14 Haziran 2015 Pazar

İYİ Kİ DOĞDUN ARKADAŞIM...

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
İYİ Kİ DOĞDUN ARKADAŞIM..

Arkadaşım, bundan 87 yıl kadar önce 14 Haziran Perşembe günü dünyaya geldiğinde ne sen bizleri ne de biz seni tanıyorduk. Yıllar geçip ilk adımı attığında toprak senin ölümsüzlüğünle irkildi. Bundan sonra dünya’nın her karışında enerjin ve direncin hissedilecekti. Ciğerlerin çok güçlü değildi. Zaman zaman soluk alıp vermede zorluk yaşıyordun. O kadar adaletsizliğin hâkim olduğu bir dünyada rahat bir nefes almak sana yakışmazdı zaten…
***
Çocukluğun çok kolay geçmedi. Astım krizleri seni zorlasa da rugby sporuna olan ilgin hiç azalmadı. Aksine tanıdıklar sana saldırgan ve mücadeleci bir rugby oyuncusu olduğundan “Fuser” lakabını layık görmüşlerdi. Babandan aldığın satranç dersleri strateji konusunda yıllar sonra işine yarayacaktı. Ergenlik döneminde, Pablo Neruda’dan şiirler okuyup yaşamın boyunca şiirler yazacaktın. Jack London, Jules Verne, Sigmund Freud, Bertrand Russel ve daha birçok farklı konuda yazan yazarları okumaktan hep keyif aldın. Fotoğrafçılık da ilgi alanındaydı…
***
Yaşadığın ülkede toprak sahipleri, politikacılar ve sanayicilerin oluşturduğu seçkin 200-250 aile ülkenin hâkimi iken, halkının büyük çoğunluğu yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyordu. Yoksulluk içindeki geçici işçiler arasında tüberküloz oldukça yaygındı. Kömür madenlerindeki işçiler zehirli tozlardan dolayı 30’lu yaşlarda ölümle tanışır olmuştu. Sen de ülkenin seçkin ailelerinden birinde doğmuştun. Fakat anne ve babanın bu adaletsizliğe karşı duyarlılığı vardı. Ama senin kadar cesur olamamışlardı. Zengin kız arkadaşına yazdığın o aşk mektubunda ne de güzel özetlemiştin durumu be arkadaş: “Sefaletin boyutları, bir ferdi olarak dünyaya geldiğin bu sınıfın işlediği suçlar benim kaldırabileceğimden, onlar gibi olmak isteyebileceğimden çok daha büyük: Bazı geceler bu suçu bir karabasan gibi hissediyorum. Vücudunun o güzel kokusu, varoşlardan yükselen sefaletin suçlamasını hissetmememi sağlamıyor. Zenginlik; hayır, ben bunun bir parçası olmak istemiyorum. Bu haksızlığın sürüp gitmesinin bir parçası olmak istemiyorum.” Hiçbir haksızlığın, hiçbir zaman parçası olmayacaktın…
***
Bir tıp öğrencisi iken arkadaşınla La Poderosa II’nin üzerinde Alta Gracia’dan yola çıktığınızda ruhunun bu kadar ezileceğini hiç düşünmüş müydün arkadaşım. Amazon Nehri kıyısında San Pablo cüzam kolonisinde gönüllü olarak birkaç hafta geçirmeyi düşünüyordunuz ya, sefaleti bu kadar yakından görmen seni oldukça etkileyecekti. Bu macera dolu yolculukta gördüklerin gelecek yıllardaki amacının şekillenmesine yol açacaktı. Marksizm ile daha derinden ilgilenmeye ve ezilen yoksul kitlelere önder olmaya doğru yeni bir yolculuğa çıkmak üzere geri dönüp tıp eğitimini hızla bitirdin ve bu kez hiç geri dönmeyecek bir yolculuğa çıktın.
***
ABD’nin tam hâkimiyeti altındaki Küba’da: Telefon ve elektrik şirketlerinin hisselerinin %90’ı, demiryolları işletmelerinin neredeyse yarısı, ham şeker üretiminin %40’ı emperyalizmin elindeydi. 1955 yılında Kübalı bir avukatla tanıştın. Genç avukat ülkesini kölelikten kurtarmak için mücadele edeceğini söylüyordu ve bu seni çok etkilemişti. Hiç düşünmeden bu mücadeleye katıldın. Aralık 1956’da genç avukat ve sen arkadaşım, 80 arkadaşınızla birlikte Küba’ya gitmek üzere maviliklere yelken açtınız.  Karaya çıkar çıkmaz diktatörün askerlerinin saldırısına uğradığınızda yol arkadaşlarınızın yarısı hemen orada veya yakalandıktan kısa süre sonra öldürüldü. Bu olay için tarihe geçen şu sözlerin dünyanın her yanına yayılacaktı:”...bu çatışmada kaçan bir yoldaşın düşürdüğü cephaneyi almak için tıbbî malzeme çantasını bıraktığım zaman, doktordan savaşçıya dönüştüğüm an olmuştur.” Hayatta kalan 15–20 isyancı ile Sierra Maestra Dağlarına saklanıp, diktatörlük rejimine karşı gerilla savaşına giriştiğin zaman yoldaşların sana cesaretin ve askerî yeteneğinden dolayı saygı göstermeye başlayacaktı. Gemideki tek Kübalı olmayan devrimci olarak kısa sürede Comandante oluvermiştin. Artık arkadaşım bir lider olmuştun. Küba’da iktidarda olan diktatör’ün rejimini devirmek için iki yıllık bir mücadele yetecekti. Havana’ya gururla girdiğinizde kimse size karşı koyma cesaretini bile gösterememişti. Bu inanç ve mücadele ruhunun zaferiydi. Devrim senin mücadele ruhunla yükselmişti…
***
Aşkların oldu, çocukların doğdu. Doğuştan Kübalı ilan edildin. Çeşitli siyasi mevkilerde görev aldın. Hiç hoşnut olmadığın paranın idaresi bile sana verildi. Fakat ruhundaki isyan çoktan dünya’nın ezilen halklarına ulaşmıştı bir kere. Mücadele seni çağırmaya devam etti. Bedenini aşan devrimci ruh zamanın ötesine yolculuk yapmaktaydı. Bolivya’ya seni götüren de bu devrimci ruh olmuştu. O uğursuz 9 Ekim 1967 günü gelip de tuzağa düşürüldüğün zaman dahi her türlü işkenceye rağmen inancını yitirmedin. Mizaha olan yatkınlığın, gereksiz ciddiyete ve şatafata karşı tavrın, tüm yaşamın boyunca değişmez karakteristik özelliğin olmuştur. 9 Ekim günü bedenin toprakla buluştu. Ruhun ise mücadele devam ettiği için tüm evrene yayılmak üzere yükseldi. Yükseldi ve bizlere kadar ulaştı.
***
Önce 68 kuşağı olarak tarihe geçen devrimcilerin sonra da tüm dünyadaki ezilen, sömürülen halkların mücadelesine ışık oldun. Alberto Korda’nın 5 Mart 1960 tarihinde La Coubre Patlaması kurbanları için yapılan anma töreninde çektiği fotoğrafın dünya üzerindeki en ünlü porte olacaktı. Sen gösterişi sevmezdin. Sade yaşam tarzın ve zorluklar karşısındaki mücadelen devrimcilere hep ışık tutmuştur. Ne güzel işaret etmiştin bir cümleyle inanç ve kararlılığın dostluğunu, hani demiştin ya; “Gerçekçi olalım, imkânsızı isteyelim”…
***
Sevgili arkadaşım, bugün bizim ülkemizde devrimci mücadele ne haldedir diye merak etmişsindir diye yazmak istedim. Buraların barlarında devrim şarkıları eşliğinde amaçsız insanlar, devrimci olduk diyor ve içip içip efkârla senden hikâyeler anlatıyorlar. Hedefsiz ve bilinçsiz, kapitalistlerin senin üzerinden para kazanmak üzere piyasaya sürdükleri portenin olduğu kıyafetleri alıp giyiyorlar. Bunları görünce midem bulanıyor. Arkadaşım sana bunları yazmak istemezdim. Fakat devrimin sanal ortamlarda yapılmaya çalışıldığı, gittikçe insani deneyimden uzaklaşıldığı bu çağda, küçük oğlum Captan America” adında bir Hollywood çakmasını kahraman sanarak büyüyor. Oğlum, senin kim olduğunu sorduğunda ona senin bir kahraman ve benim de en iyi arkadaşım olduğunu söyledim. Umarım kahraman dememe içerlemezsin. Senin için kahraman dedim çünkü oğlumun bir kahramana ihtiyacı vardı. Sanırım sadece oğlumun değil ülke solunun da senin kahramanlığına ihtiyacı var. Aydınlattığın yolda yürümeye devam edebilmek için önce kapalı olan gözlerimizi açmalı, gerçekçi olup korkmadan, inançla ve kararlıkla imkânsıza doğru yürümeliyiz.
***

İçim de tuhaf bir his var. Bugün senin 87. Doğum gününle aynı günde ülkemizin en köklü sol partisinin olağanüstü kurultayı yapılıyor. Kurultay için neden 14 Haziran tarihi seçilmiş dersin; ülkede cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmış ve sonuç ağır bir mağlubiyet olmuş diye mi? hayır, kesinlikle bu olamaz. Sen sol değerlerin ışığı, ezilen, sömürülen halkların kahramanı olduğun için elbette, günün anlamı ve senin açtığın o onurlu yolda yürümek için tabii ki bu tarih seçilmiş olmalı. Aksini düşünmek sola ve devrime ihanet olurdu. O nedenle bugün CTP kurultayında konuşulanlara dikkat et ve ülkemizin en köklü sol partisinin devrimci ruhunu iyice etüt et. Bakalım senin tüm dünyadaki ezilen, sömürülen halklar için verdiğin mücadeleye layık olabilecek miyiz? Buna senin karar vermen için kendi fikrimi yazmıyorum. Ben sadece iyi ki doğdun arkadaşım, diyorum…

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder