20 Mart 2016 Pazar

HALKIN LİDERİNİN MİRASI...

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
HALKIN LİDERİNİN MİRASI...
4 Haziran 1878 antlaşmasıyla Kıbrıs, Osmanlılar tarafından İngilizlere kiralanmıştır. Bu antlaşma 1914’de kadar devam etmiş ve bu süre zarfında Kıbrıs, İngiliz Yüksek komiserleri tarafından yönetilmiştir. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı sırasında İttifak devletlerinin yanında yer almasıyla İngilizler Kıbrıs’ı ilhak ettiklerini açıklarlar. 1923 senesinde imzalanan Lozan Antlaşması ile de bu ilhak Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınır. Bu tarihten itibaren İngilizler adanın idaresi için artık Yüksek Komiser yerine Ada’ya Vali atamaya başlarlar.  İngilizler adaya gelir gelmez siyasetlerine  (Böl ve Yönet) hizmet edecek bir de meclis kurarlar. İngilizler adaya geldikten kısa süre sonra 1882’de yeni bir Anayasa yürürlüğe koymuştu. Bu yeni anayasasya göre; Kavanin Meclisi yasama görevi yapacaktı. Meclisin yapısı ise İngiliz çıkarlarına göre belli bir denge içermekteydi: 9 Hıristiyan, 3 Müslüman ve 6 resmi üyeden oluşacak olan meclise aday olan vekillerden hıristiyan üyeyi hıristiyanlar, müslüman üyeyi müslümanlar seçecekti. Mecliste yapılan oylamalarda oyların eşit çıkması durumunda, Yüksek Komiser’in oyu ayırıcı oy olacaktı. Kavanin Meclisi seçimleri için İngilizler Ada’yı Lefkoşa-Girne, Mağusa- Larnaka ve Limasol-Baf olmak üzere üç seçim bölgesine ayırmışlardı. Her seçim bölgesinde 1’i müslüman, 3’ü hıristiyanlarca seçilmek üzere 4 üye görev yapacaktı. Kavanin Meclisi adıyla kurdukları meclise seçilecek milletvekilleri halkın haklarının savunulması açısından hayati önem taşımaktaydı.
İngiliz Sömürge Yönetimi Kıbrıs Halklarını iyi etüt etmişti. İlk olarak halkların bağımsızlıklarına ulaşmamalarında en etkili yolun mevcut statükonun korunması yani dini esaslı cemaat anlayışının pekişmesini sağlayacak yapıların güçlendirilmesinden geçtiğini tespit etmişlerdi.Türk ve Elen halklarının birlikte mücadelesini engellemek için Kavanin Meclisi’nde bulunan 9 Rum üyeye karşın 6 resmi üye (İngiliz) ile 3 Türk üyenin birlikte hareket etmesini neredeyse zorunlu hale getirmişti.
Böl ve Yönet politikalarının bir gereği olarak da Osmanlı’dan kalan Evkaf İdaresinin başına hükümetle işbirliği yapacak ılımlı (İşbirlikçi) şahsiyetler özenle getirilmiştir. İngilizler bu dönemde Kıbrıs Türk Halkını müslümanlık kimliğine sıkıştırarak ulusal bilinçle hareket etmesini engellemiştir. 1925’e gelindiğinde İngiliz Hükümeti Kıbrıs Türk Halkına adeta ikinci sınıf muamele yapmaktaydı. Kıbrıs Türk Halkının içinden ekselanslarının sömürge yönetimine tam bağımlı kuklalar seçmişler, halkın ağır vergiler altında zor günler yaşamasına, esnafın tefecilerin eline düşmesine sebebiyet veren işbirlikçi seçkin bir zümre yaratılmasına zemin hazırlamışlardı. Kıbrıs Türk Halkı ise çaresizlik içerisinde hükümetle iyi ilişkileri olan bu bencil zümrenin şahsi çıkarlarını ve ekselanslarının politikalarını ön planda tuttuğu yıllarda artık gelecekten umudunu kesmiş, bitap durumdaydı.  
Bu düzenin değişmesinin gerektiğini düşünen genç bir adam kalbindeki sesi dinleyerek büyük bir cesaret gösterir. Necati Özkan 1930’da Kavanin Meclisi seçimlerine yanına aldığı ezilen halkın sesine kulak veren arkadaşlarıyla birlikte İngiliz Sömürge Yönetimi’nin desteklediği “Evkafçı” adaylara karşı “Halkçılar” olarak aday olurlar. İşte halkın üzerindeki umutsuzluk perdesi ilk kez o zaman kalkar. Necati Özkan ve arkadaşları, halkın yıllardır çektiği sıkıntıları ve işbirlikçi evkafçıların halka ihanetlerini en iyi görenlerdi. Bu duruma son vermek ve Kıbrıs Türk halkının menfaatlerini korumak için aday olmuşlardı. O güne kadar bütün Kavanin Meclisi seçimlerini İngilizlerin desteklediği ve hükümet imkanlarını sınırsız kullanan evkafçı grup kazanmaktaydı. Bu düzeni yıkmak için Necati Özkan’ın birinci seçim bölgesi olarak belirlenen ve Evkaf Murahhası Sir Münir’in de aday olduğu Lefkoşa-Girne kazasından aday olması gerekiyordu. Necati Özkan 1925’de daha Lefkoşa Belediye azalığı görevini yürütürken mevcut durumu değiştirmenin tek çaresinin; yani halkının onurunu iade edecek, halkın cesaretini yerine getirecek ilk adımın bu birinci seçim bölgesinde ekselanslarının desteklediği Evkafçıların Lideri konumundaki Münir Bey’in karşısına çıkarak olabileceğini görmüştü. İngilizlerin desteklediği bu grup tüm hükümet imkanlarını kullanmakta, rüşvet almakta, halkına ihanet ederek kamu işlerinin yolsuzluklarla yürütülmesini çanak tutuyorlardı. İngiliz çıkarlarına asla ters düşmemeye özen gösteren bu vekiller Kavanin Meclisi’nde de halkın zararına olacak birçok işe imza atmaktaydılar. O günlerde yayınlanan Söz Gazetesinin baş muhabiri Muallim Mehmet Remzi Bey’in devamlı suretle evkafçıların halka ihanetini yansıtan köşe yazıları içler acısı durumu ortaya koymaktaydı. Necati Özkan ise neden aday olduğunu her fırsatta halkına anlatıyor ve halkın düşmanı olan bu işbirlikçilere karşı cesurca konuşmalar yapıyordu. Yine Söz Gazetesi’nin yazarlarından Avukat Ahmet Raşit Bey’in bir köşe yazısında Kavanin Meclisi’nde milletvekilliği yapan bu halk düşmanlarına karşı yönettiği sorular oldukça dikkat çekicidir: “... 1- Bir kimse Kavanin azası iken, bu sıfata haiz olduğu salâhiyeti suistimal ederek birisinden rüşvet alırsa, böyle bir adam milletvekili olabilir mi? 2- Rüşvet maddesinden dolayı cinayet mahkemesi huzurunda cürümünü kabul ederek tecil-i ceza ile kefalete rabdedilen bir Kavanin azası tekrar intihab (seçilme hakkı) olunmak için milletçe ehliyete malik midir? 3- 1925 senesinde Evkaf’ın siyasete karışması aleyhinde olan ve evkaf partisi aleyhinde olarak Kavanin azalığına çıkan bir kimse, intihabı kazandıktan sonra aleyhinde bulunduğu evkafçılığa iltihak eder ve onun bütün memleketin başında yolunması için adeta bir fedai gibi çalışırsa halkın kendisini intihab ettiği esasa hinayet etmiş ve bu seretle halkı aldatmış olmuyor mu? Ve artık böyle bir kimse şayan-ı itimat mıdır? 4- Lise komisyonu aza-i tabiyesi sıfatıyla mektebin tedrisat (öğretim), inzibat (asayiş) ve sairesini yakından teftiş etmek vazifesi iken, mümeyiz-i mahsus ünvanına takılarak bu mektebin imtihanlarında bulunduğu günler zarfında ağır yevmiyeler alan ve fakir halkın hazinesine bar olan bir adam halkın zararına olarak kendi menfaat-ı şahsiyesi için çalışmış olmuyor mu? 5- Bir lise idaresinde milletin adem-i iktidarından bahsederek milli mevcudiyetimizin temelini sarsan ve liseyi “koleje” tahvil için baş vurmadık vasait bırakmayan bir milletvekili, vazifesini hüsn-ü ifa etmiş olur mu? 6-Şeref ve haysiyetini, hukuk ve menfaatini müdefaaya mecbur olduğu milleti, Kavanin salonunda en ağır hakaret olan cehaletle itham ve teşhir eden bir kimsenin, millet namına öyle bir mecliste bulunmasına cevap var mıdır? 7- Mektebin başına bir İngiliz müdür getirmek için kıyamet koparan ve ondan sonra da iki sene zarfında hemen hemen semtine hiç uğramayan bir Kavanin azası fikirlerinde samimi olarak kabul edilebilir mi? ...” 1
Evkafçılar olarak bilinen ve ekselanslarının sözünden çıkmayarak halkın sıkıntılarını görmezden gelen Kavanin vekillerinin liderliğini üstlenen Sir Münir’ün karşısında artık halkının tam güvenini kazanan samimi bir lider vardı. Halkın Liderinin gittiği her köy, kasaba ziyaretinde mersin dalları yollara seriliyor, halktan ise “Geç öne doğru yol göster Necati, bağrımız yanıktır, su ver Necati” sloganları yükseliyordu. Artık mücadele bir halk hareketine dönüşmüştü. Halkın Liderinin yarattığı ruhla artık etrafa mersin kokuları yayılıyor, halkın arasında da onur, adalet ve dürüst insanların sıcaklığı “biz” bilincini yeniden bina ediyordu.
2 Ekim 1930 Perşembe günü akşam saat 20.00’de Necati Özkan liderliğindeki Halkçı grubun konuşmalarını dinlemek için Lefkoşa’ya gelen yaklaşık 3000 civarı insan heyecanla beklemekteydi. Ekselanslarının uşakları ve evkafçıların destekçileri para karşılığı bir grup sarhoşu halkı rencide ve tahrik etsinler diye bu miting alanına yollamışlardı. Bu sarhoşların sağa sola sataşarak Necati Özkan’ın konuşmasını engellemek için geldiği açıktı. Bu çok çirkin durum karşısında orada bulunan binlerce halk patlamaya hazır bir volkan gibi öfkeyle dolmuştu. Halkın Liderinin tek bir cümlesi bu kendini bilmez 5-10 kişilik grubun linç edilmesini sağlayabilirdi. Fakat Necati Özkan bunun bilinçli bir provakasyon olduğunu bildiğinden, halkının yek vücut bir mücadele için cepheleşmesine hizmet eden bir reaksiyona izin vermeyerek, onların bağırma ve çağırması arasında konuşmasına devam etmiştir. Necati Özkan, halkın çıkarları yerine hükümet ve şahsi çıkar peşinde koşanların başında Sir Münir Bey’in geldiğini ve bunun halkına ihanetten başka birşey olmadığı mealinde konuştuktan sonra halkın kudretinin herşeyin üzerinde olduğunu vurgulamıştır.  O günün unutulmaz olaylarından biri de Halkın Liderinin konuşmasının ardına heyecanlanan Avukat Fadıl Niyazi Korkut’un toplantının huzurunu kaçırmak için gelen sarhoş gruba hiddetlenerek otele çıkıp tüm kuvvetiyle: “Halkın Sesi, halkın sesidir ve bir avuç sarhoşun gürültüsü ile bu ses susturulamaz.” demiştir.  Ardından kürsüden söz alarak Halkın Liderinin yanında olmanın halkın yanında olmak anlamına geldiğini söyleyerek konuşmasına başlayan Söz Gazetesi Baş Muhabiri Muallim Mehmet Remzi halka şöyle seslenmişti: ... Kımıldayış, çok mühim ve kıymetlidir efendiler. Lefkoşa ve Girne kazalarını baştanbaşa gezdik. Halk ile yakından temasa geldik. Dertlerimiz birdir. Menfaatlerimiz müşterektir. Halkın bizi istikbal etmesi, halkın bize yanaşması ve halkın bakışı aşikâr gösteriyor ki meselemiz, kurtuluş davamız halk tarafından anlaşılmış ve benimsenmiştir. Onun için diyoruz ki bu, halkın kımıldanışıdır. Halkın hareketi en cebbar kuvvetleri bile devirir. Halkın pazusunu bükecek bir kuvvet yoktur. Bu hareketi durdurmak ve halkın hak isteyen sesini boğmak isteyenler ve buna çalışanlar vardır; fakat bunlar halka yanaşmaktan korkuyor, saklanıyorlar ve kendi namlarına işte size bu keyifli ve şataretli çocukları gönderiyorlar. Eğer Münir Bey’in halka hürmeti olsaydı şüphe etmeyiz ki bu sarhoşları buraya göndermez ve sizi mütemadiyen rahatsız etmeye tenezzül etmezdi. Sevininiz, eğleniniz çocuklar, çünkü sevincinizin son saatlerini yaşıyorsunuz. Şimdi halk ağlıyor siz neşeleniyorsunuz. Yarın halk gülecek ve siz susmağa mecbur olacaksınız.2
Kıbrıslı Türk Halkının siyasal tarihinde gurur yıllarıdır O’nun 1930 Kavanin Meclisi seçimlerindeki cesur duruşu. Necati Özkan , sömürge yönetiminin işbirlikçilerine karşı çıkmıştı. Halkını ezen, şahsi menfaatten, rüşvetten başka hiçbir düşüncesi olmayanlara karşı bu mücadelede cesurca öne atılarak halkını umutsuzluktan kurtarmıştı. Halkın ayaklar altına alınan onurunu korumak için çıktığı yolda halkını karanlıktan aydınlığa doğru götürmüştü.  Direnişin sembolü mersin dalıydı. Halkın bağrı yanıktı,  sömürgeden yana olanlar ise çok rahattı. Fakat kısa sürede ortaya çıkan bu temiz ve cesur yürekler işbirlikçi halk düşmanlarının nihayet huzurunu bozmuştu. Halkın Lideri konumuna gelen Necati Özkan’ın her söyleminde evkafçıların mevcut kokuşmuş tarafgil siyasetleri adeta boğuluyordu.  Mersin Dallı Halkın Liderine, Ada’nın her yerinde halkı sahip çıkıyordu. Lefke’de Yıldız Kıraathanesini açmaya hazırlanan meşhur kahveci Haşim Ağa, Necati Bey’i her yerde kötüleyerek destek arayan Evkafçı grubun Lefke’yi ziyaret edeceğini duyunca gelecek olan sömürge yanlısı ekibe hemen halkın diliyle muazzam bir karşılama hazırlar. O gün Haşim Ağa baştan aşağı mersin dalıyla süslediği eşeğe ters binerek arkasına aldığı kalabalık kitleyle Lefke çarşısına girmeye çalışan Sir Münir taraftarlarına “Necati ve yalnız Necati” naralarıyla Halkın kudretini bir kez daha göstermiş olur.
Sandık günü gelip çatmıştı. 15 Ekim günü sandıkların kurulduğu mahaller adeta halk tarafından zapt edilmişti. Necati Özkan’ın halkına verdiği güven ve umutla o gün Kıbrıs’ın dört bir yanı mersin dallarıyla süslenmiş bir festival alanına dönüştürülmüştü. Bu halkın yeni bir başlangıç yapması anlamına geliyordu. Artık söz sırası halkındı. Sandıklar sayılmaya ve alınan oyların duyurulmaya başlanmasıyla Necati Özkan’ın halkın sevgilisi ve tek lideri olduğu tescillenmiş oluyordu. Adına halk tarafından sloganlar ve şiirler yazılan ilk ve tek lider olan Necati Özkan’ın en önemli sırrı, meşruiyetini halkından almasıydı. 1930 Kavanin Seçimleri sırasında halkını “biz” bilinciyle birleştirmeyi başarması bu topraklarda nasıl var olacağımızın ipuçlarını bizlere göstermektedir. Siyaset yapacak olanların da halkın sıkıntılarına sırt çevirince, halkın her şart ve baskı altında isyan bayrağını açacağını göstermesi açısından önemli bir tarihsel olay olarak da belleklerimize kazınmıştır.
Kavanin Meclisi seçimlerinden ilk kez halk zaferle çıkmıştı. Necati Özkan artık halkın sesi, gözü ve kulağıydı... 1930 Kavanin Seçimleri, Kıbrıs siyasi tarihinde Halkın Liderini belirlediği dönem olarak tarih sayfalarında yerini alırken, Halkın Liderinin bizlere işaret ettiği noktada halkın kudretinin nelere kadir olacağının izlerini görmekteyiz. O gün Necati Özkan önderliğinde Halkçıların ortaya koyduğu mücadele ruhu halen bu topraklarda halk düşmanlarına karşı bir hayalet olarak kol gezmektedir. Halkın Liderinin bizlere bıraktığı en büyük miras ise, hak, adalet uğruna bu topraklarda hayat bulan temiz ve dürüst insanların yüreklerinde “biz” olma bilincini yaratan o muazzam cesaret tohumlarıdır...

Dipnotlar
1 Girne Milli Arşivi, Söz Gazetesi, 9 Ekim 1930, Sayı:458, Sayfa:1
2  Girne Milli Arşivi, Söz Gazetesi, 9 Ekim 1930, Sayı:458, sayfa:2-3





6 Mart 2016 Pazar

KADIN'IN GÜNLÜĞÜ..




Naim PINAR


KADIN’IN GÜNLÜĞÜ…

Zil çalalı 5 dakika anca olmuştu. Sınıfın kapısında, her zamanki yerinde abim bekliyordu. O gün okula yeni gelen çocuğa kokulu silgimi nereden aldığımı anlatıyordum. Abim her zamanki gibi tüm inceliğiyle; Kadriye yürü eve geç kalıyoruz, narasıyla seslendi. Neymiş, babam onu beni kötülüklerden korusun diye görevlendirmiş. Eve gidene kadar nasıl yürüyeceğimden nasıl konuşacağımdan bahsedip durdu. Eve gelince ilk iş babama kızın her yeni erkekle hemen muhabbeti kuruyor, diye şikayet etti. Babam, bak kızım ailemizin namusu çok önemli, biz namusumuz için yaşarız, bir daha erkeklerle ders dışında konuşma bu doğru değil dedi. Ben daha silgi… diyemeden, hadi yürü bir daha duymayacağım böyle şeyler dedi. Annem her zamanki gibi mutfakta yemek yapmakta, babam ise koltukta uzanmaktaydı. Öğle yemeği hazır mı Aylin diye sordu babam. Annem;Aylin’in iki eli ve bir canı var dedi. Babam, bu kadında çok oldu diye söylenmeye başladı. Annem, yemekler masada, artık siz yersiniz ben işe gecikemem toplantı var, hazırlamam gereken dosyaları yetiştirmem lazım dedi ve çıktı. Babam tüm yemek boyunca annesinin babasına ne kadar saygılı olduğunu ve hatta dedemin bir keresinde evde arkadaşlarıyla konuşurken Derya nenemin istemeden konuşmaya katılıp birkaç laf söylediğinde misafirler gidince nenemi değnekle dövdüğünü hatırladığını söyledi. Babam o zaman tam benimle aynı yaştaymış ve orta birinci sınıfa gidiyormuş. O zaman çok korkmuş ama şimdi daha iyi anlıyormuş babasının oteritesinin önemini. Çok yorgun hissettiğim için babama uykumun geldiğini söyledim, odama çıktım. Aslında çok yorgun değildim.  Odama gidip yalnız kalmak ve ağlamak istiyordum. Bir haftadır vücudumun içine hortumla su doldurulmuş gibi her tarafımı şiş hissediyordum. İçime bir evham ve korku doluyordu. Karnımın alt kısmında ağlamaktan mı bilemediğim kasılmalar oluyordu. Annemin eve gelmesine daha en az üç saat vardı. Üstelik bugün cuma olduğu için Derya neneme gidip bir ihtiyacı var mı diye sorup, biraz oturduktan sonra yanımda olabilecekti. Annemi düşünüp dururken uykuya dalmışım…
 
Büyük karanlık bir odada etrafımda bir hayli kalabalık insan topluluğuyla baş başa kalmıştım. İnsanların yüzünü göremiyor fakat sırayla üzerime doğru geldiklerini tüm bedenimde hissediyordum. Biri kadınlara şiddete hayır diye bağırarak mor gözünü gösteriyor diğeri yasalarda hiçbir hakkımız yok, kim yaptı bu yasaları diye isyan ediyor, öteki iş yerinde bazı erkekler tarafından uğradığı iğrenç tacizlerden bahsediyordu. Bir başkası ayağındaki prangalarla nasıl eşit olabilirim, nasıl yarışabilirim, nasıl yaşayabilirim diye başlayan bir şiir okuyor, bu arada odadaki hiç susmayan kalın ve korkunç ses gittikçe şiddetini artırarak sus kadın diye uğultu yaratarak uğursuz ve fütursuzca dolaşmaya devam ediyordu. Ben ise gittikçe küçülerek korkuya yenik düşüyor ve sesimi duyuramaz duruma geliyordum. Çok acı ve ızdırap dolu saatler yaşıyordum. Odanın kapısını göremiyor olmama rağmen birilerinin durmadan kapıyı çaldığını duyuyordum. O an kapıyı çalanın kim olduğunun hiçbir önemi yoktu. Bir an önce bu korkunç hapishaneden kurtulmak için kapıyı bulup açmayı düşünüyordum. Fakat bir türlü kapının yönünü bulamıyor ve daha da kalabalık bir bağrışmanın içinde acı dolu hikayeleriyle insanlar etrafımda dolaşmaya devam ediyordu.. Sonra aniden Irmak ! Irmak ! diye bir ses ve denizde boğuluyor hissi ile kendimi ofis sandalyesinin üzerinde buluverdim. Aylin hanım; Irmak neyin var kuzum dün gece uyumadın galiba dedi. O lanet iş yerinde yorgunluktan uyumuştum. Aylin hanım çok iyi bir iş arkadaşı ve gerçek bir dosttu. Aylin hanıma işten sonra birer kahve içip biraz dertleşmeye çok ihtiyacım var dedim. Aylin hanım; tabi kuzum 5-10 dakika toparlanayım beraber çıkarız diye yanıtladı. Zaten mesai biteli yarım saat oldu. Şanslıymışsın uzun süre kapıyı çaldım ama açan olmayınca araba anahtarım burada kaldığından aşağıdan yedekle gelip kapıyı açtım yoksa burada kalacaktın. Anlamadığım bir duygu boşalması yaşayarak hıçkıra hıçkıra ağlayarak kadıncağaza sarıldım. Aylin hanım bu halim karşısında hadi bir an önce buradan kaçalım kurtulalım diyebildi.

İş çıkışı devamlı gittiğimiz çok sakin bir mekan olan Themis Cafe’ye oturduk. Burası bana hep huzur vermiştir. Aylin hanım söze başlamasa derdimi anlatmak zor olurdu herhalde. Aylin hanım; Irmak sen daha 30 yaşına yeni girdin, güzel ve akıllı bir kadınsın neden bu kadar üzgünsün. Ben senin hem arkadaşın hem de ablan sayılırım, üstelik kadınlığının en güzel döneminde ne bu bitkinlik? Aylin abla diye başladım konuşmaya, sırayla anlattım. Önce annemin maruz kaldığı şiddet yıllarını hiç unutamadığımı anlattım. Aylin abla dikkatle dinleyip gözlerime bakarak sen Kadriye’yi görmüşmüydün diye sordu. Ben ne demek istediğini anlamadım ama sonra derin bir off çekip sen devam et Irmak, anlat kuzum dedi. Lise ve üniversite yıllarımda yaşadığım korkunç baskıyı ve tacizleri anlattım. Üniversitede annemin tarlada çalışarak tek başına beni ve üç kardeşimi nasıl okuttuğunu, nasıl bir emek ortaya koyduğunu övünerek anlattım. Aylin abla; işte biz buyuz Irmak, kadın olmak budur. Asla boyun eğmemek, asla hakkını cehalete teslim etmemek, yobaza, sapığa ve tüm ataerkil yapılara karşı mücadelemizi sürdürmek. Sen annen gibi mücadeleci bir ruh taşıyorsun. Asla mücadelenden vaz geçmemelisin.

Sanırım beni üzen esas olayı anlatabilmek için annemden güç almak istemiştim. Anneciğimden aldığım güçle Aylin ablama artık esas üzüntümü ve beni bitiren derdimi anlatmaya hazırdım. Her gece rüyamda 159 yaşında ateşler içerisinde yanan bir kadın görüyorum. İsmini veya kim olduğunu halen bilmiyorum. Fakat uzun süredir aynı kabusla uyanıyorum. Önceleri her gece ona karanfil veriyordum. Sebebini veya bunun ne faydası olacağını bilmediğim halde her gece elimde karanfil onu kucaklamak acısını dindirmek istiyordum. O ise buna çok kızıyor, bana birşeyler anlatmaya çalışıyordu. Son günlerde kendimi yakmayı bile düşünmeye başladım. Uykuya daldığım her gece aynı kabusla uyanmaktan yoruldum. Sevgilim dediğim hayatımı paylaşacağım diye düşündüğüm adam sadece cinsel olarak beni istiyor. Beni sadece cinsel obje olarak görüyor. Kabusumu anlattığım zaman ona sadece korku veriyormuşum. Bu nedenle beni terk etti. Ama buna üzülmüyorum. Halen ateşler içerisindeki yaşlı kadının bir gece rahmetli annem kılığında, bir gece tecavüze uğramış bir kadın, bir gece tacize uğrayan genç bir kadın, bir başka gece ise günde 12-14 saat çalışan perişan bir kadın kılığında yanmaya devam etmesine üzülüyorum. Ve hiçbirşey yapamıyorum. Bak Irmak; sen Kadriye’yi görmemiştin. Sana onun hikayesini anlatayım. Kadriye 12 yaşında ilk regl dönemini yaşıyordu. O küçük bedeniyle kimsesiz ve tek başına bir fuhuş çetesinin eline düşmüştü. Para karşılığı bedenini bir et parçası gibi satmışlardı. Ben Hindistan’a eşimle balayına gittiğimde o sokak köşesinde kara kuru çıplak ve pislik içerisinde bir yaban hayvanı gibi itilip kakılıyordu. Yanına gittiğimizde onu Hintli bir çocuk sanmıştık. Sonra bacaklarından akan kanı gördüm. O ise korku içerisinde bize kocaman gözleriyle bakıyor ve anne diyordu. Önce ne olduğunu anlamadık. Daha sonra türkçe konuştuğunu fark ettik. Ona ilk sorum annen nerede oldu. Bana benim annem bir kadın dedi. O an tüm tüylerim diken diken oldu. Eşim ve ben ağlayarak çocuğa sarıldık. Onu oradan kurtarmak için her yolu denedik. İlk önce bunu başaramadık. Fakat daha sonra oradaki kadınlar bize engel olmaya çalışan o iğrenç adamlara kadın dayanışmasını gösterdi. Oradaki hemen hemen tüm kadınlar toplandık ve Kadriye’yi kurtarıp buraya getirdik. Kadriye şu anda kadın sığınma evinin en genç çalışanlarından ve üniversiteye gidiyor.

Ben o zaman Hindistan’da kızıma hamile kaldım. O nedenle o cesur çocuğun bana söylediği benim annem bir kadın sözünü asla unutamam. Bazen rüyalarımız tarihsel mücadelemizin izlerini taşır. Kadriye 12 yaşındaydı ama ruhundaki kadın ateşi alev alevdi. O nedenle kızımın adını Kadriye koyduk. Bu olayı eşimin annesine Derya anneme anlattığımda çocuğunuzun ismi belli oldu demişti. İnşallah ruhu da adı da Kadriye ablası gibi olur dediydi. Eşim çok şakacı bir kişiliğe sahip gerçek bir insandır. Hiçbir ataerkil takıntısı veya bağnaz karakteristik sıkıntısı olmadı. Aksine bununla dalga geçen ve devamlı evde tiyatral konuşmalar yapan biridir. Bugün evden ögle arasından ayrılıken yoğunluktan kalbini kırdım. Şimdi evde oturmuş ben neden kendisini ciddiye alıp öyle cevap verdim diye kendi kendini yiyordur. Kadriye’nin ise sanırım bir sıkıntısı vardı. İstersen gel birlikte bizden geçelim ve sana iki Kadriye’yi de tanıştırayım. Heyecanla ve garip bir mutlulukla peki dedim. Kadriye’lerin ikisini de görebilecek miyim diye sordum. Tabi ki ! Bugün cuma ve akşam yemeğinde Kadriye’ler birlikte olurlar. Bundan sonra cumaları sen de bizimle olabilirsin istersen. Kapıyı iki kez çaldık…

Kapıyı açan beyaz ünüforasıyla isimliğinde Dr. Nil yazan bir kadındı. Merhaba kızlar dedi. Olaylara hiçbir anlam veremiyordum. Dr. ünüformalı kadının elinde benim günlüğüm vardı. O an halen iş yerinde uyuduğumu sandım fakat içeride ateşler içerisindeki yaşlı kadının oturduğunu görünce evde yatağımda ve aynı kabusun başka bir versiyonunu gördüğümü düşünmeye başladım. Dr. Nil ise gelin oturun, bu kadar dolaşma yeter, yorulmuş olmalısınız, dedi. Dr. Nil hanım diğer insanların arasında farklı duruyordu. Sanki o gerçek değilmiş bir hayal ürünü olarak orada bizi karşılamış gibiydi. Kadın olmak kolay değil kızlar dedi. Hele bu yaşadığımız dünyada çok zor ama biz birlikte olmalıyız. Kadriye, Aylin, Derya, Irmak ve Nil biz bir bütünüz. Hep birlikte daha güçlüyüz. O gece Dr. Nil bize son konuşmasını yaptı.

Çok dikkatli beni dinlemenizi istiyorum. Hastahanenin bahçesindeki Themis heykelciğinin oraya nasıl geldiğini bilmelisiniz dedi. Bir gün bir hastamla yaptığım konuşmada bana bu dünyada adalet yasalarının çoğunu erkek eğemen anlayış yazdığını, bu dünyada biz kadınların onların dağıttığı adalet anlayışı yüzünden çekmediği kalmadığını, adalet tanrıçası Themis’in heykeli bu bahçede olursa en azından bir umudumuz ve burada olsun huzurumuz olacağını söylemişti. Ben de bu fikri girişteki düşünen bir adam heykelinden çok daha anlamlı  bulduğumdan adalet dağıtan kadın tanrıça Themis’i bahçemize getirdim. Şimdi sadece günlük sahibiyle konuşmak istiyorum dedi. Bir anda odada Dr. Nil ve ben kaldım. Önce ne çabuk beni bırakıp gittiler diye düşündüm. Nil Hanım; ara ara yeniden seni ziyarete gelirler önce sen gitmelerini iste, bu özel bir konuşma olacak, sadece günlük sahibi ve Dr. Nil kalmalı dedi. Kendimi yalnız hissettim, sadece iki kadın kalmıştık. Dr. Nil tüm günlüğü okumuştu. Bana senin gibi dışarda her yaşta büyük sıkıntılar yaşayan çok kadın var. Her yaşına bir isim vermişsin fakat hepsi sonuçta kadın. Burada kadının adı önemli değil. Ne Kadriye Aylin’siz, ne Aylin Derya’sız, ne de Irmak Nil’siz olmaz. 159 yıl değil binlerce yıl sömürülüp adaletsizliğe uğradık. 159 yıl önce ilk ateş yandı. Fakat onu tutuşturan kıvılcım hep vardı. Çünkü hep kadın olduk, yarattık ve doğurduk. Bunu bir erkeğin anlaması zor iştir. O nedenle sana pozitif ayrım, imtiyaz göstermelerini veya seni özün olan insandan ayrıymış gibi yeniden tanımlamalarına izin verme, mücadele edeceksen önce kendi kendine çabanı ortaya koy. Yumruğunu sık ama yüreğindeki kadın ruhunu ataerkil anlayışla yoğurma. Sen özelsin diye değil insansın diye haklarına sahip çık. Bu günlükte yazan herşey ve dahası her gün, her an, her kadının başına gelen adaletsizliklerden sadece birkaçı. Themis rehberin olsun çünkü senin annen bir kadın…



Bugün Kadriye, Aylin, Derya, Irmak ve Nil tek vücutta tüm kadınlarla birlikte ruhumuzdaki ateşle günlüğümüzü yakıyoruz. Ne bir karanfil, ne bir festival ne de birinden pozitif bir imtiyaza ihtiyacımız var. Ateşimizi gören herkese selam olsun..

KADIN
159 yıl oldu sönmedi, bitmedi ateşin,
Bencil, budala ve aptallar;
New York’ta biter sandılar,
Bitmedi direniş, bitmedi bedenlerin içindeki
Mücadele ruhu,
Yüreğimizdeki alevlerin yoktu cinsiyeti,
Olmadı, olamazdı bu cesur kadınların emsali,
Zetkin ve Lüxsemburg iki devrimci,
Ses verdiler, yüreklerin alevlerine,
Söz verdiler, mücadelenin emekçilerine,
Bugün herkes bilmeli; söz vermenin ne anlama geldiğini,
Yoksa olmaz yüreklerde yanan ateşin bir anlamı,
Anlamsızlaştırılmış alev kendini de söndürür,
Yolunu şaşırınca,
Benim için bugünün anlamı çok büyük,
Çünkü yüreği bu ateşi kaldıracak,
Bu ruhu yaşatacak,
Bir yol arkadaşım, hayat yoldaşım var,
Her an emeğini, sevgisini, fikrini ve aşkını,
Paylaştığım, gerçek bir yoldaş,
Yüreğinin ateşi; asla izin vermez kadının ezilmesine,
Asla ezdirmez yüreğindeki ateşi,
Öyle kimi “devrimci”lere benzemez,
Lafı ağzında gevelemez, Yüreğinden söyler,
Yapıyorum derse yapar, yapmıyorum derse de asla yapmaz,
Ölçülmez mertlik, cinsiyetle veya bir iki uzuvla,
Yürek olmalı insanda yürek,
İçinde şefkat, sevgi ve aşkla tutuşan sıcak bir yürek,
Yüreğine sağlık aşkım,
Yüreğinin bir köşesinde,
Bana ayırdığın yer için,
Bana ataerkil, hastalıklı düşüncelerden kurtulmam için,
Yüreğinin sesini duyma şansı verdiğin için,
Teşekkürler..
Şebnem Şansal Pınar...                           





1 Mart 2016 Salı

GUŞ GİBİ VURDU GENNİ..


Naim PINAR


GUŞ GİBİ VURDU GENNİ…


İki Dünya Savaşı arası dönemde büyük devletlerin 1920'lerin kısa süren ekonomik canlılık havası içinde pek duyulmayan önemli çıkmazları vardı. Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'nın Versailles antlaşması ile kolu kanadı kırılmış, toprak kayıplarına uğramış, silahsızlaştırılmış, ödeyemeyeceği tazminat borcu yüklenmiş ve Avrupa Devletler Toplulugu arasına bile alınmamıstır.Italya “Proleter Ulus” kavramı içinde anlatımını bulan bir eziklik ve ekonomik bunalım içindeydi.Uzakdoğu' da güçlü Japonya ,ABD ve İngiliz İmparatorluğunun kudreti altında ezilmekteydi. Rusya Brest-Litovk antlasmasıyla kaybettiği toprakları unutamıyordu. İngiltere'nin denizdeki üstünlüğünü devam ettirme çabaları, Fransa' nın ise Almanya'ya karsı güvenlik endiseleri giderek artan bir biçimde sürmekteydi. 1920'lerin istikrarlı havası 1930'da baslayan dünya ekonomik bunalımı ile sona erince hükümetlerin bu sıkıntıları ortaya çiıktı: Dünya ticaretinde düşüş, işsizlik ve para değerlerindeki artış ve düşüşlerle simgelenen bu bunalımla karşılaşan devletler kendi ulusal ekonomik sistemlerine döndüler. İkinci Dünya Savaşı, birincisinin yarım bıraktığı işi tamamladı. Müttefikler yani bir yanda ABD, İngiltere ve Fransa; öte yandaki Rusya, Almanya'yı yenmekle kalmamışlar. Birinci Dünya Savaşından aldıkları dersle onu işgal edip parçalamışlardır.1 23 Ağustos' dan beri “Ribbentrop- Molotov” antlaşması ile Rusya'nin tarafsızlığına güvenen Almanya, Büyük Britanya'nın Polonya'ya verdiği kayıtsız şartsz garantiyi görmezlikten geldi ve Denzing Meselesini İkinci Dünya Savaşının çıkması için bir bahane saydı ve Eylül 1939'da İkinci Dünya Savaşı 1945'lere kadar sürecek büyük bir kâbus olarak başladı. 

İkinci Dünya Savaşının çıktığı dönem Kıbrıs'ın egemeni olan İngiltere bu müstemlekesinden de diğerlerinden oldugu gibi asker alacaktı. Ada'daki ekonomik durum dünya genelindeki ekonomik konjonktürle paralel ilerlemekteydi. İşsizlik, çaresizlik Ada gençlerini zor durumda bırakıyordu. Ayrıca Lefke' deki CMC'nin kısmi olarak kapatılması bölgedeki issizliğin artmasını sebeb oluyordu.

Savaş yıllarının Kıbrıs Valisi Sir William Denis Buttershill' de İngiltere savaşa girer girmez “Danışman Meclisin' de” yaptığı açıklamayla Kıbrıs’ın savaşa girişinin de İngiliz hükümetince onaylandığını belirtiyordu. Bu Kıbrıslılar için yeni ekmek kapısı demekti. İşsizlik ve fukaralığın kol gezdiği yıllardı.

Her iki Dünya Savaşı’nda da binlerce Kıbrıslı gönüllü olarak İngiliz Ordusuna katılmıştı. I. Dünya Savaşında Kıbrıslı askerler, sadece ikmâl birliklerinde görev almışlardı. Bunlara “Katırcı” denmekteydi. II. Dünya Savaşında ise katırcı , kazmacı (iskobani) gibi yardımcı birliklerin yanında ön cephelerde savaşacak muharip bir güç de oluşturulacaktı. Kıbrıs'tan giden askerler çesitli ülkelerde görev almışlardır: Fransa, Mısır, Yunanistan, Suriye, Girit, Kuzey Afrika ve İtalya' da görev yapmış, savaslara katılmışlar, binlercesi ölmüş binlerceside esir düsmüstü. İngiltere'nin savaşa girdiği ilk günün ertesinde toplanan “Meşveret Meclisin'de” Vali W.D. Buttershill tarafından açıklanan bildiride Kıbrıs 'tan da asker alınacağı belirtiliyordu. Askere yazılmanın sartları ve imtiyazları dönemin gazetelerinde “Kıbrıslıların Askerliği” başlığı altında İstihbarat (enformasyon) Dairesi halkın malumu olmak üzere su tebliği neşretmistir denmekteydi: “Kraliyet Hükümeti, Kıbrıs gençlerinden 500 kişinin askere yazılması için selahiyet vermistir. Bu askerler Britanya Hükümetinin resmi askerleri olacak ve Royal Army Service Corps, Cyprus Section ünvanını taşıyacaklardır. Bu askerler üç sınıfa ayrılmaktadırlar: I-Şoförler ve makinistler ki bunlar Kıbrıs Bölüğü'nün umumi hizmetlerinde istihdam edileceklerdir. II. Katipler ( bunların Şoför veya makinist olmasına lüzum yoktur) III. Aşçılar ( bunların da şoför veya makinist olmasına lüzum yoktur) Bu kayıt işi, simdiki ahvalden dolayıdır ve kaydedilenler kaydedildikten kısa bir müddet sonra, harice ihtimal ki, Mısır'a sevkedileceklerdir. Bu vazifeye kaydedilecek kimselerin haiz olması lüzum gelen bir takim evsaf (nitelik) vardır: Kıbrıs'lı ve İngiliz tebaası olmak 18 yaşını bitirmiş 30 yaşını geçmemiş olmak, evli olmamak ingilizceyi konuşabilmek ve otomobil kullanmaya müktedir olmak. Maaş ve tahsisat nisbeti müzakere altındadır ve bu bir kayıt vazifesiyle mükellef olan hususi memur geldigi zaman ilan edilecektir. Kaydedilen kimseler maaşlarını resmen tanındıkları günden itibaren alacaktır. Kaydedildiği günden değil, kral askeri hizmetlerinde bulunacak kimseleri, aşağıdaki imtiyazlara malik olacaklardır. I. İyi maaş ve tahsisat ( ödenek) II. Bedava yiyecek, oda, yatak vs. III. Elbise, üniforma IV. Hastalandığı zaman meccani ( ücretsiz) doktor ve tam maaş ( sol şartla ki hastalık kendi hatası yüzünden olmasın) V. Meccani dis tedavisi. Bu hizmetlere kaydedilmek istenenler kaza komiser dairesinden bir form alıp doldurduktan sonra aynı daireye iade edeceklerdir.2 İlk alınacak olan bu 500 kişilik Kıbrıs Bölüğü' ne ( Cyprus Section) yukarıdan da anlaşılacağı gibi vasıflı kişiler ilk etapta İngiliz Hükümetince tercih ediliyor. Kıbrıs'taki ekonomik kriz, halkin belini iyice bükmüş özellikle Kıbrıslı Türkler'in işsizlik ve imkansızlıklar içerisinde çırpındığı bir dönemde, paralı askerliği tercih etmeleri kaçınılmaz olmustur. Değerli yazar Hasmet Gürkan Kıbrıs'taki durumu su cümle ile çok güzel özetlemiş: “Kıbrıs'ta işsizlik ve yoksulluğun kol gezdiği bir dönemde bu paralı askerlik bir cankurtaran simidi gibi gelmistir. 3 Tüm bu faktörlerden dolayı Kıbrıslı gençler ( genelde yaşı 18'den küçük olanlar da ) gönüllü yazılmaya can atmışlardır. Kayıtlar başladığında görev yapacak olanlara verilecek maaşlar da belirleniyordu. Er olanların maaşı günde1 şilin 4 penny den başlayıp 3 yıl hizmetten sonra günde 2 şiline yükselecekti. ( o günlerde bir okka hellim narh fiyatı 2 şilin 2 kuruştu 1 penny = 1.3 kuruş) onbaşıların maaşı günde 2 şilin 8 penny, üç yıl hizmetten sonra 4 silin 4 penny (...) bu maaşlara görev başında oldukları günler, günde bir şilin de zam yapılacaktır.4 Kıbrıslı askerler istedikleri takdirde gündeliklerinin bir bömlümünü akrabalarına verebilirlerdi. Bu hisseler peşin olarak her hafta ailelerine ödenecekti. Bu şartlar sözkonusu olunca hiç süphe yok ki Kıbrıslı gençlerin Mesih aramalarına gerek kalmıyordu. Bekarlardan oluşan ilk “ R.A.S.C” bölükleri daha henüz Kıbrıs'tan ayrılmadan İngilizler bu kez evli olan vatandasları da asker yazmaya baslamışlardı. 21 Eylül 1939'da Söz Gazetesinde yayınlanan resmi bir bildiride bu hususta söyle deniliyordu: “Lüzumlu görüldükçe, asker kaydedilecek R.A.S.C ( Kıbrıs Bölüğü) için asker kaydına başlanması münasebetiyle Müstemlekat Nezareti'nden alınan bir haberde icap eden fiziki evsafı ve malümatı haiz fiziki nitelikleri ile bilgisi olan kafi görüldügü takdirde, şimdilik miktarı 500 olarak kararlaştırılan Kıbrıs Bölüğü'ne daha fazla asker lazım olduğu takdirde, asker kaydıda artacaktır.” Limasol yakınlarında olan Polemidya köyündeki eğitim kampında Kıbrıslı gönüllüler kısa bir eğitimden geçtikten sonra önce Mısır'a oradanda ilk görev alacakları Fransa'ya gönderileceklerdi. İlk grubun ülkeden ayrılışı; Söz Gazetesi 17 Birinci Tesrin (Ekim NP) 1939 tarihli sayısında su başlık altında anlatılıyordu: “Kıbrıslı Türkler - Hareket Ettiler” İngiliz Ordusunda hizmet etmek üzere Adamızdan gönüllü olarak yazılan askerler geçen gün, Larnaka'dan hareket etmişlerdir. Hareketleri, esnasında çok heyecanlı levhalar ( sahneler) görülmüstür. Kendilerini uğurlamak üzere gelen halk ile erlerin akrabaları, dostları ve tanıdıkları büyük bir kalabalık teşkil etmişti. Kaza komiseri, Mr. Arthur, Larnaka Belediye Reisi Aradipyatis ve kumandan Mr. Northkut, ayrıca ayrı ayrı askerlerin ellerini sıkarak uğurlamışlar ve kendilerine iyi bir seyahat dilemişlerdir. Kıbrıslı askerler motorla vapura giderken şarkılar söylüyorlar ve pek neşeli görünüyorlardı. Savaş kızıştıkça İngiltere'nin asker ihtiyacı da gittikçe artıyordu. Özellikle 1941'in ilkbaharında Yunanistan'ın Almanya tarafindan kuşatılması Kıbrıs'taki Rum Halkının da savaşa daha çok rağbet etmesinde itici güç oluyordu. Kıbrıslı Türkler ise milli bir güdü ve bilinçle değil tamamen ekonomik çaresizlik yüzünden savaşa dahil olmuslardır.
18 Subat 1939'da Majeste Kral Kıbrıs'ta bir alay kurulmasını buyurduğu vakit 6000 Kıbrıslı müracaat edip hizmet vermişlerdi. O günlerden şimdiye kadar iki misli arttığı anlaşılıyor. 350.000 nüfuslu bir memleketten bu kadar kuvvet çıkarılması iftihara değer bir meseledir.
Umarız ki Britanya hükümeti ve Müstemlekeler Bakanlığı, harpten sonra bunu unutmayacaktir.
5  İngiltere'nin bu katılımı savaştan sonra hatırlayıp hatırlamayacağına bakmaksızın Kıbrıslılar, bu yeni kurulan Kıbrıs Alayı'na ( Cyprus Regiment) akın akın katılıyorlardı. Tamamen gönüllülerden oluşan bu alayda piyade, motorlu nakliye, hayvanla nakliye ( katırcı) ve kazmacı ( iskobani) bölümleri vardı. Kıbrıs Alayı'nın ilk hizmet gördügü yer Fransa olcaktı. Kıbrıslılar neşe içinde büyük hevesle güle oynaya yazıla dursunlar paralı askerliğe çok geçmeden gazetelerde şu türden haberler boy göstermeye başlamıştı:“Cephede Ölen Kıbrıslı Erler” Ekselans Vali, Batı Çölü Muharebesinde ölenlerin adlarını aşağıda olduğu gibi teessürle beyan ederler: “24/12/1940'da Anafodia köyünden Zafiris Mihail, Lefkoşalı Mehmet Rifat Onbaşı, Ayatomas köyünden Savas Kesedondis, Fidi köyünden Haralambos Hristodulu, Girneli N. Haralambos, Messoya köyünden Zeki Mehmet, (...) Ölenlerin en yakın akrabalarına, Kral ve Kraliçe namına taziyeler beyan edilmistir.6 II. Dünya Savaşına Kıbrıslı Türklerin neden ve nasıl katıldıkları yukarıdaki gibi yazılı kaynaklarla kısmen ifade edilip açıklanabilir fakat toplumsal tarih açısından insanlarımızın ne yaşadıkları, sevinçleri, hüzünleri, acıları ve korkuları sanırım o günleri yaşamış Kıbrıslıların ağzından daha gerçekçi olarak ortaya konmaktadır. II. Dünya Savaşı'na binlerce Kıbrıslı gibi adanın güzide kasabalarından olan Lefke’den de küçük yaşına rağmen katılan ( katılmak zorunda kalan) değerli büyüklerimizden Ahmet Mehmet'in yaşadıklarını kendi ağzından sizlere aktarıyorum:


AHMET MEHMET- ARMY NO: (4483)  CYPRUS REGIMENT
O zamanlar işsizlik, parasızlık, fukaralık vardı. Ailemizin geçim sıkıntısı olduğu için yazıldıydım.Bana Gara Mehmet (Lefkeli Mazlum Mercan'ın babası Mehmet Mercan, o dönem Lefke mahkemesinde Mübasir NP) yardım ettiydi. Zira yaşım ufağdı, onyediydim. Askere yazılmak için İngiliz isterdi onsekizi doldurasın. İste bu Gara Mehmet beni onsekiz yazdırdıydı. Ben esasında 1922 doğumluyum ama asker kayıtlarımda Pay Book'umda (İngiliz Hükümeti'nin askerlerine verdiği maaş ve askeri bilgilerin yazılı olduğu cep defteri NP) 3/ 5/ 1921 doğumlu olduğumu yazar. Bu Gara Mehmet'in sözü geçerdi ve bana yardımcı olduydu. İşte böyle kaydolduydum. Gara Mehmet çoğuna yardım ederdi. Daha sonra Polemidya'ya gittik. Eğitime başladım. Ailemden gizlin gittiydim. O gün onlar evde beklerlerdi ama saat aksam üstü altı oldu, yedi oldu, sekiz oldu ben eve gitmedim. O zaman duydular ki ben Polemidya' da askeri kampta egtim alırım.Bir buçuk iki ay kadar Polemidya'da eğitim aldıktan sonra vapurla Mısır'a oradan da Libya'ya , oradan da esir düsdüğüm Yunanistan'a gittiydik. Ama esirliğim sırasında Alman bizi o kamp bu kamp süründürdü. Alman bizi Çekoslavakya'ya kadar götürdüydü... Hah! Libya'dan Yunanistan'a geçerken vapurla gittiydik. Bizi dört tane İngiliz donanma gemisi koruduydu. Bizim bulundugumuz vapur hazırıdı batsın. Çok gorkduyduk...Yunanistan'a gidinca orada kamp gurduk. İngiliz önde savaşırdı, bizim görevimiz iskobani derdik;yani kazmaci-kürekçiydik. Neysa Mart sonu Nisan ayı gibi (1941) Alman yanaşırdı. Sardıydı hep Yunanistan'ı kusattıydı bizi. Almanlar bizim galdığımız Liman kasabası olan Kalamata daki kampımıza yanaşınca, trenle baska bir yere gitmek için Kalamata'daki istasyona geldiydik. Alman uçakları devamlı geçerdi. Bizi görmesinler diye emir geldiydi trenlere hep vagonlara girelim diye, hepimiz girdiydik.Treni süren pezevenk Yunanlı olmasına rağmen bir Alman casusuydu. Biz bininca trene, trenin sirenlerini çaldı.Tren düüüt...düüüt... deyinca, Alman uçakları yerimizi anladıydı ve başladıydı bombalasın bizi... Bizim olduğumuz vagonda bir arkadas vardı, bağırırdı köşede “iihhhh! iihhhh!...” diye, ben da sus be dedim, bomba vagona düsmedi ya, uzağımıza düsdü gorgma gorgma dedim. Yanına gidinca hade galk be dedik ama meğerlim bizim arkadaşın başına bombanın parçalarından rasgeldiydi. Gidinca yanına da galdırdık döndürdük genni ve yüzünü gördük, bizim arkadasın gözleri hep dışardaydı. Sonra bu casusu Avustralyalılar bulduydular. Yunanlıydı pezevenk tutukladılar genni. Çok casus vardı o zaman. Para verirdi Alman Yunanlılara ve casusluk yaptırırdı gennere. Buradan daha sonra köylere doğru gaçdıydık. Geceyi dağda geçirdik. Almanlar üstümüze gurşun yağdırırdı. Gece görürdük havada ateşler uçuşurdu. Bir dere vardı onun içinde saklanırdık. Gorkudan kimsemiz gımıldamazdık. Sabah olunca iki yıldızlı bir komutanımız vardı o geldi ve bizlere bir gonuşma yaptı; “Bugüne kadar birlikte yaşadık, bugün teslim olacayık, Rumca bilenler ve isdeyenler sivil olarak köylere gaçabilir” dedi. Benim gibi olanlar, iyi gonuşamadığımız için teslim olduk. Biziminan benim gibi Lefkeli olan Boyacı Cemal ve Boyacı Mustafa'da vardı. Bunlar harbe gidmezden evvel potin boyarlardı Lefke'de, şimdi onlar yaşamazlar, rahmetli oldular, hepsi öldü. Nisan ayının son günleri ( 27/ 04/ 1941 ) gibi Yunanistan'ın Kalamata kasabasında bizi esir aldılardı. Kalamata'dan yayan götürdü Alman bizi ta Selanik'e. Burada Almanların esir kampı vardı. İki ay kadar orada galdık. Burada bizi tellerle çevrili büyük bir kömes gibi yere habseddilerdi. Beş gün ekmek yemeden aç galdığımızı hatırlarım. Sadece pis guyu suyu içerdik ölmeyelim diye. Hergün gızgın güneşte iki üç saat hazır olda bekledirlerdi bizi. Yüzümüze sinek konardı, elimizle dokunamazdık bile... 
Bizim esirlerden bazıları bu kampta pis guyusu (logar) buldulardı; bu guyu dereye gadar giderdi, buradan gaçanlarda olduydu. Birgün bizim esirler bu guyunun ağzına pataniya serdilerdi ve zar atarlardı. Alman bizi devamlı gözetlerdi, pataniya yukarı doğru galkınca meğerlim bizim esir arkadaşlardan biri aradıydı gaçsın, ama pis kokuya dayanamadı, istedi hava alsın. Pataniya yükselinca Alman bunu fark etti.  Alman askeri geldiydi ve arkadaşı oracıkda kafasından vurduydu. Daha önce Almanlar hergün bizi sayardı. Hergün beş kişi , üç kişi eksilirdik, ta ki bu guyuyu Alman anlayana kadar. Bize esirlik numarası verdiydi Alman. Benim numaram dur bakayım ha! Hatırladım 94528 idi.Tellerin içinde aç susuz iken, tellerin kenarından geçen ciralar bazen acırlardı bizi, güçük bir parça ekmek atarlardı. O ekmeği otuz kişi paylaşırdık. Daha sonra bizi trenlerle, bu hayvanların oldugu vagonlarda Almanya'ya doğru götürdülerdi. Kimimizi Çekoslavakya'ya , kimimizi başka esir kamplarına... Beni Çekoslavakya'da Bridge Kampı derlerdi oraya götürdülerdi. Yolda vagonlarda hayvanlar gibi sıkışık giderdik. Tuvaletimizi askeri sapkamız vardı demir, onun içine yapardık. O vagonlar leş kokardı hep pislik içindeydik. Bu Bridge kampına geldiğimizde, bizi yetmişerli grublara ayırdılardı. Çekoslavakya'daki Komotau kasabasında Alman'ın fabrikaları vardı. Orada işledirlerdi bizi. Ben marangozculuk yapardım. Savaşta kırılan vagonları, bozulan gaşaları onarırdık. Alman bizi sabah saat altıdan akşam altıya kadar işledirdi. Onikide yemek yediğimiz ara vardı. Zil çalardı mola verirdik ama yemekler bugünkü gibi değildi. Gaynanmış badadez, gulumbura çorbası, içinde gıllı domuz artıkları vardı, yemekler çok pis idi... Bu fabrikada isleyen Ruslar'da vardı. Bunlara Almanlar çok kötülük ederlerdi. Bir keresinde hatırlarım armut ağacı vardı. Rus esir armut kessin diye çıkdıydı ağaca, Alman nöbedci görünca Rus'u guş gibi vurduydu genni... Bize böyle davranmazdı. Zira İngiliz'in Kızılhaçı vardı. Her hafta gelirdi kampa kontrol ederdi bizi. Paketlerde yiyecek getirirdi, bizi muayene ederdi. Ruslar'ın kızılhaçı yoğudu, onun için onlara çok kötü davranırlardı. Bizim galdığımız Bridge kampında ölenler arasında Ruslar ve İsrailliler çoğudu. Bu kamp Komotau kasabasına bir mil uzaklıkdaydı. Bu kamptan bizi alıp Komotau'daki fabrikalara götürürlerdi. Dört sene esirlik çekdik ( 28/ 4/ 1941-14/ 5/ 1945) çok zorluk çekdik... Savaşın sonuna doğruydu, radyodan Hitler gonuşurdu, arkadaslar anladırdı ne der. Dermis ki “sonuna gadar savaşacayık ve savaşı gazanacayık, geri çekilmek yok.” Bu esirlik yıllarımda en eyi arkadaşım Maltali John Vatello adında bir adamdı. Mısır'da yaşardı. Bu arkadaşım beni çok severdi. Savaş bitinca gel beniminan sana gız gardeşimi verecem derdi. Çok severdik birbirimizi... Rusların yanaşdığı Mayıs ayının ortalarıydı (1945) bizim fabrikayı bombalayan İngiliz uçakları vardı. Hiç unutmam birara dokuz on defa alarm çalardı, sığınaklara girerdik. Çok sivil esir öldüydü bu bombalardan. Ruslar bizim çalışdığımız Komotau kasabasının yakınına gelinca Alman bizi 47 km uzaklıkdaki başka bir kampa götürdüydü. Artık başladıydık geri çekilelim. Burada daha önce grub grub ayrılan esirler tekrardan toplandıydık. Almanlar artık dağılıyordu. Bize yakın bir Amerikan birliği vardı. Biz beklerdik Amerika gelsin kurtarsın bizi ama bizi Ruslar gelip gurtardıydı, Almanlar gaçardı... Bu kampta Lefkeli Tahir Arap derlerdi, onu gördüm gonuşduk, tanıdıydı beni. Kıbrıs'a dönünca (1946) gene buluşduyduk. Kurtuldukdan sonra İngiliz uçaklarına bindirdilerdi bizi. Bazılarımızı Fransa'ya bazılarımızı da İngiltere'ye götürdülerdi. Biz Cardiff'e indiydik. İnerkenden İngiliz bizi ilaçladıydı, tedavi eddiydi bizi, burada birbuçuk iki ay kadar galdıydık. Daha sonra Mısır'a oradan da vapurunan Kıbrıs'a geldik...”7
İkinci Dünya Savaşı'nın tüm Dünya'ya yaşattığı acı dolu hatıraların yanında , Kıbrıs'ta koloni askeri olmak zorunda kalan insanlarımıza kısa süren maddi katkının dışında devasa boyutlarda zararı olmuştur. Birçoğu hayatını kaybetmiş birçoğu da yaşadığı travmanın etkisinden uzun süre kurtulamamıştır. Lefkeli Ahmet amca ile 2002’de yaptığım sohbettin kağıda dökülmüş halini sizlerle paylaşmak ve Ahmet amca nezdinde tüm Kıbrıslıların çektiği acı dolu hayatları tekrardan hatırlatıp onları anmak istedim. Nurlar içinde rahat uyu Lefkeli Ahmet Mehmet...
Dipnotlar
1Sander Oral, Siyasi Tarih, 1918-1994, Imge Yayınları, 8. Baskı, 2000, S:101-139.
2Gürkan Hasmet, Bir Zamanlar Kıbrıs'ta, Cyrep Yayınları, 1986,S:107'den, Söz, 9 Eylül 1939'dan aktardığına göre
3AGE, S: 107
4AGE, S: 108
5AGE, S:111
6Gürkan, S: 111'den, Söz, 30 Nisan 1940'dan akdardığına göre

7 Ahmet Mehmet ile yapılan söyleşiden, 2002, Karadağ, Lefke.