Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
LEFKE’YE
SEVGİLERLE
Kıbrıslı Türklere ne oldu? Sosyo-kültürel açıdan
halkımızın günden güne yozlaşması, insani konulara karşı duyarsız kalması ve
benmerkezci yaşama yönelmelerinin nedenleri nedir? Biz toplum olarak var mıyız?
Uluslararası alanda kimliksiz (KKTC) veya çok kimlikli (Kıbrıs Cumhuriyeti,
İngiliz, TC ) var olmak bizleri kültürel değerlerimizden de mi uzaklaştırıyor? Kıbrıslı
Türklerin toplumsal belleğinin bir deniz canlısıyla betimlenmesi doğru mudur?
Bizleri belleksiz yapan nedir? Geçmişimizden bugünlere gelmemizi sağlayan yaşam
pratiğimiz öğrenmemize engel mi? Değişen kuşakların renk harmonisiyle
oynayanlar kimlerdir? Bizi tek renge zorlayan, tek tip yapan sadece sistem mi?
Yoksa unuttuğumuz kültürel değerlerimize sarılmak hiç mi aklımıza gelmiyor.
Lefkoşa Belediyesinde yaşananlara karşı toplumun göstermiş olduğu körlük
aslında ülkemizin kuzeyindeki diğer toplumsal sorunlara (ekonomik, eğitimsel,
siyasi) da gösterilmesi muhtemel duyarsızlığın işaretidir. Tüm bu sorunlara
ışık tutması açısından doğup büyüdüğüm Lefke Kasabasından ve insanlarından bahsetmek
istiyorum.
Lefke’de Bandabulya’nın altında dedemin
kahvehanesine gitmeye başladığım yaşlardan itibaren Lefke’nin sosyal hayatına
ve ülkenin sorunlarına dair tartışmaların yapıldığına hep şahit oldum. Arada
bir dedemin sipariş aldığı kahveleri götürdüğüm civar esnafıyla şakalaşıp,
nasihatler ve tepsideki kuruşlarla hep geri döndüm. Civar esnafından aklımda
kalanlar; sinekleriyle devamlı savaşan kebapçı saffet dayı, methi Lefke’yi aşan
Hasan Ustanın ahbabı tatlıcı Mithat Amca, dedemin kahvehanesine gitmek için her
önünden geçtiğimde bana takılan Foto Numan, kibarlığı ve efendiliğiyle aklımda
yer eden Eczacı Kemal Amca, her sipariş götürdüğümde büyüklerimin teşvikiyle gıdıkladığım
marangoz Süleyman Amca, genellikle tarihlerine bakmadan satış yapan bakkal Nail
Dayı, bandabulyanın altındaki Kooparatif ambarına bakan Ali Muhittin,
bandabulyanın karşı sokağındaki dükkânında bizlere kuş lastiklerimiz (sapan)
için meccani (ücretsiz) deri kesip bizleri avcılığa hazırlayan kunduracı Ali Dayı
ve isimlerini buraya yazmakla sığdıramayacağım birçok kişi, yöresine, yurduna
sahip çıkan iyi insanlar. O dönemlerde, kahvehanelerde politika, ekonomi, spor
ve bölge insanının sorunları konuşulurdu.
Benim küçük gözlerimden belleğime sızan görüntü; bu insanların
devamlı pozitif, üretken ve birbirine bağlılıklarıydı. Onlar, tek başlarına
yaşamaktansa toplumla birlikte var olmaya özen gösteren yüreklerdi. Farklı
siyasi düşünceleri olsa da birbirilerine saygıları ve sevgileri tamdı. Toplumun
zararına olan her konuda hep birleşmeyi bilmişlerdir. İnsani değerleri hep
korumuşlar, bizlere bunu örnek olarak vermişlerdi. İlkokul öğretmenlerimizin gözetiminde yapılan
tarım dersinde, bizlere ektirilen sebzelere gözümüz gibi bakar, her hafta
isteyen kesip evine götürebilirdi. Çarşıda gördüğümüz öğretmenlerimiz “mesaileri”
dışında, bizlere ödevleri yaptın mı diye sorardı. Namı değer Mazlum Arap’tan
her çocuk korkardı; fakat bu korku fiziksel büyüklüğünden öte değildi, zira en
az anne babalarımız kadar bizleri sevdiğinden şüphesi olan tek öğrencisini
bulamazdınız. İnsani değerlere önem verirdi. Emekli olana değin toplumsal
sorunlara duyarlı bireyleri yetiştirdi. Her zaman hem öğretmen hem de
arkadaştı. Şimdi çocuklarımızın öğretmenlerinin adını bile bilmediğini gördüğümde
inanamıyorum. Yine lise yıllarımda tanıştığım Şakir Öksüz hocam milli duyguları
yüksek, duygusal bir insandı. Fakat bugün, eminim ki ülkede yaşanan olaylara ve toplumun
durumuna gözleri yaşla bakıyordur. Tanıdığım en hassas ruhlu insanlardan
biridir. Hep öğrencilerini yurduna sahip, bölgesini seven, üretken birer birey
olarak yetiştirmek gailesindeydi. İlkokuldan beri zor koşullarda, alt yapısı
olmayan alanlarda bizlere sınırları aşmayı öğreten, içinde her saniye insan
sevgisi barındıran Kubilay Öğütveren hocamız, hiçbir karşılık almadan ve hep
özveriyle bizlere sporu sevdirdi. Lisede bizlere ders veren Mehmet Solkanat ve
Ahmet Çoşkun gibi hem sporcu hem de öğretici olan değerli insanlar yıllarca
temiz ruhlar yetiştirdiler. Her ikisi de, her zaman haksızlığa karşı mücadele
edilmesi gerektiğini, bizlerle yanımızda mücadele ederek gösteren
hocalarımızdı. Ayrıca bu hocalarımızın şimdilerde önemsizleştirilen beden
eğitimi dersinde bizleri yazılı sınavlara tabi tuttuklarını söylemeden geçemeyeceğim. Maalesef bugün çocuklarımızın çoğu kilo
sorunlarıyla yaşamak zorunda kalıyor.
Bizim evin bulunduğu sokağın az aşağısında kalan
emekli öğretmen Safter Amca’nın her gün beslediği onlarca kedisiyle birlikte
yaşaması benim belleğimden silinmeyen karelerdir. Safter Amca, mahallenin hayvanlarını
birer birey gibi görür, her gün kasaplardan aldığı sakatatlarla onları beslerdi.
Onun da insani duyarlılığı tamdı. Çocukluğumda belleğime kazınan hiç
unutamadığım diğer bir kare, yapıcı ustası Refet Usta ve yardımcısı Havva Abla’dır.
Refet Usta ile birlikte çalışan bu emekçi sıva ustası Havva Abla’a, toplumsal
cinsiyet eşitliği için mücadele veren birçok kuşak arkadaşıma ışık tutması
açısından, benim gözümde ve tabi ki tüm Lefkelilerin gözünde en az Rosa Luksemburg
kadar saygı duyulması gereken bir birey olmuştur. Eğer birine Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde
sembolik bir karanfil verilecekse, Ona Babil’in Asma Bahçeleri’ni vermeleri
gerektiğini söylemek zorundayım. Kıbrıs’ın Kuzey’inde, kimsenin toplumsal
cinsiyet eşitliğinden haberi olmadığı dönemlerdi; Havva Abla’nın çocuklarına
bakmak için duvarları, nasır tutmuş elleriyle sıvadığı yıllar. Biz mahalle çocuklarını, kendi evlatlarından
ayırmazdı. Evinin yakınında kendi yaptığı taş fırından çıkardığı pilavunalarla bizleri
mutlu ederdi. Onun bedeni de insani duygularla kaplıydı. Ben kelimesi yerine
hep bizim için yaptım, yiyelim derdi, komşularına dağıtırdı.
Şimdilerde, LTB emekçileri 2012’nin son saniyelerine
mağdur edilmiş, hakları verilmemiş bir şekilde girdi. Ben o gece çalıştığım
için yanlarında olamadım. Ama sabaha yakın işten dönerken doğduğum yer olan
Lefke’de geçen onca yıl boyunca hiçbir bireyin bu kadar duyarsız, vicdansız
olmadığı belleğimden gözyaşlarımla birlikte süzüldü. Dereboyu’nda eylem yapıp
haklarını arayan bu emekçi kardeşlerim; Açız! Çocuklarımıza bakamıyoruz! Derken,
çöp yığınlarının yanında yemek yiyebilen, içkilerini yudumlayabilen insanları
görünce yıkıldım. Ne oldu bizim kültürel değerlerimize? Ne oldu bizim
İnsanlığımıza? Diye düşündüm. Benmerkezci yaşam bize nasıl hâkim oldu? Onca badire
atlatmış, acı dolu günler geçirmiş bir toplum nasıl bu durumda olabilirdi? Toplumumuzun,
insana dair duyguları; Aşk, sevgi ve birlikte yaşama mutluluğu neden uçup
gitmişti? Aşk’a dair belleğimin en derin yerinde sakladığım kareyi sizlerle
paylaşmak istiyorum: Evden çıkıp aşağı mahalleye oynamaya her gittiğimde sol
kolumun üzerinde kalan bir evin üzerinde, taş bir dairenin üzerinde “Hazım&Valentino”
yazısının altında, kapılarının önünde iki yaşlı insanın el ele oturduğunu
görürdüm. Bizimkilere sorduğumda severler birbirilerini onun için derlerdi.
Yıllarca orada onları hep el ele muhabbet içinde görmüştüm. Ama yaşım büyüdü ve
bu iki âşıktan birinin artık orda oturmadığını gördüm. Fakat geride kalan Hazım
Amca yanındaki sandalye boşalsa da orda ölene kadar oturdu ve sonunda çok
sevdiği eşinin yanına göçtü. Belleğimin derinliklerinde kalan bu fotoğraf her
aklıma geldiğinde, Aşk denilen duygu bu
olsa diye düşünürüm.
Bugün, toplumun güvenliğinden sorumlu olan kolluk
kuvvetlerimizin gün be gün gözden düştüğünü görüyoruz. Toplumun adaletsizliğe karşı isyan ettiği
hemen hemen her eylemde polisin bizim kültürel değerlerimizde yer almayan
tavırlar sergilediği açıkça ortadadır. Peki ama neden Polis Müdürlerimizden
duyarlı vatandaşların gösterdiği cesareti göremiyoruz? Emir-komuta zinciri
çocuklarınızı vurun dese vururlar mı? Hiç zannetmiyorum. Yine belleğimin
ardından gözümün önüne gelen fotoğrafı sizlerle paylaşayım; Lefke Polis Müdürü,
Salahi Zabit’in çocukken bölge insanı tarafından sevilen saygı duyulan babacan
bir insan olduğunu hatırlıyorum. Diğer polis memurları da bölge insanı
tarafından saygı duyulan güvenilen insanlardı. Ben ve üç dört densiz daha yeni
açılan Lefke Kütüphanesinin camlarını kırdığımızda, bizlere bunun yanlış olduğunu söyleyen o beyaz
saçlı sevecen kumandanın üzerindeki ihtişamlı üniformaya hayran kalmıştık.
Hepimizin tüm çocukluğumuz boyunca gelecek mesleğimizin polislik olduğunu
söylememize vesile olmuştu: Kötüleri yakalayıp, iyi insanları koruyacaktık.
Şimdiyse küçük oğlum bana polisler kötüdür, diyor. Toplumun, Polis Kurumuna bu algıyla baktığını sanırım birçok polis
müdürümüz bilmektedir. Tanıdığım ve sevdiğim dürüst polis müdürlerinin bu
toplumun var olması için ellerini vicdanlarına koyup esas görevlerini en kısa
sürede icra etmelerini temenni ediyorum.
Çocukken dondurmalarını yemek için sıraya girdiğimiz
Ferlison (Mustafa) Amca’nın rahmetli olmadan önce hastanede karşılaşıp da elini
öptüğümde bana söylediği şu sözleri hala kulaklarımda yankılanıyor: “Çocukken
çok yaramazdın, yoldan geçenlere taş atardın, şimdi koca adam oldun, hayırlı
evlat ol, hayır duam beraber olsun”
Ferlison Amca’yı sevmeyen çocuk yoktu. Bazen paramız olmasa da bizlere
dondurma verirdi. O da insanları seven, vicdan sahibi iyi bir bireydi. Yine
çarşıdaki dükkânında kumaş, ayakkabı ve yün yumak, iplik gibi şeyler satan Tonton
Enver Amca’nın her yıl durumu iyi olmayan çocuklara ve okullara ayakkabı
bağışladığını hatırlıyorum.
Dedemin en yakın ahbaplarından olan rahmetli Hüsnü
Çete’nin bizim eve gelip dedemle av muhabbetleri yaptığını hatırlıyorum. Hüsnü
Amca teşkilatta görev yapmış, güçlü fiziği olan çocukları çok seven bir
insandı. O da toplumu için hep en iyisini yapmaya çalışmıştı. Toplumu için
canını vermekten kaçınmayacağını düşündüğüm insanlardan biriydi. Lefke
Serdarlığı, Lefke Gazi Lisesi müdürlüğü yapmış olan rahmetli Aziz Fedai hocamı
her gördüğümde elini öpmüşümdür, belki çoğu insanımız bilmez diye tarihe not
düşmek adına 2002 yılından sonra kendisiyle sohbetim esnasında gençlerin
geleceği için Annan Planı’na destek istemiştim. Bana söylediği sözler beni çok
etkilemişti. Aziz Hocam, “yıllarca zaten toplumumuz için mücadele ettik, artık
sıra sizde, tabi ki yanınızdayım” demişti. Her zaman Lefke halkı tarafından
saygı duyulan bir bireydi. Toplumunun yok olmasına asla göz yumacak biri
değildi.
Evimizin
bahçesinde kafamı yardığımda, kan durmuyordu ve aşağı sokaktaki Dr. Selçuk
(Sömek) Bey’e dedemin kucağında götürülmüştüm, ilk müdahaleyi yaptıktan sonra (tabi
ki ücretsiz) beni Pendaya (Yeşilyurt) hastanesine götürmüşlerdi. Rahmetli
Selçuk Amca Türkiye’de olduğu dönemlerde Halide Edip Adıvar’ın doktorluğunu
yapmış, Atatürkçü bir insandı. Eşi Emine teyze de hep biz çocuklara sevgiyle
yaklaşır, okula gidecek ihtiyaçlı çocuklara her zaman maddi destek olurdu. Bu
güzel ruhlu insanlar, toplumlarına karşı duyarlıydılar. Ülkenin sorunlarına karşı
toplumla birlikte mücadele etmişlerdi. Siyasi görüşleri ne olursa olsun saygı
duyulacak insanlardı.
Şimdi, ülkede yaşananlara baktığım zaman kendilerini
milliyetçi atfedenler toplumu yok etmek için var güçleriyle çabalamaktadırlar.
Bizim kültürümüzde olmayan yaklaşımlarla topluma saldırmaktadırlar. Çocuklukta
örnek aldığım bir üst kuşağımızdan birçok insan bugün “Hükümet”e rağmen topluma
nasıl bir değer katarım kavgası vermektedir. Üstelik hep özveriyle. Örneğin,
bugün Atletizm Federasyon’umuzun Başkanlığını yapan Ersin Doğaç hocamızın
Lefke’de elinden geçmeyen sporcu hemen hemen yoktur. Bu, yaşadığı yerden aldığı
insani değerle yoğrulan bir ruhun topluma neler kattığının açık bir
göstergesidir. O’da ondan öncekiler gibi bu topluma hizmet edip, toplumu
yüceltmenin yollarını hep kendi çabasıyla bulmuştur.
Eskiden kahvehanelerde yapılan sohbetlerde
insanlarımız toplumun geleceği konusunda belli saygı kuralları çerçevesinde
tartışırlar ve birbirilerinden öğrenirlerdi. Dedemin kahvehanesinde
konuşulanlara bir mana veremediğim yaşlarda, özellikle yeşil timsahlı fincanı
olan Fedai Ferit Amca’nın gerek güzel konuşmasından, gerekse hal ve tavrından
çok etkilenip onların yanına otururdum. Ne konuştukları hakkında o döneme ait
bir bilgi belleğimde kayıtlı değil. Fakat yaşım ilerleyip Fedai Amca’nın
Lefke’nin her sorununda çözüm için katkı koymaya hazır olduğunu gördüğümde, iyi
ki o dönemlerde yanlarına oturmuş diyorum. Dedem, Lefke’deki sorunları merkezde
dile getiren Lefkoşalı dostları için, çok terbiyeli ve duyarlı insanlar derdi.
Şimdi değişen kuşakların harmonisiyle oynamak isteyenler var. Buna yataklık
edenler maalesef bizim toplumun kültüründen yoksun kalmış, açgözlü, ikiyüzlü
siyasilerdir. Hükümette kalmak uğruna, bir toplumu başkalaştırmak, duyarsız
bireylerin yetişmesine zemin hazırlamak için çabalayan, bedenlerinde zerre
kadar insani duygu barındırmayan zavallılar topluluğu…
Genelde merkezi konumundan ötürü Lefke’de en faal
kahvehanelerden biri olan Lefke Ağaçlı Kahvehane’sinde zaman zaman siyasi
partiler konuşmalar yapardı. Küçükken bende birçoğuna dedemle beraber gider
anlamsız gözlerle dinlerdim. O konuşmaları dikkatlice dinleyenler ve
eleştirenler hep vardı. Bunlar, özelde bölgesini genelde toplumun çıkarlarını
düşünerek müdahil olan duyarlı insanlarımızdı. Yandaki resimler, her yaştan
duyarlı insanlarımızın eleştirileriyle katkı koyduğu Lefke Ağaçlı
Kahvehane’sindeki bir toplantıdan karelerdir. Bu resimdeki birçok insanımız
bugün hayatta değildir. Genç olanlar bölgeleri ve toplumlarının geleceği için
halen aynı duyarlılıkla mücadelenin içindedirler. Onlardan görüp öğrendiğim
dayanışma, sevgi ve mücadele ruhunu için teşekkürler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder