Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
ÇANAK ÇÖMLEK PATLADI !!!
Her Kıbrıslı çocuğun anıları vardır saklambaç
oyununa dair. Hele bir de oyunda; yumanın yanılıp da yanlışlıkla başka birini
tuladığı (sobelediği) zaman var ya, hani herkesin saklandığı yerden hızla
ortaya çıkarak “çanak çömlek patladı”
naralarını attığı, o çocukça mutluluk anı, yediden yetmişe hepimizin
belleklerinde canlıdır. İşte geçen hafta başı KKTC Meclisinde sergilenen oyun,
bana bu sözü hatırlattı. Yeni Hükümetin güven oylaması yapılırken bir anda
Ejder Aslanbaba yerinden kalktı ve söz hakkı istedi. UBP Genel Başkanı İrsen
Küçük’de nedense Meclis Başkanı’nın söz hakkı veremem demesine rağmen, Ejder
Aslanbaba’ya destek verdi. Daha sonra Ejder Aslanbaba elindeki dolarları
sallayarak kürsüye yürüdü… Gerisi malum…
Olanlar bir anda TC medyasında “KKTC Meclisinde
Rüşvet” başlığı ile yer aldı. Başlık altı ise şöyle doldurulmuştu; “Demokrat
Parti-Ulusal Güçler oluşumundan (DP-UG) istifa eden İskele Milletvekili Ejder
Aslanbaba, DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş ile Milletvekili Ahmet Kaşif’in
kendisine güven oylamasında ‘Evet’ demesi ve milletvekilliğinden istifa etmesi
karşılığında 7 bin 700 dolar rüşvet teklif ettiğini iddia etti. Aslanbaba,
Kaşif ve Denktaş’ın kendisine ayrıca maaş bağlama, İskele Belediye Başkanlığı
gibi vaatlerde bulunduklarını da öne sürdü. KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin Hasan
Bozer başkanlığında, güven oylaması gündemi ile toplanan Genel Kurulu’nda,
güven oylaması başlamadan önce Ejder Aslanbaba, kürsüde konuşma yapmak istedi.
Aslanbaba’nın talebi Bozer tarafından reddedildi. Bunun üzerine Aslanbaba’nın
elinde paralar ve CD ile kürsüye çıkması üzerine oturuma ara verildi.”
Son yıllarda KKTC “Meclisi”nde yaşananlar, siyaset
kurumunun saygınlığına ciddi zararlar vermiştir. Meclisimiz, adeta bir
kahvehanede yaşanan sohbetleri, dedikoduları, kavgaları ve bahisleri aratmaz
hale gelmiştir. Mebuslar, politik üretkenliklerini kaybetmiş, iktidarsız
bireyler olarak eski anılarını anlatarak, eski kaideden türkülerle işleri
götürebileceklerini sanmaktadırlar. Son sahnelenen oyundan bir hafta önce
meclis kürsüsünde okkalı laflar ederek “Etik” kelimesinin “kendince” önemini
vurgulayan, UBP eski, DP-UG’lerin ise çiçeği burnunda vekili Afet Gürcafer
hanım, nedendir bilinmez, hep “eski” siyasi partisi UBP içerisindeki
haksızlıklardan bahsederek “Etik” kelimesini açıklamaya gayret etmiştir. Fakat
UBP’den ayrılmadan önce sağlık bakanları Ertuğrul Hasipoğlu’nun gece kulüpleri
ile ilgili konuda “kapatalım da 40 bin asker bizi mi…” diye başlayan ahlaki
açıklamasına toplumun verdiği tepkinin urubunu göstermemiştir. Daha birçok
ahlaksız konuşmaya, kavgaya vesile olan siyaset katili vekiller, halk nazarında
maskara durumuna düşmüşlerdir. Fakat diyeceksiniz ki nasıl olur da her seçim
tekrar aday ve tekrar “vekil” seçilmektedirler. Eh! Herhalde oda bizim “Etik”
anlayışımızdır. Siyasetle alakası olmayan, politika üretmek bir yana üreteni de
sevmeyen siyasi parti idarecileri durumu idare etmekten yana tavırlarını
sürdürmektedirler.
“Siyasette yozlaşma” herkesin dilinde türkü
olmuştur. Gazetecisinden, sanatçısına, sanatçısından zanaatkârına,
zanaatkârından iş çevrelerine, iş çevrelerinden öğretmenine, öğretmeninden
öğrencisine kadar toplumun her kesiminin dilindedir. Peki ama siyasette yozlaşma nedir?
“Siyasal
aktörler, politikacılar ya da yetkililerin resmi karar süreçlerini, kaynak ve
olanakları bir taraf adına kullanması. Kamusal konumları bu kişilerin bu
kaynaklara doğrudan erişmesini sağlar. Bu uygulamada, önerilen ya da ele
geçirilecek bir çıkar kilit rol oynar. Bu tür davranışı yasaklayan formel
(resmi, usule uygun ) kurallar çiğnenir. Makamın bir biçimde kötüye
kullanılması ya da siyasal aktörlerin kendilerini gözeten tüm davranışlarını
yozlaşma olarak ele alan tanımlara bakıldığında bu tanım daha dar ve daha
yasacıdır. Aslında bu tanım, yozlaşmayı diğer yasa dışı ya da etiğe aykırı
davranış türlerinden ayırır. Çünkü aktörün fayda sağladığını, rüşvetin
verildiğini ve bunların önerilmesi ya da alınmasını önleyen ya da yasaklayan
kurallar olduğunu belirtir. Yozlaşma şunları içerir: En az iki taraf arasında
gerçekleşen bir işlemdir; taraflardan en az birinin resmi yollardan erişilemez
olduğunu düşünmediği bir sonuca erişme yoludur; bu resmi yollar özel olarak
rüşveti yasaklar… Siyasal aktör, resmi konumu ya da görevine adanmadığı ya da
onunla özdeşleşmediği için yozlaşmaya bulaşabilir. Siyasal ortam bu tür
davranışlara karşı yeterli ahlaki, mesleki ya da ideolojik baskı
uygulamayabilir. Makam ya da kurum, özelikle işlevlerin yerine getirilmesi ya
da siyaset ya da müşteri amaçlarının doyurulması açısından yeterli hesap
verirlik prosedürlerine sahip olmayabilir ya da davranış standartlarına gerekli
önemi vermeyebilir… Siyasal sisteme ve sistemin karar süreçlerine sadakat ve güven
duyulmaması yüzünden yozlaşma ortaya çıkar.”1
Bireysel yozlaşmanın kurumsallaşması da şöyle; “… Formel prosedür ve sorumlulukların göz
ardı edildiği ve aktörlerin rüşvete katılmasa da iş arkadaşlarının
davranışlarına göz yumması gerektiği durumlardaki düzenli ya da standart
etkinlik olarak yozlaşma işaret eder. Bu yozlaşma türü, yozlaşma ya da göz
yummanın hiyerarşik olması durumunda kalıcılığını sürdürür. Aktörlerin kasıtlı
olarak makamlarının yetki ve işlevlerini rüşvet karşılığı örgütlemeleri ve
pazarlamaları durumunda kurumlaşabilir. Kamusal konum ve resmi otoritenin açık
biçimde siyasal sistem içinde kişisel zenginleşme için kullanılmasıyla sistemle
ilgili yozlaşma ortaya çıkar.” 2 Bu tarz yozlaşma örnekleri daha çok üçüncü
dünya ülkesi dediğimiz ülkelerde görülmektedir. Yani KKTC’de oluşan siyasal
yozlaşma bu tanıma çok uygun görülmektedir. Eksik bırakmayalım bu tip yozlaşma;
siyasal sistemin işleyişine bağımlıdır. Blackwell’in Siyaset Bilimi
Ansiklopedisi, Üçüncü dünya ülkeleri dışında kalan ülkelerin, yozlaşmayı
tarihsel bir olgu olarak gördüğünü ve buna neden olan durumların da ya
yasaklarla yasaklandığını ya da yer yer meşrulaştırıldığını söylemektedir. “Bu ülkelerde yozlaşma değişmez biçimde,
bireysel yozlaşma bağlamında görülür. Düzenli bir sistematik yozlaşmaya ilişkin
kanıtlar olmadığı ve diğer suçlarda olduğu gibi doğrudan kurban ya da kayıp
olmadığı sürece önemli bir kamu sorunu olarak görülmez. Kurumsal yozlaşma
örnekleri ortaya çıktığında resmi soruşturmalar işlevsel, kültürel ya da diğer
açıklama türlerinden kaçınır (üçüncü dünya ülkeleri dışındaki ülkelerdeki
yozlaşmayla ilgili skandallar ve tartışmalar bu tür yozlaşmayla ilişkilidir).
Bu soruşturmalarda örnek olaylar sapma olarak yargılanır ve önemsiz konuma
sokulur. Bireysel yozlaşmanın hoş görülebileceği sınırlar yükseltilerek temel
kurumsal reformların gerekli olup olmadığı biçimindeki sorulardan kaçınılır. Bu
durumda, yozlaşmanın bir amaca ulaşma aracı olduğu unutulur. Rüşvetin
sunulması, en azından kısmen, rüşvet verenin resmi karar süreçlerini ve
prosedürlerini benimsemediğini gösterir. Bir siyasal aktörün rüşvet istemesi ya
da alması da onun bu süreç ve prosedürleri benimsemediği anlamına gelir.”3
Siyasal yozlaşmanın tavan yaptığı KKTC’de, yozlaşmanın mimarı olan siyasetçilere bir
bakıyorsunuz turuncu, bir bakıyorsunuz yeşil, bir bakıyorsunuz mavi, bir
bakıyorsunuz kırmızı sanırsınız ki renkli kişilikleri vardır. Fakat bu renk
değiştirme esnasında bir de açıklamalara bakarsınız, o daha renkli, zira
genelde hafızaları unutkan ve tembeldir. Unutmayanlar da en zekilerdir. Onlar,
renk değiştirse bile ideolojik olarak, dünya görüşü hep aynı kalanlardır.
KKTC’nin son 5 yılda yaşadıkları, siyasetin bittiğinin, etiğinde tatile
gittiğinin resmidir.
İnsanlık tarihi açısından siyaset çok önemli bir yer
işgal etmektedir. Antik çağda “erdem siyaseti” , ortaçağda “inanç ve iman
siyaseti”, modern dönemde “çıkar siyaseti” derken bugünlere gelindi. Fakat
bizim siyasetçilerin bu türden süreçleri değerlendirmesi beklenmemelidir. Onlar
için siyaset ve etik, sadece memlekete nasıl daha kolay “etik”leri ile
ilgilidir.
TDK Türkçe Sözlüğünde “Etik” sözcüğüne karşılık,
Töre Bilimi ve ahlakla ilgili denmektedir. Kıbrıslı Türklerin bir kısmının
gözünde “Etik” sözcüğünün değişik anlamlandığı kesin gibidir. Bay Turuncuya
göre, Ejder Aslanbaba dürüstçe sadece 100-200 dolar harcadığını söyleyerek
“Etik” olmayan bir rüşvet olayını deşifre ederek, mecliste bir halk kahramanı
gibi doğruları dile getirdi ve saraydan başlayan oyunu bozdu. Bay Kırmızıya gör
ise, Aslanbaba arkadaşlarından borç istedi ve onlarda iyi niyetlerinden
kendisine yardımcı olup bir miktar maddi yardım yaparak iyilik yapmışlar. Fakat
Aslanbaba, Bay Turuncudan daha fazlasını almış olacak ki hiç “Etik” olmayan bir
davranışla DP-UG’lerden aday olmayacağını anladığı andan itibaren Bay Turuncu
ile anlaşmıştır. Bay Yeşile göre ise, yeni hükümeti itibarsızlaştırma hareketi
olarak yapılan ve hiç “Etik” olmayan bir davranış sergilenmiştir. Bay Maviye
göre ise, bu olay yeni hükümete yönelik çirkin bir saldırıydı. Etik, renkten
renge değişiyor olabilir mi? Peki ülkenin her yanı gece kulübü ve kumarhane
dolarken, Etik nerdeydi? Turuncular kırmızıya, kırmızılar turuncuya, yeşiller
maviye, maviler yeşile dönüşürken ilkeler nerdeydi?
David Hume şöyle diyor; “İnsan türü tüm zamanlarda ve mekânlarda öylesine aynıdır ki, bu
özellik nedeniyle tarih bize yeni ya da yabancı hiçbir şey hakkında bilgi
vermez. Onun başlıca yararı ise bize insan doğasını birçok koşul ve durumda
göstererek ve böylece gözlemlerimizi oluşturacağımız materyali sağlayarak ve
bizi insan davranışının düzenli işleyişine aşina hale getirerek insan doğasının
daimi ve evrensel ilkelerini keşfetmemize imkân tanımasıdır”4
Tarih bizlere deneyimleme olanağı sağlıyor. 50
yıldır “milliyetçi” cepheden siyaset yapan politikacılarımız üretmek bir yana
tüketmek için her şeyi denediler. Ülkenin en köklü partisi olan CTP ise
duranlaştı ve üretmek yerine sistemde var olmanın inceliklerini öğrendi. Sol
görüşlü bir fert olarak, 22 yıl önce hayata gözlerini yuman sevgili Naci
Talat’ın halen siyaseten kullanılması ne kadar “Etik”tir. Naci Talat’ın toplum
nezdindeki saygınlığından fayda sağlamaya çalışmak bir politika olmasa gerek.
Bir bir elliye kadar sayalım, bu kez yuman biz
olalım, gözlerimizi açmadan önce sağımda, solumda arkamda olan ahlaksızlara oy
yok diyelim. Yine de sağımızda, solumuzda, arkamızda saklanan kalmışsa hemen
tulayalım (sobeleyelim) ki oyundan çıksınlar. Biz mahallede çocukken bu tip
kurallara uymayanları alışmıştık ve daha arkamızı dönmeden Tükürüldün derdik.
Böylece oyun başlamadan onlar için eğlence son bulurdu. 28 Temmuz’a kadar
sağımıza, solumuza ve arkamıza saklanan “uyanıkları” görür görmez Tükürmeyi
unutmayın…
Dipnotlar
1Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi
Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:340-341
2Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi
Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:342
3Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi
Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:342
4Hume, David. (1993 [1748]). An
Enquiry Concerning Human Understanding. Indianapolis: Hackett Pub. S:55
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder