Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
“ANA
KUZUSU”
(
II )
Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 öncesi siyasi yapıda
belirleyici olanlar, bayraktarlık –
elçilik ve Denktaş üçlüsüdür. Bu üçlü yapı, Kıbrıslı Türklerin yönetim
kadrolarını belirler ve onay için Türkiye’ye yollardı. Türkiye’den onay gelince
yönetici listesi açıklanırdı. Bu üçlü yapıda, 1974 öncesi Bayraktarlığının her
zaman teşkilattan birinin de yönetimde olması gerektiği konusunda ısrarcı
olduğu bilinmektedir. Örneğin, Geçici Türk Yönetimi (1967-1970) oluşturulduğu
zaman Bayraktarlığın talebiyle serdarlık görevi yapan Erol Kazım, Bayındırlık
ve Ulaştırma İşleri üyesi olarak atanmıştı. Erol Kazım, teşkilattan (TMT)
biriydi ve yönetimde olmalıydı. Dr. Turhan Korun o günleri şöyle anlatıyor: “Bu işler o kadar ayağa düştüydü ki yönetimde
değişiklik olacağında dedikodu mealinde şu kişiyi elçilik-bayraktarlık istemez
derlerdi ve hakikaten o kişi olamazdı.”1
1974’den sonraki dönemde Türkiye ile ilişkiler
konusu şekil değiştirmiş fakat Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs üzerindeki kontrolü
daha da artmıştır. Zira bu kez de kuzeyin yeniden yapılandırılması ve ekonomik
olarak planlanması gündeme gelmiştir. Henüz Ercan Hava Alanı yokken Türkiye’den
siyasi veya askeri biri geleceğinde askeri helikopterle ulaşım sağlanmaktaydı. Bu
helikopterlerden birinden inen Ziya Müezzinoğlu kuzey Kıbrıs’taki ilk ekonomik
yapılanmanın mimarı olacaktı.
1974 tarihinde Türkiye’de iktidarda olan Bülent Ecevit,
seçim vaatlerinde; İskandinav modeli, Finlandiya modeli diyerek örnek
gösterdiği toprak reformunu ve devletçi bir modeli Türk seçmenlere sunuyordu. “Su kullananın, toprak işleyenin” sloganını ile seçimleri kazanan Karaoğlan,
Türkiye’de hedeflediği ekonomik programı kuzey Kıbrıs’ta da uygulamak
istemiştir.
Ecevit’in kuzey Kıbrıs’ta uygulamak istediği
devletçi modelin hayat bulması için adaya yolladığı kişi, 1972’de maliye
bakanlığı da yapmış olan Ziya Müezzinoğlu’dur. Ziya Müezzinoğlu, o dönem
Ecevit’in ekonomik akıllarından biri olarak kabul edilen deneyimli bir
bürokrattı. Türkiye 1974’e değin Kıbrıs ile ilgili işleri Ankara’da kurulan
KİPİK adı verilen TC –Dış işlerine bağlı bir komite tarafından idare ederdi. Türkiye’deki
1974’e kadar olan Kıbrıs ile ilgili bu yapılanma hakkında deneyimli yazar Dr.
Turhan Korun şöyle demektedir: “Bu komitede başlangıçta genelkurmay ve dış
işleri vardı. Daha sonra her bakanlıktan bir bürokratın da dâhil olduğu
söylenirdi. Daha ziyade bunların dediği olurdu. Fakat çoğu zaman Türkiye
bürokratları ve askerlerden oluşurdu ve Kıbrıs ile ilgili günlük işleri bu
komite takip ederdi. Başbakana ve Genelkurmaya bilgi verirlerdi. Kuzeydeki
idareciler ise burada aylığı çeker ve günlük işleri götürürlerdi. Türkiye’deki
bu komite de Kıbrıs’ın kuzeyi için Master Planı yapardı. Bu yapı, 1974 harekâtı
sonrası yerini doğrudan doğruya TC Başbakanlığına bağlı, Ziya Müezzinoğlu
başkanlığındaki bir komiteye bıraktı.
Bu nedenle, Ziya Müezzinoğlu zaman zaman Kıbrıs’a ziyaretler
gerçekleştirip toplantılar düzenlerdi. Bu amaçla 1975’de kurulan K.T.F.D’nin
ilk bakanlar kuruluna Türkiye’nin büyük desteğiyle Alper Orhon, Planlama ve
Koordinasyon Bakanı olarak atanmıştır. Ziya Müezzinoğlu ile Alper Orhon
özellikle teşriki mesai yapardı. Hatta o günlerde Kıbrıs’ta askerlik görevini
yapan Yalçın Küçük’te bir müddet bu toplantılara katıldı. O sıralarda planlama
dairesi başkanı Hilmi Refik’de bu planlamalara katılırdı. Yapılan çalışmalarda
Rum’dan kalan fabrikalar ve mallar toplandı. Daha doğrusu, ganimetten
kurtulanlar deylim. Ve örneğin Sanayi Holding, Cypfurvex, Zeyko, Turizm
işletmeleri, Tütün İşletmeleri, TAŞEL,
Denizcilik İşletmeleri yani bildiğimiz KİT’ler kuruldu. Bu planlamalar
yapılırken Alper Orhon Türkiye’den ciddi forsu olan bir kişiydi. O dönem
Denktaş perde gerisine itildiydi. Hatta Alper Orhon Denktaş’ın sarayında makam odası
almıştı.”
Birkaç yıl önce Mete Tümerkan’ın eski Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı görevi de yapmış olan Hasan Özbaflı ile yaptığı
röportajda, Dr. Turhan Korun’un anlattıklarına paralel olarak Özbaflı şöyle
diyordu: “… harekâttan sonra biz ve Ziya Müezzinoğlu burada yönetimi ele aldık.
Bunu kimse bilmez ve bunlar tarihi gerçeklerdir. 1974’ten sonra burada tam bir
yönetim boşluğu vardı. Rauf Bey ile Türkiye’den buraya yönetici olarak gelen
arkadaşlar bazı konularda çelişkiler içerisine düşmüştü. Daha sonra Alper
Orhon’u getirdiler. Ve onu çok etkili ve yetkili bir şekilde hükümete aldılar.
Planlama ve Koordinasyon Bakanlığı diye bir bakanlık kuruldu. Bir bakıma eski
yönetim gölgede kalmıştı. Bakın Erdal Andız sağ… Erdal Andız Saray Otel
Müdürü’ydü. Saray Otel’in bodrumunu biz karargâh yapmıştık. Sabahlara kadar
3’lere, 4’lere kadar Ziya Müezzinoğlu ile biz Kıbrıs Türk toplumunun ekonomik
yaşamının stratejisini çiziyorduk. Mesela Sanayi Holding’i orada kurduk. Bir kere hükümet yok. Bir tek Türkiye’den
gelen Ziya Müezzinoğlu koordinasyon kurulu başkanı olarak burada. Ziya
Müezzinoğlu toplum içerisinde sivrilmiş gençleri ve örgüt yöneticilerini
özellikle, bir bakıma toplumu temsil nosyonu olan gençleri etrafına topladı.
“Sanayi Holding’i biz kurduk” Ben vardım, Kamil Nuri vardı, Erdal Andız vardı,
Zübeyir Ağaoğlu vardı… Daha bir sürü arkadaş vardı ama şu anda hatırlamıyorum.
Erdal Andız daha iyi hatırlar. Bütün kararlar Saray Otel’in bodrumunda alındı.
Ne olacak o fabrikalar dedik… Ben sanayiden geldiğim için dedik ki her gruptan
işte plastik var, gıda var, elektrik var vs. bu üretimleri ayrı gruplarda
toplayalım ve bunları da birleştiren bir holding yapalım adı Sanayi Holding
olsun. Bu şekilde bölümler halinde yönetilsin. Ziya Müezzinoğlu uygun buldu ve
Sanayi Holding bu şekilde kuruldu.”2 Anlaşıldığı
üzere Ziya Müezzinoğlu Saray Otel’de yaptığı çeşitli toplantılarla KİT’lerin
kurulmasını ve kuzeydeki ekonomik yapının oluşturulmasını sağlamıştır. Daha
sonraki yıllarda daha sosyalist bir kişi olarak bilinen eski işçi partili
Niyazi Arenaslı’da Kıbrıs’a gelmiş ve o da bu ekonomik yapılanma için
komünizmin alt yapısı gibi tanımlar dahi kullanılmıştır.
Dr. Turhan Korun’un anlattıkları ise işin iç yüzünü
daha net ortaya koymaktaydı: “Bu
yapılanma işleri devam ederken bazı problemler ortaya çıkmaya başladı. Örneğin,
Denktaş yurtdışına gittiğinde, Alper Orhon gider Denktaş’ın makamına otururdu.
Benim idareci, benim sorumlu derdi. Öte
yandan ise Meclis Başkanı Necdet Üner de gelir kavga çıkarırdı. Ben Meclis Başkan’ıyım
diye.
Bu sıralarda, Alper Orhon çok ciddi Türkiye
desteğine sahip olduğu için Planlama Ve Koordinasyon Bakanı olduğundan ötürü, örneğin
Yenişehir’deki evleri numaraladı ve buraya kimse oturmayacak dediydi. Tabii bundan
daha sonra geri adım atıldı. Alper’in zayıf bir yanı vardı. Bütün gün uyur,
gece gelir çalışırdı. Ama benim bildiğim kadarıyla Kooparatif Merkez Bankasının
durumunu ele aldıydı. Nedir durumumuz, falan diye. Orhon zamanında Kıbrıs
lirası 36 Türk Lirasına sabitlendi. Türk parasına geçildi. Kıbrıs lirası
tedahülden kalktı. Esasında bir Kıbrıs Lirası 32 liraydı. Fakat çok hır gür
çıkmasın diye bir Kıbrıs Lirasını 36 Türk Lirası olarak sabitlediler. Örneğin
bankada Kıbrıs Lirası birikimi olanlar bir anda zarara uğradı. Hatta İngiliz
üstlerinde çalışan ve maaşlarını Kıbrıs Lirası olarak alan Kıbrıslı Türkler de
bu işten zarar görmüştür.
TC ile koordinasyonu sağlayan ve Denktaş’ın perde
gerisine itilmesine sebep olan Alper Orhon bir müddet sonra askerle de
takışmaya başladı. Dr. Turhan Korun o günlerde yaşanan olayları şöyle
anlatmaktadır: “ Alper esasında bir oyuna getirildi: Saray Otel de bir arkadaş grubu
ile sohbet edip içerken; ‘Bayraktarlığı da kapatacağım, Bayraktara da böyle
yapacağım’ gibi tabirler kullandığı söylendi ve o gece orada masada olan
Hürriyet Gazetesi’nden bir gazeteci bunu yazınca bu söylentiler yayıldı ve
Alper’i görevden aldılar. Böylelikle Alper Orhon devri son buldu. Bu bir
komploydu. Kıbrıslılar ve Hürriyet muhabiri bu işi tertipledi.” 3
Alper Orhon döneminde; TC Büyük Elçiliği ve Genel
Kurmay birlikte kuzeydeki kontrolü sağlardı. Elçilik, Resmi Ordu ve
Bayraktarlık kuzey Kıbrıs’ı yönetirdi. Bu yapılanmaya karşı Kıbrıslı Türklerden
kimse ciddi boyutta tepki ortaya koyamamış/ koymamıştır. Bu konu da ilk kez Federe Mecliste konuşma
yapan Burhan Nalbantoğlu’dur. TMT’nin lav edilmesi gerekir diyen, TMT görevini
yapmıştır diyen Burhan Nalbantoğlu’dur. 1976’da güvenlik kuvvetleri kurulana
kadar bu yönetsel yapı devam etmiştir.
Görüldüğü üzere, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik zemini oluşturulurken
Türkiye’nin ekonomik programı uygulanmıştır. Bu bağlamda 1974’den sonra TC ‘den
gelen göçmenlere, Ecevit’in “Toprak Reformu” olarak değerlendirdiği politikalar
neticesinde Rum malları ve toprakları dağıtılmıştır. Burada ana politik etmen olarak
Kıbrıslı Türkler yerine Ecevit hükümetinin uygulamaları ön plana çıkmaktadır.
1980 askeri darbesinden sonra iktidara gelen Turgut Özal Türkiye’de liberal
politikalar izlemeye başlar. Özal, Kıbrıs’a baktığında, içine kapanık kendi
liberal uygulamalarına ters düşen bir yapının kuzeyde hâkim olduğuna kanaat
getirir. Özal, Türkiye’de tavsiye ettiği yapının “yavrusu” gibi gördü kuzey
Kıbrıs’ı da kendi politikaları doğrultusunda şekillendirmeye çalışacaktır.
Alper Orhon’dan sonraki dönemde, Ziya Müezzinoğlu başkanlığında organize edilen
ekonomik yapıda ortaya çıkan KİT’ler, yavaş yavaş elden çıkartıldı. Özal dönemi
ve sonrası buralar daha verimli olacağından dolayı özelleştirilmeye tabi
tutulmadı. Adeta yağmalandı ve kuzeydeki egemen olan liderliğin eliyle
yandaşlara peşkeş çekildi. Örneğin Rum’dan kalan fabrikalar içerisinde çalışır
durumdaki makinelerle birlikte yandaşlara dağıtıldı. Fakat buralar değişik
amaçlar için kullanıldı ve heba edildi. Zaman içerisinde kapatılan KİT’lerin
Özal’ın öngördüğü liberal anlamıyla zarar ediyor olduğundan değil yağmalama
düzenine ve tanıdık eş dosta peşkeş çekilmesi sonucu kapatıldığı ortaya
çıkmaktadır. Esasında Kıbrıslı Türkler
KİT’ler kurulduktan sonra buralara sahip çıkmış ve bir ekonomik hareket
başlamıştır. Fakat o günlerin egemenleri KİT’lere inanmayan ve Rum’dan kalan
mallara, fabrikalara gözünü dikmiş yağmacı bir zihniyetle buraları kapatılıp,
ona buna peşkeş çekilmeye devam etmişlerdir.
Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulduktan sonra yeni
anayasa çerçevesinde kabine oluşturuldu. Yine Türkiye ile ilişkiler Ana ve
Kuzusu bağlamında devam etmiştir. Bu ilişkiyi “istişare” kelimesiyle
geçiştirmek mümkün değildir. Zira kuzey Kıbrıs’taki kabinenin liste halinde
“Anavatan”a sunulması ve siyasi onay merci olarak görülmesi durumu devam
ettirilmiştir.
Federe Devleti kurulduktan sonra ilk başbakan Nejat
Konuk olmuştur. Rauf Denktaş ile ilk zamanlar arası iyi olan Başbakan Konuk’un
daha sonra arası açılmıştır. Bu olayın sebebi olarak halk arasında konuşulan, UBP
milletvekili Raif Denktaş’ın mecliste başbakanı eleştirmesiyle başlayan
tartışmalar yönündeydi. Nejat Konuk, bu olaydan kısa süre sonra sağlık
sorunlarını öne sürerek hem Başbakanlık görevinden hem de UBP başkanlığından
affını isteyecekti. Dr. Turhan Korun o günlerde bu konu ile ilgili siyasi
kulislerde olup biteni şöyle anlatmaktadır: “Nejat Konuk’u ansızın siyasi kulislerde
hasta ilan ettiler. Konuk’un evhamlı bir yapısı vardı. Kalp rahatsızlığı var dendi. O sıralarda ne
hikmetse Türkiye’den bir grup profesör doktor geldi. Cerrahpaşa’dan gelen
doktorlar, Dr. Kaya Bekiroğlu’nun arkadaşlarıydı. Bu profesörlere Nejat konuk’u
kontrol ettirdiler. Ve dediler ki sen bu işi yapma sana zararlıdır. Ve
böylelikle Nejat Konuk istifa etmiştir.”4
UBP içerisindeki güç kavgaları sonucunda Nejat Konuk
bu yöntemle siyasi arenadan uzaklaştırılmıştır. Daha sonra Osman Örek hükümeti
kurulmuş, fakat çok geçmeden UBP içerisindeki siyasi rekabet onun da istifa
etmesine yol açmıştır. Türkiye’nin etkin şekilde ekonomik ve siyasi etmen
olarak kuzeyde hakimiyetini sürdürdüğü sırada iktidarsız iktidarın kendi
arasında fikir değil güç paylaşımı konusundaki kavgaları Kıbrıslı Türklere
ileriki yıllarda çok pahalıya patlayacaktır. Türkiye’nin onayı alınmadan
kabinenin bile değiştirilemediği bu dönemde “Ana-Yavru” ilişkisi kuzeyde makam
sahibi olmak için olmazsa olmaz bir hal almıştır. Osman Örek’i istifaya götüren
olayın iç yüzünü o zaman Kıbrıs Türk Kültür Derneği üyesi olan Dr. Turhan Korun
şöyle aktarmaktadır: “ Osman Örek’in başına büyük bir talihsizlik gelmişti.
İstanbul Kıbrıs Türk Derneği’nin bir gecesi olurdu her yıl, Osman Örek,
İstanbul’da bu geceye davetli olarak katılmıştı. İşte o geceye Kıbrıs’tan Osman
Örek Hellim götürdü dendi ve gazetelere “Hellim Partisi” diye haberler çıkmıştı.
Bunun üzerine Örek, istifa etmişti.”5 Osman Örek ise istifa gerekçesini UBP içerisindeki parti içi disiplinsizlik, uyumsuzluk
ve çelişkiler olarak göstermiştir. 6
Osman Örek’in istifasından sonra yeni kabine gündeme gelmiş ve o dönem Turizm
ve Tanıtma Bakanı olan Vedat Çelik’in ismi öne çıkmıştı. Halk arasındaki
söylenti Vedat Çelik’in Denktaş’a yakınlığı nedeniyle Başbakan olacağı
yönündeydi. 12 Aralık 1978’de yeni kabine açıklandığında ise halkın tahmininin
tersine Vedat Çelik kabine’de yoktu.
Dr. Turhan Korun’un bizzat şahit olduğu bu olay ile
ilgili anısı TC ile ilişkilerin hangi düzlemde götürüldüğü konusunda oldukça
önemlidir. Dr. Turhan Korun, o günlerdeki bu gelişmeleri şöyle anlatmaktadır: “O
günlerde Saray Otel’de akşamüzeri ticaret odasının bir resepsiyonu vardı. Biz
de Kültür Ocağının üyeleri olarak resepsiyona ortalarına doğru katıldık. Baktık
orada herkes Vedat Çelik’i Başbakan olarak tebrik ediyordu. Ertesi gün
gazetelere baktığımızda Mustafa Çağatay başbakan, Vedat Çelik ise kabine de
yoktu. Lefkoşa kulislerinde o günlerde bu olay için konuşulan, Vedat Çelik’in
ismini Türkiye’nin çizdiği yönündeydi. Yani Kuzey Kıbrıs’tan yeni kabinenin
listesi Türkiye’ye gönderilmişti ve son tahlilde Türkiye Vedat Çelik’in isminin
üzerini çizmişti. Başbakan olarak Mustafa Çağatay’da karar kılınmıştı. Türkiye’den
onay alınarak açıklanan kabine’de isminin üzeri çizilen Vedat Çelik ile ilgili
aradan yıllar geçtikten sonra; Denktaş, Boğaz’daki bir restoranda bir kısım
arkadaşını yemeğe davet etmişti. Bu yemekte ben de vardım. Ve o akşam ki
yemekte Nejat Konuk da davetliydi. Benim bildiğim, yıllar sonra Denktaş ve Konuk
ilk kez burada bir araya gelmişti. Ben yemeğin ortasına doğru bir vesile
yaratarak, bu Vedat Çelik başbakan olarak yazılmış Türkiye’ye dedim, ama
Türkiye’de isminin üstünü çizilmişler ve Çağatay öyle olmuş Başbakan, dedim.
Ben bu cümleyi sarf etiğimde Nejat Konuk ‘sen nerden bilin?’ dedi. Ben
istediğim cevabı almış oldum. Fakat Denktaş da konuya katılarak doktorun
söylediği doğrudur dedi. Yani benim bilgiyi onayladı. Aslında Vedat Çelik’in
Türkiye’den onay almamasının sebeplerinden biri de o sıralar Hürriyet
gazetesinde Vedat Çelik hakkında oldukça övgü dolu yazılar, haberler çıkmaya
başladıydı. Böyle dışişleri, savunma bakanı görülmedi, böyle Turizm ve Tanıtma
bakanı görülmedi, aslan, kaplan diye övgüler vardı. Dikkatli okuyucu hemen bunun Vedat Çelik
tarafından yazdırıldığını anlardı. Yani başbakan olmak için zemin hazırlardı.
Fakat son tahlilde Türkiye bu işi engellemişti.”7
Halk arasında bu olaydan sonra Vedat Çelik’in bakanlık
döneminde, Araplara koyun, kuzu pazarladığı ve kendi ticari çıkarlarını ön
plana çıkardığı yönünde dedikodu yayılmaktaydı. Tüm bu dedikodular bir yana
konumuz açısından bakıldığında kuzey Kıbrıs’ın siyasi şekillenişi ve ekonomik
yapılanmasında Türkiye’nin her zaman müdahil olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Mustafa Çağatay’da başbakan olduktan sonra da Denktaş ile arasında tartışma
yaşandı. Zira Başbakan Mustafa Çağatay, KKTC kurulurken Federe Devlet
anayasasının devamından yanaydı. Fakat Denktaş bunu istemiyordu. Çünkü o günkü
anayasaya göre Denktaş ikinci kez Başkan olduğu için üçüncü kez Başkan olması
mümkün değildi. Bu nedenle de Çağatay da istifa edecekti. İşte Türkiye’de
Turgut Özal’ın Başbakan olduğu döneme girilirken kuzey Kıbrıs’ın siyasi ve
ekonomik dizaynı böyleydi. Özal Başbakan olduğu sırada KKTC ilan edilmişti.
Türkiye’nin inisiyatifi dışında gelişen bu olaydan ötürü Turgut Özal, Rauf
Denktaş’a oldukça kızgındı.
Gelecek hafta kuzey Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkileri
bağlamında ekonomik yapımızın Türkiye tarafından nasıl şekillendirildiğini ve
nasıl yap boz tahtası haline getirildiğimizi, Özal dönemiyle birlikte ele
alacağız. Kıbrıs’ın yetiştirdiği gerçek bir yurtsever olan deneyimli politikacı
Alpay Durduran ile Özal dönemini ve Türkiye – kuzey Kıbrıs ilişkilerini değerlendireceğiz.
Belki de ilk kez Kıbrıslı Türklerin 1986’da “Özal Paketi” olarak bilinen
ekonomik paketin gündeme gelmesinden önce bizzat Alpay Durduran’ın çalışmasıyla
kendi ekonomik tedbirler paketimizin nasıl hayat bulmadığını ve ilk kez
kendimizin ürettiği bir ekonomik yapılanma fırsatının nasıl yitirildiğini
birlikte göreceğiz…
DİPNOTLAR
1-3-4-5-7
Dr. Turhan Korun ile yapılan söyleşi, 6 Mayıs 2015,
Lefkoşa
6
Fevzioğlu, Bülent, “Kıraathane-i Osmaniden, Cumhuriyet Meclisine (1886-1996)
Olaylar ve Seçimler/Seçilenler”, TBMM-KKTC Cumhuriyet Meclisi Ortak Yayını, S:
75
*Resimler, Girne Milli Arşivi, 2015.
** Girne Milli Arşivi, İşçi Postası, 15/04/1981,
Yıl:1, Sayı:46, Sayfa:1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder