Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
“ANA
KUZUSU”
(
III )
1985 yılında artık Ana Kuzusu yeni anayasasını
onaylamış ve yeni ismi ile ( KKTC) ilk genel seçimlere hazır hale gelmişti. 6
Nisan 1985 tarihinde ilk kez bu seçimlerde % 8 genel barajı uygulamaya
konmuştur. Bu yasayla yıllar içerisinde UBP’de yaşanan güç kavgaları sonucu UBP
bünyesindeki istifalarla oluşan yeni siyasi partileriyle siyaset sahnesine
çıkan birçok politikacının önü kesilmiş oluyordu. 1985 yılı içerisinde Kıbrıslı
Türkler 5 Mayıs’ta Anayasayı oylamış, 9 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin yenilenmesini yaşamış ve en nihayetinde de 23 Haziran’da genel
milletvekilliği seçimlerini gerçekleştirmiştir. Bir yıl içerisinde tam üç kez
sandık başına giden, seçim yorgunu seçmenin ekonomik durumu ise gittikçe
kötüleşmekteydi. İşte bu ortamda seçimden birinci parti olarak çıkan UBP, 24
milletvekili çıkarmış ve 12 milletvekili çıkartan TKP ile koalisyon hükümeti kurmuştur.
Siyasi tarihimize I. Eroğlu Hükümeti olarak geçen UBP-TKP koalisyon hükümeti
bir yıl içerisinde 11 Ağustos 1986 tarihinde TKP’nin hükümetten çekilmesiyle
son bulacaktır.
1980’lerin başından itibaren dünyada yaşanan
ekonomik kriz ve “Ana”daki askeri darbe neticesinde oluşan sıkıntılar “Ana Kuzusunu”
olumsuz etkileyecekti. Askeri darbenin ardından önce DPT müsteşarı olarak görev
yapan Turgut Özal, gerek ekonomik konuları ele alış şekli gerekse de ABD’nin
desteğiyle darbe sonrası “demokrasiye” geçişte Başbakan olarak siyaset
sahnesinde bir yıldız gibi parlamaya başlayacaktı. Siyasi astronomlar
tarafından keşfedilen bu yeni yıldızın kuzey Kıbrıs’ı da aydınlatmaması
kaçınılmazdı.
Başbakan Özal, kısa süre zarfında Türkiye’de
kapitalist ekonomik bir yapı kurma yolunda hızlı adımlar atacaktı. Bu bağlamda
Türkiye’nin ekonomik temelini yeniden kurmaya koyulan Özal, hem bürokrasiyi
azaltma ve hem de birçok uzvu işlemez hale gelmiş, verimsiz hantal yapıyı
küçültme, sürekli zarar eden devasa boyuttaki kanserleşmiş organizmalar
durumuna düşen Kamu İktisadi Teşebbüslerini (KİT) Özelleştirme ve devletin
ekonomiden elini çekme gibi hedeflerinin kısa ve çarpıcı bir ifadesi olarak ‘devleti
daha işler, daha verimli, daha etkin ve daha güçlü hale getirmek’ manasında söylemiş
olduğu siyaset literatürüne geçen o ünlü “devleti küçültme” tabirini
kullanacaktır.”1
Özal, Türkiye’nin karanlıktan aydınlığa ancak
rekabete dayalı liberal bir ekonomiyle çıkabileceğine inanmıştı. Özal, daha
DTP’ye müsteşar olduğu zamanda Özal’ın en büyük destekçilerinden iş insanı Sakıp
Sabancı, o dönemde bu durumu ifade için: “Turgut Özal, Plânlamaya gelince sanki
bir rüya gördük, bir rüya gerçekleşti. (…) Çok sevdik, çok sevdik, çünkü inim
inim inliyorduk. Turgut Özal’ın rüzgârıyla akıllı düşünceler, fikirler geldiği
zaman beni etkiliyordu” demekteydi.2
Özal, tüm bu liberal planlamaların gerçekleşmesi için bir ekonomik pakete
ihtiyaç olduğunu savunarak iktidara gelmişti. 6 Kasım 1983 Genel Seçimlerinde
211 milletvekiliyle tek başına iktidara gelen Anavatan Partisi (ANAP) Genel
Başkanı Turgut Özal, 13 Aralık 1983’de Hükümeti kurduğu andan itibaren Türkiye’yi
liberal fikirleriyle şekillendirmeye başlayacaktı. Kuşkusuz “Ana Kuzusu” da
bundan nasibini alacak, Özal’ın kuzey Kıbrıs’a bakışı da bu bağlamda olacaktı.
1985 yılında kuzey Kıbrıs’ta iktidarda olan UBP-TKP
koalisyon hükümeti Türkiye’deki bu gelişmeler karşısında “Ana Kuzusu”nun daha
güçlü bir yapıya kavuşturulması için tabii ki boş durmayacaktı. Tek sorun kuzey
Kıbrıs’ta yapılan veya yapılacak her hamlenin “Ana”dan genetik aktarım gibi kopya
edilmesinin ciddi sıkıntılar doğuracağı gerçeğiydi. Özal, daha önce Ecevit
hükümetinin 1974 sonrası kuzeyde kurdurduğu KİT’lere çağ dışı yapılar olarak
bakmakta ve kuzey Kıbrıs için “Prenslerine” bir ekonomik paket
hazırlatmaktaydı. Özal’ın ekonomik programına uygun çalışmalar yürütecek
ve “Daha Güçlü Bir Yavruvatan”
sloganıyla kuzey Kıbrıs’ı yeniden dizayn edecek olan bir heyet kuzey
Kıbrıs’taki UBP-TKP koalisyon hükümetini ziyaret ederek “istişarede” bulunacaktı.
İşte bu dönem de TKP Milletvekili olarak parlamentoda yer alan Sayın Alpay
Durduran ile yapmış olduğum söyleşide yaşanan ekonomik sıkıntılar ve “Ana”nın
yaklaşımları hakkında ortaya koyduğu açıklamalar siyasi tarihimiz açısından
ders niteliğindedir: “Bu paket konusu ve paket adı 1980’lerin başlarında
kullanılmaya başlandı. Türkiye’de Özal’ın müsteşar olması ve sonrasında
başbakan olması nedeniyle bu paket sözünü de o kullanırdı: “Bir ekonomik
paket” derdi. Paket deyimi bizde de kullanılmaya
başlandı. Daha önceden de Kıbrıs için genel kararları, uygulamaları,
müdahaleleri yok muydu, vardı: Bütün bu KİT’leri kuran, ekonomik rejimin
çatısını oluşturan kararlar, hep Türkiye de alındı. Fakat bunun başarısız
olduğu ortaya çıktı. Nedeni de; böyle bir ekonomik çatıya karşı olan bir
iktidarın bulunmasıydı kuzeyde. Çünkü bu iktidar KİT’lere inanmayan, karma
ekonomiye karşı olan, kapitalist bir anlayışa sahipti. Bu yüzden, başarısızlık
kaçınılmazdı ve o şekilde oldu. 1981’den sonra bir önemli değişiklik yapılması
gerektiğinde, paketin tanımı olarak, paketin bir bütün olması, hepsinin, her
unsurunun uygulanması, başarının şartıdır değerlendirmesi yaptık. Bu da genel
kabul gördü. Özal’da bu iddiadaydı. Ve dünyada da ekonomik büyük bir kriz
vardı. O krizden çıkma çabalarına hep bir paket sözü ile cevap verilirdi. Paket
olacak, paket, tüm unsurlarıyla uygulanacak, 6 ay içerisinde krizden çıkarır
bir ülkeyi, inancı vardı. Tabii böyle bir paketin tam olması ve tam uygulanması
çok önemli bir yönetim disiplini gerektir. Organizasyon gerektirir. Bizde ise böyle
bir şey yoktu. TKP-UBP koalisyonu kurulunca, daha önceden Türkiye’nin burada
uygulatmaya çalıştığı politikaların derli toplu, bir paket halinde hazırlanmaya
başlandığı şeklinde duyumlar aldık. Ama aynı zamanda TKP’de ekonomik tedbirleri
içeren bir paket, hazırlanması isteğini ortaya koydu. Ve bu paketi hazırlama
görevini alanlardan biri de bendim. Bu paketi hazırladık. Hala daha kopyası
bende bulunmaktadır. Bu paketi, bugün de savunurum. Bu paketi hazırladım,
partiye verdim. Çünkü benim hükümetle bir ilgim yoktu. Hükümete karşı da
soğuktum. Yani hem böyle bir koalisyonun kurulmasına karşıydım. Hem de
başarısız olacağına inanıyordum. TKP böyle bir paketi onayladı. Koalisyon
ortağına ve hükümete sunulmak üzere hazırladı. Ben, bir bakan değildim. Bakan
olmamama rağmen bakanlar kuruluna sunmak üzere beni yolladılar, takdim edeyim
ve savunayım diye. Hükümete bu paketi ben sunduğumda, bizim bu konuda bir
hazırlığımız yok, onun için bize müsaade edeceksiniz, bizde alternatif
görüşümüzü hazırlayalım ve müzakere edelim dediler. Bunun üzerine de UBP,
Maliye Bakanlığında bir başka paket hazırlattı. Ve bunu görüşmeye başladık.
Bizim hazırladığımız pakette çok radikal tedbirler vardı. Mesela, Türkiye bile
faizleri, serbest bırakma baskısı yapıyordu. Biz ise buna karşıydık. Türk
lirası milli para olarak kullanılmaktaydı ve biz bu faizlerin serbest
bırakılmasına karşı çıktık. Biz bu görüşmeleri ortağımızla yaparken,
Türkiye’den bir heyet geldi: Özal’ın gelmesinden önce, Türkiye’deki ekonomi
politikasını burada uygulamak için basında “Özal’ın Prensleri” diye bahsedilen,
prensleri geldi ve onlarla bu konuları konuştuk. Bu görüşmeleri yapmak için yine
partim beni görevlendirdi. Ben, orada bizim paketi savundum. Bana dediler ki,
sizin paranız yok, siz para basmaya kalksanız felaket olur. Arjantin’den beter
olursunuz dendi. Bu bizim disiplinimize bağlıdır, dedim. Eğer mali politikaları
disiplinli bir şekilde sürdürür ve açıklar vermezsek neden olmasın dedim. Böyle
bir çöküş olmaz parada dedim. Size kimse para vermedi dedikleri zaman, örneğin
bir konuşmamız şöyle oldu: Biz, Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisi
toplantısına girerken orada şikâyet ettik. Bize kimse bir kuruş para vermiyor
tanınmamış olduğumuz için, onun için sıkıntılarımız vardı dedik. Bir daha ki
toplantıya bize 200 milyon dolar elektrik santrali maksatlı bir konsültasyon
kurarak kredi vermeyi teklif ettiler ve bu Avrupa’nın standartlarında uzun
vadeli çok düşük faizli bir krediydi. Hatta bu prensler esprili bir şekilde,
biz size elektrik santrali yapalım, siz bize 200 milyon dolar verin dediler.
Bize işte böyle teklif de var dedik. Ama arkadaşlarımız reddetti. Neden? Geriye
iade edemeyeceyik derlerdi. Ne demek geriye iade edilemeyecek. Elektrik
santrali yapılacak, elektriği satacaksın ve topladığın parayla borcunu ödeyemeyeceksen,
ne duruyorsun orada hükümet olarak. Bize verilmez diye bir şey yoktur. Biz Türk
lirasını milli para olmaktan çıkartalım, serbestçe diğer dövizler gibi Türk
Lirası’da sizin dediğiniz gibi istediği gibi dalgalansın. Faizleri serbest
bırakın deyinceler, biz buna karşıyız dedik. Bir tavanı korumak istiyoruz
dedik. Biz bunları görüştük. Ve hatta bize; siz bizim önerilerimizi kabul edin,
size bir liman yapalım ve alternatif bir hava alanı yapalım dediler. Yani bir
tür rüşvet teklif ettiler. Dedik ki hayır, biz bu önerileri savunuyoruz. Daha
birçok madde vardı böyle. Sonunda bu müzakereler tamamlanmadan Sayın Özal geldi,
elinde paket; ya bunu kabul edersiniz ya da alternatifiniz bulunur dedi.”3
Sayın Alpay Durduran ile yapmış olduğum söyleşide karşımda
gerçek bir yurtsever, bilgili ve donanımlı bir politikacı gördüm. Son yıllarda
TC Hükümet yetkililerince, Kıbrıslı Türklerin zaman zaman besleme, zaman zaman
da beceriksizlikle itham edildiğini gördük. Sayın Durduran ile yaptığım sohbet
sırasında bana “Koçi Bey Risalesi”nden bahsetmesi beni oldukça etkiledi. Bunu
yazmadan geçemezdim. Lisans eğitimimin Tarih üzerine olmasından ötürü Koçi Bey
Risalesini okumuştum. Fakat birçok aktif siyasetçinin bilgi eksikliği
düşünüldüğünde bu kadar değerli bir insanın ülke gençlerine vereceği çok
değerli siyasi bilgi ve katkılar olduğunu söylemeden edemezdim. Sayın Alpay
Durduran’ın bu ülkenin olumsuz şartlarına ve çıkmazlarına karşın bu topraklarda
yetişmiş çok değerli insanlarımızdan biri olduğu bir gerçektir. 28 Haziran
1981’de TKP’nin genel başkanı olan Alpay Durduran milletvekilliği seçimleri
sonucunda muhalefetin iktidara gelebileceği bir aritmetikte kendisine
Cumhurbaşkanı Denktaş’ın hükümeti kurma görevini vermediği dönemi ve TC’nin
buradaki tahakkümü hakkında bakın ne demektedir: “1981 seçimleri sonucunda 40
sandalyeli meclisteki tablo; UBP 18, TKP 13, CTP 6, DHP (Demokratik Halk
Partisi) 2 ve TBP’de (Türk Birlik Partisi) 1 olmak üzere şekillenmişti.
Nihayetinde, muhalefet iktidara gelebilirdi. Türkiye’den Başbakan Bülend
Ulusu’nun müsteşarı gelmişti. TC Elçiliğinde toplandık. Orada Kolordu
Komutanlığı yapmış Faik Güneri Paşa’da vardı. Bize dediler ki; Biz yanlış
yaptık. Böyle bir şeye karışmamamız lazımdı. Seçimde hangi parti çıkarsa
milletvekili de olur, hükümete de gelebilir. Artık buna itirazımız yoktur.
Değiştirdik politikayı dediler. Dedik ki UBP ile hükümet kurmak istemeyik ve
falan filan diye konuşuruk, nedeni şudur budur diye anlattık. Bize dediler ki,
ama niçin korkarsınız bu işten? Ne yapmak istiyorsunuz da UBP bizimle beraber
karşınıza çıkacak ve başarısız olacaksınız dersiniz. Anlat bize dediler. Biz de
yapmak istediğimizi anlattık kendilerine. Anlatınca, baktılar bizim işimiz
ciddi. Biz bu memleketi yönetmek istiyoruz, hükümetin yetkileri ne ise o yetkileri
kullanmak istiyoruz biz. Bunu görünceler ne hale geldiler; hem dedi parayı
vereceyiz hem de düdük çalmayacak mıyız yani. Ben de lütfen dedim, ben sizden
para istemedim. Biz sizden para istemiyoruz. Lütfen bize yardım yapmayın. Çünkü
Kıbrıs’taki kilometre kareye düşen yatırım sermayesi Türkiye’nin ortalamasından
yüksektir. Biz sizden daha iyi durumdayık. Ve siz bize yardım yapacaksınız!
Bizim tek bir sorunumuz vardır, biz borçlanamayız. Uluslararası tanınmışlığımız
olmadığı için uluslararası bir yerden bir kredi alamayık. Elektrik santrali Rum
tarafında, oda bize diyor ki; benim imkânım kalmadı, size daha fazla elektrik veremeyeceğiz.
Onun için bir santrale ihtiyacımız var, dedik. Bir santral için destek
istiyoruz. Ya siz bize kefil olun borç alalım ya da siz bize borç verin veyahut
da bağış yapın, bu elektrik santrali kurulsun, dedim. Ve lütfen bize yardım
yapmayın dedim. Böylelikle, UBP ile koalisyon teklifleri de ortadan kalktı ve
UBP tüm tekliflerimizi de ret ederek entrikalara başladı. Yani senin yardım
almamanı istemez ya Türkiye, yardım almanı ister. Bağımlı olmanı ister…”4
Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’nin siyasi ve ekonomik
müdahaleleri günümüze değin devam etmiş ve bunun sonucunda da bugünlere
gelinmiştir. Haftaya TC Yardım Heyeti’nin yapısı bağlamında “Ana-Yavru”
ilişkisini ele alacağız…
DİPNOTLAR
1.
Mehmet
Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan Kitapçılık,
İstanbul, 2001, Sayfa 331-340 ve 386’dan naklen
http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
2
Mehmet Ali BİRAND ve Soner YALÇIN, The Özal, Bir Davanın Öyküsü, Doğan
Kitapçılık, İstanbul, 2001, Sayfa. 35-37.’den naklen http://eprints.sdu.edu.tr/585/1/TS00669.pdf
3-4Alpay
Durduran ile yapılan söyleşi, 5 Mayıs 2015, Lefkoşa,
Gazeteler
Günaydın Kıbrıs, Özal Korkusu, 1-8 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Hoş Geldiniz, Daha Güçlü Yavruvatan İçin”,
1-8 Temmuz 1986, Gi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder