Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
ÖZAL’IN
PKK İLE BARIŞ PLANI “LİMONATA”YA MI DÜŞTÜ?
III
Cumhurbaşkanı
Özal ve Generaller “Savaş” ta!
Körfez Savaşı’nın başladığı 1990 yılında
Cumhurbaşkanı Özal’ın meşhur cümlesi basında yer alıyordu; “bir koyup üç
alacağız”. Özal’a göre; ABD’nin yanında, aktif dış politika yürütülürse,
Türkiye bölgede başat aktör olacaktı. Hiç şüphe yok ki aktif politika için ordu
ve aktif istihbarat şarttı. Özal bu nedenle “Köşk İstihbarat Teşkilatı” diye de
tanımlanabilecek bir ekip kurmuştu. Tabi ki bu ekipte aktif rol yine Eski MİT
Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas’a düşüyordu. İşte bu noktada 2 Ağustos 1990
tarihi Özal’ın darbeci generallere karşı mücadelesinde yenildiğinin miladıydı: Basın,
bir taraftan Özal’ın Jandarma genel komutanlığına 2. Ordu Komutanı Orgeneral
İbrahim Türkgenci’ni getireceğini ağız birliği içinde haber yaparken, diğer
taraftan Yüksek Askeri Şura (YAŞ), Orgeneral Türkgenci’ni Harp Akademileri
Komutanlığına atadığını duyuruyordu. Darbeciler, YAŞ kararları sonucunda, ilk
kez ordudaki teamülleri hiçe sayarak daha sonra helikopteri
“düşerek/düşürülerek” ölecek olan Orgeneral Eşref Bitlis’i, Jandarma Genel
Komutanlığına atadığını da açıklıyordu. Ordu içinde Özal’a karşıtlığıyla nam
salan Orgeneral Nezihi Çakar da MGK’nun kalbi durumunda olan MGK Genel
Sekreterliği görevine getiriliyordu. Yine Özal’a karşı olan Korgeneral Kemal
Yavuz’da terfi ettirilerek orgeneral olmuş ve 2. Ordu komutanı yapılmıştı.
Ordu’daki bu değişiklikler sonrasında Özal’ın Ordu’da hiç ağırlığı kalmamıştı.
Özal ise orduyu nasıl Irak’a sokacağının planlarını yapmaktaydı…
Özal ve generaller “Savaş”taydı; birinci savaş
Türkiye sınırındaki sıcak savaştı, ikinci savaş ise devletin zirvesindeki soğuk
savaştı. Esasında hangisinden Özal galip çıktı derseniz, bence ikisinden de
yenik ayrılmıştı.
Özal, ikili savaş içerisinde İstihbarat ihtiyacını en
güvendiği ajanı Hiram Abas’tan almaktaydı. Cumhurbaşkanı Özal’a Köşkte birçok
kez brifing veren ve raporlar sunan Abas, bu görevi laikiyle yapmaktaydı Orduya
rağmen…
26 Eylül 1990 tarihine değin Özal’a aralıksız her konuda istihbarat sağlayan Hiram Abas, bu tarihte bir suikast sonucunda öldürülmüştü meşhur piposu kucağında hem de eli silahına bile gidemeden. Çok profesyonel bir organizasyonla Özal’ın istihbarat kanadı kırılmıştı. Bu suikastı Dev-Sol üslenmişti. Fakat işin aslı konusunda şüpheler vardı: Bakın Hiram Abas’ın en yakın dostu Mehmet Eymür bu suikastın ardından neler diyordu: “Ben tanık raporlarını okudum. Hiram Bey’in bir elinde direksiyon bir elinde de pipo var, tam vitesi değiştireceği esnada vuruluyor. Yani son derece iyi etüt edilmiş ve son derece profesyonelce. Dev-Sol’un yapması için parti cephenin (THKP-C) öcünü alması gerekir. Onun için yapmış olabilir. Bizim Dev-Sol’la hiçbir ilgimiz yoktu. Biz çoğunlukla karşı casusluk bölümündeydik. 1970’li yıllarda bir ara çalıştık. 1980’den sonra tamamen bizim alanımız dışındaydı. Bir kere şunun çok iyi istihbarat edilmesi gerekiyor. Hiram Bey’in sokakta, araba içinde gözlenmesi son derece zordur. Hiram Bey çok dikkatliydi. Duran adamı bile dikkatlice süzerdi. Evden çıkışlarında filan son derece dikkatliydi. Etrafını kontrol ederdi. Örneğin evinin arkasında bahçe var. Arabasını oraya park ederdi. Aslında sıradan biri olsa orada öldürülürdü. Hâlbuki son derece profesyonelce hiç savunması olmayan bir yerde öldürdüler. Hiram Bey’in bir yerlere gelmesini önlemek için öldürdüler diye düşünüyorum. Belki MİT’e müsteşar filan olmazdı, ama neden cumhurbaşkanlığı ile ilgili bir şeyler olmasın?”.1
3 Ağustos 1990 tarihinde Genel Kurmay Başkanı
Orgeneral Necip Torumtay’ın istifasını Özal’a sunması ve Ordu’daki yeni görev
dağılımı ile başlayan süreçle, İstihbarata daha çok ihtiyacı olan Özal’ın Köşk
İstihbarat Teşkilatı’nın beyni şaibeler içerisinde, alakasız olduğu şüphe
götürmeyen bir örgütün kurşunlarıyla mı öldürülmüştü? Yoksa; Ordu Devletin
derinliğine inilmesine bir kez daha izin vermemiş miydi?
Özal’ın
PKK ile Barış Planı
Özal’ın ölümüyle sonuçlanan sürecin 1991 yılında
şekil almaya başladığı kanaatindeyim.
Bugünün siyasi konjonktürünü anlamlandırmak ve AKP iktidarının bu konuyu
deşmesindeki gayeyi daha iyi anlamak için 1991’deki olaylara geri dönerek
değerlendirmeyi siz değerli okuyuculara bırakmak istiyorum.
Turgut Özal’ın Körfez Savaşı’nın sona ermesinden
sonra Kürt Sorunu’nun çözümü ile ilgili görüşleri, ‘gayrı resmi kanallarda’
yaptığı girişimler, 1991 yılında ayrıntılarıyla kamuoyuna yansımamıştı. Özal,
PKK ile 1984 yılında başlayan savaşın TSK’nın çabalarıyla, kendi deyimiyle kan
dökülerek çözüleceğine inanmıyordu. Özal’ın yapmayı istediği, ancak ölümüne dek
yaşama geçiremediği ‘bir plan’ zaman zaman basında tartışmalara yol açtı. Bu
plan söylentileri, hep gizemli yayınlar, söylentiler eşliğinde oldu; çoğu
kimse, Özal yaşasaydı Güneydoğu’daki savaşın ‘o planla’ kısa zamanda sona
ereceğine inanıyordu.
20 Kasım 1997 Perşembe günü, Show TV’de Can
Dündar’ın hazırlayıp sunduğu “40 Dakika” programında Özal’ın ölümünden 4 yıl
sonra yine ‘Kürt Sorunu’ odaklı tartışmalar yaşanıyordu. Fakat TSK’ ya göre,
1997 yılı itibariyle Güneydoğu’daki PKK ile savaşımda gelinen nokta şuydu: PKK
dibe vurmuş, tükenmiş ve yenik düşmüştü. O kadar ki, TSK baya kalabalık bir
gazeteci grubunu, bizzat durumu görsünler diye Güneydoğuya götürmüştü. Tekrar
Can Dündar’ın programında olanlara dönelim. Usta gazeteci Dündar, programına
şöyle başlıyordu: “İlk Körfez krizini hatırlayacaksınız böyle olmuştu ve savaş
patladığında, Cumhurbaşkanı Özal, bir yandan Körfez’de atak bir politikayı
sürdürürken, bir yandan da Güneydoğu’da, terörü sona erdirmek için ‘askeri
olmayan bir çözüm’ arayışına girmişti. Hatta o dönem PKK ile dolaylı yoldan bir
temas içindeydi; o temasın ayrıntıları bugüne kadar pek açıklanmadı. Aradan 3,5
yıl geçtikten sonra-evet, aradan 3,5 yıl geçtikten sonra nedense ve birdenbire-
oğlu Ahmet Özal, geçen hafta Tempo dergisinde, babasının ‘zehirlenmiş
olabileceği’ iddiasını gündeme getirdi; ‘Ölmeseydi 3 gün içinde çok önemli bir
açıklama yapacaktı.’ Dedi.
Ayni programda Can Dündar, Özal’ın Körfez
Savaşındaki muradını şöyle açıklıyordu: “Özal’ın senaryosu, Savaş sonrası
Irak’ta Türkiye’nin söz sahibi olmasına dayanıyordu. Dünya liderleri arasında
yer alma tutkusu… Eğer Irak parçalanırsa; Türkiye, tarihi gerçekleri gündeme
getirip hak iddia edecekti.”
Buna göre Özal, savaş sonrası müttefiklerle masaya
oturup, pastadan bir parça almak, Kerkük ve Musul gibi ‘tarihi gerçekleri’, bir
zamanlar Osmanlı toprağı olan bu yerleri anımsatarak, petrol kuyularına
uzanacaktı. Dündar programın devamında şöyle diyordu: “Irak parçalanmazsa… Yeni
rejimin oluşumunda söz sahibi olmak isteniyordu”.
Bu amaca ulaşmak için Türkiye’nin elinde Türkmen
kartı vardı. Ama bu zayıf bir karttı. Irak’ta söz sahibi olmak için başka bir
karta daha ihtiyacı vardı. O kart Özal’a danışmanı gazeteci Cengiz Çandar
hatırlatacaktı. Bu kartın adı Kürt kartıydı. Damarlarımda Kürt kanı dolaştığını
söyleyerek komşu ve yurt içindeki Kürtlere seslenen Özal, bölgedeki Kürtlerin
hamiliğine soyunacaktı. İşte bu süreçte generaller ile Özal arasında çatışma
artacaktı. Süleyman Demirel’e yakınlığıyla bilinen gazeteci Cüneyt Arcayürek,
Kiriz Doğuran Savaş adlı kitabında Özal’ın Kürt Planı ile ilgili faaliyetleri
üzerine, Özal’ın aklına ve sadakatine itimat ettiği ANAP milletvekili Adnan
Kahveci’nin yine Özal’ın isteği üzerine Güneydoğu’da bir süre inceleme
yaptıktan sonra Cumhurbaşkanı’na sunduğu ‘Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez’ başlıklı
raporda şöyle dendiğini anlatıyor: “Askeri önlemlerle, hiçbir ülke çözüme
ulaşamamıştır. Askeri çözümler hep iç harbi getirmiştir. Bugün Kürt sorunu,
siyasal bir kriz halini almıştır. Çözüm için de cesurca atılacak siyasi
adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle, Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla
kabul edilerek, Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum, Türkiye’de
demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp, PKK gibi terör örgütlerine olan halk
desteğinin de ortadan kalkmasına yol açacaktır”.2
Özal’ın “PKK ile Barış Planı”nın ana hatlarını,
bizzat Özal’ın talimatıyla dolaylı olarak Abdullah Öcalan’la görüşmeleri
yürüten gazeteci Cengiz Çandar’dan dinleyelim;
“Yani bu iş
nasıl çözülür biliyor musunuz? Dedi (Özal). Kafasında bir çözüm parametresi
olduğunu ifade eden bir-iki şey söyledi.
Dedi ki: “Önemli olan ateşkesi kalıcı kılmak. Kalıcı
kılmak için dağdaki adamları indirmek lazım. PKK’lıları. ‘Onun için af
çıkartmak lazım’ dedi.
‘Af çıkartmadan inmezler. Şimdi, öyle bir af
çıkartacaksın ki önder kadrosunun sabote edememesi lazım. Yani, affı. O yüzden
kademeli bir af çıkartacaksınız. Yani hiç kimseyi öldürdüğü, bilmem ne yaptığı
subut etmemiş olanların silahlarını bırakması halinde bütün haklarına sahip
olarak hayata, dağa çıkmadan önce neyse öyle devamı…
Bunun yoluna yordamına, hukuki imkânlarına bakmak
lazım. Beş yıl içinde herhangi bir suç… Beş yıl yasaklı kılacaksın mesela
bunları. Her türlü seçme seçilme hakkından, bir süre vatandaşlık hakkından. Beş
yıl içinde Türk Ceza Kanunu’nu ihlal etmezler ise herhangi bir maddesini, beş
yıl sonra siyasi haklarına seçme hakkı dahil olmak üzere otomatikman
kavuşmaları filan… Yani bu tür bir şey yapmak lazım dedi.” Burada Cengiz
Çandar’ın daha önce APO ile gizli görüşmelerde bulunduktan sonra Özal’ın bu
adam nasıl bir tip sorusuna verdiği yanıtı da sizlerle paylaşmak istiyorum:
“ Çandar: Nasıl bir adam bu dedi (Özal). Bu dedim, Keko, Abdullah Öcalan için. ‘Eğer bu adam şu anda bütün siyasi haklarını kazanmış olsa, diyelim ki milletvekili HEP’ten, SHP’den, ANAP’tan, her ne ise, size yeminle söylüyorum’ dedim, ‘Meclis kulisinde çay içen milletvekili var ya, işte Güneydoğulu, onlarla çay içecek. Sonra, İstanbul’da Çakıl Gazinosunda Diyarbakır gecesinde bağış toplanacak, dansöz oynatacak. Ondan sonra, Diyarbakır kanalizasyon meseleleri için heyet gelecek, çözemeyecek de onu, falan, efsane bitecek, yani normalleştirirsek işi’. Çok güldü. (Özal) Tip bu mu yani? Dedi. İşte bizim memleketin insanı, ne olacak dedim. Oranın insanı, bölgenin adamı. Ve Türkiye’de siyasette aktif olmak istiyor, hesap bu”.
Özal, Çandar’ın bu haberleri üzerine sevinmişti.
Kafasındaki PKK ile Barış Planı uygulanabilirdi. Özal’ın öldüğü günün sabahında
17 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesi’nde “Apo’nun Şartlarına Ret” başlığı
altında şunlar yazılıydı: PKK lideri ateşkesi süresiz uzattı. “Federasyon”
çağrısını Ankara ciddiye almadı. Milliyet yazarları Rafet Ballı ve A. Rezzak
Oral Bekaa’dan notlarını yazmışlardı. Gazetenin ilk sayfasından verilen haberde
HEP genel başkanı Ahmet Türk ve Apo birlikte takım elbiseler içerisinde el
sıkışıyorlardı. Bu bölümde alt başlık şuydu: “Kalemler Konuşsun” Bekaa’daki toplantıya 5 milletvekiliyle
katılan HEP Genel Başkanı Ahmet Türk, Ankara Vakko’dan alınmış kravat takan
Apo’ya “Silahlar Sussun, Kalemler Konuşssun” diyerek kalem hediye etti.
Türkiye’ye ‘Federal’ çerçevede görüşelim mesajını yollayan Apo, toplantı
salonunda Kürt Liderlerle el ele tutuştu. Bekaa’da basın toplantısı düzenleyen
PKK lideri Abdullah Öcalan, ateşkesi ‘ikinci bir emere kadar’ uzattığını
söyledi. Apo, ateşkes için şartlarını şöyle sıraladı:
1- Türk
Ordusu ateşi kessin,
2- Faili Meçhul cinayetler dursun,
3- Kürtçe
radyo-TV,
4- Olağan üstü hal kalksın,
5- Kürt Örgütlere politika hakkı,
6- Genel Af.
Apo’nun konuşmalarını değerlendiren Başbakan Demirel
şöyle dedi; “Madem ki öldürmeyi bıraktın, al sana Türkiye’nin bir parçasını
demeyiz.”İçişleri Bakanı Sezgin’de kesinlikle ciddiye almıyoruz. Diye konuştu”.
3
Abdullah
Öcalan’ın istekleri ile Özal’ın önerilerinin yakınlığı dikkat çekiciydi. Bu
haberler ve Çandar-Özal diyaloglarındaki önerileri dikkate alırsak, sanki Kürt
Sorunu’nun sonu gelmek üzereydi gibi bir hava hissi vermektedir. Peki ama
Demirel hükümeti Apo’nun önerilerini siyasi intikam için mi? yoksa; bazı
çevrelerin etkisi ve korkusuyla mı ret ediyordu?
Özal, bir anda yalnız kalmıştı. Fakat kararlıydı. Cumhurbaşkanı;
Eğer hükümet bir adım atmazsa ben Cumhurbaşkanı olarak çıkıp, basına açıklama
yapacağını söylüyordu. “Bu benim Cumhurbaşkanı sıfatı taşıdığım için bütün
halkıma karşı sorumluluğumdur, tarihe karşı sorumluluğumdur, bu momentumu
kaçıramayız çünkü” diyordu. 4
Topluma
Karşı, Devleti Korumak!
TSK ise Cumhurbaşkanı Özal’ın fikirlerine ne kadar
yakındı dersiniz. Örneğin 12 Eylül darbesinin ardından MİT için yeni
düzenlemeleri acilen yapan generallerin MGK Genel Sekreterliğine bağlı kurmuş
olduğu yapı kimleri neye karşı koruyordu. Daha değişik bir açıdan sorumuzu
sorarsak ordu MGK Genel Sekreterliği adı altında nasıl bir örgütlenme kurmuştu.
Gelin, 2003 yılında AKP hükümetinin AB 7. Uyum paketi çerçevesinde ordudaki 12
Eylül yapılanmasını yeniden düzenleme girişimi sonucunda ortaya çıkan inanılmaz
bilgilere bakalım, bakalım ki AKP’nin, Özal’ın otopsisi için neden düğmeye
bastığına dair bir beyin fırtınası şansımız olsun. Bugünün konjonktürünü öyle
değerlendirelim. Özal öldürüldü mü? yoksa eceliyle normal bir ölüm müydü? Sorularına
yanıt arayalım.
30 Ağustos 2003 tarihinde Radikal Gazetesi’nin “PSİKOLOJİK
HAREKÂT MERKEZİ” başlıklı haberinde
verilen bilgiler tüyler ürpertici cinstendi: “MGK Genel Sekreterliği'nin üç
önemli hizmet birimi içindeki Toplumla İlişkiler Başkanlığı (TİB) 'psikolojik
harekât'ın kalbi. 1983-1985 arasında MGK Başdanışmanı olan Ertuğrul Zekai Ökte,
"Psikolojik harekât her vasıtanın kullanıldığı bir harp türüdür. Bizde de
bunu TİB yapar" diyor. Önce, "Kendi halkına karşı yapılmaz"
diyen, sonra 'yapıldığını' kabul eden Ökte, gerekçeyi de şöyle izah ediyor:
"Kafası kirletilen halkı istediği yöne çekmek için yapıyor." Bu
bilgiler, yönetmelikle de örtüşüyor: "Devlet çapında tüm psikolojik
harekât ihtiyacını tespit eder, uygular." ANKARA - Milli Güvenlik
Kurulu'na (MGK) bağlı Toplumla İlişkiler Başkanlığı'na (TİB) gizli yönetmelikle
verilen 'psikolojik harekât' yetkisinin kullanımına eski MGK Başdanışmanı
Ertuğrul Zekai Ökte'nin sözleri ışık tuttu.
Gizli MGK Yönetmeliği'nde 'psikolojik harekât'
ihtiyacını tespit edip planlarını hazırlayan ve bunu 'icracı birimlerle' yürüten
birim olarak tanımlanan TİB'in yetkilerindeki sınırsızlığı, "TİB'i ben
kurdum" diyen Ökte'nin sözleri ortaya koydu: "Harekât halka karşı da
yapılıyor. Bu harekâtta her türlü vasıta kullanılır."
Yeniden Müdafaa-yı Hukuk Derneği'nin kurucusu
Ertuğrul Zekai Ökte, haftalık Aksiyon dergisinde 6 Nisan 2002 tarihinde yer
alan söyleşisinde psikolojik harekâtı Türkiye'de başlatan kişinin kendisi
olduğunu açıkladı. 1968-1970 yılları arasında Harp Akademileri'nde konferansçı
eğitim elemanı, 1983-1985 yılları arasında MGK Başdanışmanı görevlerinde
bulunan Ökte'nin çarpıcı sözleri şöyle: Türkiye'de psikolojik harekâtı
başlatanlardan bir-iki kişi kaldık. Psikolojik harekât bir harp türüdür.
Eskiden buna propaganda derlerdi. Gayet tabii düşmana, size rakip olana karşı
yaparsınız. Uluslararası ilişkiler, bir güç ve rekabet işidir. Silah
kullanmadan beyinleri etkilemek. İşin aslı bu. Biz başlattığımızda
bilinmiyordu. 1950'lerde adı Soğuk Savaş, beyaz savaştı. Bizim tüzüğümüze bir
ara 'sivil savunma' adıyla girdi. Diplomasinin bir aracıdır. Mesela ABD bunu
Dışişleri'ne yaptırır; her Dışişleri mensubu psikolojik harekâtçıdır aynı
zamanda. Türkiye'de bu işi MGK'ya bağlı olan Toplumla İlişkiler Başkanlığı
yapar. Gizli kısmını ise MİT yapar. Başka da yapan kurum yok. Bu yapılırken her
türlü vasıta kullanılır. Medyayla yapılır, karşı tarafın medyasıyla yapılır. Psikolojik
harekât içeriye karşı yapılmaz. Bir devlet kendi halkına bunu yapamaz. (Israrlı
soru üzerine) İşte, yapıyor. Halkın kafasını kirletiyorlar. Halkı kendi istediği
yöne çekmek için yapıyor. Mesela PKK'ya karşı kullanıldı. PKK da bize karşı
kullandı, üstelik daha çok etkili oldu.
Psikolojik harekât birimi hep ordu bünyesinde oldu.
TİB'i ben kurdum. Ben Danışma Meclisi'ndeyken üç önemli kanunun yapılmasında
yer aldım. Biri MGK Genel Sekreterliği Kanunu idi. Tamamını ben yazdım. Bir de
MİT Kanunu gelmişti, onun bu konularla ilgili kısmına katkım oldu. MGK TİB'in
ortaya çıkması, bir dönem MGK Genel Sekreterliği yapan emekli orgeneral Doğan
Beyazıt'ın, Milliyet gazetesinde çıkan, "Aslolan Kırmızı Kitap. İktidara
gelen parti kitabı görünce politikalarını değiştirir" sözlerini de
hatırlattı. Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz da aynı konuda, "Kırmızı
Kitabı yazacak gücün Meclis olduğu" yolunda açıklamada bulunmuştu.
İşte
TİB'in görevleri:
MGK Genel Sekreterliği Yönetmeliği'nin iki tam
sayfası TİB'e verilen
'psikolojik harekât' görevini içeriyor:
Devlet çapında her türlü psikolojik harekât
ihtiyacını tespit eder ve değerlendirir, Milli siyaset ve hedefler
doğrultusunda uzun-orta-kısa vadeli harekât planları yapar ve planların günün
gelişen şartlarına uygun olarak gelişmesini sağlar, Genel Sekreter'e sunar.
Onaylanmış Psikolojik Harekât Planı'nı yürütür,
icracı birimler tarafından yapılan uygulamaları takip ve kontrol eder, yönlendirir
ve koordinasyon görevini yerine getirir.
Yukarıda sıralanan ana faaliyetlere ilave olarak,
kendi faaliyetleriyle ilgili açık ve kapalı her türlü bilgiyi devamlı tetkik
eder, değerlendirir ve psikolojik tehditle ihtiyaçları tespit eder.
Psikolojik tehdit ve hedef vasatında durum ve hedef
analizleri yapar, MGK Genel Sekreterliği'ne sunar, ilgili üniteler arasında
iletişim ihtiyaçlarını değerlendirir ve gelişmesini sağlayacak tedbirleri ve
yöntemleri araştırır, tespit eder. Elde ettiği sonuçları da Genel Sekreterliğe
sunar.”5
Özal’ın Ölümü, kimilerine göre son gece Bulgar bir
ressamın sergisinde içmiş olduğu limonatadan gelmişti. Kimileri onun eceliyle
öldüğünde ısrarcı, özelikle dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve askerler.
Kimilerine göre ise PKK ile son noktayı koymak üzereyken dış güçler tarafından
öldürüldü. Bu soru Türkiye’nin Devlet derinliklerinde cevabını gizlemeye devam
edecektir. Fakat AKP’nin Özal’a ve Ergenekon’a dair kararlılığı dikkat çekiyor.
Ayrıca Özal’ın PKK ile Barış Planı’nın içeriğine baktığımızda Tayip Erdoğan’ın
zaten aşama aşama aynılarını dillendirip bazılarını da uygulamaya koyduğunu
görüyoruz. MGK Genel Sekreterliği
altında kurulan Toplumla İlişkiler Başkanlığı, acaba Turgut Özal Cumhurbaşkanı
olunca yürütmedeki Süleyman Demirel’le birlikte Özal’ın politikalarını rejim ve
devletin derinliğinden uzak bulmuş olabilirler mi?
1
Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul, Bay Pipo, Bir MİT
Görevlisinin Sıradışı Yaşamı: Hiram Abas, Doğan Kitapçılık, 50. Baskı,
İstanbul, 2006, S:504-505
2
Arcayürek,
Cüneyt, Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler, Kriz Doğuran Savaş, Bilgi
Yayınevi, Mayıs 2000, S:335
3
Milliyet Gazetesi, 17 Nisan 1993, Sayfa: 21
4
Arcayürek,
Cüneyt, Büyüklere Masallar Küçüklere Gerçekler, Kriz Doğuran Savaş, Bilgi
Yayınevi, Mayıs 2000, S:345-346
5
Radikal
Gazetesi, 30 Ağustos 2003.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder