25 Mayıs 2015 Pazartesi

ANA KUZUSU IV

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
“ANA KUZUSU”
( IV )
1981 seçimleri sonucunda Sayın Alpay Durduran’ın başkanı olduğu TKP, o dönem iktidara gelememiş ve UBP “Ana”nın tercihi olmuştur. UBP, Mustafa Çağatay başkanlığında azınlık hükümeti kurarak “Ana”nın kınalı kuzusu olmaya devam etmiştir. İşte bu siyasi ve ekonomik müdahaleler içerisinde 1985 yılına gelindiğinde kuzey Kıbrıs’ta çok enteresan bir parti kayıtlara geçecekti. Resmi adı kayıtlara “Yavruvatan Partisi” olarak geçen ve 29 Temmuz 1985 tarihinde kurulduğu kesin olan bu partinin Türkiye’de iktidara gelen “Anavatan” partisinin kuzusu olarak prim toplamaya çalıştığı gözlemlenmektedir. Bu partinin ömrü kısa sürse de siyasal tarihimizde kurulan 70’e yakın partiden biri olduğu kesindir.1  Son 10 yılda yaşadığımız ÖRP örneği bizlere siyasi geçmişten gelen “Ana-Yavru” ilişkisini ve Türkiye Hükümetlerinin siyasi dizayn bağlamında ulaştığı noktayı net olarak ortaya koymaktadır. 
Türkiye Başbakanı Turgut Özal, 1986 Temmuz’unun başında kuzey Kıbrıs’a geldiğinde esas amaç Türkiye’nin yeni ekonomik çizgisine uygun bir ekonomik yapılanmayı “Ana Kuzusu”na dikte etmekti. Özal, kuzey Kıbrıs’ta meclis oturumunda konuşma yapmış ve Lefkoşa’da tertiplenen mitingde de halka hitap etmişti. Özal, “Yavruvatan”ı güçlendirmek için buradaydı.  O yıllarda Türkiye’de meşhur olan Amigo Birol’da bu mitingde coşku yaratmak üzere adadaydı. İşin magazin yönü eksiksizdi. Basında da, Özal’ın ortaya koyduğu “Ekonomik Paket” söylemine destek amaçlı yazılar her zamanki gibi medyanın kilit isimleri tarafından köşelerden işlenmekteydi. Siyaset ve siyasetçinin Türkiye ile olan ilişkiler konusunda birçok hatası olduğu yadsınamaz bir gerçektir. 1 Temmuz 1986 tarihli “Günaydın Kıbrıs” gazetesinde haftanın yazısı başlığı altında yayınlanan Reşat Akar’ın kaleminden çıkan yazıya dikkatlice bakalım: “Sayın Özal, Kıbrıs Türk halkının tek güvencesi olan Anavatan Türkiye’nin Başbakanı olarak sizleri, şehit kanıyla sulanmış kuzey Kıbrıs topraklarında karşılamaktan büyük mutluluk duymaktayız. ( …) Türkiye’de olduğu gibi kuzey Kıbrıs’ta da bazı yeni vergilendirmeler, batan KİT’lerin satılması, faizlerin artırılması ve KDV gibi hususların ilk günlerde büyük tepkiler yaratacağı aşikârdır. Ancak yaklaşık 12 yıldan beri verimli bir hale getirilemeyen ve sürekli olarak devletin sırtında bir yük olan batmış sanayi tesislerinin kapatılması veya satışa çıkarılması genelde herkesin beklediği bir gelişme olacaktır. Uzun yıllar vergisiz yaşamaya alışmış olanlardan vergi toplamayı teşvik edici önlemler de büyük alkış toplayacaktır. (…) Sayın Özal, Dünya’nın gözü önünde, Anavatan-Yavruvatan ilişkilerini bu denli geniş çapta ele alırken ve Türkiye’deki tüm ekonomik önlemlerin kuzey Kıbrıs’ta da uygulanması gibi oldukça ciddi bir karar alma cesaretini gösterirken, ufak gibi görünen, ancak Türk halkını yakından ilgilendiren sorunlara da artık çözüm getirme zamanının geldiğine inanmaktayız. Bugün Yunanistan Başbakanı “Ulusal Topraklarımız” dediği Kıbrıs’ın güney kısmına daha çok Yunanlı göndermek ve onlara kahramanlık öğütleri verebilmek amacıyla güneyi ziyaret edecek Yunanlılara neredeyse mükafat vermeye çalışıyor ama, kuzey Kıbrıs’ta evladını, torununu, akrabasını şehit bırakan Anavatan’daki kardeşlerimiz, şehitlikleri ziyaret edebilmek, Yavruvatan’ın düşman esaretinden nasıl kurtulduğunu öğrenebilmek için çıkış vergisi ödeme zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Bunlara bazı belediyelerin “Orman Kanunları” çerçevesinde almaya çalıştığı “Çıkış Vergileri” ilave edildiği zaman, şehitlerimizin kemiklerinin sızlatıldığı, milli mücadelemizin yara aldığı düşüncesine kapılmaktayız. Bu nedenle, Avrupa seyahatlerine bir kısım daha artış mı yaparsınız, yoksa başka bir gelir kaynağı mı bulursunuz, ne bulursanız bulun, fakat Allah aşkına, Kıbrıs için şu seyahat vergisini kaldırın ve tüm Türkleri, Ankara’dan –Adana’ya gider gibi, Yavruvatan’a serbestçe gelme hakkından mahrum bırakmayın. (…) Sayın Özal, Dileğimiz, bu ziyaretinizin yararlı olması ve Afrikalaşan Yavruvatan’ın, hak ettiği gibi küçük bir İsviçre’ye dönüşebilmesidir. Bunun için de Anavatan’ın yardımlarına büyük ihtiyaç duyulduğu kesindir. Ana, yavrusuna ne kadar iyi bakar, onun hastalıklarını ne kadar erken tedavi ederse, büyüyen ve sağlıklı gelişen yavru da bir gün anaya ve babaya bakar. Ayrıca ana ve baba için dünyanın gözü önünde bir gurur kaynağı olur!”2  TC-KKTC arasındaki ilişkinin bugünlere gelmesinde herkesimin günahları vardır. Siyasi ve ekonomik bağımlılık bağlamında herkesimin özeleştiri yapması gerekmektedir. Özal’ın “Ana Kuzusu”nu ziyareti sırasında ona eşlik eden TÜSİAD Başkanı Sakıp Sabancı’da gazetecilere demeçler vererek, sanayi yatırımı için kuzeyin uygun olmadığını fakat Turizm yatırımlarının gelecek için çok önemli olduğunu söylüyordu. :  “… Kıbrıs’ı Türkiye’ye ve dünyaya bağlamak için, ulaşım ağının güçlendirilmesine önem vermek zorundayız. Kıbrıslıların kendi uçak şirketlerini kurmalarına yardımcı olmalıyız. THY ve DDY’nın Kıbrıs bağlantılarını devlet desteğini göze alarak güçlendirmeliyiz. Unutmayalım ki ulaşamadığımız toprak bize ait değildir…3
“Ana-Yavru” ilişkisinde önemli kırılma noktalarından biri de Özal’ın “Ekonomik Paketi” dir. Kuzey Kıbrıs, 1974’de Ecevit Hükümeti’nin KİT’leri kurmasıyla başlayan ekonomik yapılanma sürecinin ardından 10 yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra bu kez de Özal Hükümetinin kapitalist bir modeli dayatması sonucunda kabuk değiştirmeye zorlanmaktaydı. 1986’da yaşanan TC-KKTC arasındaki yeni ilişki ağını farklı kılan sadece Özal hükümetinin o güne kadar yapılan TC yardımları bağlamında bu işi bir “Paket” halinde ortaya koyması ve bu ekonomik tedbirler paketinin katı bir şekilde uygulanmasında ısrar etmesidir. Daha önceki yıllarda da Türkiye’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi ve ekonomik yapı üzerinde tahakkümü yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat bu kez TC’nin yapmış olduğu ve yapacağı destek için belli şartları ve sıkı denetime dayalı baskısı söz konusuydu.  Özal’dan sonra kuzey Kıbrıs’taki yapılanma için adadaki iktidarın hareket alanın da daraltıldığını görmekteyiz. Bugün, TC Yardım Heyeti’nin yapısına baktığımızda TC-KKTC ilişkisinin aslında neden “Ana-Yavru” bağlamında olduğunu daha net anlamaktayız. Bu bağlamda geçen hafta Perşembe günü DP-UG Genel Başkanı Sayın Serdar Denktaş’ın yapmış olduğu basın açıklaması oldukça önemlidir. Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklaması sırasında TC-KKTC ilişkisi başlığı altında yapmış olduğu tespitler dikkat çekiciydi. Sayın Denktaş’ın açıklamaları, TC’nin tahakkümü altında yıllar önce “Davul Bizde, Tokmağı Başkasında” diyen CTP eski başkanı rahmetli Özker Özgür’ün söyleminden pek farklı olmayan bir çerçevedeydi: “…Kıbrıs Türk Halkı kendi seçtiği vekillerinden, kendisi hesap sorar.  KKTC anavatan ilişkilerini yıllardır istenilen düzeyde oluşturamamamızın sıkıntılarının bedelini hep, KKTC siyasetçisi ödemiştir. Bugüne kadar, Türkiye ile ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini söylerken hiçbir şekilde Türkiye karşıtlığı yapmadım. Anadolu insanının Kıbrıs Hassasiyetinin önemine her zaman vurgu yaptım. Egemenliğe, birine karşı durmak için değil, kendi ihtiyacımız olduğu için, bizim olduğuna inandığım için sahip çıktım. Her seçilene bir seçilmiş olarak saygı gösterdim ve saygı bekledim. Atanmışlar ile ilişkilerimde halkımın bana verdiği görevin bilinci içinde görüştüm. Kimsenin önünde eğilip bükülmedim. Bu nedenle de her dönem bazı çevreler tarafından istenmeyen siyasetçi ilan edildim.1996 yılından beridir TC Yardım Heyeti işleyiş mekanizmasındaki yanlışlığa dikkat çekerek, ya bunun değiştirilmesi ya da artık ortadan kaldırılması gerektiğini her fırsatta gündeme taşıdım ve ilgililerle tartıştım. Kıbrıs Türk Halkının ihtiyaç ve beklentilerini belirleme hak ve sorumluluğu KKTC siyasetçisi ve özel olarak hükümetin boynuna asılmıştır. KKTC siyasetçisinin halka verdiği sözler vardır. Bu sözler doğrultusunda hedef ortaya konulması bu mekanizma tarafından engelleniyorsa, kişisel ilişkiler veya karşıt düşünceler çerçevesinde hedeflerinizin hayata geçirilmesi konusunda önünüze engeller rahatlıkla çıkartılabiliyorsa bu koşullar altında hükümette oturmanın da bir anlamı yoktur. Bu kurum artık işlevini ve görev tanımını aşmış, sistemin ana aktörü konumuna ulaşmıştır. Kurduğumuz sistem içerisinde hükümet gücüne paralel ve bazen daha da güçlü konumda görülen TC Yardım Heyeti olgusunun siyasal otoriteyi nasıl bozduğunu, dağınık bir hiyerarşik yapı oluşturduğunu ve bu durumun hem ülkemizin ulaşması gereken hedefe ulaşmasını engellediğini, hem de halkımızın Anavatan Türkiye ile ilişkilerini bozduğunu görmek ve tartışmak durumundayız. Burada bulunmasının nedeni ekonomik kalkınmamıza destek sağlaması gereken bir kurum içerisindeki bireyler, KKTC halkının demokratik iradesini hiçleştirmeye neden oluyorsa bunun artık kamuoyu önünde konuşulmasının zamanı gelmiş demektir…4 Esasında Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklaması olmadan çok önce “Ana Kuzusu” yazı dizisini dördüncü bölümünü TC Yardım Heyetinin kuzey Kıbrıs’taki etkinliğine ayırmıştım. Bu bölümde günümüzdeki TC-KKTC ilişkilerini ele alacak ve TC Yardım Heyetinin faaliyetlerinin “bağımsız” bir ülkede nasıl bir anomali yaratacağını işleyecektim. Fakat Sayın Serdar Denktaş’ın basın açıklamasından sonra TC Yardım Heyetinin Yönetim şemasını sizlerle paylaşarak bu konuyu sonlandırmaya karar verdim. Bu yapıda kolaylıkla gözlemlenebilecek bir “Bakanlar Kurulu” havası vardır. Daha fazla yorum yapmadan TC Yardım Heyetinin Yönetim şemasına bakalım: “ TC Yardım Heyeti Başkanı: TC Lefkoşa Büyük Elçisi Halil İbrahim Akça’dır. Onun altında işleri koordine edecek koordinatör Ertan Tosun vardır. Koordinatör bürokratın altında ise adeta çeşitli bakanlıklar kurulmuş ve alanlar paylaştırılmıştır. Savunma Güvenlik, Adalet, Yüksek Öğrenim Sektörü Engin Karabaş, Sanayi, Ticaret, Madencilik, Haberleşme Sektörü ve Diğer Kamu Sektörü Hasan Kirman, Eğitim, Kültür, Sosyal Hizmet Sektörü Durmuş Yavuz, Turizm Ulaştırma Sektörü Bekir Karaduman, Çevre Tarım Sektörü Nebi Çelik, Mali Sektör, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Sektörü, Enerji Sektörü Nuri Ateş.
TC Yardım Heyetinin yönetim şeması aslında her şeyi ortaya koymaktadır. TC Yardım Heyeti, ‘uzun serüvenin kısa sonudur’. 1974 ile başlayan TC’nin kuzey Kıbrıs’taki siyasi ve ekonomik tahakkümü artık son noktaya ulaşmıştır. Esasında seçilmiş olmamalarına rağmen bizim gerçek bakanlar kurulumuz TC Yardım Heyeti Üyeleri gibi durmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ı siyasi ve ekonomik bir yapboz tahtası haline getiren Türkiye Hükümetlerinin yapmış olduğu müdahalelere işimize geldiği zaman alkış tuttuk, işimize gelmediği zaman ise eleştiri getirdik. Kuşkusuz bu da bizim en büyük hatamız oldu.
2000’li yılların hemen başında Türkiye’de iktidara gelen AKP hükümeti kuzey Kıbrıs için Türkiye’nin uzun yıllardır sürdürdüğü politikada değişiklik yapmış ve KKTC’de iktidar olan hükümete ve Cumhurbaşkanı Denktaş’a karşı cephe almıştı. Yıllarca TC hükümetlerinin siyasi müdahalelerinden rahatsız olan “sol” partilerimiz, sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu ile birçok sendikamız bu müdahalelere adeta alkış tutmuştur. Yıllarca Türkiye ile ilişkilerimizde kişilikli siyaset arzulayan “demokratik” kesimler de siyaseten onay merci olarak “Ana”yı işaret etmiştir. Kuzey Kıbrıs “Sol” ve demokratik kesimlerin 2002’de Annan Planı ile yaşanan süreçte TC ile ilişkiler zemininde yanılsama içerisinde oldukları çok geçmeden ortaya çıkacaktı. “Koşuldan dolayı yanılsamalardan vazgeçme isteği, yanılsamalar gerektiren bir koşuldan vazgeçme isteğidir” der; Karl Marx. Bu bağlamda “Sol”, 2002 ve sonrasında Kıbrıs’ta koşullar değişsin diye büyük bir yanılsama içine girmiştir. Zira Kıbrıs’ta koşulları değiştirmek için iki etnik halkın birlikte hareket etmesi gerekmekteydi. Bu olmayınca da “Ana” ile ilişkiler yeniden aynı zemine oturtulmuştur. Tek bir farkla, 2002 sonrası oluşan bu yeni TC-KKTC ilişki düzeyi AKP hükümetlerinin yeni yaklaşımları nedeniyle siyaset kurumumuzun ve siyasetçilerimizin saygınlığını da ortadan kaldıracaktı.
Rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın ölümüne değin “Ana-Yavru” ilişkisi milli duygulardan beslenmekteydi ve Türkiye tarafından neredeyse kutsaldı. Fakat Sayın Denktaş’ın vefatıyla Başbakan Tayip Erdoğan’ın söylemlerinin de Kıbrıslı Türklere karşı oldukça seviyesizleştiği bir dönemin kapısı açılmış olacaktı. Kabul etmek lazım ki, rahmetli Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın Türkiye iç siyasetini etkileyecek kadar büyük bir karizması ve Anadolu halkı üzerinde de oldukça güçlü bir etkisi vardı. Sayın Denktaş’tan sonra  “Ana-Yavru” ilişkisinde AKP hükümetlerinin karşısına çıkan siyasetçilerimizin basiretsizliği de Türkiye ile olan ilişkilerin gittikçe seviyesini düşürmüştür. Türkiye Hükümetlerinin her daim kuzey Kıbrıs siyasetini dizayn ettiği ve etme arzusundan vazgeçmediği ortadadır.
Bugün hemen herkes Kuzey Kıbrıs’taki seçmenin değişim istencini ortaya koyduğunu söylemekte ve Türkiye ile ilişkilerin kişilikli bir düzlemde gelişmesini arzulamaktadır. Bu bağlamda ilk olarak Türk hükümetleriyle ilişki için bizim seçtiğimiz siyasetçilerin muhatap alınması ve  TC Yardım Heyeti’nin siyasetçiyi ve siyaset kurumunu by-pass eden yapısının bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir. Türkiye’nin Siyasi dizayn arzusu ve ekonomik tahakkümü devam ederse çok ciddi sıkıntıların yaşanacağı gerçeği ortadadır. Bu bağlamda toplumun tüm kesimlerine görev düşmektedir. Mevlana’nın en sevdiğim sözlerinden biridir: “Dün geçti gitti, dün gibi, dünün sözü de geçti; bugün yepyeni bir söz söylemek gerek”. Sayın Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın dediği “Yavru Büyümek İster” sözü ile başlayan tartışmalardan umarım herkes olumlu dersler çıkarır. Yazı dizisinin oluşmasında bilgilerini, tecrübelerini cesurca bizlerle paylaşan ve yardımlarını esirgemeyen Sn. Turhan Korun ve Sn. Alpay Durduran’a şahsım ve Poli ailesi adına teşekkür ederim.

DİPNOTLAR
1Aydoğdu, Ahmet, Kıbrıs Türk Seçimleri ve Yönetimleri, BRC Basım ve Matbaacılık LTD, Birinci Baskı, Ankara, Ocak, 2005, Sayfa: 129-140
2 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “Haftanın Yazısı”, 1 Temmuz 1986, S,1-11.
3 Girne Milli Arşivi, Günaydın Kıbrıs, “KKTC Ekonomisi Nasıl Düzlüğe Çıkabilir”, 8 Temmuz 1986, S,5.
4 DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş’ın Basın Açıklaması, “Anavatan Türkiye İle İlişkiler Boyutuna Gelince” 14 Mayıs 2015, Lefkoşa
GAZETELER
Günaydın Kıbrıs, Evet Mi Hayır Mı, 8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Amigo Birol, Milli Maç Yönetir Gibi Özal’ın Mitingini Yönetti”, 8-15 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs
Günaydın Kıbrıs, “Kıbrıs’a Ancak Hilton Oteli Yapabilirim”, 8 Temmuz 1986, Girne Milli Arşivi, Kıbrıs










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder