Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
“ANA
KUZUSU”
(
IV )
1981 seçimleri sonucunda Sayın Alpay Durduran’ın
başkanı olduğu TKP, o dönem iktidara gelememiş ve UBP “Ana”nın tercihi
olmuştur. UBP, Mustafa Çağatay başkanlığında azınlık hükümeti kurarak “Ana”nın kınalı
kuzusu olmaya devam etmiştir. İşte bu siyasi ve ekonomik müdahaleler içerisinde
1985 yılına gelindiğinde kuzey Kıbrıs’ta çok enteresan bir parti kayıtlara
geçecekti. Resmi adı kayıtlara “Yavruvatan Partisi” olarak geçen ve 29 Temmuz
1985 tarihinde kurulduğu kesin olan bu partinin Türkiye’de iktidara gelen
“Anavatan” partisinin kuzusu olarak prim toplamaya çalıştığı gözlemlenmektedir.
Bu partinin ömrü kısa sürse de siyasal tarihimizde kurulan 70’e yakın partiden
biri olduğu kesindir.1
Son 10 yılda yaşadığımız
ÖRP örneği bizlere siyasi geçmişten gelen “Ana-Yavru” ilişkisini ve Türkiye
Hükümetlerinin siyasi dizayn bağlamında ulaştığı noktayı net olarak ortaya
koymaktadır.
Türkiye Başbakanı Turgut Özal, 1986 Temmuz’unun
başında kuzey Kıbrıs’a geldiğinde esas amaç Türkiye’nin yeni ekonomik çizgisine
uygun bir ekonomik yapılanmayı “Ana Kuzusu”na dikte etmekti. Özal, kuzey
Kıbrıs’ta meclis oturumunda konuşma yapmış ve Lefkoşa’da tertiplenen mitingde
de halka hitap etmişti. Özal, “Yavruvatan”ı güçlendirmek için buradaydı. O yıllarda Türkiye’de meşhur olan Amigo
Birol’da bu mitingde coşku yaratmak üzere adadaydı. İşin magazin yönü
eksiksizdi. Basında da, Özal’ın ortaya koyduğu “Ekonomik Paket” söylemine
destek amaçlı yazılar her zamanki gibi medyanın kilit isimleri tarafından
köşelerden işlenmekteydi. Siyaset ve siyasetçinin Türkiye ile olan ilişkiler
konusunda birçok hatası olduğu yadsınamaz bir gerçektir. 1 Temmuz 1986 tarihli “Günaydın Kıbrıs”
gazetesinde haftanın yazısı başlığı altında yayınlanan Reşat Akar’ın kaleminden çıkan yazıya dikkatlice bakalım: “Sayın Özal, Kıbrıs Türk halkının tek güvencesi olan Anavatan
Türkiye’nin Başbakanı olarak sizleri, şehit kanıyla sulanmış kuzey Kıbrıs
topraklarında karşılamaktan büyük mutluluk duymaktayız. ( …) Türkiye’de olduğu
gibi kuzey Kıbrıs’ta da bazı yeni vergilendirmeler, batan KİT’lerin satılması,
faizlerin artırılması ve KDV gibi hususların ilk günlerde büyük tepkiler
yaratacağı aşikârdır. Ancak yaklaşık 12 yıldan beri verimli bir hale
getirilemeyen ve sürekli olarak devletin sırtında bir yük olan batmış sanayi
tesislerinin kapatılması veya satışa çıkarılması genelde herkesin beklediği bir
gelişme olacaktır. Uzun yıllar vergisiz yaşamaya alışmış olanlardan vergi
toplamayı teşvik edici önlemler de büyük alkış toplayacaktır. (…) Sayın Özal,
Dünya’nın gözü önünde, Anavatan-Yavruvatan ilişkilerini bu denli geniş çapta
ele alırken ve Türkiye’deki tüm ekonomik önlemlerin kuzey Kıbrıs’ta da
uygulanması gibi oldukça ciddi bir karar alma cesaretini gösterirken, ufak gibi
görünen, ancak Türk halkını yakından ilgilendiren sorunlara da artık çözüm
getirme zamanının geldiğine inanmaktayız. Bugün Yunanistan Başbakanı “Ulusal
Topraklarımız” dediği Kıbrıs’ın güney kısmına daha çok Yunanlı göndermek ve
onlara kahramanlık öğütleri verebilmek amacıyla güneyi ziyaret edecek
Yunanlılara neredeyse mükafat vermeye çalışıyor ama, kuzey Kıbrıs’ta evladını,
torununu, akrabasını şehit bırakan Anavatan’daki kardeşlerimiz, şehitlikleri
ziyaret edebilmek, Yavruvatan’ın düşman esaretinden nasıl kurtulduğunu
öğrenebilmek için çıkış vergisi ödeme zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Bunlara
bazı belediyelerin “Orman Kanunları” çerçevesinde almaya çalıştığı “Çıkış
Vergileri” ilave edildiği zaman, şehitlerimizin kemiklerinin sızlatıldığı,
milli mücadelemizin yara aldığı düşüncesine kapılmaktayız. Bu nedenle, Avrupa
seyahatlerine bir kısım daha artış mı yaparsınız, yoksa başka bir gelir kaynağı
mı bulursunuz, ne bulursanız bulun, fakat Allah aşkına, Kıbrıs için şu seyahat
vergisini kaldırın ve tüm Türkleri, Ankara’dan –Adana’ya gider gibi,
Yavruvatan’a serbestçe gelme hakkından mahrum bırakmayın. (…) Sayın Özal,
Dileğimiz, bu ziyaretinizin yararlı olması ve Afrikalaşan Yavruvatan’ın, hak
ettiği gibi küçük bir İsviçre’ye dönüşebilmesidir. Bunun için de Anavatan’ın
yardımlarına büyük ihtiyaç duyulduğu kesindir. Ana, yavrusuna ne kadar iyi
bakar, onun hastalıklarını ne kadar erken tedavi ederse, büyüyen ve sağlıklı
gelişen yavru da bir gün anaya ve babaya bakar. Ayrıca ana ve baba için
dünyanın gözü önünde bir gurur kaynağı olur!”2
TC-KKTC
arasındaki ilişkinin bugünlere gelmesinde herkesimin günahları vardır. Siyasi
ve ekonomik bağımlılık bağlamında herkesimin özeleştiri yapması gerekmektedir. Özal’ın
“Ana Kuzusu”nu ziyareti sırasında ona eşlik eden TÜSİAD Başkanı Sakıp
Sabancı’da gazetecilere demeçler vererek, sanayi yatırımı için kuzeyin uygun
olmadığını fakat Turizm yatırımlarının gelecek için çok önemli olduğunu
söylüyordu. : “…
Kıbrıs’ı Türkiye’ye ve dünyaya bağlamak için, ulaşım ağının güçlendirilmesine
önem vermek zorundayız. Kıbrıslıların kendi uçak şirketlerini kurmalarına
yardımcı olmalıyız. THY ve DDY’nın Kıbrıs bağlantılarını devlet desteğini göze
alarak güçlendirmeliyiz. Unutmayalım ki ulaşamadığımız toprak bize ait değildir…”3
“Ana-Yavru” ilişkisinde önemli kırılma noktalarından
biri de Özal’ın “Ekonomik Paketi” dir. Kuzey Kıbrıs, 1974’de Ecevit Hükümeti’nin
KİT’leri kurmasıyla başlayan ekonomik yapılanma sürecinin ardından 10 yıl gibi
kısa bir süre geçtikten sonra bu kez de Özal Hükümetinin kapitalist bir modeli
dayatması sonucunda kabuk değiştirmeye zorlanmaktaydı. 1986’da yaşanan TC-KKTC
arasındaki yeni ilişki ağını farklı kılan sadece Özal hükümetinin o güne kadar
yapılan TC yardımları bağlamında bu işi bir “Paket” halinde ortaya koyması ve
bu ekonomik tedbirler paketinin katı bir şekilde uygulanmasında ısrar
etmesidir. Daha önceki yıllarda da Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi ve
ekonomik yapı üzerinde tahakkümü yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat bu kez TC’nin
yapmış olduğu ve yapacağı destek için belli şartları ve sıkı denetime dayalı
baskısı söz konusuydu. Özal’dan sonra
kuzey Kıbrıs’taki yapılanma için adadaki iktidarın hareket alanın da
daraltıldığını görmekteyiz. Bugün, TC Yardım Heyeti’nin yapısına baktığımızda
TC-KKTC ilişkisinin aslında neden “Ana-Yavru” bağlamında olduğunu daha net
anlamaktayız. Bu bağlamda geçen hafta Perşembe günü DP-UG Genel Başkanı Sayın
Serdar Denktaş’ın yapmış olduğu basın açıklaması oldukça önemlidir. Sayın
Serdar Denktaş’ın basın açıklaması sırasında TC-KKTC ilişkisi başlığı altında
yapmış olduğu tespitler dikkat çekiciydi. Sayın Denktaş’ın açıklamaları, TC’nin
tahakkümü altında yıllar önce “Davul Bizde, Tokmağı Başkasında” diyen CTP eski
başkanı rahmetli Özker Özgür’ün söyleminden pek farklı olmayan bir
çerçevedeydi: “…Kıbrıs Türk Halkı kendi
seçtiği vekillerinden, kendisi hesap sorar.
KKTC anavatan ilişkilerini yıllardır istenilen düzeyde oluşturamamamızın
sıkıntılarının bedelini hep, KKTC siyasetçisi ödemiştir. Bugüne kadar, Türkiye
ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söylerken hiçbir şekilde Türkiye
karşıtlığı yapmadım. Anadolu insanının Kıbrıs Hassasiyetinin önemine her zaman
vurgu yaptım. Egemenliğe, birine karşı durmak için değil, kendi ihtiyacımız
olduğu için, bizim olduğuna inandığım için sahip çıktım. Her seçilene bir
seçilmiş olarak saygı gösterdim ve saygı bekledim. Atanmışlar ile ilişkilerimde
halkımın bana verdiği görevin bilinci içinde görüştüm. Kimsenin önünde eğilip
bükülmedim. Bu nedenle de her dönem bazı çevreler tarafından istenmeyen
siyasetçi ilan edildim.1996 yılından beridir TC Yardım Heyeti işleyiş
mekanizmasındaki yanlışlığa dikkat çekerek, ya bunun değiştirilmesi ya da artık
ortadan kaldırılması gerektiğini her fırsatta gündeme taşıdım ve ilgililerle
tartıştım. Kıbrıs Türk Halkının ihtiyaç ve beklentilerini belirleme hak ve
sorumluluğu KKTC siyasetçisi ve özel olarak hükümetin boynuna asılmıştır. KKTC
siyasetçisinin halka verdiği sözler vardır. Bu sözler doğrultusunda hedef
ortaya konulması bu mekanizma tarafından engelleniyorsa, kişisel ilişkiler veya
karşıt düşünceler çerçevesinde hedeflerinizin hayata geçirilmesi konusunda
önünüze engeller rahatlıkla çıkartılabiliyorsa bu koşullar altında hükümette
oturmanın da bir anlamı yoktur. Bu kurum artık işlevini ve görev tanımını
aşmış, sistemin ana aktörü konumuna ulaşmıştır. Kurduğumuz sistem içerisinde
hükümet gücüne paralel ve bazen daha da güçlü konumda görülen TC Yardım Heyeti
olgusunun siyasal otoriteyi nasıl bozduğunu, dağınık bir hiyerarşik yapı
oluşturduğunu ve bu durumun hem ülkemizin ulaşması gereken hedefe ulaşmasını
engellediğini, hem de halkımızın Anavatan Türkiye ile ilişkilerini bozduğunu
görmek ve tartışmak durumundayız. Burada bulunmasının nedeni ekonomik
kalkınmamıza destek sağlaması gereken bir kurum içerisindeki bireyler, KKTC
halkının demokratik iradesini hiçleştirmeye neden oluyorsa bunun artık kamuoyu
önünde konuşulmasının zamanı gelmiş demektir…”4 Esasında
Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklaması olmadan çok önce “Ana Kuzusu” yazı
dizisini dördüncü bölümünü TC Yardım Heyetinin kuzey Kıbrıs’taki etkinliğine
ayırmıştım. Bu bölümde günümüzdeki TC-KKTC ilişkilerini ele alacak ve TC Yardım
Heyetinin faaliyetlerinin “bağımsız” bir ülkede nasıl bir anomali yaratacağını
işleyecektim. Fakat Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklamasından sonra TC
Yardım Heyetinin Yönetim şemasını sizlerle paylaşarak bu konuyu sonlandırmaya
karar verdim. Bu yapıda kolaylıkla gözlemlenebilecek bir “Bakanlar Kurulu”
havası vardır. Daha fazla yorum yapmadan TC Yardım Heyetinin Yönetim şemasına
bakalım: “ TC Yardım Heyeti Başkanı: TC
Lefkoşa Büyük Elçisi Halil İbrahim Akça’dır. Onun altında işleri koordine
edecek koordinatör Ertan Tosun vardır. Koordinatör bürokratın altında ise adeta
çeşitli bakanlıklar kurulmuş ve alanlar paylaştırılmıştır. Savunma Güvenlik,
Adalet, Yüksek Öğrenim Sektörü Engin Karabaş, Sanayi, Ticaret, Madencilik,
Haberleşme Sektörü ve Diğer Kamu Sektörü Hasan Kirman, Eğitim, Kültür, Sosyal
Hizmet Sektörü Durmuş Yavuz, Turizm Ulaştırma Sektörü Bekir Karaduman, Çevre
Tarım Sektörü Nebi Çelik, Mali Sektör, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Sektörü,
Enerji Sektörü Nuri Ateş.”
TC Yardım Heyetinin yönetim şeması aslında her şeyi
ortaya koymaktadır. TC Yardım Heyeti, ‘uzun
serüvenin kısa sonudur’. 1974 ile başlayan TC’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi
ve ekonomik tahakkümü artık son noktaya ulaşmıştır. Esasında seçilmiş
olmamalarına rağmen bizim gerçek bakanlar kurulumuz TC Yardım Heyeti Üyeleri
gibi durmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ı siyasi ve ekonomik bir yapboz tahtası haline
getiren Türkiye Hükümetlerinin yapmış olduğu müdahalelere işimize geldiği zaman
alkış tuttuk, işimize gelmediği zaman ise eleştiri getirdik. Kuşkusuz bu da
bizim en büyük hatamız oldu.
2000’li yılların hemen başında Türkiye’de iktidara
gelen AKP hükümeti kuzey Kıbrıs için Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü
politikada değişiklik yapmış ve KKTC’de iktidar olan hükümete ve Cumhurbaşkanı
Denktaş’a karşı cephe almıştı. Yıllarca TC hükümetlerinin siyasi
müdahalelerinden rahatsız olan “sol” partilerimiz, sivil toplum örgütlerinin
büyük çoğunluğu ile birçok sendikamız bu müdahalelere adeta alkış tutmuştur.
Yıllarca Türkiye ile ilişkilerimizde kişilikli siyaset arzulayan “demokratik”
kesimler de siyaseten onay merci olarak “Ana”yı işaret etmiştir. Kuzey Kıbrıs
“Sol” ve demokratik kesimlerin 2002’de Annan Planı ile yaşanan süreçte TC ile
ilişkiler zemininde yanılsama içerisinde oldukları çok geçmeden ortaya
çıkacaktı. “Koşuldan dolayı yanılsamalardan vazgeçme isteği, yanılsamalar
gerektiren bir koşuldan vazgeçme isteğidir” der; Karl Marx. Bu bağlamda “Sol”, 2002
ve sonrasında Kıbrıs’ta koşullar değişsin diye büyük bir yanılsama içine
girmiştir. Zira Kıbrıs’ta koşulları değiştirmek için iki etnik halkın birlikte
hareket etmesi gerekmekteydi. Bu olmayınca da “Ana” ile ilişkiler yeniden aynı
zemine oturtulmuştur. Tek bir farkla, 2002 sonrası oluşan bu yeni TC-KKTC
ilişki düzeyi AKP hükümetlerinin yeni yaklaşımları nedeniyle siyaset kurumumuzun
ve siyasetçilerimizin saygınlığını da ortadan kaldıracaktı.
Rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın ölümüne
değin “Ana-Yavru” ilişkisi milli duygulardan beslenmekteydi ve Türkiye
tarafından neredeyse kutsaldı. Fakat Sayın Denktaş’ın vefatıyla Başbakan Tayip
Erdoğan’ın söylemlerinin de Kıbrıslı Türklere karşı oldukça seviyesizleştiği
bir dönemin kapısı açılmış olacaktı. Kabul etmek lazım ki, rahmetli
Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın Türkiye iç siyasetini etkileyecek kadar büyük
bir karizması ve Anadolu halkı üzerinde de oldukça güçlü bir etkisi vardı.
Sayın Denktaş’tan sonra “Ana-Yavru”
ilişkisinde AKP hükümetlerinin karşısına çıkan siyasetçilerimizin
basiretsizliği de Türkiye ile olan ilişkilerin gittikçe seviyesini düşürmüştür.
Türkiye Hükümetlerinin her daim kuzey Kıbrıs siyasetini dizayn ettiği ve etme
arzusundan vazgeçmediği ortadadır.
Bugün hemen herkes Kuzey Kıbrıs’taki seçmenin
değişim istencini ortaya koyduğunu söylemekte ve Türkiye ile ilişkilerin
kişilikli bir düzlemde gelişmesini arzulamaktadır. Bu bağlamda ilk olarak Türk
hükümetleriyle ilişki için bizim seçtiğimiz siyasetçilerin muhatap alınması
ve TC Yardım Heyeti’nin siyasetçiyi ve
siyaset kurumunu by-pass eden yapısının bir an önce ortadan kaldırılması
gerekmektedir. Türkiye’nin Siyasi dizayn arzusu ve ekonomik tahakkümü devam
ederse çok ciddi sıkıntıların yaşanacağı gerçeği ortadadır. Bu bağlamda
toplumun tüm kesimlerine görev düşmektedir. Mevlana’nın en sevdiğim sözlerinden
biridir: “Dün geçti gitti, dün gibi, dünün sözü de geçti; bugün yepyeni bir söz
söylemek gerek”. Sayın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın dediği “Yavru Büyümek
İster” sözü ile başlayan tartışmalardan umarım herkes olumlu dersler çıkarır.
Yazı dizisinin oluşmasında bilgilerini, tecrübelerini cesurca bizlerle paylaşan
ve yardımlarını esirgemeyen Sn. Turhan Korun ve Sn. Alpay Durduran’a şahsım ve
Poli ailesi adına teşekkür ederim.
DİPNOTLAR
1Aydoğdu,
Ahmet, Kıbrıs Türk Seçimleri ve Yönetimleri, BRC Basım ve Matbaacılık LTD,
Birinci Baskı, Ankara, Ocak, 2005, Sayfa: 129-140
2 Girne Milli
Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “Haftanın
Yazısı”, 1 Temmuz 1986, S,1-11.
3 Girne Milli
Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “KKTC Ekonomisi
Nasıl Düzlüğe Çıkabilir”, 8 Temmuz 1986, S,5.
4
DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş’ın Basın Açıklaması, “Anavatan Türkiye İle
İlişkiler Boyutuna Gelince” 14 Mayıs 2015, Lefkoşa
GAZETELER
Günaydın Kıbrıs,
Evet Mi Hayır Mı, 8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Amigo Birol, Milli Maç Yönetir Gibi Özal’ın Mitingini Yönetti”,
8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Kıbrıs’a Ancak Hilton Oteli Yapabilirim”, 8 Temmuz 1986, Girne
Milli Arşivi, Kıbrıs
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder