10 Mayıs 2015 Pazar

ANA KUZUSU II

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
“ANA KUZUSU”
( II )
Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 öncesi siyasi yapıda belirleyici olanlar,  bayraktarlık – elçilik ve Denktaş üçlüsüdür. Bu üçlü yapı, Kıbrıslı Türklerin yönetim kadrolarını belirler ve onay için Türkiye’ye yollardı. Türkiye’den onay gelince yönetici listesi açıklanırdı. Bu üçlü yapıda, 1974 öncesi Bayraktarlığının her zaman teşkilattan birinin de yönetimde olması gerektiği konusunda ısrarcı olduğu bilinmektedir. Örneğin, Geçici Türk Yönetimi (1967-1970) oluşturulduğu zaman Bayraktarlığın talebiyle serdarlık görevi yapan Erol Kazım, Bayındırlık ve Ulaştırma İşleri üyesi olarak atanmıştı. Erol Kazım, teşkilattan (TMT) biriydi ve yönetimde olmalıydı. Dr. Turhan Korun o günleri şöyle anlatıyor:  “Bu işler o kadar ayağa düştüydü ki yönetimde değişiklik olacağında dedikodu mealinde şu kişiyi elçilik-bayraktarlık istemez derlerdi ve hakikaten o kişi olamazdı.”1
1974’den sonraki dönemde Türkiye ile ilişkiler konusu şekil değiştirmiş fakat Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs üzerindeki kontrolü daha da artmıştır. Zira bu kez de kuzeyin yeniden yapılandırılması ve ekonomik olarak planlanması gündeme gelmiştir. Henüz Ercan Hava Alanı yokken Türkiye’den siyasi veya askeri biri geleceğinde askeri helikopterle ulaşım sağlanmaktaydı. Bu helikopterlerden birinden inen Ziya Müezzinoğlu kuzey Kıbrıs’taki ilk ekonomik yapılanmanın mimarı olacaktı.
1974 tarihinde Türkiye’de iktidarda olan Bülent Ecevit, seçim vaatlerinde; İskandinav modeli, Finlandiya modeli diyerek örnek gösterdiği toprak reformunu ve devletçi bir modeli Türk seçmenlere sunuyordu. “Su kullananın, toprak işleyenin”  sloganını ile seçimleri kazanan Karaoğlan, Türkiye’de hedeflediği ekonomik programı kuzey Kıbrıs’ta da uygulamak istemiştir.
Ecevit’in kuzey Kıbrıs’ta uygulamak istediği devletçi modelin hayat bulması için adaya yolladığı kişi, 1972’de maliye bakanlığı da yapmış olan Ziya Müezzinoğlu’dur. Ziya Müezzinoğlu, o dönem Ecevit’in ekonomik akıllarından biri olarak kabul edilen deneyimli bir bürokrattı. Türkiye 1974’e değin Kıbrıs ile ilgili işleri Ankara’da kurulan KİPİK adı verilen TC –Dış işlerine bağlı bir komite tarafından idare ederdi. Türkiye’deki 1974’e kadar olan Kıbrıs ile ilgili bu yapılanma hakkında deneyimli yazar Dr. Turhan Korun şöyle demektedir: “Bu komitede başlangıçta genelkurmay ve dış işleri vardı. Daha sonra her bakanlıktan bir bürokratın da dâhil olduğu söylenirdi. Daha ziyade bunların dediği olurdu. Fakat çoğu zaman Türkiye bürokratları ve askerlerden oluşurdu ve Kıbrıs ile ilgili günlük işleri bu komite takip ederdi. Başbakana ve Genelkurmaya bilgi verirlerdi. Kuzeydeki idareciler ise burada aylığı çeker ve günlük işleri götürürlerdi. Türkiye’deki bu komite de Kıbrıs’ın kuzeyi için Master Planı yapardı. Bu yapı, 1974 harekâtı sonrası yerini doğrudan doğruya TC Başbakanlığına bağlı, Ziya Müezzinoğlu başkanlığındaki bir komiteye bıraktı.
Bu nedenle, Ziya Müezzinoğlu zaman zaman Kıbrıs’a ziyaretler gerçekleştirip toplantılar düzenlerdi. Bu amaçla 1975’de kurulan K.T.F.D’nin ilk bakanlar kuruluna Türkiye’nin büyük desteğiyle Alper Orhon, Planlama ve Koordinasyon Bakanı olarak atanmıştır. Ziya Müezzinoğlu ile Alper Orhon özellikle teşriki mesai yapardı. Hatta o günlerde Kıbrıs’ta askerlik görevini yapan Yalçın Küçük’te bir müddet bu toplantılara katıldı. O sıralarda planlama dairesi başkanı Hilmi Refik’de bu planlamalara katılırdı. Yapılan çalışmalarda Rum’dan kalan fabrikalar ve mallar toplandı. Daha doğrusu, ganimetten kurtulanlar deylim. Ve örneğin Sanayi Holding, Cypfurvex, Zeyko, Turizm işletmeleri, Tütün İşletmeleri,  TAŞEL, Denizcilik İşletmeleri yani bildiğimiz KİT’ler kuruldu. Bu planlamalar yapılırken Alper Orhon Türkiye’den ciddi forsu olan bir kişiydi. O dönem Denktaş perde gerisine itildiydi. Hatta Alper Orhon Denktaş’ın sarayında makam odası almıştı.”
Birkaç yıl önce Mete Tümerkan’ın eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı görevi de yapmış olan Hasan Özbaflı ile yaptığı röportajda, Dr. Turhan Korun’un anlattıklarına paralel olarak Özbaflı şöyle diyordu: “… harekâttan sonra biz ve Ziya Müezzinoğlu burada yönetimi ele aldık. Bunu kimse bilmez ve bunlar tarihi gerçeklerdir. 1974’ten sonra burada tam bir yönetim boşluğu vardı. Rauf Bey ile Türkiye’den buraya yönetici olarak gelen arkadaşlar bazı konularda çelişkiler içerisine düşmüştü. Daha sonra Alper Orhon’u getirdiler. Ve onu çok etkili ve yetkili bir şekilde hükümete aldılar. Planlama ve Koordinasyon Bakanlığı diye bir bakanlık kuruldu. Bir bakıma eski yönetim gölgede kalmıştı. Bakın Erdal Andız sağ… Erdal Andız Saray Otel Müdürü’ydü. Saray Otel’in bodrumunu biz karargâh yapmıştık. Sabahlara kadar 3’lere, 4’lere kadar Ziya Müezzinoğlu ile biz Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik yaşamının stratejisini çiziyorduk. Mesela Sanayi Holding’i orada kurduk.  Bir kere hükümet yok. Bir tek Türkiye’den gelen Ziya Müezzinoğlu koordinasyon kurulu başkanı olarak burada. Ziya Müezzinoğlu toplum içerisinde sivrilmiş gençleri ve örgüt yöneticilerini özellikle, bir bakıma toplumu temsil nosyonu olan gençleri etrafına topladı. “Sanayi Holding’i biz kurduk” Ben vardım, Kamil Nuri vardı, Erdal Andız vardı, Zübeyir Ağaoğlu vardı… Daha bir sürü arkadaş vardı ama şu anda hatırlamıyorum. Erdal Andız daha iyi hatırlar. Bütün kararlar Saray Otel’in bodrumunda alındı. Ne olacak o fabrikalar dedik… Ben sanayiden geldiğim için dedik ki her gruptan işte plastik var, gıda var, elektrik var vs. bu üretimleri ayrı gruplarda toplayalım ve bunları da birleştiren bir holding yapalım adı Sanayi Holding olsun. Bu şekilde bölümler halinde yönetilsin. Ziya Müezzinoğlu uygun buldu ve Sanayi Holding bu şekilde kuruldu.2 Anlaşıldığı üzere Ziya Müezzinoğlu Saray Otel’de yaptığı çeşitli toplantılarla KİT’lerin kurulmasını ve kuzeydeki ekonomik yapının oluşturulmasını sağlamıştır. Daha sonraki yıllarda daha sosyalist bir kişi olarak bilinen eski işçi partili Niyazi Arenaslı’da Kıbrıs’a gelmiş ve o da bu ekonomik yapılanma için komünizmin alt yapısı gibi tanımlar dahi kullanılmıştır.  

Dr. Turhan Korun’un anlattıkları ise işin iç yüzünü daha net ortaya koymaktaydı:  “Bu yapılanma işleri devam ederken bazı problemler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin, Denktaş yurtdışına gittiğinde, Alper Orhon gider Denktaş’ın makamına otururdu. Benim idareci, benim sorumlu derdi.  Öte yandan ise Meclis Başkanı Necdet Üner de gelir kavga çıkarırdı. Ben Meclis Başkan’ıyım diye.
Bu sıralarda, Alper Orhon çok ciddi Türkiye desteğine sahip olduğu için Planlama Ve Koordinasyon Bakanı olduğundan ötürü, örneğin Yenişehir’deki evleri numaraladı ve buraya kimse oturmayacak dediydi. Tabii bundan daha sonra geri adım atıldı. Alper’in zayıf bir yanı vardı. Bütün gün uyur, gece gelir çalışırdı. Ama benim bildiğim kadarıyla Kooparatif Merkez Bankasının durumunu ele aldıydı. Nedir durumumuz, falan diye. Orhon zamanında Kıbrıs lirası 36 Türk Lirasına sabitlendi. Türk parasına geçildi. Kıbrıs lirası tedahülden kalktı. Esasında bir Kıbrıs Lirası 32 liraydı. Fakat çok hır gür çıkmasın diye bir Kıbrıs Lirasını 36 Türk Lirası olarak sabitlediler. Örneğin bankada Kıbrıs Lirası birikimi olanlar bir anda zarara uğradı. Hatta İngiliz üstlerinde çalışan ve maaşlarını Kıbrıs Lirası olarak alan Kıbrıslı Türkler de bu işten zarar görmüştür.
TC ile koordinasyonu sağlayan ve Denktaş’ın perde gerisine itilmesine sebep olan Alper Orhon bir müddet sonra askerle de takışmaya başladı. Dr. Turhan Korun o günlerde yaşanan olayları şöyle anlatmaktadır: “ Alper esasında bir oyuna getirildi: Saray Otel de bir arkadaş grubu ile sohbet edip içerken; ‘Bayraktarlığı da kapatacağım, Bayraktara da böyle yapacağım’ gibi tabirler kullandığı söylendi ve o gece orada masada olan Hürriyet Gazetesi’nden bir gazeteci bunu yazınca bu söylentiler yayıldı ve Alper’i görevden aldılar. Böylelikle Alper Orhon devri son buldu. Bu bir komploydu. Kıbrıslılar ve Hürriyet muhabiri bu işi tertipledi.” 3
Alper Orhon döneminde; TC Büyük Elçiliği ve Genel Kurmay birlikte kuzeydeki kontrolü sağlardı. Elçilik, Resmi Ordu ve Bayraktarlık kuzey Kıbrıs’ı yönetirdi. Bu yapılanmaya karşı Kıbrıslı Türklerden kimse ciddi boyutta tepki ortaya koyamamış/ koymamıştır.  Bu konu da ilk kez Federe Mecliste konuşma yapan Burhan Nalbantoğlu’dur. TMT’nin lav edilmesi gerekir diyen, TMT görevini yapmıştır diyen Burhan Nalbantoğlu’dur. 1976’da güvenlik kuvvetleri kurulana kadar bu yönetsel yapı devam etmiştir.
Görüldüğü üzere, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik zemini oluşturulurken Türkiye’nin ekonomik programı uygulanmıştır. Bu bağlamda 1974’den sonra TC ‘den gelen göçmenlere, Ecevit’in “Toprak Reformu” olarak değerlendirdiği politikalar neticesinde Rum malları ve toprakları dağıtılmıştır. Burada ana politik etmen olarak Kıbrıslı Türkler yerine Ecevit hükümetinin uygulamaları ön plana çıkmaktadır. 1980 askeri darbesinden sonra iktidara gelen Turgut Özal Türkiye’de liberal politikalar izlemeye başlar. Özal, Kıbrıs’a baktığında, içine kapanık kendi liberal uygulamalarına ters düşen bir yapının kuzeyde hâkim olduğuna kanaat getirir. Özal, Türkiye’de tavsiye ettiği yapının “yavrusu” gibi gördü kuzey Kıbrıs’ı da kendi politikaları doğrultusunda şekillendirmeye çalışacaktır.
Alper Orhon’dan sonraki dönemde,  Ziya Müezzinoğlu başkanlığında organize edilen ekonomik yapıda ortaya çıkan KİT’ler, yavaş yavaş elden çıkartıldı. Özal dönemi ve sonrası buralar daha verimli olacağından dolayı özelleştirilmeye tabi tutulmadı. Adeta yağmalandı ve kuzeydeki egemen olan liderliğin eliyle yandaşlara peşkeş çekildi. Örneğin Rum’dan kalan fabrikalar içerisinde çalışır durumdaki makinelerle birlikte yandaşlara dağıtıldı. Fakat buralar değişik amaçlar için kullanıldı ve heba edildi. Zaman içerisinde kapatılan KİT’lerin Özal’ın öngördüğü liberal anlamıyla zarar ediyor olduğundan değil yağmalama düzenine ve tanıdık eş dosta peşkeş çekilmesi sonucu kapatıldığı ortaya çıkmaktadır.  Esasında Kıbrıslı Türkler KİT’ler kurulduktan sonra buralara sahip çıkmış ve bir ekonomik hareket başlamıştır. Fakat o günlerin egemenleri KİT’lere inanmayan ve Rum’dan kalan mallara, fabrikalara gözünü dikmiş yağmacı bir zihniyetle buraları kapatılıp, ona buna peşkeş çekilmeye devam etmişlerdir.   
Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulduktan sonra yeni anayasa çerçevesinde kabine oluşturuldu. Yine Türkiye ile ilişkiler Ana ve Kuzusu bağlamında devam etmiştir. Bu ilişkiyi “istişare” kelimesiyle geçiştirmek mümkün değildir. Zira kuzey Kıbrıs’taki kabinenin liste halinde “Anavatan”a sunulması ve siyasi onay merci olarak görülmesi durumu devam ettirilmiştir.
Federe Devleti kurulduktan sonra ilk başbakan Nejat Konuk olmuştur. Rauf Denktaş ile ilk zamanlar arası iyi olan Başbakan Konuk’un daha sonra arası açılmıştır. Bu olayın sebebi olarak halk arasında konuşulan, UBP milletvekili Raif Denktaş’ın mecliste başbakanı eleştirmesiyle başlayan tartışmalar yönündeydi. Nejat Konuk, bu olaydan kısa süre sonra sağlık sorunlarını öne sürerek hem Başbakanlık görevinden hem de UBP başkanlığından affını isteyecekti. Dr. Turhan Korun o günlerde bu konu ile ilgili siyasi kulislerde olup biteni şöyle anlatmaktadır: “Nejat Konuk’u ansızın siyasi kulislerde hasta ilan ettiler. Konuk’un evhamlı bir yapısı vardı.  Kalp rahatsızlığı var dendi. O sıralarda ne hikmetse Türkiye’den bir grup profesör doktor geldi. Cerrahpaşa’dan gelen doktorlar, Dr. Kaya Bekiroğlu’nun arkadaşlarıydı. Bu profesörlere Nejat konuk’u kontrol ettirdiler. Ve dediler ki sen bu işi yapma sana zararlıdır. Ve böylelikle Nejat Konuk istifa etmiştir.”4 UBP içerisindeki güç kavgaları sonucunda Nejat Konuk bu yöntemle siyasi arenadan uzaklaştırılmıştır. Daha sonra Osman Örek hükümeti kurulmuş, fakat çok geçmeden UBP içerisindeki siyasi rekabet onun da istifa etmesine yol açmıştır. Türkiye’nin etkin şekilde ekonomik ve siyasi etmen olarak kuzeyde hakimiyetini sürdürdüğü sırada iktidarsız iktidarın kendi arasında fikir değil güç paylaşımı konusundaki kavgaları Kıbrıslı Türklere ileriki yıllarda çok pahalıya patlayacaktır. Türkiye’nin onayı alınmadan kabinenin bile değiştirilemediği bu dönemde “Ana-Yavru” ilişkisi kuzeyde makam sahibi olmak için olmazsa olmaz bir hal almıştır. Osman Örek’i istifaya götüren olayın iç yüzünü o zaman Kıbrıs Türk Kültür Derneği üyesi olan Dr. Turhan Korun şöyle aktarmaktadır: “ Osman Örek’in başına büyük bir talihsizlik gelmişti. İstanbul Kıbrıs Türk Derneği’nin bir gecesi olurdu her yıl, Osman Örek, İstanbul’da bu geceye davetli olarak katılmıştı. İşte o geceye Kıbrıs’tan Osman Örek Hellim götürdü dendi ve gazetelere “Hellim Partisi” diye haberler çıkmıştı. Bunun üzerine Örek, istifa etmişti.”5 Osman Örek ise istifa gerekçesini UBP içerisindeki parti içi disiplinsizlik, uyumsuzluk ve çelişkiler olarak göstermiştir. 6 Osman Örek’in istifasından sonra yeni kabine gündeme gelmiş ve o dönem Turizm ve Tanıtma Bakanı olan Vedat Çelik’in ismi öne çıkmıştı. Halk arasındaki söylenti Vedat Çelik’in Denktaş’a yakınlığı nedeniyle Başbakan olacağı yönündeydi. 12 Aralık 1978’de yeni kabine açıklandığında ise halkın tahmininin tersine Vedat Çelik kabine’de yoktu.
Dr. Turhan Korun’un bizzat şahit olduğu bu olay ile ilgili anısı TC ile ilişkilerin hangi düzlemde götürüldüğü konusunda oldukça önemlidir. Dr. Turhan Korun, o günlerdeki bu gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: “O günlerde Saray Otel’de akşamüzeri ticaret odasının bir resepsiyonu vardı. Biz de Kültür Ocağının üyeleri olarak resepsiyona ortalarına doğru katıldık. Baktık orada herkes Vedat Çelik’i Başbakan olarak tebrik ediyordu. Ertesi gün gazetelere baktığımızda Mustafa Çağatay başbakan, Vedat Çelik ise kabine de yoktu. Lefkoşa kulislerinde o günlerde bu olay için konuşulan, Vedat Çelik’in ismini Türkiye’nin çizdiği yönündeydi. Yani Kuzey Kıbrıs’tan yeni kabinenin listesi Türkiye’ye gönderilmişti ve son tahlilde Türkiye Vedat Çelik’in isminin üzerini çizmişti. Başbakan olarak Mustafa Çağatay’da karar kılınmıştı. Türkiye’den onay alınarak açıklanan kabine’de isminin üzeri çizilen Vedat Çelik ile ilgili aradan yıllar geçtikten sonra; Denktaş, Boğaz’daki bir restoranda bir kısım arkadaşını yemeğe davet etmişti. Bu yemekte ben de vardım. Ve o akşam ki yemekte Nejat Konuk da davetliydi. Benim bildiğim, yıllar sonra Denktaş ve Konuk ilk kez burada bir araya gelmişti. Ben yemeğin ortasına doğru bir vesile yaratarak, bu Vedat Çelik başbakan olarak yazılmış Türkiye’ye dedim, ama Türkiye’de isminin üstünü çizilmişler ve Çağatay öyle olmuş Başbakan, dedim. Ben bu cümleyi sarf etiğimde Nejat Konuk ‘sen nerden bilin?’ dedi. Ben istediğim cevabı almış oldum. Fakat Denktaş da konuya katılarak doktorun söylediği doğrudur dedi. Yani benim bilgiyi onayladı. Aslında Vedat Çelik’in Türkiye’den onay almamasının sebeplerinden biri de o sıralar Hürriyet gazetesinde Vedat Çelik hakkında oldukça övgü dolu yazılar, haberler çıkmaya başladıydı. Böyle dışişleri, savunma bakanı görülmedi, böyle Turizm ve Tanıtma bakanı görülmedi, aslan, kaplan diye övgüler vardı.  Dikkatli okuyucu hemen bunun Vedat Çelik tarafından yazdırıldığını anlardı. Yani başbakan olmak için zemin hazırlardı. Fakat son tahlilde Türkiye bu işi engellemişti.”7
Halk arasında bu olaydan sonra Vedat Çelik’in bakanlık döneminde, Araplara koyun, kuzu pazarladığı ve kendi ticari çıkarlarını ön plana çıkardığı yönünde dedikodu yayılmaktaydı. Tüm bu dedikodular bir yana konumuz açısından bakıldığında kuzey Kıbrıs’ın siyasi şekillenişi ve ekonomik yapılanmasında Türkiye’nin her zaman müdahil olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Mustafa Çağatay’da başbakan olduktan sonra da Denktaş ile arasında tartışma yaşandı. Zira Başbakan Mustafa Çağatay, KKTC kurulurken Federe Devlet anayasasının devamından yanaydı. Fakat Denktaş bunu istemiyordu. Çünkü o günkü anayasaya göre Denktaş ikinci kez Başkan olduğu için üçüncü kez Başkan olması mümkün değildi. Bu nedenle de Çağatay da istifa edecekti. İşte Türkiye’de Turgut Özal’ın Başbakan olduğu döneme girilirken kuzey Kıbrıs’ın siyasi ve ekonomik dizaynı böyleydi. Özal Başbakan olduğu sırada KKTC ilan edilmişti. Türkiye’nin inisiyatifi dışında gelişen bu olaydan ötürü Turgut Özal, Rauf Denktaş’a oldukça kızgındı.
Gelecek hafta kuzey Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkileri bağlamında ekonomik yapımızın Türkiye tarafından nasıl şekillendirildiğini ve nasıl yap boz tahtası haline getirildiğimizi, Özal dönemiyle birlikte ele alacağız. Kıbrıs’ın yetiştirdiği gerçek bir yurtsever olan deneyimli politikacı Alpay Durduran ile Özal dönemini ve Türkiye – kuzey Kıbrıs ilişkilerini değerlendireceğiz. Belki de ilk kez Kıbrıslı Türklerin 1986’da “Özal Paketi” olarak bilinen ekonomik paketin gündeme gelmesinden önce bizzat Alpay Durduran’ın çalışmasıyla kendi ekonomik tedbirler paketimizin nasıl hayat bulmadığını ve ilk kez kendimizin ürettiği bir ekonomik yapılanma fırsatının nasıl yitirildiğini birlikte göreceğiz…


DİPNOTLAR
1-3-4-5-7 Dr. Turhan Korun ile yapılan söyleşi, 6 Mayıs 2015, Lefkoşa
6 Fevzioğlu, Bülent, “Kıraathane-i Osmaniden, Cumhuriyet Meclisine (1886-1996) Olaylar ve Seçimler/Seçilenler”, TBMM-KKTC Cumhuriyet Meclisi Ortak Yayını, S: 75
*Resimler, Girne Milli Arşivi, 2015.
** Girne Milli Arşivi, İşçi Postası, 15/04/1981, Yıl:1, Sayı:46, Sayfa:1


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder