28 Haziran 2015 Pazar

120 SENE EVVEL LEFKOŞA'DA RAMAZAN GECELERİ..

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
120 SENE EVVEL LEFKOŞA’DA RAMAZAN GECELERİ…


İkinci Cihan Harbi’nin son evreleri yaşanırken, Kıbrıs Müslüman ahalisi için de o uğursuz, karanlık ve fakirlik yılları içerisinde kutsal Ramazan ayları başlamıştı. Kıbrıs’ta Osmanlı’nın yıkılma evreleri olan 19. Yüzyılın sonunda bile Ramazan ayları halkın sevinç ve eğlence kaynağı olmayı sürdürmüştür. Fakat 1945 yılında geçmişteki ramazanları hatırlayanlar, o günlere özlem duyanlar, savaş yıllarının sırtında bir yük olarak yaklaşan ramazan aylarını eskisi gibi canlı ve heyecanlı bulmuyordu. 1945’lerde yaşanan Ramazanların artık eski ihtişamında olmadığı açıktı. ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye bıraktığı atom bombalarının ardından kısa bir süre sonra Kıbrıs Müslüman ahalisi ramazan aylarına girer. Kıbrıs’ta dönemin ileri gelenlerinden Fadıl Niyazi Korkut’un Yankı Gazetesi işte bu uğursuz savaşın beşiğinde Müslümanlar için kutsal olan ramazan aylarının 50 yıl evvel nasıl olduğu hakkında “Eski Ramazanlar” başlığı altında iki bölümlük bir yazı dizisi yayımlar. Korkut, 19. yüzyılın son yıllarında Lefkoşa’nın eski ramazanlardaki canlılığı ve farklılığı hakkında şunları yazmaktadır: “Geçen Perşembe gününden beri ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Bugün bu ayın girişini çoğumuz sezmiyoruz. Çünkü genel yaşayışta bir değişiklik görülmüyor. Hâlbuki çok değil, elli yıl geriye (1895 NP) dönecek olursak bugünkü neslin yadırgayacağı bambaşka bir hayat karşısında kalırız. O zaman ramazan girer girmez yaşayış tarzı büsbütün değişir, gündüz hayatı söner ve onun yerine bir gece hayatı başlardı. Yiyecek ve içecek yerleri, yani aşçı dükkânı, kahvehane ve kıraathane gibi yerler akşama kadar kapalı ve ancak akşam ezanına yakın açılırdı.  Bütün gün ıssız bir manzara arz eden sokaklar iftardan sonra canlanırdı. Halk sırf ramazana mahsus olarak süslenmiş, genişletilmiş veya yeniden açılmış olan aşçı ve tatlıcı dükkânlarında midelerini doldurmak ve kahvehanelerde çubuk veya nargile tellendirmek, yüzük oynamak, karagöz seyretmek, saz veya meddah dinlemekle vakit geçirirdi. Kibar sınıf ise gecede bir selamlıkta toplanırlar ve mükellef iftar sofralarından sonra geceyi şaklabanlık ve gevezelikle geçirirlerdi. Tiryakiler bu gece hayatını sabah ezanından bir, bir buçuk saat evvel okunan er ezanına, yani yemek kesimi saatine kadar uzatırlardı. Birkaç aşçı dükkânı ile kahvehane sırf tiryakilere mahsus olmak üzere o vakte kadar açık bulundururdu. Er ezanında tiryakiler ve uyanık kalan sair oruçlular ağızlarını çalkalarlar ve uykuya yatarlardı. Öğleye doğru uyanırlar ve ondan sonra günün büyük bir kısmını camilerde geçirirlerdi. Bunun için ramazanlarda camiler bahusus Lefkoşa’nın Ayasofyası, mabedden ziyade toplantı yeri halini alırdı. Öğle namazından sonra cemaat köme köme toplanırlar, kimisi ilahi okur, kimisi fıkralar anlatır ve kimisi de eşek şakası denilebilen gevezeliklerle eğlenirlerdi. Mesela şimdiki gibi yaza tesadüf eden bir ramazanda, ihtiyar bir tiryaki caminin serin bir yerinde cübbesini arkaya atarak tiryaki dalgası geçirir. Bu sırada gevezenin biri eline geçirdiği bir iğne ile cübbeyi hasırın üstüne iliştirdikten sonra arkadaşlarıyla birlikte bir kenara çekilir. Bir müddet sonra dalgadan uyanıp da yerinden kalkmak isteyen tiryaki yüzüstü düşerek etrafına küfürler savururken, geveze ile arkadaşları da kahkaha atarak eğlenirler. Bu eğlentiler ikindin zamanına kadar devam ederdi. O zaman cemaat sıklaşmaya başladığı için cami de tekrar resmiyetini takınırdı. Namazdan sonra cemaat vaiz dinlemekle vakit geçirirdi. Bu vaizlerin hemen hepsi Konya Medresesinde yarım yamalak tahsil gördükten sonra para toplamak için etrafa dağılan cerci (gezici NP) hocalardı. Bunların vaizleri ezberlenmiş tekerlemelerle, uydurma fıkralar ve softa sayıklamalarından ibaretti. Fakat ağızları pek kalabalıklı olduğu için dolaplarını döndürürlerdi. Arada bir duralayacak olurlarsa “Hele diyelim aşk ile şevk ile eşhedü vs.” diyerek sözün altını toplarlar ve bir kerede toplayamazlarsa “Bir daha diyelim” diyerek, birkaç kere tekrarladıktan sonra sözün ucunu yakalarlardı.(…) Vaizden sonra cemaat yavaş yavaş dağılır ve cami önünde toplanan, çerezcilerden çerezler aldıktan sonra salına salına evlerine dönerlerdi.Fadıl Niyazi Korkut’un Yankı Gazetesinde “Eski Ramazanlar” başlığı ile yayınladığı yazı dizisinin ikinci bölümünde bahsettiği kişilikler ve oruçluların zamanlarını nasıl geçirdiği üzerine hatırında kalanlar dikkate alındığında, Kıbrıslı Müslüman Osmanlı tebaasının farklı yanları ortaya çıkmaktadır. Kıbrıslı Türklerin 120 yıl evvel de kültüründe var olan birbirini alaya alma ve bunun üzerinden eğlenme geleneğinin bugün halen izlerini görmekteyiz. Korkut’un 120 yıl evvelki ramazanlar içinde ilginç kişilikler hakında anlattıklarına dönersek Lefkoşa eşrafından sigara tiryakisi Ağah Efendi için arkadaşlarının tertiplediği şakayı şöyle aktarmaktaydı: “… Lefkoşa’nın eşrafından Agâh Efendi sigara tiryakisi olduğu için akşam ezanı yaklaşmadıkça evine dönemezmiş. İkindi namazından sonraki vaizler bitince doğrudan doğruya evine dönmez ve ellerini arkasına bağlayarak Arasta, Balık Pazarı, Kurtbaba Sokağı ve Asmaaltı’ndan yavaş yavaş gider ve böylelikle akşamı bulurmuş. Lefkoşa’nın zürafasından olan Pertev Efendi bir ramazan akşamı Agâh Efendi’ye bir azizlik yapmayı düşünmüş ve arkadaşlarını Asmaaltı dükkânlarına yerleştirdikten sonra mutat yolundan evine dönen Agah Efendi’yi takibe başlamış. Agâh Efendi Kurtbaba yokuşunu tuttuğu zaman alt perdeden havlamış ve Agâh Efendi’nin elini hafifçe ısırmış. Agâh Efendi arkaya bakmaya lüzum görmeksizin “oşt bre” demiş ve yoluna devam etmiş. Asmaaltı’na gelinceye kadar havlamalar ve ısırmalar birkaç kere tekrarlanmış. Fakat Agah Efendi hiç istifini bozmamış ve yalnız “oşt bre” diyerek yoluna devam etmiş Asmaaltı’na geldiklerinde Pertev Efendi havlamayı ve ısırmayı hızlandırmış. O zaman Agah Efendi iftar zamanının verdiği bütün mecalsizliğe rağmen biraz davranmış ve gene arkaya dönmemekle beraber elini sallamış ve biraz daha yüksek sesle “oşt bre kuduz mu oldun?” demiş ve gene yoluna devam etmek istemiş. Fakat dükkânlarda saklı olan arkadaşların kahkahalarını işitince işin farkına varmış ve hep birden gülerek dağılmışlar.2 Korkut’un anlatılarından anlaşıldığı üzere 120 sene evvelki ilginç simalardan biri de meşhur afyon tiryakisi Mustafa Baba’ymış. Eski ramazanlarda oruçlular günlerini geçirmek için çocukça şakalar ve yarenlikler yapıyor, afyon ve enfiye tiryakileri komik görüntüler içerisinde çeşitli hikâyelere kahraman oluyorlardı : “Meşhur afyon tiryakilerinden Mustafa Baba, ramazanın yaklaştığını görerek, afyonu biraz fazla kaptırmış ve üç kapılı kahvehanenin bir köşesinde adamakıllı sızıp kalmış. Bunu gören bazı gevezeler bir çocuk bulmuşlar ve Mustafa Baba’nın kulağına “Mustafa Baba ramazan geldi” diye bağırtmışlar. Afyonu patlatılan Mustafa Baba sersem sersem gözlerini açıp da karşısında genç bir delikanlı görünce hemen cevap vermiş : “Sen sevin bre… Hamamlar sabaha kadar açık kalacak.” Korkut’un yazısından öğrendiğimiz bir diğer ilginç sima ve olay ise meşhur 31 Mart Vakasının suçlularından olduğu iddia edilen ve idam edilen Derviş Vahdeti ile Eski Sarayönü imamı arasındaki ilginç şaka olayıdır: “Eski Sarayönü imamı meşhur enfiye tiryakilerindenmiş. Bir ramazan günü İmam Ayasofya Camisinin bir köşesinde dalıp kaldığı sırada caminin müezzinlerinden Hafız Derviş-31 Mart Vak’asından dolayı idam edilen Derviş Vahdeti- imamın kulağına yüksek sesle bağırmış: “Bugün çarşıya hostez gelmedi?” Belinleyerek uyanan imam, hafızın şaşı gözlerine bakarak “ ben çarşı ağası mıyım be şaşı gözlü p..…” cevabını vermiş. Bu imam aynı zamanda boğazına düşkünmüş ve hele tatlılara bayılırmış. Bu sebepten ramazanlarda kendi kendini dostlarına davet ettirirmiş. Bu kabilden olarak Lefkoşa’nın zenginlerinden Derviş Paşa’dan da bir kadayıf ziyafeti istemiş. Paşa bunu vesile ederek imama bir azizlik yapmayı düşünmüş. Şişecilerden ince kıyım talaş buldurarak iyice haşlattıktan sonra kadayıf pişirir gibi güzelce kızartıp bir siniye kurtartmış ve o akşam imamı iftara davet etmiş. İmam oh! Oh! diyerek bir sini talaşı yuvarlamış. Yuvarlamış ama paşa sonradan vesveseye düşmüş ve imamın arkasını boşlamamış. O gece teravihi Sarayönü Camisinde kılmış ve namazdan sonra da imamın odasından ayrılmamış. Hatta imamın misafirleri dağıldıktan sonra da geç vakte kadar imamın penceresinin altında nöbet beklemiş. Garibi şu ki, paşa geceyi telaş içinde geçirirken, imam da talaşı rahat rahat hazmetmiş.3 Fadıl Niyazi Korkut’un 120 yıl evvelin bir diğer ilginç siması olarak bahsettiği Kırnılı Osman Efendi veya namı değer “Efendi” kafayı tanrı aşkıyla bozmuştu. Fakat dini bilgisi olmayan bu ilginç Kıbrıslı için ramazan aylarında başından geçen olaylar oldukça ilginçtir. Korkut’un anlatılarında ayrı bir yere sahip olan Kırnılı Osman Efendi’nin obur kişiliği ve ramazan hikâyesi ise şöyledir: “ … Efendi’den bahsedince hatırlamamak elden gelmiyor. İrfani obur bir meczuptu. Daima beraberinde bir dağarcık bulundurur ve her ne zaman acıkırsa bir çeşme başında dağarcığını açar ve tıka basa karnını doyururdu. Ramazanda bir gün nasıl olduysa oruç tutmaya heves etmiş. Fakat ikindiden evinin avlusunda yemekleri sıralamış ve sofranın başına geçerek evine yakın olan Dükkanlarönü minaresini meterise almış, kandillerin indirilmesini bekliyormuş. Vakit geçip de kandillerin indirilmediğini gören İrfani dayanamamış ve müezzine bakarak, tekrar tekrar çağırmış: “İndir p….”4 120 yıl evvelki eski ramazanlar, Lefkoşa’yı gündüzleri karanlığa ve sessizliğe bırakırken, geceleri de ışıl ışıl parlayan bir yıldıza dönüştürüyordu. Kıbrıslı Müslüman ahali adeta gece hayatının tadını çıkartıyor, ramazan onlar için ayrı bir eğlence yaşamına kapı açıyordu. Fakat yıllar geçtikçe Kıbrıslı Müslümanlar için ramazan, değişen koşullar ve yaşayışla birlikte eski ihtişamından çok uzak, solgun ve cansız bir renge bürünmüştür. İşte o eski günlerin özlemi içerisinde, İkici Cihan Harbi’nin hemen ardına gelen ilk yıl olan 1946’da kutsal ramazan ayı için Halkın Sesi Gazetesinde “ Mübarek Ramazan Girerken” başlığı altında şunlar yazmaktaydı: “ Eski Ramazana on bir ayın sultanı derlerdi. Hakları da yok değildi. Çünkü mübarek ayın gelişiyle, dede külahı kelle şekerleri, mis kokulu Anadolu ve Halep yağları, can çekici beyaz, sarı ve gül renkli İstanbul güllaçları, bal biteğini andıran ekmek kadayıfları, iştah açan Kayseri pastırma ve sucukları, tabiatın kokularını taşıyan salatalıkları, yağı çalınmamış Baf kaymakları, rahmetli Rüzgâr ustanın mezdeki kokulu meşhur çörekleri ve daha hatırlayamadığımız bin çeşit gıda maddeleriyle çarşı donanır ve hakikaten ramazan onbir ayın sultanı olduğunu belli ederdi. (…) Fakat yazık, hem de çok yazık. Çünkü her gelip geçen yıl, ramazanın o can çekici hususiyetlerinden birer parça çalmış ve adeta dirilmeyecek bir surette onları geçmişin karanlıklarına gömmüştür. Hele dünyayı kasıp kavuran ve beşeriyetin maneviyatında büyük bir tahribat yapan İkinci Cihan Harbi, ramazanın da saltanatından hiçbir eser bırakmamıştır…5 Lefkoşa’da 120 yıl evvel yaşanan ışıltılı ramazan geceleri, Kıbrıslı Türklerin kültürel özelliklerini yansıtan eğlence ve yaşayışları çok geride kalmış görünüyor. Fakat bugün bile ramazan geldiğinde bir gelenek haline gelmiş ve bugünlere geçmişin kokusunu ulaştırmış olan mezdeki kokulu çörekler karşımıza çıktığında o maneviyatı yüksek geçmişi anmadan, dini ve kültürel yaşanmışlıkları hatırlamadan bir yanımız hep eksik kalmaktadır. İnananın da inanmayanın da birlikte aynı çörekten bir parça yemek için fırınlarda buluşması da sanırım bu dini ve kültürel geçmişin bir hediyesidir. 120 yıl evvel’den bugünlere ulaşan sadece mezdeki kokulu çörekler olsa da içinde barındırdığı yaşanmışlıklar çok daha derin bir kokuya sahip olarak benliğimize sinmektedir. İnananların ramazanları mübarek, inanmayanların ise inanlara saygıları daim olsun…




DİPNOTLAR
1 Yankı Gazetesi, “Eski Ramazanlar”, 13 Ağustos 1945, Sayı:33’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:13-14
2 Yankı Gazetesi, “Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:15
3 Yankı Gazetesi, “Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:15
4 Yankı Gazetesi, “Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:16

5 KKTC Girne Milli Arşivi, Halkın Sesi Gazetesi, “Mübarek Ramazan Girerken”, 30Temmuz 1946.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder