “Haftanın Yazısı”, 1 Temmuz 1986, S,1-11.
4 Girne Milli Arşivi, Günaydın
Kıbrıs, “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir”, 8 Temmuz 1986, S,5.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder