Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
İYİ
Kİ DOĞDUN ARKADAŞIM..
Arkadaşım, bundan 87 yıl kadar önce 14 Haziran
Perşembe günü dünyaya geldiğinde ne sen bizleri ne de biz seni tanıyorduk.
Yıllar geçip ilk adımı attığında toprak senin ölümsüzlüğünle irkildi. Bundan
sonra dünya’nın her karışında enerjin ve direncin hissedilecekti. Ciğerlerin
çok güçlü değildi. Zaman zaman soluk alıp vermede zorluk yaşıyordun. O kadar
adaletsizliğin hâkim olduğu bir dünyada rahat bir nefes almak sana yakışmazdı
zaten…
***
Çocukluğun çok kolay geçmedi. Astım krizleri seni
zorlasa da rugby sporuna olan ilgin hiç azalmadı. Aksine tanıdıklar sana
saldırgan ve mücadeleci bir rugby oyuncusu olduğundan “Fuser” lakabını layık
görmüşlerdi. Babandan aldığın satranç dersleri strateji konusunda yıllar sonra
işine yarayacaktı. Ergenlik döneminde, Pablo Neruda’dan şiirler okuyup yaşamın
boyunca şiirler yazacaktın. Jack London, Jules Verne, Sigmund Freud, Bertrand
Russel ve daha birçok farklı konuda yazan yazarları okumaktan hep keyif aldın. Fotoğrafçılık
da ilgi alanındaydı…
Yaşadığın ülkede toprak sahipleri, politikacılar ve
sanayicilerin oluşturduğu seçkin 200-250 aile ülkenin hâkimi iken, halkının
büyük çoğunluğu yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyordu. Yoksulluk içindeki
geçici işçiler arasında tüberküloz oldukça yaygındı. Kömür madenlerindeki
işçiler zehirli tozlardan dolayı 30’lu yaşlarda ölümle tanışır olmuştu. Sen de
ülkenin seçkin ailelerinden birinde doğmuştun. Fakat anne ve babanın bu
adaletsizliğe karşı duyarlılığı vardı. Ama senin kadar cesur olamamışlardı. Zengin
kız arkadaşına yazdığın o aşk mektubunda ne de güzel özetlemiştin durumu be
arkadaş: “Sefaletin boyutları, bir ferdi
olarak dünyaya geldiğin bu sınıfın işlediği suçlar benim kaldırabileceğimden,
onlar gibi olmak isteyebileceğimden çok daha büyük: Bazı geceler bu suçu bir
karabasan gibi hissediyorum. Vücudunun o güzel kokusu, varoşlardan yükselen
sefaletin suçlamasını hissetmememi sağlamıyor. Zenginlik; hayır, ben bunun bir
parçası olmak istemiyorum. Bu haksızlığın sürüp gitmesinin bir parçası olmak
istemiyorum.” Hiçbir haksızlığın, hiçbir zaman parçası olmayacaktın…
***
Bir tıp öğrencisi iken arkadaşınla La Poderosa II’nin
üzerinde Alta Gracia’dan yola çıktığınızda ruhunun bu kadar ezileceğini hiç
düşünmüş müydün arkadaşım. Amazon Nehri kıyısında San Pablo cüzam kolonisinde
gönüllü olarak birkaç hafta geçirmeyi düşünüyordunuz ya, sefaleti bu kadar
yakından görmen seni oldukça etkileyecekti. Bu macera dolu yolculukta
gördüklerin gelecek yıllardaki amacının şekillenmesine yol açacaktı. Marksizm
ile daha derinden ilgilenmeye ve ezilen yoksul kitlelere önder olmaya doğru
yeni bir yolculuğa çıkmak üzere geri dönüp tıp eğitimini hızla bitirdin ve bu
kez hiç geri dönmeyecek bir yolculuğa çıktın.
***
ABD’nin tam hâkimiyeti altındaki Küba’da: Telefon ve
elektrik şirketlerinin hisselerinin %90’ı, demiryolları işletmelerinin
neredeyse yarısı, ham şeker üretiminin %40’ı emperyalizmin elindeydi. 1955
yılında Kübalı bir avukatla tanıştın. Genç avukat ülkesini kölelikten kurtarmak
için mücadele edeceğini söylüyordu ve bu seni çok etkilemişti. Hiç düşünmeden
bu mücadeleye katıldın. Aralık 1956’da genç avukat ve sen arkadaşım, 80
arkadaşınızla birlikte Küba’ya gitmek üzere maviliklere yelken açtınız. Karaya çıkar çıkmaz diktatörün askerlerinin
saldırısına uğradığınızda yol arkadaşlarınızın yarısı hemen orada veya
yakalandıktan kısa süre sonra öldürüldü. Bu olay için tarihe geçen şu sözlerin
dünyanın her yanına yayılacaktı:”...bu çatışmada kaçan bir yoldaşın düşürdüğü
cephaneyi almak için tıbbî malzeme çantasını bıraktığım zaman, doktordan
savaşçıya dönüştüğüm an olmuştur.” Hayatta kalan 15–20 isyancı ile Sierra
Maestra Dağlarına saklanıp, diktatörlük rejimine karşı gerilla savaşına
giriştiğin zaman yoldaşların sana cesaretin ve askerî yeteneğinden dolayı saygı
göstermeye başlayacaktı. Gemideki tek Kübalı olmayan devrimci olarak kısa
sürede Comandante oluvermiştin. Artık arkadaşım bir lider olmuştun. Küba’da iktidarda
olan diktatör’ün rejimini devirmek için iki yıllık bir mücadele yetecekti.
Havana’ya gururla girdiğinizde kimse size karşı koyma cesaretini bile gösterememişti.
Bu inanç ve mücadele ruhunun zaferiydi. Devrim senin mücadele ruhunla
yükselmişti…
***
Aşkların oldu, çocukların doğdu. Doğuştan Kübalı
ilan edildin. Çeşitli siyasi mevkilerde görev aldın. Hiç hoşnut olmadığın
paranın idaresi bile sana verildi. Fakat ruhundaki isyan çoktan dünya’nın
ezilen halklarına ulaşmıştı bir kere. Mücadele seni çağırmaya devam etti. Bedenini
aşan devrimci ruh zamanın ötesine yolculuk yapmaktaydı. Bolivya’ya seni götüren
de bu devrimci ruh olmuştu. O uğursuz 9 Ekim 1967 günü gelip de tuzağa
düşürüldüğün zaman dahi her türlü işkenceye rağmen inancını yitirmedin. Mizaha olan
yatkınlığın, gereksiz ciddiyete ve şatafata karşı tavrın, tüm yaşamın boyunca
değişmez karakteristik özelliğin olmuştur. 9 Ekim günü bedenin toprakla
buluştu. Ruhun ise mücadele devam ettiği için tüm evrene yayılmak üzere
yükseldi. Yükseldi ve bizlere kadar ulaştı.
***
Önce 68 kuşağı olarak tarihe geçen devrimcilerin sonra
da tüm dünyadaki ezilen, sömürülen halkların mücadelesine ışık oldun. Alberto
Korda’nın 5 Mart 1960 tarihinde La Coubre Patlaması kurbanları için yapılan
anma töreninde çektiği fotoğrafın dünya üzerindeki en ünlü porte olacaktı. Sen
gösterişi sevmezdin. Sade yaşam tarzın ve zorluklar karşısındaki mücadelen
devrimcilere hep ışık tutmuştur. Ne güzel işaret etmiştin bir cümleyle inanç ve
kararlılığın dostluğunu, hani demiştin ya; “Gerçekçi olalım, imkânsızı
isteyelim”…
***
Sevgili arkadaşım, bugün bizim ülkemizde devrimci
mücadele ne haldedir diye merak etmişsindir diye yazmak istedim. Buraların
barlarında devrim şarkıları eşliğinde amaçsız insanlar, devrimci olduk diyor ve
içip içip efkârla senden hikâyeler anlatıyorlar. Hedefsiz ve bilinçsiz,
kapitalistlerin senin üzerinden para kazanmak üzere piyasaya sürdükleri
portenin olduğu kıyafetleri alıp giyiyorlar. Bunları görünce midem bulanıyor. Arkadaşım
sana bunları yazmak istemezdim. Fakat devrimin sanal ortamlarda yapılmaya
çalışıldığı, gittikçe insani deneyimden uzaklaşıldığı bu çağda, küçük oğlum
Captan America” adında bir Hollywood çakmasını kahraman sanarak büyüyor. Oğlum,
senin kim olduğunu sorduğunda ona senin bir kahraman ve benim de en iyi
arkadaşım olduğunu söyledim. Umarım kahraman dememe içerlemezsin. Senin için
kahraman dedim çünkü oğlumun bir kahramana ihtiyacı vardı. Sanırım sadece
oğlumun değil ülke solunun da senin kahramanlığına ihtiyacı var. Aydınlattığın
yolda yürümeye devam edebilmek için önce kapalı olan gözlerimizi açmalı, gerçekçi
olup korkmadan, inançla ve kararlıkla imkânsıza doğru yürümeliyiz.
***
İçim de tuhaf bir his var. Bugün senin 87. Doğum gününle
aynı günde ülkemizin en köklü sol partisinin olağanüstü kurultayı yapılıyor.
Kurultay için neden 14 Haziran tarihi seçilmiş dersin; ülkede cumhurbaşkanlığı
seçimi yapılmış ve sonuç ağır bir mağlubiyet olmuş diye mi? hayır, kesinlikle
bu olamaz. Sen sol değerlerin ışığı, ezilen, sömürülen halkların kahramanı olduğun
için elbette, günün anlamı ve senin açtığın o onurlu yolda yürümek için tabii
ki bu tarih seçilmiş olmalı. Aksini düşünmek sola ve devrime ihanet olurdu. O
nedenle bugün CTP kurultayında konuşulanlara dikkat et ve ülkemizin en köklü
sol partisinin devrimci ruhunu iyice etüt et. Bakalım senin tüm dünyadaki
ezilen, sömürülen halklar için verdiğin mücadeleye layık olabilecek miyiz? Buna
senin karar vermen için kendi fikrimi yazmıyorum. Ben sadece iyi ki doğdun
arkadaşım, diyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder