30 Haziran 2013 Pazar

ÇANAK ÇÖMLEK PATLADI !!!

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
ÇANAK ÇÖMLEK PATLADI !!!
Her Kıbrıslı çocuğun anıları vardır saklambaç oyununa dair. Hele bir de oyunda; yumanın yanılıp da yanlışlıkla başka birini tuladığı (sobelediği) zaman var ya, hani herkesin saklandığı yerden hızla ortaya çıkarak “çanak çömlek patladı” naralarını attığı, o çocukça mutluluk anı, yediden yetmişe hepimizin belleklerinde canlıdır. İşte geçen hafta başı KKTC Meclisinde sergilenen oyun, bana bu sözü hatırlattı. Yeni Hükümetin güven oylaması yapılırken bir anda Ejder Aslanbaba yerinden kalktı ve söz hakkı istedi. UBP Genel Başkanı İrsen Küçük’de nedense Meclis Başkanı’nın söz hakkı veremem demesine rağmen, Ejder Aslanbaba’ya destek verdi. Daha sonra Ejder Aslanbaba elindeki dolarları sallayarak kürsüye yürüdü… Gerisi malum…
Olanlar bir anda TC medyasında “KKTC Meclisinde Rüşvet” başlığı ile yer aldı. Başlık altı ise şöyle doldurulmuştu; “Demokrat Parti-Ulusal Güçler oluşumundan (DP-UG) istifa eden İskele Milletvekili Ejder Aslanbaba, DP-UG Genel Başkanı Serdar Denktaş ile Milletvekili Ahmet Kaşif’in kendisine güven oylamasında ‘Evet’ demesi ve milletvekilliğinden istifa etmesi karşılığında 7 bin 700 dolar rüşvet teklif ettiğini iddia etti. Aslanbaba, Kaşif ve Denktaş’ın kendisine ayrıca maaş bağlama, İskele Belediye Başkanlığı gibi vaatlerde bulunduklarını da öne sürdü. KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin Hasan Bozer başkanlığında, güven oylaması gündemi ile toplanan Genel Kurulu’nda, güven oylaması başlamadan önce Ejder Aslanbaba, kürsüde konuşma yapmak istedi. Aslanbaba’nın talebi Bozer tarafından reddedildi. Bunun üzerine Aslanbaba’nın elinde paralar ve CD ile kürsüye çıkması üzerine oturuma ara verildi.”
Son yıllarda KKTC “Meclisi”nde yaşananlar, siyaset kurumunun saygınlığına ciddi zararlar vermiştir. Meclisimiz, adeta bir kahvehanede yaşanan sohbetleri, dedikoduları, kavgaları ve bahisleri aratmaz hale gelmiştir. Mebuslar, politik üretkenliklerini kaybetmiş, iktidarsız bireyler olarak eski anılarını anlatarak, eski kaideden türkülerle işleri götürebileceklerini sanmaktadırlar. Son sahnelenen oyundan bir hafta önce meclis kürsüsünde okkalı laflar ederek “Etik” kelimesinin “kendince” önemini vurgulayan, UBP eski, DP-UG’lerin ise çiçeği burnunda vekili Afet Gürcafer hanım, nedendir bilinmez, hep “eski” siyasi partisi UBP içerisindeki haksızlıklardan bahsederek “Etik” kelimesini açıklamaya gayret etmiştir. Fakat UBP’den ayrılmadan önce sağlık bakanları Ertuğrul Hasipoğlu’nun gece kulüpleri ile ilgili konuda “kapatalım da 40 bin asker bizi mi…” diye başlayan ahlaki açıklamasına toplumun verdiği tepkinin urubunu göstermemiştir. Daha birçok ahlaksız konuşmaya, kavgaya vesile olan siyaset katili vekiller, halk nazarında maskara durumuna düşmüşlerdir. Fakat diyeceksiniz ki nasıl olur da her seçim tekrar aday ve tekrar “vekil” seçilmektedirler. Eh! Herhalde oda bizim “Etik” anlayışımızdır. Siyasetle alakası olmayan, politika üretmek bir yana üreteni de sevmeyen siyasi parti idarecileri durumu idare etmekten yana tavırlarını sürdürmektedirler.
“Siyasette yozlaşma” herkesin dilinde türkü olmuştur. Gazetecisinden, sanatçısına, sanatçısından zanaatkârına, zanaatkârından iş çevrelerine, iş çevrelerinden öğretmenine, öğretmeninden öğrencisine kadar toplumun her kesiminin dilindedir.  Peki ama siyasette yozlaşma nedir?

“Siyasal aktörler, politikacılar ya da yetkililerin resmi karar süreçlerini, kaynak ve olanakları bir taraf adına kullanması. Kamusal konumları bu kişilerin bu kaynaklara doğrudan erişmesini sağlar. Bu uygulamada, önerilen ya da ele geçirilecek bir çıkar kilit rol oynar. Bu tür davranışı yasaklayan formel (resmi, usule uygun ) kurallar çiğnenir. Makamın bir biçimde kötüye kullanılması ya da siyasal aktörlerin kendilerini gözeten tüm davranışlarını yozlaşma olarak ele alan tanımlara bakıldığında bu tanım daha dar ve daha yasacıdır. Aslında bu tanım, yozlaşmayı diğer yasa dışı ya da etiğe aykırı davranış türlerinden ayırır. Çünkü aktörün fayda sağladığını, rüşvetin verildiğini ve bunların önerilmesi ya da alınmasını önleyen ya da yasaklayan kurallar olduğunu belirtir. Yozlaşma şunları içerir: En az iki taraf arasında gerçekleşen bir işlemdir; taraflardan en az birinin resmi yollardan erişilemez olduğunu düşünmediği bir sonuca erişme yoludur; bu resmi yollar özel olarak rüşveti yasaklar… Siyasal aktör, resmi konumu ya da görevine adanmadığı ya da onunla özdeşleşmediği için yozlaşmaya bulaşabilir. Siyasal ortam bu tür davranışlara karşı yeterli ahlaki, mesleki ya da ideolojik baskı uygulamayabilir. Makam ya da kurum, özelikle işlevlerin yerine getirilmesi ya da siyaset ya da müşteri amaçlarının doyurulması açısından yeterli hesap verirlik prosedürlerine sahip olmayabilir ya da davranış standartlarına gerekli önemi vermeyebilir… Siyasal sisteme ve sistemin karar süreçlerine sadakat ve güven duyulmaması yüzünden yozlaşma ortaya çıkar.”1
Bireysel yozlaşmanın kurumsallaşması da şöyle; “… Formel prosedür ve sorumlulukların göz ardı edildiği ve aktörlerin rüşvete katılmasa da iş arkadaşlarının davranışlarına göz yumması gerektiği durumlardaki düzenli ya da standart etkinlik olarak yozlaşma işaret eder. Bu yozlaşma türü, yozlaşma ya da göz yummanın hiyerarşik olması durumunda kalıcılığını sürdürür. Aktörlerin kasıtlı olarak makamlarının yetki ve işlevlerini rüşvet karşılığı örgütlemeleri ve pazarlamaları durumunda kurumlaşabilir. Kamusal konum ve resmi otoritenin açık biçimde siyasal sistem içinde kişisel zenginleşme için kullanılmasıyla sistemle ilgili yozlaşma ortaya çıkar.” 2 Bu tarz yozlaşma örnekleri daha çok üçüncü dünya ülkesi dediğimiz ülkelerde görülmektedir. Yani KKTC’de oluşan siyasal yozlaşma bu tanıma çok uygun görülmektedir. Eksik bırakmayalım bu tip yozlaşma; siyasal sistemin işleyişine bağımlıdır. Blackwell’in Siyaset Bilimi Ansiklopedisi, Üçüncü dünya ülkeleri dışında kalan ülkelerin, yozlaşmayı tarihsel bir olgu olarak gördüğünü ve buna neden olan durumların da ya yasaklarla yasaklandığını ya da yer yer meşrulaştırıldığını söylemektedir. “Bu ülkelerde yozlaşma değişmez biçimde, bireysel yozlaşma bağlamında görülür. Düzenli bir sistematik yozlaşmaya ilişkin kanıtlar olmadığı ve diğer suçlarda olduğu gibi doğrudan kurban ya da kayıp olmadığı sürece önemli bir kamu sorunu olarak görülmez. Kurumsal yozlaşma örnekleri ortaya çıktığında resmi soruşturmalar işlevsel, kültürel ya da diğer açıklama türlerinden kaçınır (üçüncü dünya ülkeleri dışındaki ülkelerdeki yozlaşmayla ilgili skandallar ve tartışmalar bu tür yozlaşmayla ilişkilidir). Bu soruşturmalarda örnek olaylar sapma olarak yargılanır ve önemsiz konuma sokulur. Bireysel yozlaşmanın hoş görülebileceği sınırlar yükseltilerek temel kurumsal reformların gerekli olup olmadığı biçimindeki sorulardan kaçınılır. Bu durumda, yozlaşmanın bir amaca ulaşma aracı olduğu unutulur. Rüşvetin sunulması, en azından kısmen, rüşvet verenin resmi karar süreçlerini ve prosedürlerini benimsemediğini gösterir. Bir siyasal aktörün rüşvet istemesi ya da alması da onun bu süreç ve prosedürleri benimsemediği anlamına gelir.”3
Siyasal yozlaşmanın tavan yaptığı KKTC’de,  yozlaşmanın mimarı olan siyasetçilere bir bakıyorsunuz turuncu, bir bakıyorsunuz yeşil, bir bakıyorsunuz mavi, bir bakıyorsunuz kırmızı sanırsınız ki renkli kişilikleri vardır. Fakat bu renk değiştirme esnasında bir de açıklamalara bakarsınız, o daha renkli, zira genelde hafızaları unutkan ve tembeldir. Unutmayanlar da en zekilerdir. Onlar, renk değiştirse bile ideolojik olarak, dünya görüşü hep aynı kalanlardır. KKTC’nin son 5 yılda yaşadıkları, siyasetin bittiğinin, etiğinde tatile gittiğinin resmidir.
İnsanlık tarihi açısından siyaset çok önemli bir yer işgal etmektedir. Antik çağda “erdem siyaseti” , ortaçağda “inanç ve iman siyaseti”, modern dönemde “çıkar siyaseti” derken bugünlere gelindi. Fakat bizim siyasetçilerin bu türden süreçleri değerlendirmesi beklenmemelidir. Onlar için siyaset ve etik, sadece memlekete nasıl daha kolay “etik”leri ile ilgilidir.
TDK Türkçe Sözlüğünde “Etik” sözcüğüne karşılık, Töre Bilimi ve ahlakla ilgili denmektedir. Kıbrıslı Türklerin bir kısmının gözünde “Etik” sözcüğünün değişik anlamlandığı kesin gibidir. Bay Turuncuya göre, Ejder Aslanbaba dürüstçe sadece 100-200 dolar harcadığını söyleyerek “Etik” olmayan bir rüşvet olayını deşifre ederek, mecliste bir halk kahramanı gibi doğruları dile getirdi ve saraydan başlayan oyunu bozdu. Bay Kırmızıya gör ise, Aslanbaba arkadaşlarından borç istedi ve onlarda iyi niyetlerinden kendisine yardımcı olup bir miktar maddi yardım yaparak iyilik yapmışlar. Fakat Aslanbaba, Bay Turuncudan daha fazlasını almış olacak ki hiç “Etik” olmayan bir davranışla DP-UG’lerden aday olmayacağını anladığı andan itibaren Bay Turuncu ile anlaşmıştır. Bay Yeşile göre ise, yeni hükümeti itibarsızlaştırma hareketi olarak yapılan ve hiç “Etik” olmayan bir davranış sergilenmiştir. Bay Maviye göre ise, bu olay yeni hükümete yönelik çirkin bir saldırıydı. Etik, renkten renge değişiyor olabilir mi? Peki ülkenin her yanı gece kulübü ve kumarhane dolarken, Etik nerdeydi? Turuncular kırmızıya, kırmızılar turuncuya, yeşiller maviye, maviler yeşile dönüşürken ilkeler nerdeydi?
David Hume şöyle diyor; “İnsan türü tüm zamanlarda ve mekânlarda öylesine aynıdır ki, bu özellik nedeniyle tarih bize yeni ya da yabancı hiçbir şey hakkında bilgi vermez. Onun başlıca yararı ise bize insan doğasını birçok koşul ve durumda göstererek ve böylece gözlemlerimizi oluşturacağımız materyali sağlayarak ve bizi insan davranışının düzenli işleyişine aşina hale getirerek insan doğasının daimi ve evrensel ilkelerini keşfetmemize imkân tanımasıdır”4
Tarih bizlere deneyimleme olanağı sağlıyor. 50 yıldır “milliyetçi” cepheden siyaset yapan politikacılarımız üretmek bir yana tüketmek için her şeyi denediler. Ülkenin en köklü partisi olan CTP ise duranlaştı ve üretmek yerine sistemde var olmanın inceliklerini öğrendi. Sol görüşlü bir fert olarak, 22 yıl önce hayata gözlerini yuman sevgili Naci Talat’ın halen siyaseten kullanılması ne kadar “Etik”tir. Naci Talat’ın toplum nezdindeki saygınlığından fayda sağlamaya çalışmak bir politika olmasa gerek.
Bir bir elliye kadar sayalım, bu kez yuman biz olalım, gözlerimizi açmadan önce sağımda, solumda arkamda olan ahlaksızlara oy yok diyelim. Yine de sağımızda, solumuzda, arkamızda saklanan kalmışsa hemen tulayalım (sobeleyelim) ki oyundan çıksınlar. Biz mahallede çocukken bu tip kurallara uymayanları alışmıştık ve daha arkamızı dönmeden Tükürüldün derdik. Böylece oyun başlamadan onlar için eğlence son bulurdu. 28 Temmuz’a kadar sağımıza, solumuza ve arkamıza saklanan “uyanıkları” görür görmez Tükürmeyi unutmayın…

Dipnotlar
1Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:340-341
2Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:342
3Bogdanor, Vernon, Blackwell’in Siyaset Bilimi Ansiklopedisi, Ümit Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, 2003, S:342
4Hume, David. (1993 [1748]). An Enquiry Concerning Human Understanding. Indianapolis: Hackett Pub. S:55


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder