Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
SODOM-GOMORRA PİÇLERİ
“
O iki melek de akşamleyin Sodom’a vardılar; ve Lût Sodom’un kapısında
oturuyordu; ve Lût onları görüp onları karşılamak için kalktı; ve yere kapandı;
ve dedi; İşte, efendilerim, şimdi kulunuzun evine inin, ve geceyi geçirin, ve
ayaklarınızı yıkayın, ve erken kalkıp yolunuza gidersiniz. Ve dediler: Hayır,
fakat biz geceyi meydanda geçireceğiz. Ve onları çok zorladı; ve onun yanına
indiler, ve evine girdiler; ve onlara ziyafet yaptı, ve mayasız ekmek pişirdi,
ve yediler. Fakat onlar yatmazdan önce, şehrin adamları, Sodom adamları, her
mahalleden gençten ihtiyara kadar bütün halk, evi sardılar; ve Lût’u çağırıp
ona dediler: Bu gece senin yanına giren adamlar nerede? Onları bize çıkar, ve
onları bilelim. Ve Lût onlara kapıya çıktı, ve arkasından kapıyı kapadı. Ve
dedi: Ey kardeşlerim, rica ederim, kötülük etmeyin. İşte, benim ere varmamış
iki kızım var; rica ederim, onları size çıkarayım, ve onlara gözünüzde iyi
olana göre yapın; ancak bu adamlara bir şey yapmayın; madem ki damımın
gölgesine geldiler.
Ve dediler: Geri çekil! Ve dediler: bu adam garip olarak
geldi, ve kendisini hâkim sayıyor; şimdi sana onlardan ziyade kötülük ederiz.
Ve adamı, Lût’u, çok zorladılar, ve kapıyı kırmak için yaklaştılar. Fakat
adamlar ellerini uzatıp Lût’u yanlarına, evin içine getirdiler, ve kapıyı
kapadılar. Ve evin kapısında olan adamları, küçükten büyüğe kadar körlükle
vurdular, şöyle ki, kapıyı bulmak için yoruldular. Ve adamlar Lût’a dediler:
Senin burada daha kimin var? Damatlarını ve oğullarını ve kızlarını ve şehirde
sana ait olanların hepsini bu yerden çıkar; çünkü biz bu yeri harap edeceğiz,
çünkü Rabbin önünde onların feryadı büyümüştür; ve Rab onu harap etmek için
bizi gönderdi. Ve Lût çıktı, ve kızlarını alacak olan damatlarına söyleyip
dedi; Kalkın, bu yerden kaçın; çünkü Rab şehri harap edecektir. Fakat
damatlarının gözünde şaka eder gibi göründü. Ve seher vakti olunca, melekler:
Kalk karını ve buradaki iki kızını al, yoksa şehrin fesadı içinde yok olursun,
diyerek Lût’u acele ettirdiler. Fakat yavaş davrandı; ve Rab onlara merhametli
olarak, adamlar onun elinden, ve karısının elinden, ve iki kızlarının elinden
tuttular; ve onu çıkarıp şehrin dışarısına koydular. Ve vaki oldu ki, onları
dışarı çıkarmış oldukları zaman, dedi: Canın için kaç; arkana bakma, ve bütün
Havzada durma; dağa kaç; yoksa telef olursun. Ve Lût onlara dedi: Aman efendim!
İşte, şimdi kulun senin gözünde inayet buldu, ve canımı yaşatmakla bana
yaptığın lûtfunu büyük ettin; fakat dağa kaçamam, yoksa kötülük bana yetişir,
ve ölürüm. İşte, şimdi bu şehir, oraya kaçmak için yakındır, ve o küçüktür.
Şimdi oraya kaçayım ( o küçük değil mi?), ve canım yaşar… Ve Lût Tsoara geldiği
zaman, güneş yer üzerine doğmuştu. Ve Rab Sodom üzerine ve Gomorra üzerine Rab
tarafından göklerden kükürt ve ateş yağdırdı; ve o şehirleri, ve bütün Havzayı,
ve şehirlerde oturanların hepsini, ve toprağın nebatını altüst etti. Fakat
karısı onun arkasından geriye baktı, ve bir tuz direği oldu. Ve İbrahim
sabahleyin erken kalkıp Rabbin önünde durduğu yere gitti; ve Sodom ve
Gomorra’ya doğru baktı, ve gördü, ve işte, yerin dumanı ocak dumanı gibi
çıkıyordu.” 1
Eski Ahit’te
anlatılan hikâyeye göre, Sodom ve Gomorra şehirlerinin halkı o denli
ahlaksızmış ki Peygamber Lût’un misafiri olan iki meleğin ırzına geçmeye
kalkmışlar. Lût onlara kendi bakire kızlarını teklif etmesine rağmen
isteklerinde inat etmişler. Bu iki melek Lût ve ailesini kurtardıktan sonra
şehri “yıkıp, yok edip” yerle bir etmişlerdir. Lût’un karısı son anda dönüp
baktığı için o da taş kesilmiş.
Türkiye’de AKP iktidarından sonra çok şey
değişmiştir. Sağlıktan, eğitime, ulaşımdan ekonomiye her alanda 90 yıllık
Cumhuriyet’te yapılmayan birçok icraat hayat bulmuş, milli selamet geleneğinin
son nesil sürümü olan AKP, üç dönem yüksek oylarla ve demokratik yollarla
devlette tam hâkimiyeti sağlamıştır. Militarist devletten sivil devlete geçiş
sağlanmış, devlet içerisindeki derinlik yerini serinliğe bırakmıştır. Fakat
kişi hak ve özgürlüklerine gelince, AKP adeta geçmişte kendi dünya görüşüne
yapılan saldırıların intikamını alırcasına, özgürlükleri başörtüsünün
serbestliği mevzuuna indirgemiş ve kılık kıyafetten tutun da geriye kalan
muhalif kesimlerin özgürlük alanlarına saldırmaya başlamıştır. Eline geçirdiği
tek yüzü kör demokrasi kılıcını sağa sola sallamaya başlamıştır. Türkiye
Cumhuriyeti’nin “Ilımlı İslam”la yoğrulmak istenmesi halkın bir kısmında tedirginlik
yaratmıştır. Öte yandan iktidardan her gideceğini hissettiğinde rejim tehlikede
türküsünü söyleyen ve generalleri darbeye davet eden CHP’nin demokrasiden
habersiz olması ve muhalefette bile halkına sosyal projelerle ümit veremeyen,
değişmez yapısı sonucu, Türkiye’nin büyük çoğunluğunun ümitsizce, güçlü olandan
yana biat etmesini getirmiştir.
Türkiye “aydınlarının” büyük çoğunluğu çağdaşlık ve
demokrasi algısı ise çeşitli (Kemalizm, Türkçülük vb.) kalıplar nedeniyle perspektifi
dar, vizyonsuz felsefi tartışmaların kısır döngüsünde kalmaktadır. Türkiye’de
vizyon sahibi aydınlar ise, küçük azınlık bir grup olarak feryat etmektedirler.
AKP hükümetinin 20 gündür başına adeta bela olan Taksim Gezi Parkı Direnişçileri aslında sadece yeşil dostu bir
protesto için orda değildirler. Zaten bunu herkes açıkça görmektedir. Fakat
Tayip Erdoğan’a göre küçük bir grup olan sade vatandaşların oluşturduğu yeşilci
grup, sadece bu amaçla ordadır ve bunun dışında birde kışkırtıcı marjinaller var
ki, “onlar ideolojiktir”. Refah Partisi iktidarı sırasında yaşanan anti
demokratik darbe girişimlerine karşı mücadele vermiş bir kişi olan Tayip
Erdoğan’ın ideolojilerle ve batılı anlamda giyinen kesimle hep arası açık
olmuştur. Fakat ne gariptir ki, 1997 yılında Refah Yol Hükümetinin iktidardan
uzaklaştırılmasından sonra, tekrar iktidara gelmenin anahtarı olarak, AKP hep
demokrasiden ve sivilleşmeden bahsetmiştir. Şimdilerde ise Tayip Erdoğan keskin
bir dille kitleselleşen bu özgürlük taleplerini dillendirenlere, çapulcu ve
yoldan çıkmış ahlaksızlar demekte, gençlerin ulu orta seviştiğinden yakınmakta,
alkol’ün sınırlandırması yasasının uygulamada yaratacağı toplumsal çatışma ve
kamplaşmayı görmezlikten gelmektedir. Kendisine göre, İslami gençlik dışında
bir gençlik ancak yoldan sapan sapkınlar olmaktadır. Bu nedenle medya üzerinde
sıkı denetim şart, eğitimde “Ilımlı İslam”a yönelmek şarttır. Bu amaçla devlet kamusal alanlarda bazı
yasaklar koyabilir ve koymalıdır.
Şimdi siz değerli okuyucularıma Türkiye’de yayın
hayatına 1997 yılında başlayan çok severek okuduğum Doğu-Batı Dergisinin ilk
sayısında okuyup hayal kırıklığına uğradığım bir makaleden bahsetmek istiyorum.
O günlerde Türkiye’de Refah Yol Hükümeti iktidardaydı ve CHP o bildik yanık
türküsüyle Mustafa Kemal’in askerlerini demokrasi ve devletin rejimini korumak
maksadıyla müdahaleye çağırmaktaydı, dergide birçok bilim insanı çeşitli
konularda kapsamlı makaleler yazıyordu. Fakat bir tanesi vardı ki, Tayip
Erdoğan’a ışık tutarcasına döktürmüştü. Kendi gençliğini, çağdaşlık ve
demokrasi kavramlarını o müthiş felsefesiyle açıklıyordu. Makalesinin başlığı
dikkat çekiciydi: “Fikir Hürriyetinin
Sınırlanmasının Lüzumu Üzerine”. Yazar ise Türkiye’nin en önemli
üniversitelerinden Hacettepe’de Prof Dr. unvanı ile Felsefe bölümünde ders
veren Fehmi Baykan beyefendiydi. Bu beyefendi, fikir, hürriyet kavramlarını
açıkladıktan sonra insanlığın git gide yozlaştığını anlatıyor, ideolojileri
bilimsellikten uzak hastalıklar olarak açıklıyordu. Batının ahlak değerlerinin
ve biliminin ayakta kalmasını da kilise ve Hıristiyanlık dinine bağlıyordu.
Dünyadaki bu “soysuzlaşma” kültürüne de “Sodom-Gomorra” kültürü adını
veriyordu. Bakın hocamız Türkiye’nin o günkü portesini nasıl değerlendirmişti:
“Piyasadaki pek çok gazete ve televizyon
şirketine sahip olan bir-kaç ‘malûm’ holding, sırf kendi menfaatini
azamileştirmek için her türlü hukuksuzluğu ve ahlaksızlığı yapmaktadır.
Bunların gazete ve televizyonda yaptıklarını serlevhalarla (başlık NP) hatırlatayım: 1- Bunlar son birkaç yıl
öncesine kadar Kürtçülüğü ve Alevi kışkırtıcılığını desteklediler. Bunu
yaparken de ‘demokrasi, insan hakları, çağdaşlık’ sloganlarını paravan olarak
kullandılar. 2- ‘malûm medya’, solcu, Kürtçü yazar-çizer taifesi mahkum
edilmeye kalksa hemen yaygara koparır, hukuk düşmanlığı yapar ve o hakimleri
teşhir ederler; sonra da ‘brifingci generallerin’ toplantısına katılıp onları
ayakta alkışlayan hakim ve savcıları öve öve bitiremezler. 3- ‘malûm medya’
anarşistlerin, solcuların, Kürtçülerin kanunsuz gösteri yürüyüşlerini
tarafgirâne bir biçimde sunar; bu esnada polis şayet bu mikropların birine
birkaç cop vurmaya kalksa hemen –bu sahneleri milyon kere tekrar ederek- polis
düşmanlığı yaparlar. Ama aynı olaylarda bu haşaratın polise küfretmesini,
vurmasını, hatta kurşun sıkmasını ya göstermezler yada ‘gençlerin’(!),
‘öğrencilerin’ (!?) tabii haklıymış gibi
sunarlar. ‘Malûm medya’ devamlı polis düşmanlığı yaparak, bir taraftan emniyet
güçlerini ürkütüp sindirerek görevlerini yapamaz hale getiriyor, öte yandan da
halkı polisten soğutuyorlar. Polisin kanunsuz gösteri yapanlara karşı cop
kullanması vazifesi ve salahiyeti dâhilindedir. Televizyoncuların kameraları
polisin copundan çok daha tehlikelidir ve zarar verir. Ben polisin sadece
kanunsuz gösteri yapan şirret militanları değil, aynı şirretliği kalem ve
kameralarıyla ika eden sözde gazeteci taifesini de coplamasını anlayışla
karşılıyorum. Bu vesileyle hatırlatayım ki, polisin birkaç cop vurmasına
‘işkence’ olarak izam edenler, ‘demokrasiye, insan haklarına, çağdaşlığa’
aykırı diye yeri göğü inleten ilericiler (!), çağdaşlar (!) aynı anda da
cuntacı askerleri ve darbeyi alkışlarlar! 4- ‘Malûm medya’ devamlı hadiseleri
çarpıtarak sunar, yalan haberler verirler. Kendilerine düşman gördükleri
siyasetçilere ve diğer görevlilere iftiralar atarlar; onların beyanlarını ve
fiillerini tamamen çarpıtarak halkın gözünde kötülerler. Bunlar, gene kendi
tabirleriyle devamlı ‘yargısız infaz’ ediyorlar, suç işliyorlar. 5- Bu cümleden
olmak üzere, ‘bu medya’, şahısların özel hayatını ihlal eder, gizli
kameralarla, konu fahişeleriyle her türlü edepsizliği ‘araştırmacı gazetecilik’
olarak piyasalarlar. Sonra da bu ‘ahlaksız medya’ döner, emniyet vatandaşın
telefonunu dinliyor, diye, izam edilmiş iddialarla devlet düşmanlığı eder. 6-
‘Malum medya’ devamlı şehvet tahrikçiliği yapar, milletin ahlakını bozar.
Bunların her gün ekranda gösterdiği filmlerde evlilik dışı cinsi ilişki, zina
tabii yaşama şekli olarak sunuluyor. ‘Bu Medya’ her gün göğüsleri bacakları
apaçık ortada kadın manzaraları sunar (sanki, ‘dersimiz jinekoloji’imiş gibi).
Memlekette ne kadar fahişe varsa ‘sanatçı’(!) namıyla meşhur ediliyor ve bu
kepaze mahlukların dejenere yaşama şekilleri ‘çağdaşlığın’ icabı olarak halka
sunuluyor. Televizyonda beş vakit bunları seyreden yeni nesiller de, haliyle
gördüklerinin tesirinde kalıyorlar ve bu şekilde davranıyorlar. Şu caddelerin
haline bakın! Kadınlar kızlar, sanki ‘müşteriye çıkmış fahişe’ kılığında
dolaşıyorlar. Oğlanlar, saçı-sakalı, kılığı, kulağında küpesiyle tam manasıyla
dejenere hippiler. Bu ‘çağdaş gençler’(!) kamuya ait yerlerde, hatta üniversite
koridorlarında dahi, sarmaş dolaş öpüşürler etraflarına aldırmadıkları gibi,
yanlarından bir hoca geçerken bile takmazlar. Ben bu durumlara –Hacettepe
Üniversite’nde- her gün şahidim: İkaz edildikleri zamanda şirretleşirler. Bu
SODOM-GOMORRA PİÇLERİ ‘malum basının’, ilericilerin, solcuların, liberallerin,
yani cümle garpperestlerin eseridir: İftihar etsinler! Bu münasebetle
belirteyim: bu garpperest taife ve onların propagandasının tesirinde kalan
askeriye, başörtülülere ve sarıklı-sakallı-sakolu tiplere savaş açtı. ‘Brifingcilerin’
emriyle İstanbul’un bazı semtlerinde de ‘sarıklı’ avına çıkıldı. Şimdi
soruyorum; başörtülüleri ve sarıklı-sakoluları tehlike gören çevreler, SODOM-
GOMORRA PİÇLERİNİ memlekete faydalı ve lüzumlu mu görüyorlar? Bu yaygınlaşan ve
‘normal yaşama şekli’ haline gelen Sodom-Gomorra Kültürü, yoksa ateizmin
(atatürkçülüğün), çağdaşlığın, ilericiliğin, solculuğun tabii icabımı
görülüyor? Neden cuntacılar, Batı Çalışma Grupları bu dejenerasyon karşısında
tamamen sessiz ve pasiftir? ‘İrtica’ birinci derecede ‘milli tehlike’ de
(askeri hedef), bu epidemik (yaygın) hale gelen patolojik ahlaksızlık ‘milli
matlup’ mu (talep edilen, istenen), askeri gaye mi?! askeriye ya bu mevzulara
hiç karışmasın (ki hukuki olan da budur), yok eğer karışacak ise bari nesnel
(objektif) olsun da ‘da büyük tehlikeyi’ de görüp ona karşı tavır koysun (bu
vesileyle belirteyim; ben sarıklı-sakolu tipleri savunmadığım gibi, bilakis
bunlara da karşıyım. Karşı olmamın sebebi sadece görünüşlerini iğrenç bulmam
değil-bu benim şahsi duygumdur- ama, bu taifenin bu kılıkta gezmelerine ‘dinin
gereği’ olarak sunmalarıdır. Bu tavırları tamamen yanlıştır: Sarığı-sakoyu ‘sünnet-i
seniyye’ görmek ve göstermek beyinsizliktir. İslam’ın sarıkla-sakalla,
kıyafetle alakası yoktur. Benim nazarımda sarıklı sakallılar da bir tür
hippidir. Nasıl ki 1960’larda batıda kurulu düzene başkaldıran serseriler
protestolarını saç-sakala, dejenere kıyafetle ortaya koydular ise, bizdeki
şuursuz dinbazlar da kurulu düzene olan tepkilerini aynı şekilde, saç-sakalla,
sarıkla ortaya koyuyorlar. Bunların tepkileri aslında, Sodom-Gomorra Kültürünedir…”2
Prof. Dr. Fehmi Baykan, fikir hürriyetinin
yasaklanmasının şart olduğunu söylemekte ve TC anayasasının 13. Maddesini (Temel
Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması)
hatırlatmaktaydı. Bu değerli hocamız, Türkiye’de 1923’e kadar olan
dönemi bir düalizm olarak açıklıyor; “Bir yanda “bilâ kaydü şart” batılı olma
yanlıları, öte yanda da dini dünya görüşünü terk etmeden ilim ve fennin
alınmasından yana olanlar.”3
Baykan, bu
ikili dünya görüşünden batı yanlıları zaferle çıktı, diyor ve ekliyordu; “YASAK RAHMETTİR”4
Bugün Türkiye’de Taksim Gezi Parkı ile alevlenen
olayların 20. Gününe gelindi. Tayip Erdoğan deyim yerindeyse geri adım atmak
yerine bu olaylara karışanları ve özgürlük talebinde bulunanları çapulcu ilan
etmektedir. Fakat devletin bekası için bir olağanüstü halin ortaya çıkmak üzere
olduğunu hissettiren açıklamalar yapmaktadır. Tıpkı ‘irtica’ korkusuyla
generallerin ve derin siyasetin yıllarca İslamik değerlere saldırısı gibi,
ülkenin (DEVLET) tehdit altında olduğunu ve bunun dış bağlantılı olduğunu
söyleyerek bir olağanüstü hal çığırtkanlığı yapılmaktadır. Yasakçı zihniyetin
demokrasiyle iktidara geldiği birçok örnek tarihte gizlidir. Bunların en
çarpıcı olanı ve modern totalitarizmin en güzel örneğini teşkil eden Nazi
devleti örneğine bakarsak; “Hitler
iktidarı alır almaz (ya da daha doğru bir değişle, iktidar ona teslim edilir
edilmez), 28 Şubat’ta Halkın ve Devletin Korunması Kararı’nı ilan etti; bu
karar, Weimar Anayasası’nın kişisel özgürlüklerle ilgili maddelerini askıya
alıyordu. Karar hiçbir zaman yürürlükten kaldırılamadı, öyle ki bütün Üçüncü
Reich hukuki açıdan on iki yıl boyunca süren bir olağanüstü hal olarak
değerlendirilebilir. Bu açıdan modern totalitarizm, olağanüstü hal aracılığıyla
yalnızca siyasi hasımların değil, şu ya da bu nedenden ötürü siyasi sistemle
bütünleştirilemeyecekleri belli olan yurttaş kesimlerinin bedenen ortadan kaldırılmasına
izin veren yasal bir iç savaş olarak tanımlanabilir.”5 Agamben, İşte
Hitler’in uygulamalarından günümüze Olağan üstü hal uygulamaları, “kalıcı acil
durum halinin iradi olarak oluşturulması (büyük bir olasılıkla teknik açıdan bu
dile getirilmese de), çağdaş devletlerin demokratik denilenlerinin de temel
uygulamalarından biri haline geldi” demektedir. Tayip Erdoğan başkanlığındaki
Hükümet önümüzdeki günlerde olağan üstü hal çağrısı yapıp Prof. Dr. Fehmi
Baykan’ın bahsettiği TC anayasasının 13. Maddesinden bahseder mi diye
düşünmeden edemiyor insan!
Türkiye’de 1997’de Prof. Dr. Fehmi Baykan’ın
Sodom-Gomorra Piçleri diye tanıttığı üniversite gençliğinin bugün, fikir
hürriyeti için savaş veren çapulcular olarak sahne alması ve Tayip Erdoğan’ın
Fehmi Baykan ile aynı örnekleri vermesi acaba bir tesadüf müdür?
Dipnotlar
1 Eski Ahit
,Tekvin, Bap 19
2 Baykan, Fehmi, Fikir Hürriyetinin Sınırlanmasının Lüzumu
Üzerine, Doğu-Batı Dergisi, Yıl:1 Sayı:1 Kasım,Aralık 1997 Sayfa: 110-112
3 Baykan, Fehmi, Fikir Hürriyetinin Sınırlanmasının Lüzumu
Üzerine, Doğu-Batı Dergisi, Yıl:1 Sayı:1 Kasım,Aralık 1997 Sayfa: 117
4 Baykan, Fehmi, Fikir Hürriyetinin Sınırlanmasının Lüzumu
Üzerine, Doğu-Batı Dergisi, Yıl:1 Sayı:1 Kasım,Aralık 1997 Sayfa: 121
5 Agamben, Giorgio,
Olağanüstü Hal, varlık yayınları, Sayı:967, 1.Basım, Nisan 2008, Sayfa: 9
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder