4 Ağustos 2013 Pazar

UR-NAPİŞTİ’DEN NUH’A TUFAN MASALI

Naim PINAR
UR-NAPİŞTİ’DEN NUH’A TUFAN MASALI
Gerek milenyuma girerken, gerek daha yakın tarih, 21 Aralık 2012 Mayaların Kehaneti olsun insanlığın heyecan yaşamasına sebep olmuştur. Aslında İnsan evladı, tarihin başlangıcından günümüze, kudret sahibi erişemeyeceği bir yaratıcının varlığına inanmaktadır. Son on yıldır Hollywood filmlerinin yoğun olarak kıyamet günü, dünyanın sonu veya insanlığın sonu temalı filmler üretmesi dikkat çekicidir. Çağımızda bilim insanları; insanın evrimleşen bir canlı türü olan primatlarla benzer özelikler gösterdiğini ve fosil kalıntılarından yola çıkarak da Dünya Miyosen dönemini yaşarken insanın ataları kabul edilen “homininlerle” evrimsel olarak en azından 6 milyon yıl önce yollarını ayırarak, insanın günümüzde kabul gören Homo Sapiens türünün ortaya çıktığını savunmaktadır. Evrenin oluşumu ise Big Bang teorisiyle yani, Evrenin 15 milyar yıl önce saf enerjiden oluşan küçük, yoğun bir noktadan meydana geldiğini, bu saf enerjinin daha sonra evrenin tüm enerjisini, uzayı ve maddeleri oluşturduğunu, daha sonra bu noktanın büyümeye başladığını, bu büyümenin sonucunda da evrenin hızla soğuyarak enerjinin yoğunlaşıp maddeye dönüştüğünü, 12 milyar yıl önce de yerçekimi gücünün yoğunlaşan maddeyi dev kümeler oluşturmaya ittiğini ve bunun sonucunda da galaksilerin oluşmuş olduğunu ileri sürülmektedir. Bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisinin içinde, 5 milyar yıl önce bu olay sonucunda güneş sistemimizin oluştuğu düşünülmektedir. İlahiyatçılar ise, Evren ve İnsanın yaratılışını yüce bir yaratıcının varlığıyla açıklamaktadır. Bugün dünya nüfusunun büyük bölümü tek tanrı inancına sahip insanlardan oluşmaktadır. Bunlar arasında bilim insanlarının da varlığını görüyoruz. Tarihin her döneminde insanlığın dini ayinler yaptığını biliyoruz. Mağara resimlerinin dilinden, mitolojinin sesinden, totemlerin şeklinden anlıyoruz ki çok tanrılı dönemlerden günümüze insanlık, çeşitli inançlara ve geleneklere bağlı olarak yaşamlarını sürdürmüştür.
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun tek tanrı inancına sahip olduğu çağımızda teknolojiyle harmanlanan kıyamet senaryolarının çok iş yaptığını ve insan davranışlarının tarihin her döneminde neredeyse aynı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İnsanlar yüzyıllar boyunca her zaman bilginin eksikliği nedeniyle açıklayamadığı olaylar karşısında, kabullenme aşamasında, ulaşılmaz bir kudrettin varlığına başvurarak bir açıklama, bir rahatlama yolu bulmuştur.
“ABD'deki Pew Araştırma Merkezi'nin Din ve Kamu Yaşamı Forumu, "2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı" adlı raporunu yayımladı. 230 ülke ve bölgede yapılan anketler ve nüfus kaydı araştırmaların neticesinde hazırlanan rapora göre dünyada 10 kişiden 8'i bir dini grup içinde yer alıyor. Bu da 2010 yılında 6,9 milyar olan dünya nüfusunun yüzde 84'üne denk düşüyor. Aynı raporda hiçbir dine inanmayanların oranının ise 1,1 milyar olduğu belirtilmektedir.. ”.1  
Burada hemen belirtmekte fayda vardır: Tüm tek tanrılı dinlerde yaratılış efsaneleri birbirine çok yakın hatta iz düşümü gibidir. Fakat her birinin içinde çelişkili yorumları da mevcuttur. M.Ö IV. yüzyılda yazının Sümerler tarafından kullanılmaya başlanması ile insanlığın inanç dünyasına dair çeşitli yazılı kaynaklar yaratılmış oluyordu. Bugün dünya nüfusunun çoğunluğunun inandığı inanç sistemlerinin nasıl şekillendiğine dair bilgilerin kaynakları da ilkçağda ortaya çıkıyordu. İlkçağ’da ortaya çıkan ilk tek Tanrılı din olan Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’tı ( Eski Ahit)  incelersek orada yazılı olan Nuh Tufanı’nın aslında tamamen aynısının tarihte ilk yazılı kaynaklardan biri olan Sümerlerin Gılgamış Destanından esinlenerek kopya edildiği ortaya çıkıyor.
Önce Tevrat’tan Nuh Tufan’ına bakalım: Tevrat’taki hikâyeye göre; Tanrı yeryüzündeki insanların sayısının oldukça artmış olduğunu görmüş, aynı oranda ahlaksızlıkların ve kötülüklerin de çoğalmış olduğunu fark etmiş ve nihayetinde insanı yarattığına pişman olmuştur. Bundan dolayı da yeryüzündeki bütün hayvanları, kuşları ve toprağın üzerindeki sürüngenleri toprağın üstünden silmeye karar vermiştir. Fakat Nuh’a kıyamaz ve merhamet ederek, ailesini de yanına alarak “Gofer Ağacı”ndan bir gemi yapmasını, bu gemiyi odalara bölerek içini ve dışını ziftlemesini emreder. Daha sonra da her çeşit hayvandan bir çift alarak bu gemiye binmesini salık verir:  
“Ve yedi gün sonra, tufan suları yeryüzü üzerine idi. Nuh’un ömrünün altı yüzüncü senesinde, ikinci ayda, ayın on yedinci gününde, o gün büyük enginin bütün kaynakları yarıldılar ve göklerin pencereleri açıldılar. Ve yeryüzü üzerinde kırk gün kırk gece yağmur yağdı. Tam o günde Nuh ve Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafet, ve Nuh’un karısı ve Nuh’un oğullarının üç karısı kendileriyle beraber gemiye girdiler; onlar, ve kendi cinsine göre her hayvan ve cinslerine göre bütün sığırlar ve cinsine göre toprak üzerinde her sürüngen ve cinsine göre her kuş, her çeşitten her kuş girdiler. Ve kendiside hayat nefesi olan her bedenden ikişer ikişer gemiye, Nuh’un yanına girdiler. Ve girenler Tanrı’nın ona emrettiği gibi bütün beden sahiplerinden, erkek ve dişi olarak girdiler ve Rab onun üzerine kapıyı kapadı. Ve yer üzerinde kırk gün tufan oldu ve sular çoğalıp gemiyi kaldırdılar ve yerden kalktı. Ve sular yükseldiler ve ziyadesiyle çoğaldılar ve gemi suların yüzü üstünde yürüdü. Ve yer üzerinde sular pek çok yükseldiler ve bütün gökler altında olan bütün yüksek dağlar örtüldüler. Sular on beş arşın daha yükseldiler ve dağlar örtüldüler ve yer üzerinde hareket eden bütün beden sahipleri, gerek kuşlar, gerek sığırlar ve hayvanlar ve yer üzerinde her sürüngen ve her adam öldü… Ve yüz elli gün sular yer üzerinde yükseldiler.”2 Hikâyenin devamında tanrının aklına Nuh’un durumu gelir ve bir rüzgâr estirerek suları alçaltıp Nuh’un Gofer Ağacından yaptığı gemiyi Ararat dağları (Ağrı Dağı NP) üzerine oturtur. Daha sonrasını orijinalinden aktaralım; “Vaki oldu ki, kırk gün bittikten sonra Nuh, yapmış olduğu geminin penceresini açtı ve kuzgunu gönderdi ve o, yerde sular kuruyuncaya kadar, öteye beriye gitti. Ve Nuh, sular toprağın üzerinden eksildi mi diye görmek için, yanından güvercini gönderdi; fakat güvercin ayağının tabanına bir istirahat yeri bulamadı be gemiye onun yanına döndü; çünkü sular bütün yer üzerinde idiler; ve elini uzatıp onu tuttu ve onu kendi yanına, gemiye aldı ve diğer yedi gün daha bekledi ve güvercini gemiden tekrar gönderdi; ve akşam vakti güvercin onun yanına girdi ve işte, ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağı vardı. Ve Nuh suların yeryüzünden eksilmiş olduklarını bildi. Ve diğer yedi gün daha bekledi ve güvercini gönderdi; ve o artık kendisine dönmedi”. 3
Bu hikâyenin sonunda Nuh’un ve gemideki her canlının altı yüz birinci yılın birinci gününde gemiden çıkıp insanların ve hayvanların yeniden çoğaldığı anlatılır.
Tevrat’ta anlatılan bu tufan hikâyesinin kökenlerine tarihsel dokümanlar çerçevesinde baktığımızda; 1872 yılında ilk defa bazı parçaları ortaya çıkan sonradan büyük kısmı tamamlanan Sümerlerin Gılgamış destanının bir kopyası olduğu apaçık ortadadır. Şimdi Sümerlerin tufan efsanesine bir göz atalım:
“İnsanları seven tanrı Ea, sevdiği bir adam olan UR-Napişti’nin ki bu şahıs Sümer Nuh’unun adıdır rüyasına girer ve tanrıların insanları cezalandırmak için tufanı göndereceklerini söyler. UR-Napişti de bir gemi hazırlar. Bunu Gılgamış’a şöyle anlatmaktadır: “Neyim varsa yanına aldım, hayatımın bütün mahsullerini gemiye yükledim; ailemi ve bütün hısımlarımı, tarladaki hayvanları, otlaktaki hayvanları ve usta işçileri hep gemiye bindirdim. Gemiye bindim ve kapıyı kapadım. Sabah ortalık aydınlanırken uzakta, ufukta siyah bir bulut kümelendi… Gün aydınlığı birden bire geceye döndü. Kardeş kardeşi görmez oldu, gök halkı artık birbirini tanıyamıyorlardı. Tanrılar tufandan korku içindeydiler, kaçtılar ve tâ Anu’nun göğüne sığındılar, tanrılar köpekler gibi duvar dibine büzüldüler ve kımıldamadılar. Altı gün ve altı gece, fırtına ve yağmur arttı, kasırga memlekette azdıkça azdı. Yedinci gün başlarken fırtına kesildi, bir savaş ordusu gibi her şeyi yıkıp parçalayan sular yatıştı; dalgalar hafifledi, rüzgâr düştü ve su artık yükselmedi. Suya baktım, gürlemesi susmuştu. Bütün insanlar balçık olmuştu. Damların üzerine kadar varıyordu çamur. Denizin ufuklarında kara aradım. Uzakta, tâ uzakta bir ada göründü. Gemi Nissir Dağı’na vardı, Nissir Dağı’na saplandı ve çapa atmış gibi kaldı. Yedinci gün doğduğu zaman bir güvercin yolladım, onu salıverdim, uçtu gitti ve yine geri döndü benim güvercinim. Konacak yer bulamadı, onun için geri döndü. Bir kırlangıç yolladım, uçurdum onu; uçtu gitti ve yine döndü benim kırlangıcım. Konacak yer bulamadığı için geri döndü. Bir karga yolladım, uçurdum onu; uçtu gitti karga. Su yüzünün alçaldığını gördü; yedi, uçtu, durdu, gakladı ve geri dönmedi.”4
Bu efsanenin devamında Sümerlilerin Nuh’u Ur-Napişti de gemiden çıkar ve insanlar yeniden çoğalma şansı bulur. Samuel Noah Kramer’in eşsiz eseri “Tarih Sümerler’de Başlar” kitabında bakın bu Tufan hikâyesi için ne diyor: “British Museum’dan George Smith’in Babillilerin “Gılgamış Destanı’nın on birinci tabletini bulup, çözümlediği zamandan bu yana Kitabı Mukaddes’teki (Tevrat) tufan öyküsünün bir İbrani yaratısı olmadığı bilinmektedir. Babil tufan mitinin kendisi de Sümer kökenlidir.”5
Tek tanrılı dinlerin ilki olan Museviliğin kutsal kitabındaki bu Sümer kökenli efsane daha sonraki tek tanrılı dinler olarak karşımıza çıkan Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil ve İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de de geçmektedir. Sümerologların araştırmaları sonucunda, insan evladının yazıyı icadından sonraki yaşamları hakkında bizlere ulaşan gelenek-görenek ve inançlarının nasıl bir sentez olduğu ortaya çıkmaktadır. Tarih öncesindeki kalıntılar ve yazılı kaynaklar insanlığın her dönemde inanç dünyasının yeniden şekillendiğini göstermektedir. Bilimsel araştırmalar yapıp insanların korkularından arınmış, bilinmeyene yenilmeyi kabul etmeyeceği bir insanlık yaratma gayretleri 21. yüzyıldaki bağnazlar tarafından hep tehdit kabul edilmiştir. Gelecek nesillerin bu efsaneleri masal tadında alıp, gerçekle mücadelenin yollarını aramaları, bilinmeyenleri bilinir yapmaları insanlığın en köklü inancı olmalıdır.

Dipnotlar
2 Eski Ahit, Tekvin, Bap 6-7-8-9.
3 Eski Ahit, Tekvin, Bap 6-7-8-9.
4Örs, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, Remzi, Kitabevi, 3. Baskı, S:41-42.
5 Kramer, Samuel Noah, Tarih Sümerler’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1999, S:187





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder