Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
120
SENE EVVEL LEFKOŞA’DA RAMAZAN GECELERİ…
İkinci Cihan Harbi’nin son evreleri yaşanırken,
Kıbrıs Müslüman ahalisi için de o uğursuz, karanlık ve fakirlik yılları
içerisinde kutsal Ramazan ayları başlamıştı. Kıbrıs’ta Osmanlı’nın yıkılma
evreleri olan 19. Yüzyılın sonunda bile Ramazan ayları halkın sevinç ve eğlence
kaynağı olmayı sürdürmüştür. Fakat 1945 yılında geçmişteki ramazanları
hatırlayanlar, o günlere özlem duyanlar, savaş yıllarının sırtında bir yük
olarak yaklaşan ramazan aylarını eskisi gibi canlı ve heyecanlı bulmuyordu.
1945’lerde yaşanan Ramazanların artık eski ihtişamında olmadığı açıktı. ABD’nin
Hiroşima ve Nagazaki’ye bıraktığı atom bombalarının ardından kısa bir süre
sonra Kıbrıs Müslüman ahalisi ramazan aylarına girer. Kıbrıs’ta dönemin ileri
gelenlerinden Fadıl Niyazi Korkut’un Yankı Gazetesi işte bu uğursuz savaşın
beşiğinde Müslümanlar için kutsal olan ramazan aylarının 50 yıl evvel nasıl
olduğu hakkında “Eski Ramazanlar” başlığı altında iki bölümlük bir yazı dizisi
yayımlar. Korkut, 19. yüzyılın son yıllarında Lefkoşa’nın eski ramazanlardaki
canlılığı ve farklılığı hakkında şunları yazmaktadır: “Geçen Perşembe gününden
beri ramazan ayına girmiş bulunuyoruz. Bugün bu ayın girişini çoğumuz
sezmiyoruz. Çünkü genel yaşayışta bir değişiklik görülmüyor. Hâlbuki çok değil,
elli yıl geriye (1895 NP) dönecek olursak bugünkü neslin yadırgayacağı bambaşka
bir hayat karşısında kalırız. O zaman ramazan girer girmez yaşayış tarzı
büsbütün değişir, gündüz hayatı söner ve onun yerine bir gece hayatı başlardı.
Yiyecek ve içecek yerleri, yani aşçı dükkânı, kahvehane ve kıraathane gibi
yerler akşama kadar kapalı ve ancak akşam ezanına yakın açılırdı. Bütün gün ıssız bir manzara arz eden sokaklar
iftardan sonra canlanırdı. Halk sırf ramazana mahsus olarak süslenmiş,
genişletilmiş veya yeniden açılmış olan aşçı ve tatlıcı dükkânlarında midelerini
doldurmak ve kahvehanelerde çubuk veya nargile tellendirmek, yüzük oynamak,
karagöz seyretmek, saz veya meddah dinlemekle vakit geçirirdi. Kibar sınıf ise
gecede bir selamlıkta toplanırlar ve mükellef iftar sofralarından sonra geceyi
şaklabanlık ve gevezelikle geçirirlerdi. Tiryakiler bu gece hayatını sabah
ezanından bir, bir buçuk saat evvel okunan er ezanına, yani yemek kesimi
saatine kadar uzatırlardı. Birkaç aşçı dükkânı ile kahvehane sırf tiryakilere
mahsus olmak üzere o vakte kadar açık bulundururdu. Er ezanında tiryakiler ve
uyanık kalan sair oruçlular ağızlarını çalkalarlar ve uykuya yatarlardı. Öğleye
doğru uyanırlar ve ondan sonra günün büyük bir kısmını camilerde geçirirlerdi. Bunun
için ramazanlarda camiler bahusus Lefkoşa’nın Ayasofyası, mabedden ziyade
toplantı yeri halini alırdı. Öğle namazından sonra cemaat köme köme
toplanırlar, kimisi ilahi okur, kimisi fıkralar anlatır ve kimisi de eşek
şakası denilebilen gevezeliklerle eğlenirlerdi. Mesela şimdiki gibi yaza
tesadüf eden bir ramazanda, ihtiyar bir tiryaki caminin serin bir yerinde
cübbesini arkaya atarak tiryaki dalgası geçirir. Bu sırada gevezenin biri eline
geçirdiği bir iğne ile cübbeyi hasırın üstüne iliştirdikten sonra
arkadaşlarıyla birlikte bir kenara çekilir. Bir müddet sonra dalgadan uyanıp da
yerinden kalkmak isteyen tiryaki yüzüstü düşerek etrafına küfürler savururken,
geveze ile arkadaşları da kahkaha atarak eğlenirler. Bu eğlentiler ikindin
zamanına kadar devam ederdi. O zaman cemaat sıklaşmaya başladığı için cami de
tekrar resmiyetini takınırdı. Namazdan sonra cemaat vaiz dinlemekle vakit
geçirirdi. Bu vaizlerin hemen hepsi Konya Medresesinde yarım yamalak tahsil
gördükten sonra para toplamak için etrafa dağılan cerci (gezici NP) hocalardı. Bunların
vaizleri ezberlenmiş tekerlemelerle, uydurma fıkralar ve softa
sayıklamalarından ibaretti. Fakat ağızları pek kalabalıklı olduğu için
dolaplarını döndürürlerdi. Arada bir duralayacak olurlarsa “Hele diyelim aşk
ile şevk ile eşhedü vs.” diyerek sözün altını toplarlar ve bir kerede
toplayamazlarsa “Bir daha diyelim” diyerek, birkaç kere tekrarladıktan sonra sözün
ucunu yakalarlardı.(…) Vaizden sonra cemaat yavaş yavaş dağılır ve cami önünde
toplanan, çerezcilerden çerezler aldıktan sonra salına salına evlerine
dönerlerdi.1 Fadıl Niyazi Korkut’un Yankı Gazetesinde “Eski
Ramazanlar” başlığı ile yayınladığı yazı dizisinin ikinci bölümünde bahsettiği
kişilikler ve oruçluların zamanlarını nasıl geçirdiği üzerine hatırında
kalanlar dikkate alındığında, Kıbrıslı Müslüman Osmanlı tebaasının farklı
yanları ortaya çıkmaktadır. Kıbrıslı Türklerin 120 yıl evvel de kültüründe var
olan birbirini alaya alma ve bunun üzerinden eğlenme geleneğinin bugün halen
izlerini görmekteyiz. Korkut’un 120 yıl evvelki ramazanlar içinde ilginç
kişilikler hakında anlattıklarına dönersek Lefkoşa eşrafından sigara tiryakisi
Ağah Efendi için arkadaşlarının tertiplediği şakayı şöyle aktarmaktaydı: “… Lefkoşa’nın
eşrafından Agâh Efendi sigara tiryakisi olduğu için akşam ezanı yaklaşmadıkça
evine dönemezmiş. İkindi namazından sonraki vaizler bitince doğrudan doğruya
evine dönmez ve ellerini arkasına bağlayarak Arasta, Balık Pazarı, Kurtbaba
Sokağı ve Asmaaltı’ndan yavaş yavaş gider ve böylelikle akşamı bulurmuş.
Lefkoşa’nın zürafasından olan Pertev Efendi bir ramazan akşamı Agâh Efendi’ye
bir azizlik yapmayı düşünmüş ve arkadaşlarını Asmaaltı dükkânlarına
yerleştirdikten sonra mutat yolundan evine dönen Agah Efendi’yi takibe
başlamış. Agâh Efendi Kurtbaba yokuşunu tuttuğu zaman alt perdeden havlamış ve
Agâh Efendi’nin elini hafifçe ısırmış. Agâh Efendi arkaya bakmaya lüzum
görmeksizin “oşt bre” demiş ve yoluna devam etmiş. Asmaaltı’na gelinceye kadar
havlamalar ve ısırmalar birkaç kere tekrarlanmış. Fakat Agah Efendi hiç
istifini bozmamış ve yalnız “oşt bre” diyerek yoluna devam etmiş Asmaaltı’na
geldiklerinde Pertev Efendi havlamayı ve ısırmayı hızlandırmış. O zaman Agah
Efendi iftar zamanının verdiği bütün mecalsizliğe rağmen biraz davranmış ve
gene arkaya dönmemekle beraber elini sallamış ve biraz daha yüksek sesle “oşt
bre kuduz mu oldun?” demiş ve gene yoluna devam etmek istemiş. Fakat
dükkânlarda saklı olan arkadaşların kahkahalarını işitince işin farkına varmış
ve hep birden gülerek dağılmışlar.2 Korkut’un anlatılarından anlaşıldığı üzere 120 sene evvelki ilginç simalardan
biri de meşhur afyon tiryakisi Mustafa Baba’ymış. Eski ramazanlarda oruçlular
günlerini geçirmek için çocukça şakalar ve yarenlikler yapıyor, afyon ve enfiye
tiryakileri komik görüntüler içerisinde çeşitli hikâyelere kahraman oluyorlardı
: “Meşhur afyon tiryakilerinden Mustafa Baba, ramazanın yaklaştığını görerek,
afyonu biraz fazla kaptırmış ve üç kapılı kahvehanenin bir köşesinde adamakıllı
sızıp kalmış. Bunu gören bazı gevezeler bir çocuk bulmuşlar ve Mustafa Baba’nın
kulağına “Mustafa Baba ramazan geldi” diye bağırtmışlar. Afyonu patlatılan
Mustafa Baba sersem sersem gözlerini açıp da karşısında genç bir delikanlı
görünce hemen cevap vermiş : “Sen sevin bre… Hamamlar sabaha kadar açık
kalacak.” Korkut’un yazısından öğrendiğimiz bir diğer ilginç sima ve olay ise
meşhur 31 Mart Vakasının suçlularından olduğu iddia edilen ve idam edilen
Derviş Vahdeti ile Eski Sarayönü imamı arasındaki ilginç şaka olayıdır: “Eski
Sarayönü imamı meşhur enfiye tiryakilerindenmiş. Bir ramazan günü İmam Ayasofya
Camisinin bir köşesinde dalıp kaldığı sırada caminin müezzinlerinden Hafız
Derviş-31 Mart Vak’asından dolayı idam edilen Derviş Vahdeti- imamın kulağına
yüksek sesle bağırmış: “Bugün çarşıya hostez gelmedi?” Belinleyerek uyanan
imam, hafızın şaşı gözlerine bakarak “ ben çarşı ağası mıyım be şaşı gözlü
p..…” cevabını vermiş. Bu imam aynı zamanda boğazına düşkünmüş ve hele
tatlılara bayılırmış. Bu sebepten ramazanlarda kendi kendini dostlarına davet
ettirirmiş. Bu kabilden olarak Lefkoşa’nın zenginlerinden Derviş Paşa’dan da
bir kadayıf ziyafeti istemiş. Paşa bunu vesile ederek imama bir azizlik yapmayı
düşünmüş. Şişecilerden ince kıyım talaş buldurarak iyice haşlattıktan sonra
kadayıf pişirir gibi güzelce kızartıp bir siniye kurtartmış ve o akşam imamı
iftara davet etmiş. İmam oh! Oh! diyerek bir sini talaşı yuvarlamış. Yuvarlamış
ama paşa sonradan vesveseye düşmüş ve imamın arkasını boşlamamış. O gece
teravihi Sarayönü Camisinde kılmış ve namazdan sonra da imamın odasından
ayrılmamış. Hatta imamın misafirleri dağıldıktan sonra da geç vakte kadar
imamın penceresinin altında nöbet beklemiş. Garibi şu ki, paşa geceyi telaş
içinde geçirirken, imam da talaşı rahat rahat hazmetmiş.3
Fadıl Niyazi Korkut’un 120 yıl evvelin bir diğer ilginç siması olarak
bahsettiği Kırnılı Osman Efendi veya namı değer “Efendi” kafayı tanrı aşkıyla
bozmuştu. Fakat dini bilgisi olmayan bu ilginç Kıbrıslı için ramazan aylarında
başından geçen olaylar oldukça ilginçtir. Korkut’un anlatılarında ayrı bir yere
sahip olan Kırnılı Osman Efendi’nin obur kişiliği ve ramazan hikâyesi ise
şöyledir: “ … Efendi’den bahsedince hatırlamamak elden gelmiyor. İrfani obur
bir meczuptu. Daima beraberinde bir dağarcık bulundurur ve her ne zaman acıkırsa
bir çeşme başında dağarcığını açar ve tıka basa karnını doyururdu. Ramazanda
bir gün nasıl olduysa oruç tutmaya heves etmiş. Fakat ikindiden evinin
avlusunda yemekleri sıralamış ve sofranın başına geçerek evine yakın olan
Dükkanlarönü minaresini meterise almış, kandillerin indirilmesini bekliyormuş.
Vakit geçip de kandillerin indirilmediğini gören İrfani dayanamamış ve müezzine
bakarak, tekrar tekrar çağırmış: “İndir p….”4
120 yıl evvelki eski ramazanlar, Lefkoşa’yı gündüzleri karanlığa ve sessizliğe bırakırken,
geceleri de ışıl ışıl parlayan bir yıldıza dönüştürüyordu. Kıbrıslı Müslüman
ahali adeta gece hayatının tadını çıkartıyor, ramazan onlar için ayrı bir
eğlence yaşamına kapı açıyordu. Fakat yıllar geçtikçe Kıbrıslı Müslümanlar için
ramazan, değişen koşullar ve yaşayışla birlikte eski ihtişamından çok uzak,
solgun ve cansız bir renge bürünmüştür. İşte o eski günlerin özlemi içerisinde,
İkici Cihan Harbi’nin hemen ardına gelen ilk yıl olan 1946’da kutsal ramazan
ayı için Halkın Sesi Gazetesinde “ Mübarek Ramazan Girerken” başlığı altında
şunlar yazmaktaydı: “ Eski Ramazana on bir ayın sultanı derlerdi. Hakları da
yok değildi. Çünkü mübarek ayın gelişiyle, dede külahı kelle şekerleri, mis
kokulu Anadolu ve Halep yağları, can çekici beyaz, sarı ve gül renkli İstanbul
güllaçları, bal biteğini andıran ekmek kadayıfları, iştah açan Kayseri pastırma
ve sucukları, tabiatın kokularını taşıyan salatalıkları, yağı çalınmamış Baf
kaymakları, rahmetli Rüzgâr ustanın mezdeki kokulu meşhur çörekleri ve daha
hatırlayamadığımız bin çeşit gıda maddeleriyle çarşı donanır ve hakikaten
ramazan onbir ayın sultanı olduğunu belli ederdi. (…) Fakat yazık, hem de çok
yazık. Çünkü her gelip geçen yıl, ramazanın o can çekici hususiyetlerinden
birer parça çalmış ve adeta dirilmeyecek bir surette onları geçmişin
karanlıklarına gömmüştür. Hele dünyayı kasıp kavuran ve beşeriyetin
maneviyatında büyük bir tahribat yapan İkinci Cihan Harbi, ramazanın da
saltanatından hiçbir eser bırakmamıştır…5
Lefkoşa’da 120 yıl evvel yaşanan ışıltılı ramazan geceleri, Kıbrıslı Türklerin
kültürel özelliklerini yansıtan eğlence ve yaşayışları çok geride kalmış
görünüyor. Fakat bugün bile ramazan geldiğinde bir gelenek haline gelmiş ve
bugünlere geçmişin kokusunu ulaştırmış olan mezdeki kokulu çörekler karşımıza
çıktığında o maneviyatı yüksek geçmişi anmadan, dini ve kültürel
yaşanmışlıkları hatırlamadan bir yanımız hep eksik kalmaktadır. İnananın da inanmayanın
da birlikte aynı çörekten bir parça yemek için fırınlarda buluşması da sanırım
bu dini ve kültürel geçmişin bir hediyesidir. 120 yıl evvel’den bugünlere
ulaşan sadece mezdeki kokulu çörekler olsa da içinde barındırdığı
yaşanmışlıklar çok daha derin bir kokuya sahip olarak benliğimize sinmektedir.
İnananların ramazanları mübarek, inanmayanların ise inanlara saygıları daim
olsun…
DİPNOTLAR
1 Yankı Gazetesi,
“Eski Ramazanlar”, 13 Ağustos 1945, Sayı:33’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın
Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:13-14
2 Yankı Gazetesi,
“Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın
Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:15
3 Yankı Gazetesi,
“Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın
Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:15
4 Yankı Gazetesi,
“Eski Ramazanlar”, 20 Ağustos 1945, Sayı:34’den naklen An, Ahmet, Kıbrıs’ın
Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, 2002, Ankara, S:16
5 KKTC Girne
Milli Arşivi, Halkın
Sesi Gazetesi, “Mübarek Ramazan Girerken”, 30Temmuz 1946.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder