15 Temmuz 2013 Pazartesi

MÜSLÜMAN KARDEŞLER

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
MÜSLÜMAN KARDEŞLER
Arap Baharındaki etkin rolleri ve son günlerdeki Mısır’da yaşanan olaylarla tekrardan dünyanın gündemini meşgul eden, iki kılıç arasına yerleştirilmiş Kuran’dan oluşan örgüt amblemleriyle bilinen “İhvanül-Müslimin” yani Müslüman Kardeşlerin hikâyesi…
1906 senesinde Mısır’ın El-Buheyre şehrine bağlı Mahmudiye kasabasında yaşama gözlerini açan bebeğin 22 yıl sonra kuracağı gençlik örgütünün dünyaca tanınıp, etkin bir siyasal İslam örgütüne dönüşeceği kimin aklına gelirdi. Mahmudiyeli çocuğun babası Ahmed Bin Abdurrahman Bin Muhammed el-Benna el-Saatî, geçimlerini sağlamak için saatçilik yapmaktaydı. Aynı zamanda bir âlim olarak da bilinmekteydi. Baba El-Saati, Mısır’da Muhammed Abduh döneminde El-Ezher’de öğrenciydi. Muhammed Abduh önemli bir kişiydi: Abduh, Mısır’ın en meşhur İslam reformistlerinden biriydi: Sunni-Hanbelî fıkıh mezhebinin kurucusu sayılan Ahmed Bin Hanbel’in “Hz. Muhammed’in hadislerinin bir derlemesi olan “Musned”in yeni bir derlemesini kaleme alan kişiydi. Bu İslam dünyası için oldukça önemli bir eserdi. İşte bu eser, Müslüman Kardeşleri 1928’de kuracak olan Hasan El- Benna ismindeki genci, babası aracılığıyla derinden etkileyecekti.
Hasan El-Benna…
Müslüman Kardeşlerin kurucusu El-Benna, 8 yaşına geldiğinde Mahmudiye’deki Reşâd Medresesinde temel din eğitimini almaya başlar. 12-14 yaşlarında Hadisleri ezbere okuyabilen bu çocuk, Arapça şiir, kompozisyon ve gramer derslerini tamamladığı “El Medresetül-İdadiye”de eğitimini sürdürür. Bu yıllar içerisinde henüz 13 yaşındayken (1919) Mısır’da patlak veren İngiliz aleyhtarı eylemlerden etkilenir. İngiliz aleyhtarı birçok grev ve eyleme daha bu yaşlarda katılır. El-Benna artık İslam’ı sadece manevi ve dinsel olarak almıyor, politik olarak da düşünmeye başlıyordu.  17 yaşına geldiğinde Mahmudiye yakınlarındaki “Demenhur”da okuluna devam ederken iç içe olduğu Sûfi-tarikat çevreleriyle ilişkileri gelişiyordu. El-Benna, İslam’a ve ülkesine karşı sorumluluğunun sadece ibadetle yerine getirilemeyeceğine inanmaya başlamıştır. El-Benna, gençlik döneminde çeşitli öğrenci eylemlerinde yer almıştır. “Cemiyyetü’l-Ahlakı’l-Edebiye” adlı gençlik örgütünün başkanlığını yapmıştır. Bu örgütün en dikkat çekici özelliği; üyelerinin son derece disiplinli yaşam tarzlarıdır. Bu dernekte, İslam yolundan ayrılanlara ciddi cezalar uygulanmaktaydı. El-Benna, bu cezaları Müslümanı eğiten ve entelektüel gelişimi sağlayan gerekli yaptırımlar olarak görmekteydi. 17 yaşında Mısır’ın en köklü ve etkin öğretmen yetiştirme okulu olan Kahire’deki “Dar’ül-Ulûm Öğretmen Okul”una başlayan El-Benna, burada geçirdiği 4 yılın sonunda İslam’ın tasavvuf i mücadeleden politik mücadeleye geçmesi gerektiğine inanır. Mahmudiye’den çıkıp Kahire gibi karmaşık büyük bir şehre gelerek batılılaşmanın etkilerini yakından ve derinlemesine görür. Batılılaşmanın Mısır Müslümanları üzerinde yarattığı toplumsal etkileri ve sosyo-kültürel yozlaşmayı yakından izler. El-Benna, batının “düşünce özgürlüğü” kavramını manevi ve ideolojik yozlaşma olarak görmektedir. İlk kez bu dönemde bir örgüt kurma, dergi çıkarma ve makaleler yazma fikri aklında belirir. El-Benna’ya göre İslam’ın camiden çıkıp kitlelere yayılma zamanı gelmiştir. El-Benna, 1927’de öğretmen okulundan mezun olduktan sonra İsmailiye’ye öğretmen olarak atanır. İsmailiye, Süveyş Kanalı Bölgesinin kontrol merkeziydi. Burada geçen yıllar El-Benna’nın liderliğine ve Müslüman Kardeşlerin doğuşuna sebep olmuştur. İsmailiye’de geçen 6 yıl boyunca El-Benna, yabancıların hâkimiyetini ve etkisini gözlemler. Zira burada İngiliz İşgal kuvvetleri ve Süveyş Kanalı şirketinin Fransız memurları konuşlanmaktaydı. Buradaki yabancılar, Mısırlılardan çok daha iyi işlere ve koşullara sahipti. El-Benna’nın zihninde oluşan batı karşıtlığı fikrinin gelişmesinde burada geçirdiği yıllar çok etkili olmuştur.
İhvanü’l Müslimin Doğuşu…
“İhvanü’l-Müslimin” yani bilinen adıyla Müslüman Kardeşler örgütü, 1928’de Hasan El-Benna tarafından İsmailiye’de bir gençlik teşkilatı olarak kurulur. Ancak örgüt bir yıl sonra resmi statü kazanır. Başlangıçta İslam dinini canlandırmak ve toplumsal reformu amaçlayan teşkilat, zamanla siyasal İslam hareketine dönüşür. Müslüman Kardeşlerin siyasallaşma sürecinde; 1936 tarihinde İngilizlerle Mısır’ın karşılıklı savunma ve ittifak antlaşması yapması sonucunda doğan toplumsal muhalefet ve Filistinli Arapların Siyonist yayılma ile İngiliz manda rejimine karşı başlattıkları silahlı mücadele önemli bir yer tutar. Müslüman Kardeşlerin karizmatik genç lideri Hasan El-Benna, ülke insanının ruh halini iyi analiz etmiş, çok iyi hitabet yeteneği olan bir kişiliğe sahipti. El-Benna, takipçilerinden seçtiği bir grubu ülkenin çeşitli bölgelerinde görevlendirmiştir. Müslüman Kardeşlerin büyük abisi El-Benna, takipçilerini iyi birer propagandist olarak yetiştirmiştir. Takipçilerini sadece dini konularda değil, Mısır’ın milli ve toplumsal meselelerine hâkim, İslam’ın genel sorunlarına da duyarlı inançlı örgütçüler olarak yetiştirmiştir. Batı’dan ithal dans, tiyatro ve içki gibi şeyleri İslam dinine tehdit olarak görmüştür. Fakat kendisinin batı teknolojisine büyük hayranlığı vardı. Kitlelere hitap etmek için batının gelişmiş mikrofonlarını kullanıyor ve bu iş için özel eğitilmiş bir de teknisyen ekip bulunduruyordu.
Örgütün tüm yürütme işleri Kahire’deki ev anlamına gelen “Dar” adlı merkezden gerçekleştiriliyordu. Burası hem Kraliyet Sarayı’na hem de El-Ezher’e çok yakın konumdaydı. Kahire dışında da şubeler kurulmuştu. Bu şubelerin zorunlu olarak uyguladığı programların genel esasları: Cehaletle savaşıp okur-yazarlığı arttırmak için akşam okulları kurulması,  hasta ve yardıma muhtaçlara yönelik sosyal iyileştirme çalışmaları, topluluk üyelerini sağlıklı ve güçlü tutmayı hedefleyen beden eğitimi düzenlemeleri, gizli eğitilen paramiliter bir erkek izci grubu ya da gezici birliğin her daim zinde tutulması bunlardan birkaçıydı. Örgüt bu esaslara bağlı olarak çeşitli okullar açtı. Yoksullar için para topladı. Köylerin ıslahı için çalıştı. İsmailiye’de kurulan örgütün ilk “Kardeşleri” daha çok eğitimsiz insanlardan oluşmaktaydı. Fakat örgüt Kahire’de konuşlanmaya başlayınca buradaki eğitimli insanları da etkilemeyi başardı ve giderek toplumun her kesiminden üyeleri olmaya başladı. Bunlar arasında; Mısır ordusundan subaylar, El-Ezher’den hatırı sayılır öğrenci, memur ve seçkinlerde vardı. Fakat hepsinden önemlisi ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan doğası itibarıyla da dindar-muhafazakâr olan kırsal kesim ahalisi vardı. Hasan El-Benna’nın İsmailiye’de yalnızca 6 kişiyle yaktığı bu ateş 1934’de gelindiğinde dev bir yangına dönüşmüştü. 1934’de Müslüman Kardeşlerin Mısır’da 50 civarında aktif şubesi olduğu biliniyor. Onu izleyen ilk on yılda bu sayı on kat artmış ve şube sayısı 500’e ulaşmıştı. 1946’da büyük abi El-Benna yaklaşık olarak Müslüman kardeşlerin yarım milyon üyeye sahip olduğunu açıklamıştır. 1950’lere gelindiğinde Örgütün 1 milyondan fazla üyesi ve 1500 şubesi olduğu tahmin edilmektedir. İlk kez 1937 tarihinde Mısır dışında da faaliyet göstermeye başlayan örgüt, sırasıyla önce Suriye’de dört şube, Lübnan’da iki şube açmıştır. Daha sonra da Filistin, Ürdün ve Sudan’da açılan şubeler bunu takip etmiştir. Müslüman Kardeşler giderek büyümüş, Arap toprakları dışında da faaliyet göstermeye başlamış, Pakistan, güney Sudan ve Afrika’da da şubelerini oluşturmuştu.


Anayasamız Kur’an, Rehberimiz Peygamber, En Büyük Arzumuz Allah Yolunda Ölüm!
Müslüman Kardeşlerin ana sloganı olan, “Anayasamız Kur’an, Rehberimiz Peygamber, En Büyük Arzumuz Allah Yolunda Ölüm!” aslında örgütün siyasallaştıktan sonra ortaya koyduğu amaçları da özetlemektedir. Slogan’dan da anlaşılacağı üzere Müslüman Kardeşler için, Kuran artık sadece kutsal bir din kitabı değil aynı zamanda da toplum hayatını düzenlemekte kullanılacak bir yazılı hukuk kanunu, yani anayasadır. Peygamber artık sadece tanrının mesajcısı değil aynı zamanda takip edilmesi ve örnek alınması gereken bir siyasi liderdir. Amaç ise Allah yolunda her şeyi göze almak yani cihattır. El-Benna, siyasi partilere karşı çıkmaktaydı; O’na göre, İslam’ın birleştirici özelliği vardı ve Müslümanların refahı, ülkelerinin geleceği için bir bütün olarak hareket edilmeliydi. Müslüman Kardeşlerin o günkü siyasi duruşu, İslam devletini, şeriatı layıkıyla uygulamak ve Müslümanlığı diğer milletlere tanıtmaktı. Müslüman Kardeşlerin büyük abisi Hasan El-Benna, 1936’da dünyadaki diğer Müslüman ülkelerin liderlerine yönelik bir mektup yazar. Mektupta; batı medeniyeti red ediliyor, batıya yönelik suçlamalar yapılıyor ve İslam’ın mükemmelliğinden ve ihtişamından bahsedilerek İslam ülkelerinin yöneticilerine kendisinin belirttiği ilkeler doğrultusunda hareket etmeleri halinde Müslüman Kardeşlerin her zaman destekçileri olacağı açıklanıyordu. El-Benna, adeta 20. yüzyılın ilk yarısında halifeliğe soyunuyordu. Bunun mevcut koşullarda imkânsız olduğunu iyi bilen Hasan El-Benna, Müslüman halklar arasındaki eğitimsel, ekonomik ve toplumsal farkların ortadan kaldırılmasını hedefliyordu. O zaman gerçekten halife olabilirdi. Bu farklılıkların ortadan kalkması için işbirliğinin şart olduğunu düşünüyordu. 1928’deki kuruluşundan itibaren 1936’ya kadar daha çok dini planda etkin, bir sosyal yardım ve dayanışma hareketi olarak gözlemlenen Müslüman Kardeşler 1936 tarihiyle siyasal mücadelesinde ilk ciddi adımını atar.
Siyasi Bir Varlık Olarak Müslüman Kardeşler…
Filistinli Arapların Siyonist yayılmaya ve İngiliz Manda Rejimine karşı ayaklanması Müslüman Kardeşlere siyasallaşma ve Mısır dışında faaliyet fırsatı verdi. Müslüman Kardeşler, 1936 tarihiyle Filistinli Araplara mücadelelerinde tam destek vermiştir. Onlar için bağış kampanyaları düzenlemişlerdir. Bu destekleri sonrasında Arap ülkelerindeki popülaritesi artan Müslüman Kardeşler Mısır dışında da artık söz sahibi olmuştu. Buna rağmen siyasetten uzak duran El-Benna, yönetimin dışında kalarak güçlenmiştir. 1947 tarihine gelindiğinde milliyetçi ve İslamcı 15 kadar grubun oluşturduğu bir birliğin egemen üyesi olan Müslüman Kardeşler, “Mısır’a gecikmeksizin Hürriyet” talep eden bir programı savunuyordu. 1948 senesinde yaşanan Arap-İsrail savaşı, Müslüman Kardeşlere yine Mısır dışında aktif roller vermiştir. Arap-İsrail savaşı sırasında gerilla tarzında savaşı öğrenen Kardeşler artık silahlı mücadelede de deneyim kazanmıştı. Savaş sonrası Mısır’ın sıkıntılar içerisine girmesi ülkedeki laik rejime yönelik muhalefeti hızlandırdı. Darbenin kokusunu erken hisseden dönemin Başbakanı Nukraşi, sıkıyönetim ilan ederek Müslüman Kardeşler’in faaliyetlerini yasaklamıştır. Bu tarihten itibaren örgüt yeraltına iner. Müslüman Kardeşler Başbakan’ın bu hareketini affetmedi; 1948 yılında veteriner öğrencisi olan 23 yaşındaki bir Kardeş Başbakan Nukraşi’ye suikast düzenleyerek cezasını verir. Fakat bu olay sonucunda Örgüt, hükümet yanlısı grubun düzenlediği karşı suikast saldırısı sonucu Müslüman Kardeşler Örgütünün kurucusu büyük abi Hasan El-Benna’yı 12 Şubat 1949’da kaybetmiştir.  İşte bu olay sonrası Müslüman Kardeşler arasında birlik bozulmuş, aralarında fikir ayrılıkları yaşanmıştır. 12 Ocak 1950’de Nukraşi’nin yerine geçen Nahas Paşa Hükümeti tarafından örgüte konan faaliyet yasağı kaldırılır. Bir yıl içinde de örgütün genel merkezi dahil bazı mallarını örgüte iade eden Nahas Paşa’da Müslüman Kardeşlerin ihanetine uğrayacaktı: İngilizlerin desteklediği Kral Faruk’a darbe yapmaya hazırlanan Nasır ve Hür Subaylarla işbirliği yapan Müslüman Kardeşler için Kral Faruk anılarında şöyle demiştir: “İktidarımı devirenler Müslüman Kardeşlerdi, devrim subayları onların elinde bir maşadan ibaretti”. Müslüman Kardeşler bu işbirliğini halka anlatmakta zorlansa da yine bir yolunu bulmuşlardı. Halka; “Kuran ve hadislere dayanarak, kapitalizmden de, sosyalizmden de üstün, modernleştirilmiş bir ‘Hazreti Ömer sosyalizmi’ kurulabilir!” denmiştir. Hür Subaylardan iktidarı ele geçirince bir İslam devleti kuracakları sözünü alan Müslüman Kardeşler, sosyalist eğilimi olan Hür Subaylarla yapılan işbirliğini işte böyle anlatmıştı üyelerine.
Hüsnü Mübarek’e gelene Kadar…
23 Temmuz 1952 General Necip öncülüğünde Hür Subaylar bir darbeyle Kral Faruk’u devirdi ve ardından darbenin gerçek Lideri Nasır rejimin başına getirildi. Yeni düzende danışmanlık, radyo müdürlüğü, anayasa komisyonu üyeliği gibi çeşitli görevler üstlenen Müslüman Kardeşler Nasır’dan verdiği sözleri tutmasını talep etmekteydi. Fakat Nasır’ın İslam devleti kurmak gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı. Nasır’ın kendine has bir sosyalizm düşü vardı.  19 Ekim 1954 tarihli Mısır-İngiltere anlaşmasının imzalanması Müslüman Kardeşler ile Nasır’ın arasındaki iplerin kopmasına sebep olur. Müslüman Kardeşlere göre anlaşma İngiliz menfaatlerini korumakta, hatta Mısır’ın işgaline zemin hazırlamaktaydı. Örgüt bu amaçla ülke çapında hükümet aleyhine gösteriler düzenlemeye başladı. 26 Ekim 1954’te İskenderiye’de halka hitap ettiği sırada Nasır’a başarısız bir suikast girişimi yapıldı. Nasır ve ekibi bundan Müslüman Kardeşleri sorumlu tuttu. Hemen örgütün 10 bine yakın üyesi tutuklandı, önde gelenleri ağır işkencelere tabi tutuldu. Örgütün lideri olan Abdülkadir Udeh’de idam sehpasına gönderildi.
Ülkede otoriter bir rejim kuran Nasır muhalif seslere tahammül edemedi ve 26 Ekim 1954’te, Nasır’a suikast planladıkları gerekçesiyle bir grup Müslüman Kardeşler üyesiyle birlikte tutuklanan Seyyid Kutub, 15 yıl hapse mahkûm oldu. Hapis hayatı Kutub’u radikalleştirdi.  Bir anda cihad çağrısı yapan bir kimliğe büründü. Hapiste geçen on yılın ardından 1965’te Kahire’yi ziyaret eden Irak Devlet Başkanı Abdüsselam Arif’in girişimiyle affedildi. Fakat Seyyid Kutub Nasır’a karşı yürüttüğü savaşı devam ettirdi. Bu nedenle aynı yılın ağustos ayında tekrar hapse atıldı.  Bu sefer “vatana ihanet”ten suçlu bulunarak bir grup Müslüman Kardeşi ile birlikte 29 Ağustos 1966’da idam edildi. Kutub’un ölümünü ‘şahadet’ olarak gören Müslüman Kardeşler, onun fikirlerini yansıtan kitaplarını ve düşüncelerini İslam dünyasına yaymayı görev bilmiştir.
Hasan El-Benna’dan sonra Kutub’un öğretilerini izleyen Müslüman Kardeşler, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda Mısır Ordusu’nun İsrail karşısında ağır bir yenilgi almasının yarattığı boşluktan faydalanarak Nasır’a muhalefeti artırdı. 1970’de bir kalp krizi sonucu ölen Nasır’ın yerine Enver Sedat’ın başa geçmesi, Müslüman Kardeşlerin yeniden güçlenmesine yardımcı olur.
Enver Sedat, Nasır döneminden kalan sol grupları zayıflatmak için Müslüman Kardeşler ile işbirliğine girmişti. Daha sonra 1976’da “Tek Parti” sistemine son verilerek kısmi demokratik bir seçim sistemine geçilmesi, Müslüman Kardeşlerin de buna sıcak bakması sonucunda; Müslüman Kardeşler arasında “Seyyid Kutub” düşüncesine ihanet edildiğini düşünen ve Kutubçular olarak bilinen grupların radikalleşmesine (Et-Tekfir ve’l-Hicre, İslamî Cemaat, İslamî Cihat, Yeni Cihat, Askerî Teknik Okul Örgütü, Ateşten Kurtulanlar, Muhammed Gençliği, Şevkiciler, Nezir Grubu) ve örgütten ayrılmalarına neden olur. Bu gruplardan biri olan İslamî Cihat Örgütü mensupları, Enver Sedat’ı 6 Ekim 1981’de öldürmüştür. Artık Yeni başkan Hüsnü Mübarek olacaktı. Mübarek daha önceki liderlerden farklı olarak 1990’lara değin birçok muhalif gruba siyaset yolunu açtı. Müslüman Kardeşler de iyi niyetli bu girişimleri destekledi ve sistemin dışında kalarak değil, içine girerek muhalefet yolunu seçti.
1984 seçimlerine (yüzde 8 olan seçim barajını aşmak için) seküler Vafd Partisi ile ittifak yaparak girdi ve oyların yüzde 15’ini, 448 sandalyenin 58’ini kazandı. 1987 seçimlerine İşçi Partisi ve Liberal Parti ile ittifak halinde girdi. İttifakın kazandığı 60 sandalyeden 35’i Müslüman Kardeşler’e aitti. Bu seçimler sonrasında Hüsnü Mübarek, Müslüman Kardeşlere dikkat edilmesi gerektiğini yeniden anladı. Mübarek’in ilk icraatı seçim kanununu değiştirmek oldu. Bundan böyle sadece kanunlara göre kurulmuş siyasal partiler seçime katılabilecekti. Yani bu şu anlama geliyordu; Müslüman Kardeşler tek başlarına seçimlere giremezdi.
Mübarek’den Mursi’ye…
Mübarek’in 1991 Körfez Savaşı sırasında ABD ile ittifak kurması radikal İslamcılarla hükümetin arasını açmıştır. Müslüman Kardeşler belki bu olayları desteklememişti fakat kınamamıştı da. Bunun üzerine hükümet Müslüman Kardeşlere üye yüz kadar kişiyi tutukladı. Buna karşılık olarak 1995 yılının haziran ayında Mübarek’e yönelik başarısız bir suikast girişimi oldu. Mübarek hükümeti bu olaya kayıtsız kalmadı. Müslüman Kardeşler o yılki seçimlerde sadece bir üyelerini parlamentoya sokabildi. Onu da Mübarek’in hükümeti bir yıl sonra “illegal örgüt üyeliği” suçlamasıyla sınır dışı etti. 1996’da ilk kez bir iç çatışma yaşayan Müslüman Kardeşler sarsılmıştı. Genç Kardeşler, eski kuşakların otoriter yöntemlerine isyan ederek Müslüman Kardeşler’den ayrılarak “Hizb’ul-Wasat” (Merkez Parti) adıyla bir parti kurdular. Mübarek’in 1999’daki şaibeli başkanlık seçimi sonucunda yüzde 94 oy alarak başkanlığa seçilmesi ve 2000 parlamento seçimlerine Müslüman Kardeşlerin katılmasını engelleme girişimleri sonucunda, 500’ü aşkın Müslüman Kardeşler üyesi tutuklandı, seçimlere katılacak adaylara büyük zorluklar çıkarıldı. Her şeye rağmen, Müslüman Kardeşler 454 üyeli mecliste 17 sandalye elde etti. 1995 Seçimlerine “Çözüm İslam” sloganıyla giren Müslüman Kardeşler, 2000’deki seçimlere “Demokratik Değişim” sloganıyla katılmıştı. Acaba Müslüman Kardeşler değişen dünyaya ayak uydurmaya mı çalışıyordu? Yoksa amaçlarına ulaşmak için demokrasinin en uygun ortam olduğunu mu fark etmişlerdi? Müslüman Kardeşler için demokrasi bir araçtı, amaç 2005 seçim bildirgelerinde yazdıkları şu satırlarda gizliydi; “Bizler, Müslüman Kardeşlerin Üyeleri, İslam şemsiyesi altındaki bir cumhuriyette, parlamenter ve anayasal sisteme bağlılığımızı garanti ediyoruz”. Onlar için demokrasi bir değer değildi. Sadece bir araçtı. Yüzde 26 gibi düşük bir katılımla gerçekleşen 2005 seçimleri ABD’nin devreye girmesiyle önceki seçimlerden daha “şeffaf” geçmiştir. Mübarek’in Milli Demokratik Partisi 454 üyeli parlamentoya 311 sandalye sokarken, Müslüman Kardeşlerin 11 farklı grubun oluşturduğu yeter anlamına gelen “Kifaya” ittifakıyla parlamentoya 88 sandalye soktuğunu biliyoruz. Bu uzun yıllardır parlamentoda Mübarek’in karşısındaki en büyük gruptu. Bu sonuçlar, Müslüman Kardeşlerin saygınlığını ve meşruluğunu güçlendirdiğinin kanıtıydı.

2010 yılına gelindiğinde, önce Tunus’ta başlayan ve hızla bölgeye yayılan Arap Baharı’nda Müslüman Kardeşler önemli rol oynamıştır. Tahrir Meydanındaki kitlesel hareketin sonucunda, Mübarek’i devrilerek yerine Mısır’ın tarihindeki ilk sivil cumhurbaşkanı unvanını alan, Müslüman Kardeşler'in adayı, Hürriyet ve Adalet Partisi'nin lideri Muhammed Mursi seçilmişti. Mısır halkı, uzun bir süre seçim sonuçlarında hile yapılacağı düşünüyordu. Askeri yönetimin, diğer aday olan Hüsnü Mübarek'in adamı Ahmet Şefik'i başa getirmeye çalışacağına dair kuşkular vardı. İşte bu kuşkuların arasında, Mursi'nin başkanlığının ilan edilmesi halkta büyük coşku yaratmıştı. Sonucun açıklanmasından hemen sonra halk meydanlara akın etti. Tahrir başta olmak üzere, İskenderiye ve Kahire meydanlarında yine yüz binlerce Mısırlı toplanmış ve sevinç çığlıkları atıyordu. Tahrir'de Mursi’nin başkanlığının açıklanmasına değin bekleyen Mısırlılar, Ahmet Şefik'in seçilmesi halinde kefenlerinin yanında olduğunu, ölmeye hazır olduklarını söylüyorlardı.  Bugün ise, İktidardaki Hürriyet ve Adalet Partisinin Buhayra'daki binasına "Baltacı" diye tabir edilen suç gruplarının molotoflarla saldırdığını ve Müslüman Kardeşler Teşkilatı Başkan Yardımcısı Hayrat Şatır'ın Kahire'deki evinin polis tarafından basıldığını haberlerde görüyoruz. . Polisin Müslüman Kardeşler Teşkilatı Başkan Yardımcısı Hayrat Şatır'ın 15 korumasını gözaltına aldığını, Kahire'nin Mukattam bölgesinde de Müslüman Kardeşler Teşkilatına ait 3 binanın ateşe verildiğini hayretler içerisinde izliyoruz. Peki, ama şimdi yine o meydanda toplanlar bu kez neden Mursi’ye darbe yapmışlardı? Bu sorunun yanıtı ne Müslüman Kardeşler’de ne de ABD ve dış güçlerdedir. Bu sorunun yanıtı insan özgürlüğünün hiçbir koşulda kısıtlanmaması için Demokrasi mücadelesinin yeğlenmesi arasında sıkışan İslam Din’inin katı kurallarında aranmalıdır.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder