Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
MÜSLÜMAN KARDEŞLER
Arap Baharındaki etkin rolleri ve son
günlerdeki Mısır’da yaşanan olaylarla tekrardan dünyanın gündemini meşgul eden,
iki kılıç arasına yerleştirilmiş Kuran’dan oluşan örgüt amblemleriyle bilinen
“İhvanül-Müslimin” yani Müslüman Kardeşlerin hikâyesi…
1906 senesinde Mısır’ın El-Buheyre
şehrine bağlı Mahmudiye kasabasında yaşama gözlerini açan bebeğin 22 yıl sonra
kuracağı gençlik örgütünün dünyaca tanınıp, etkin bir siyasal İslam örgütüne
dönüşeceği kimin aklına gelirdi. Mahmudiyeli çocuğun babası Ahmed Bin
Abdurrahman Bin Muhammed el-Benna el-Saatî, geçimlerini sağlamak için saatçilik
yapmaktaydı. Aynı zamanda bir âlim olarak da bilinmekteydi. Baba El-Saati,
Mısır’da Muhammed Abduh döneminde El-Ezher’de öğrenciydi. Muhammed Abduh önemli
bir kişiydi: Abduh, Mısır’ın en meşhur İslam reformistlerinden biriydi:
Sunni-Hanbelî fıkıh mezhebinin kurucusu sayılan Ahmed Bin Hanbel’in “Hz.
Muhammed’in hadislerinin bir derlemesi olan “Musned”in yeni bir derlemesini
kaleme alan kişiydi. Bu İslam dünyası için oldukça önemli bir eserdi. İşte bu
eser, Müslüman Kardeşleri 1928’de kuracak olan Hasan El- Benna ismindeki genci,
babası aracılığıyla derinden etkileyecekti.
Müslüman Kardeşlerin kurucusu El-Benna,
8 yaşına geldiğinde Mahmudiye’deki Reşâd Medresesinde temel din eğitimini
almaya başlar. 12-14 yaşlarında Hadisleri ezbere okuyabilen bu çocuk, Arapça
şiir, kompozisyon ve gramer derslerini tamamladığı “El Medresetül-İdadiye”de
eğitimini sürdürür. Bu yıllar içerisinde henüz 13 yaşındayken (1919) Mısır’da
patlak veren İngiliz aleyhtarı eylemlerden etkilenir. İngiliz aleyhtarı birçok
grev ve eyleme daha bu yaşlarda katılır. El-Benna artık İslam’ı sadece manevi
ve dinsel olarak almıyor, politik olarak da düşünmeye başlıyordu. 17 yaşına geldiğinde Mahmudiye yakınlarındaki
“Demenhur”da okuluna devam ederken iç içe olduğu Sûfi-tarikat çevreleriyle
ilişkileri gelişiyordu. El-Benna, İslam’a ve ülkesine karşı sorumluluğunun
sadece ibadetle yerine getirilemeyeceğine inanmaya başlamıştır. El-Benna,
gençlik döneminde çeşitli öğrenci eylemlerinde yer almıştır.
“Cemiyyetü’l-Ahlakı’l-Edebiye” adlı gençlik örgütünün başkanlığını yapmıştır.
Bu örgütün en dikkat çekici özelliği; üyelerinin son derece disiplinli yaşam
tarzlarıdır. Bu dernekte, İslam yolundan ayrılanlara ciddi cezalar
uygulanmaktaydı. El-Benna, bu cezaları Müslümanı eğiten ve entelektüel gelişimi
sağlayan gerekli yaptırımlar olarak görmekteydi. 17 yaşında Mısır’ın en köklü
ve etkin öğretmen yetiştirme okulu olan Kahire’deki “Dar’ül-Ulûm Öğretmen
Okul”una başlayan El-Benna, burada geçirdiği 4 yılın sonunda İslam’ın tasavvuf
i mücadeleden politik mücadeleye geçmesi gerektiğine inanır. Mahmudiye’den
çıkıp Kahire gibi karmaşık büyük bir şehre gelerek batılılaşmanın etkilerini
yakından ve derinlemesine görür. Batılılaşmanın Mısır Müslümanları üzerinde
yarattığı toplumsal etkileri ve sosyo-kültürel yozlaşmayı yakından izler.
El-Benna, batının “düşünce özgürlüğü” kavramını manevi ve ideolojik yozlaşma
olarak görmektedir. İlk kez bu dönemde bir örgüt kurma, dergi çıkarma ve
makaleler yazma fikri aklında belirir. El-Benna’ya göre İslam’ın camiden çıkıp
kitlelere yayılma zamanı gelmiştir. El-Benna, 1927’de öğretmen okulundan mezun
olduktan sonra İsmailiye’ye öğretmen olarak atanır. İsmailiye, Süveyş Kanalı
Bölgesinin kontrol merkeziydi. Burada geçen yıllar El-Benna’nın liderliğine ve
Müslüman Kardeşlerin doğuşuna sebep olmuştur. İsmailiye’de geçen 6 yıl boyunca
El-Benna, yabancıların hâkimiyetini ve etkisini gözlemler. Zira burada İngiliz
İşgal kuvvetleri ve Süveyş Kanalı şirketinin Fransız memurları
konuşlanmaktaydı. Buradaki yabancılar, Mısırlılardan çok daha iyi işlere ve
koşullara sahipti. El-Benna’nın zihninde oluşan batı karşıtlığı fikrinin
gelişmesinde burada geçirdiği yıllar çok etkili olmuştur.
“İhvanü’l-Müslimin” yani bilinen adıyla
Müslüman Kardeşler örgütü, 1928’de Hasan El-Benna tarafından İsmailiye’de bir
gençlik teşkilatı olarak kurulur. Ancak örgüt bir yıl sonra resmi statü
kazanır. Başlangıçta İslam dinini canlandırmak ve toplumsal reformu amaçlayan
teşkilat, zamanla siyasal İslam hareketine dönüşür. Müslüman Kardeşlerin
siyasallaşma sürecinde; 1936 tarihinde İngilizlerle Mısır’ın karşılıklı savunma
ve ittifak antlaşması yapması sonucunda doğan toplumsal muhalefet ve Filistinli
Arapların Siyonist yayılma ile İngiliz manda rejimine karşı başlattıkları
silahlı mücadele önemli bir yer tutar. Müslüman Kardeşlerin karizmatik genç lideri
Hasan El-Benna, ülke insanının ruh halini iyi analiz etmiş, çok iyi hitabet
yeteneği olan bir kişiliğe sahipti. El-Benna, takipçilerinden seçtiği bir grubu
ülkenin çeşitli bölgelerinde görevlendirmiştir. Müslüman Kardeşlerin büyük
abisi El-Benna, takipçilerini iyi birer propagandist olarak yetiştirmiştir.
Takipçilerini sadece dini konularda değil, Mısır’ın milli ve toplumsal
meselelerine hâkim, İslam’ın genel sorunlarına da duyarlı inançlı örgütçüler
olarak yetiştirmiştir. Batı’dan ithal dans, tiyatro ve içki gibi şeyleri İslam
dinine tehdit olarak görmüştür. Fakat kendisinin batı teknolojisine büyük
hayranlığı vardı. Kitlelere hitap etmek için batının gelişmiş mikrofonlarını
kullanıyor ve bu iş için özel eğitilmiş bir de teknisyen ekip bulunduruyordu.
Örgütün tüm yürütme işleri Kahire’deki
ev anlamına gelen “Dar” adlı merkezden gerçekleştiriliyordu. Burası hem
Kraliyet Sarayı’na hem de El-Ezher’e çok yakın konumdaydı. Kahire dışında da
şubeler kurulmuştu. Bu şubelerin zorunlu olarak uyguladığı programların genel esasları:
Cehaletle savaşıp okur-yazarlığı arttırmak için akşam okulları kurulması, hasta ve yardıma muhtaçlara yönelik sosyal
iyileştirme çalışmaları, topluluk üyelerini sağlıklı ve güçlü tutmayı hedefleyen
beden eğitimi düzenlemeleri, gizli eğitilen paramiliter bir erkek izci grubu ya
da gezici birliğin her daim zinde tutulması bunlardan birkaçıydı. Örgüt bu
esaslara bağlı olarak çeşitli okullar açtı. Yoksullar için para topladı.
Köylerin ıslahı için çalıştı. İsmailiye’de kurulan örgütün ilk “Kardeşleri”
daha çok eğitimsiz insanlardan oluşmaktaydı. Fakat örgüt Kahire’de konuşlanmaya
başlayınca buradaki eğitimli insanları da etkilemeyi başardı ve giderek
toplumun her kesiminden üyeleri olmaya başladı. Bunlar arasında; Mısır
ordusundan subaylar, El-Ezher’den hatırı sayılır öğrenci, memur ve seçkinlerde vardı.
Fakat hepsinden önemlisi ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan doğası itibarıyla
da dindar-muhafazakâr olan kırsal kesim ahalisi vardı. Hasan El-Benna’nın
İsmailiye’de yalnızca 6 kişiyle yaktığı bu ateş 1934’de gelindiğinde dev bir
yangına dönüşmüştü. 1934’de Müslüman Kardeşlerin Mısır’da 50 civarında aktif
şubesi olduğu biliniyor. Onu izleyen ilk on yılda bu sayı on kat artmış ve şube
sayısı 500’e ulaşmıştı. 1946’da büyük abi El-Benna yaklaşık olarak Müslüman
kardeşlerin yarım milyon üyeye sahip olduğunu açıklamıştır. 1950’lere
gelindiğinde Örgütün 1 milyondan fazla üyesi ve 1500 şubesi olduğu tahmin
edilmektedir. İlk kez 1937 tarihinde Mısır dışında da faaliyet göstermeye
başlayan örgüt, sırasıyla önce Suriye’de dört şube, Lübnan’da iki şube
açmıştır. Daha sonra da Filistin, Ürdün ve Sudan’da açılan şubeler bunu takip
etmiştir. Müslüman Kardeşler giderek büyümüş, Arap toprakları dışında da
faaliyet göstermeye başlamış, Pakistan, güney Sudan ve Afrika’da da şubelerini
oluşturmuştu.
Anayasamız
Kur’an, Rehberimiz Peygamber, En Büyük Arzumuz Allah Yolunda Ölüm!
Müslüman Kardeşlerin ana sloganı olan, “Anayasamız
Kur’an, Rehberimiz Peygamber, En Büyük Arzumuz Allah Yolunda Ölüm!” aslında
örgütün siyasallaştıktan sonra ortaya koyduğu amaçları da özetlemektedir.
Slogan’dan da anlaşılacağı üzere Müslüman Kardeşler için, Kuran artık sadece
kutsal bir din kitabı değil aynı zamanda da toplum hayatını düzenlemekte
kullanılacak bir yazılı hukuk kanunu, yani anayasadır. Peygamber artık sadece
tanrının mesajcısı değil aynı zamanda takip edilmesi ve örnek alınması gereken
bir siyasi liderdir. Amaç ise Allah yolunda her şeyi göze almak yani cihattır. El-Benna,
siyasi partilere karşı çıkmaktaydı; O’na göre, İslam’ın birleştirici özelliği
vardı ve Müslümanların refahı, ülkelerinin geleceği için bir bütün olarak
hareket edilmeliydi. Müslüman Kardeşlerin o günkü siyasi duruşu, İslam
devletini, şeriatı layıkıyla uygulamak ve Müslümanlığı diğer milletlere
tanıtmaktı. Müslüman Kardeşlerin büyük abisi Hasan El-Benna, 1936’da dünyadaki
diğer Müslüman ülkelerin liderlerine yönelik bir mektup yazar. Mektupta; batı
medeniyeti red ediliyor, batıya yönelik suçlamalar yapılıyor ve İslam’ın
mükemmelliğinden ve ihtişamından bahsedilerek İslam ülkelerinin yöneticilerine
kendisinin belirttiği ilkeler doğrultusunda hareket etmeleri halinde Müslüman
Kardeşlerin her zaman destekçileri olacağı açıklanıyordu. El-Benna, adeta 20.
yüzyılın ilk yarısında halifeliğe soyunuyordu. Bunun mevcut koşullarda imkânsız
olduğunu iyi bilen Hasan El-Benna, Müslüman halklar arasındaki eğitimsel,
ekonomik ve toplumsal farkların ortadan kaldırılmasını hedefliyordu. O zaman
gerçekten halife olabilirdi. Bu farklılıkların ortadan kalkması için
işbirliğinin şart olduğunu düşünüyordu. 1928’deki kuruluşundan itibaren 1936’ya
kadar daha çok dini planda etkin, bir sosyal yardım ve dayanışma hareketi
olarak gözlemlenen Müslüman Kardeşler 1936 tarihiyle siyasal mücadelesinde ilk
ciddi adımını atar.
Filistinli Arapların Siyonist yayılmaya ve İngiliz
Manda Rejimine karşı ayaklanması Müslüman Kardeşlere siyasallaşma ve Mısır
dışında faaliyet fırsatı verdi. Müslüman Kardeşler, 1936 tarihiyle Filistinli
Araplara mücadelelerinde tam destek vermiştir. Onlar için bağış kampanyaları
düzenlemişlerdir. Bu destekleri sonrasında Arap ülkelerindeki popülaritesi
artan Müslüman Kardeşler Mısır dışında da artık söz sahibi olmuştu. Buna rağmen
siyasetten uzak duran El-Benna, yönetimin dışında kalarak güçlenmiştir. 1947
tarihine gelindiğinde milliyetçi ve İslamcı 15 kadar grubun oluşturduğu bir
birliğin egemen üyesi olan Müslüman Kardeşler, “Mısır’a gecikmeksizin Hürriyet”
talep eden bir programı savunuyordu. 1948 senesinde yaşanan Arap-İsrail savaşı,
Müslüman Kardeşlere yine Mısır dışında aktif roller vermiştir. Arap-İsrail
savaşı sırasında gerilla tarzında savaşı öğrenen Kardeşler artık silahlı
mücadelede de deneyim kazanmıştı. Savaş sonrası Mısır’ın sıkıntılar içerisine
girmesi ülkedeki laik rejime yönelik muhalefeti hızlandırdı. Darbenin kokusunu
erken hisseden dönemin Başbakanı Nukraşi, sıkıyönetim ilan ederek Müslüman
Kardeşler’in faaliyetlerini yasaklamıştır. Bu tarihten itibaren örgüt yeraltına
iner. Müslüman Kardeşler Başbakan’ın bu hareketini affetmedi; 1948 yılında
veteriner öğrencisi olan 23 yaşındaki bir Kardeş Başbakan Nukraşi’ye suikast
düzenleyerek cezasını verir. Fakat bu olay sonucunda Örgüt, hükümet yanlısı
grubun düzenlediği karşı suikast saldırısı sonucu Müslüman Kardeşler Örgütünün
kurucusu büyük abi Hasan El-Benna’yı 12 Şubat 1949’da kaybetmiştir. İşte bu olay sonrası Müslüman Kardeşler
arasında birlik bozulmuş, aralarında fikir ayrılıkları yaşanmıştır. 12 Ocak
1950’de Nukraşi’nin yerine geçen Nahas Paşa Hükümeti tarafından örgüte konan
faaliyet yasağı kaldırılır. Bir yıl içinde de örgütün genel merkezi dahil bazı
mallarını örgüte iade eden Nahas Paşa’da Müslüman Kardeşlerin ihanetine
uğrayacaktı: İngilizlerin desteklediği Kral Faruk’a darbe yapmaya hazırlanan
Nasır ve Hür Subaylarla işbirliği yapan Müslüman Kardeşler için Kral Faruk
anılarında şöyle demiştir: “İktidarımı devirenler Müslüman Kardeşlerdi, devrim
subayları onların elinde bir maşadan ibaretti”. Müslüman Kardeşler bu
işbirliğini halka anlatmakta zorlansa da yine bir yolunu bulmuşlardı. Halka; “Kuran
ve hadislere dayanarak, kapitalizmden de, sosyalizmden de üstün,
modernleştirilmiş bir ‘Hazreti Ömer sosyalizmi’ kurulabilir!” denmiştir. Hür
Subaylardan iktidarı ele geçirince bir İslam devleti kuracakları sözünü alan Müslüman
Kardeşler, sosyalist eğilimi olan Hür Subaylarla yapılan işbirliğini işte böyle
anlatmıştı üyelerine.
Hüsnü
Mübarek’e gelene Kadar…
23 Temmuz 1952 General Necip öncülüğünde
Hür Subaylar bir darbeyle Kral Faruk’u devirdi ve ardından darbenin gerçek
Lideri Nasır rejimin başına getirildi. Yeni düzende danışmanlık, radyo
müdürlüğü, anayasa komisyonu üyeliği gibi çeşitli görevler üstlenen Müslüman
Kardeşler Nasır’dan verdiği sözleri tutmasını talep etmekteydi. Fakat Nasır’ın
İslam devleti kurmak gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı. Nasır’ın kendine has bir
sosyalizm düşü vardı. 19 Ekim 1954
tarihli Mısır-İngiltere anlaşmasının imzalanması Müslüman Kardeşler ile
Nasır’ın arasındaki iplerin kopmasına sebep olur. Müslüman Kardeşlere göre
anlaşma İngiliz menfaatlerini korumakta, hatta Mısır’ın işgaline zemin
hazırlamaktaydı. Örgüt bu amaçla ülke çapında hükümet aleyhine gösteriler
düzenlemeye başladı. 26 Ekim 1954’te İskenderiye’de halka hitap ettiği sırada
Nasır’a başarısız bir suikast girişimi yapıldı. Nasır ve ekibi bundan Müslüman
Kardeşleri sorumlu tuttu. Hemen örgütün 10 bine yakın üyesi tutuklandı, önde gelenleri
ağır işkencelere tabi tutuldu. Örgütün lideri olan Abdülkadir Udeh’de idam
sehpasına gönderildi.
Ülkede otoriter bir rejim kuran Nasır muhalif
seslere tahammül edemedi ve 26 Ekim 1954’te, Nasır’a suikast planladıkları
gerekçesiyle bir grup Müslüman Kardeşler üyesiyle birlikte tutuklanan Seyyid
Kutub, 15 yıl hapse mahkûm oldu. Hapis hayatı Kutub’u radikalleştirdi. Bir anda cihad çağrısı yapan bir kimliğe
büründü. Hapiste geçen on yılın ardından 1965’te Kahire’yi ziyaret eden Irak
Devlet Başkanı Abdüsselam Arif’in girişimiyle affedildi. Fakat Seyyid Kutub
Nasır’a karşı yürüttüğü savaşı devam ettirdi. Bu nedenle aynı yılın ağustos
ayında tekrar hapse atıldı. Bu sefer
“vatana ihanet”ten suçlu bulunarak bir grup Müslüman Kardeşi ile birlikte 29
Ağustos 1966’da idam edildi. Kutub’un ölümünü ‘şahadet’ olarak gören Müslüman
Kardeşler, onun fikirlerini yansıtan kitaplarını ve düşüncelerini İslam dünyasına
yaymayı görev bilmiştir.
Hasan El-Benna’dan sonra Kutub’un
öğretilerini izleyen Müslüman Kardeşler, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda Mısır
Ordusu’nun İsrail karşısında ağır bir yenilgi almasının yarattığı boşluktan
faydalanarak Nasır’a muhalefeti artırdı. 1970’de bir kalp krizi sonucu ölen
Nasır’ın yerine Enver Sedat’ın başa geçmesi, Müslüman Kardeşlerin yeniden
güçlenmesine yardımcı olur.
Enver Sedat, Nasır döneminden kalan sol
grupları zayıflatmak için Müslüman Kardeşler ile işbirliğine girmişti. Daha
sonra 1976’da “Tek Parti” sistemine son verilerek kısmi demokratik bir seçim
sistemine geçilmesi, Müslüman Kardeşlerin de buna sıcak bakması sonucunda;
Müslüman Kardeşler arasında “Seyyid Kutub” düşüncesine ihanet edildiğini
düşünen ve Kutubçular olarak bilinen grupların radikalleşmesine (Et-Tekfir
ve’l-Hicre, İslamî Cemaat, İslamî Cihat, Yeni Cihat, Askerî Teknik Okul Örgütü,
Ateşten Kurtulanlar, Muhammed Gençliği, Şevkiciler, Nezir Grubu) ve örgütten
ayrılmalarına neden olur. Bu gruplardan biri olan İslamî Cihat Örgütü mensupları,
Enver Sedat’ı 6 Ekim 1981’de öldürmüştür. Artık Yeni başkan Hüsnü Mübarek
olacaktı. Mübarek daha önceki liderlerden farklı olarak 1990’lara değin birçok
muhalif gruba siyaset yolunu açtı. Müslüman Kardeşler de iyi niyetli bu
girişimleri destekledi ve sistemin dışında kalarak değil, içine girerek
muhalefet yolunu seçti.
1984 seçimlerine (yüzde 8 olan seçim
barajını aşmak için) seküler Vafd Partisi ile ittifak yaparak girdi ve oyların
yüzde 15’ini, 448 sandalyenin 58’ini kazandı. 1987 seçimlerine İşçi Partisi ve
Liberal Parti ile ittifak halinde girdi. İttifakın kazandığı 60 sandalyeden
35’i Müslüman Kardeşler’e aitti. Bu seçimler sonrasında Hüsnü Mübarek, Müslüman
Kardeşlere dikkat edilmesi gerektiğini yeniden anladı. Mübarek’in ilk icraatı
seçim kanununu değiştirmek oldu. Bundan böyle sadece kanunlara göre kurulmuş
siyasal partiler seçime katılabilecekti. Yani bu şu anlama geliyordu; Müslüman
Kardeşler tek başlarına seçimlere giremezdi.
Mübarek’in 1991 Körfez Savaşı sırasında
ABD ile ittifak kurması radikal İslamcılarla hükümetin arasını açmıştır. Müslüman
Kardeşler belki bu olayları desteklememişti fakat kınamamıştı da. Bunun üzerine
hükümet Müslüman Kardeşlere üye yüz kadar kişiyi tutukladı. Buna karşılık
olarak 1995 yılının haziran ayında Mübarek’e yönelik başarısız bir suikast
girişimi oldu. Mübarek hükümeti bu olaya kayıtsız kalmadı. Müslüman Kardeşler o
yılki seçimlerde sadece bir üyelerini parlamentoya sokabildi. Onu da Mübarek’in
hükümeti bir yıl sonra “illegal örgüt üyeliği” suçlamasıyla sınır dışı etti.
1996’da ilk kez bir iç çatışma yaşayan Müslüman Kardeşler sarsılmıştı. Genç
Kardeşler, eski kuşakların otoriter yöntemlerine isyan ederek Müslüman
Kardeşler’den ayrılarak “Hizb’ul-Wasat” (Merkez Parti) adıyla bir parti
kurdular. Mübarek’in 1999’daki şaibeli başkanlık seçimi sonucunda yüzde 94 oy
alarak başkanlığa seçilmesi ve 2000 parlamento seçimlerine Müslüman Kardeşlerin
katılmasını engelleme girişimleri sonucunda, 500’ü aşkın Müslüman Kardeşler
üyesi tutuklandı, seçimlere katılacak adaylara büyük zorluklar çıkarıldı. Her
şeye rağmen, Müslüman Kardeşler 454 üyeli mecliste 17 sandalye elde etti. 1995
Seçimlerine “Çözüm İslam” sloganıyla giren Müslüman Kardeşler, 2000’deki
seçimlere “Demokratik Değişim” sloganıyla katılmıştı. Acaba Müslüman Kardeşler
değişen dünyaya ayak uydurmaya mı çalışıyordu? Yoksa amaçlarına ulaşmak için
demokrasinin en uygun ortam olduğunu mu fark etmişlerdi? Müslüman Kardeşler
için demokrasi bir araçtı, amaç 2005 seçim bildirgelerinde yazdıkları şu
satırlarda gizliydi; “Bizler, Müslüman
Kardeşlerin Üyeleri, İslam şemsiyesi altındaki bir cumhuriyette, parlamenter ve
anayasal sisteme bağlılığımızı garanti ediyoruz”. Onlar için demokrasi bir
değer değildi. Sadece bir araçtı. Yüzde 26 gibi düşük bir katılımla gerçekleşen
2005 seçimleri ABD’nin devreye girmesiyle önceki seçimlerden daha “şeffaf” geçmiştir.
Mübarek’in Milli Demokratik Partisi 454 üyeli parlamentoya 311 sandalye
sokarken, Müslüman Kardeşlerin 11 farklı grubun oluşturduğu yeter anlamına
gelen “Kifaya” ittifakıyla parlamentoya 88 sandalye soktuğunu biliyoruz. Bu
uzun yıllardır parlamentoda Mübarek’in karşısındaki en büyük gruptu. Bu
sonuçlar, Müslüman Kardeşlerin saygınlığını ve meşruluğunu güçlendirdiğinin kanıtıydı.
2010 yılına gelindiğinde, önce Tunus’ta başlayan ve
hızla bölgeye yayılan Arap Baharı’nda Müslüman Kardeşler önemli rol oynamıştır.
Tahrir Meydanındaki kitlesel hareketin sonucunda, Mübarek’i devrilerek yerine Mısır’ın
tarihindeki ilk sivil cumhurbaşkanı unvanını alan, Müslüman Kardeşler'in adayı,
Hürriyet ve Adalet Partisi'nin lideri Muhammed Mursi seçilmişti. Mısır halkı, uzun
bir süre seçim sonuçlarında hile yapılacağı düşünüyordu. Askeri yönetimin,
diğer aday olan Hüsnü Mübarek'in adamı Ahmet Şefik'i başa getirmeye
çalışacağına dair kuşkular vardı. İşte bu kuşkuların arasında, Mursi'nin
başkanlığının ilan edilmesi halkta büyük coşku yaratmıştı. Sonucun
açıklanmasından hemen sonra halk meydanlara akın etti. Tahrir başta olmak
üzere, İskenderiye ve Kahire meydanlarında yine yüz binlerce Mısırlı toplanmış
ve sevinç çığlıkları atıyordu. Tahrir'de Mursi’nin başkanlığının açıklanmasına
değin bekleyen Mısırlılar, Ahmet Şefik'in seçilmesi halinde kefenlerinin
yanında olduğunu, ölmeye hazır olduklarını söylüyorlardı. Bugün ise, İktidardaki Hürriyet ve Adalet
Partisinin Buhayra'daki binasına "Baltacı" diye tabir edilen suç
gruplarının molotoflarla saldırdığını ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı Başkan
Yardımcısı Hayrat Şatır'ın Kahire'deki evinin polis tarafından basıldığını
haberlerde görüyoruz. . Polisin Müslüman Kardeşler Teşkilatı Başkan Yardımcısı
Hayrat Şatır'ın 15 korumasını gözaltına aldığını, Kahire'nin Mukattam
bölgesinde de Müslüman Kardeşler Teşkilatına ait 3 binanın ateşe verildiğini
hayretler içerisinde izliyoruz. Peki, ama şimdi yine o meydanda toplanlar bu
kez neden Mursi’ye darbe yapmışlardı? Bu sorunun yanıtı ne Müslüman
Kardeşler’de ne de ABD ve dış güçlerdedir. Bu sorunun yanıtı insan özgürlüğünün
hiçbir koşulda kısıtlanmaması için Demokrasi mücadelesinin yeğlenmesi arasında
sıkışan İslam Din’inin katı kurallarında aranmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder