21 Şubat 2016 Pazar

PİNOKYO NASIL ÖLDÜ?


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com


PİNOKYO NASIL ÖLDÜ…

Pinokyo, 1881’de yazar Carlo Collodi’nin hayat verdiği marangoz Geppetto tarafından yaratılmıştı. Kısa sürede çocukların sevgilisi olmuştu. Haylaz ve eğlence düşkünü kukla, Eduardo Galeano’nun deyimiyle; “Geppetto ellerini çam ağacından daha yeni yapmıştı ki, kukla peruğunu çalıp adamı kel bıraktı. Ve bacaklarını tamamlar tamamlamaz da Pinokyo koşarak kaçtı ve onu polise ihbar etti.”1 Kukla, çılgın bir kimliğe sahipti. Kendisini yontarak şekil ve hayat veren babası Geppetto’ya dahi bağlılığı yoktu. O, oyun düşkünü yaramaz bir çocuktu. Her sıkıştığında yalan söylemeyi adet edinmişti. Fakat yaradılışından gelen büyük bir sıkıntı vardı. Aslında bu yaratılış noksanlığı onu eşsiz kılıyordu. İnsanoğlunun aksine yalan söylediğinde burnu uzuyor, ilk yaratıcı tanrısı Collodi’nin lanetine uğruyordu. Collodi, ruhu olan bir kukla düşlemişti. Geppetto usta ise kendisine bağlı, laf dinleyen uslu bir çocuk düşlemekteydi. Collodi’nin Geppetto ustaya çizdiği kader, kukla oğlu Pinokyo’nun hainlik ve yalanlarıyla mücadele içinde geçecekti. Geppetto tüm bunlardan habersiz sevgiyle şekil vermişti çam kütüğüne…

***
Collodi, Pinokyo için şu sıfatları uygun görmüştü; iblis (İmp), yaramaz (rascal), hayırsız (scapegrace), rezil (disgrace), pasaklı (ragamuffin) ve dolandırıcı (rogue) vb. Pinokyo, 1881’de yayınlanan Collodi’nin orijinal hikâyesinin kötü karakterli başkahramanıydı. Floransa’nın Collodi köyünde doğan Carlo Lorenzini’nin orijinal adını bile tam olarak bilmeyen Pinokyo severler, yalan söylediğinde burnu uzayan bu kukla’nın gerçek hikâyesiyle değil, 1940’da Walt Disney’in onu beyaz perdeye taşıdığı ve deyim yerindeyse düzelttiği hikâyesiyle tanımaktadır. Hâlbuki Collodi’nin eserinin sonunda yaramaz, iblis ve dolandırıcı Pinokyo bir meşe ağacında idam edilmekteydi. Babasına karşı devamlı kötü davranışlar sergileyen bu hayırsız kukla oldukça vicdansızdı. Orijinal (1881) eserdeki Jiminy adlı ziziro (ağustos böceği) Pinokyo’yu babasına karşı kötü davranmasın diye uyarmaya kalktığında buna oldukça sinirlenen hayırsız kukla eline aldığı çekiçle zizironun kafasını oracıkta paramparça eder. İşte tüm bu kötülüklerinden ve hainliklerinden sıkılan Carlo Colodi, Pinokyo’nun ölmesi gerektiğini düşünür ve onu idam eder.
***
Eduardo Galeano’ya göre Walt Disney 1940’da Pinokyo’yu Hollywood’da vaftiz etmişti.2 Günahlarından arındırılan kötü karakterli kukladan geriye sadece insan bedenine kavuşmak için maceralara atılan, arada bir yanlış yola düşen, haylaz fakat sevimli bir kukla olarak kalmıştı. Onu eşsiz kılan burnu yalan söylediğinde hala uzuyordu. Collodi’nin laneti peşini bırakmamıştı.


***
Bizim hikâyemizde ise Pinokyo gece boyunca konuşan sıpasının sırtında yolculuk ettikten sonra, şafak sökerken “kuzey Kıbrıs’a” neşe içinde ulaşır.

Pinokyo’ya göre bu ülke dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyordu. Nüfusu tamamıyla temiz kalpli, espri yeteneği olan saf insanlardan oluşuyordu. Pinokyo’nun aklına hemen yapacağı hinlikler ve kandıracağı insanlar geldi. Pinokyo burası tam bir eğlenceler ülkesi diyerek çok yorulan somurtkan sıpasını motive etmeye çalıştı. Yorgun sıpa ise biraz dinlenip bir şeyler yemenin hayaliyle; “harika, ilerde insanlar var, onlara nerede konaklayabileceğimizi soralım” dedi. Pinokyo ilerdeki kalabalığın bir kahvehane olduğunu görünce aklına hemen bir oyun geldi. Kahvehaneye yaklaşınca sıpasına sakın ola konuşma, ses etme dedi. Sıpasından inen Pinokyo orada oturan en yaşlı amcaya yaklaşarak “beni tanımadınız mı?” dedi. Yaşlı adam; “pek tanıdık gelmedin evlat kimlerden..” demeye kalmadan Pinokyo ağlamaya başladı. Yaşlı adam; “ağlama evlat, anlat bakalım derdin ne” diye sordu. Pinokyo planını yapmıştı; anacığını aramaktaydı ve çok uzak diyarlardan gelmekteydi. Dahası yaşlı adama gerekirse bu köyde doğduğunu bile söyleyecekti. Yaşlı adam; “gel bizim gocagarı ne bişirdiyse yiyelim” diyerek Pinokyo’yu evine götürür. Pinokyo istediğini almıştı. Bu topraklarda ilk yalanını söylemiş ve yaşlı adamı kandırmıştı. Artık hem kendinin hem de sıpasının karnı doyacaktı. Fakat bir aksilik vardı. Bu yalanı söylediğinde her zaman olan o lanet olay gerçekleşmemişti. Burnu uzamamış ve o kötü hissettiren duyguyla karşı karşıya kalmamıştı. Bir yandan burnunun büyümediğine seviniyor öte yandan ise içini bir korku sarıyordu. Akşam olmak üzereydi birden yaşlı adam gelip; “yemeğimizi yedik artık uyku geldi bedene Allah razı olsun kalkıp gidene” deyince, Pinokyo; “burası ülkenin en doğusu değil mi?” deyiverdi. Yaşlı adam; “evet burası iskele bölgesi olarak bilinir evlat.” Pinokyo; “biz ta en batıya gideceğiz, şimdi yola çıksak yolu bulamayız herhalde” diye ekler. Yaşlı adam; “peki o zaman mademki kalacak yeriniz yok artık bu gece bizim misafirimiz olun” der. Pinokyo, sabah erkenden kalkıp yaşlı çiftin bütün yardımlarına rağmen evdeki tüm paralarını çalar ve yeni eğlenceler düşleyerek hızlıca yol alır.

Çok uzun bir yoldan sonra sıpası ile birlikte susuzluktan kırılmak üzereyken su kuyusu olan bir bahçenin yanında durur. Pinokyo, kuyunun yanındaki çeşme üzerindeki saate bakarak “bu da ne ki?” der. Bahçe sahibi yaklaşarak; “merhaba çocuk, ne istemiştin” diye sorar. Pinokyo; “çok susamışız biraz su içmek istiyorduk da o nedenle çeşmeyi görünce durduk.” Bahçe sahibi; “iyi güzel de paranız var mı su içecek kadar?” der. Pinokyo; “sadece bir iki yudum su içeceğiz suya para mı istiyorsunuz?” Bahçe sahibi; “su benim değil çocuk, ben de içerken çeşmenin yanındaki saatin içine bir yudum için 3 altın, bir bucuk yudum için de 4 altın atıyorum.” Pinokyo; “ama nasıl bahçe senin değil mi?” Bahçe sahibi; “evet bahçe benim fakat su bizim değil” deyip derin bir off çektikten sonra; “bu konu çok uzun hikâye, içecekseniz parayı atarsınız içmeyecekseniz de haydi yolunuza” der. Pinokyo bu işe çok içerler fakat çok susadığından tüm çaldığı parayı üç yudum su için harcamış olur. Pinokyo bahçe sahibinden ülkeyi yönetenlerin nerede kaldığını öğrenir ve sinirli bir şekilde bu konuyu şikâyet etmek için başkent Lefkoşa’daki parlamento binasına doğru yol alır. Tüm keyfi kaçan Pinokyo, bir yandan da halen ülkeye geldiği ilk gün yaşlı adamı kandırmak için söylediği yalanlar sonrasında burnunun uzamamasının sebebini düşünmektedir.

Yorgun bir şekilde Lefkoşa’ya varan Pinokyo, casino yazan ışıklı büyük eğlence yerlerini fark edince buralarda kim bilir ne oyunlar yaparım diye düşündü. Birden aklına üç yudum suya ödediği altınlar geldi. Siniri yine tepesine çıkan Pinokyo derhal parlamentoya gitmek üzere ilk gördüğü kişiye adres sorar. Adresi söyleyen oranın lanetli olduğunu da ekleyerek sen daha bir çocuksun istersen oradan uzak dur der. Fakat Pinokyo kararlıdır. Kısa sürede parlamento binasına gelip beklemeye başlar. Fakat bir-iki hafta bekledikten sonra kimselerin gelmediğini fark eder. Kapıdaki memurlara her sorduğunda ise bugün şu konuda toplanılacak veya gündemleri yoğun gibi yanıtlar alıyordu. Pinokyo bir ayın sonunda artık isyan eder. Memurların en yaşlısına giderek nerede bu vekiller der. Deneyimli memurda; “yarın mecliste vekil maaşlarına yapılacak artış konuşulacak, mutlaka hepsi gelecektir, yarına kadar sabretmelisin” der. Sabrı taşan Pinokyo ise o zaman içerde uyumak istiyorum der. Deneyimli memurun vicdanı sızlar ve gizlice oturumun olacağı bölümün en arkasındaki vatandaş koltuklarında uyuyabileceğini, biri bir şey sorarsa da vatandaş olarak oturumu dinlemeye geldiğini söylemesini tembihler. O gece ne olmuşsa Pinokyo o kadar rahat uyumuştu ki adeta kendini ana rahminde gibi hissetmişti. Sabah olunca içeride bir hengâme, bir neşe ve anlamsız bir curcuna vardı. Pinokyo şaşakalmıştı. Ülkeye geldi geleli böyle neşe yaşamamıştı. Pinokyo kararını vermişti. Karşıdaki kürsüde yapılacak olan eğlenceli konuşmaları dinleyecekti. Sırayla çıkıp konuşanları dinledikçe aklına takılan sorular oluyordu. Bir yandan konuşan vekillerin ne kadar hünerli olduklarını düşünüyor öte yandan da bu insanların nasıl oluyor da yüzleri kızarmadan bu kadar hızlı yalan söyleyebildiklerini aklı almıyordu. Bunun sırrı neydi? Pinokyo, acaba ben o kürsüye çıksam beni de dinleseler bu kadar neşe sağlayabilir miyim acaba lanetim burada yok mu oluyor düşüncesiyle dikkatlice kürsüye yaklaşır ve mikrofondan; “vekil maaşları çok düşük, ihalelerde tüm vekil ve bakanlarımız rüşvette ortak olmalı” der. Bir anda parlamento binasında çılgınca bir alkış kopar. Hemen Pinokyo’yu vatandaş yapmalıyız, bizim partiye üye olmalı gibi tartışmalar başlar. Pinokyo her konuştuğunda parlamento içinde bir neşe patlaması yaşanmaktaydı. Pinokyo kısa sürede Bakanlar Kurulu tarafından oy birliğiyle vatandaş yapılır.

Ülke halkının perişan durumu, ekonomik sıkıntıları ve su içemeyecek duruma düşmesi bir yana yakında yaklaşan erken seçim için Pinokyo’nun hangi partiden aday olacağı konusunda parlamentoda partiler arasında yoğun bir kavga başlar. Pinokyo bu duruma çok üzülür ve kürsüye çıkar. Pinokyo; ”bakın dostlar kısa sürede yuvam diyebileceğim bir çatı altında buluştuk. Kavga etmek niye, bir yasa önerisi hazırladım. Hangi partiden aday olursam olayım beni transfer edebileceksiniz” der. “Tek yapmamız gereken neşemizi kaybetmemek ve rüşveti serbest kılacak yasaları bir an önce geçirmektir. Gördüğüm kadarıyla halkın istekleri ve tepkileri büyük. Bu yüzden daha çok çalışmalıyız. Amacımıza ulaşmak için parlamentodaki her koltuğa bir ayna koymayı ve bir-iki hafta vatandaşa söyleyeceklerimizi herkesin kendi ideolojisine göre çalışmasını öneriyorum.”  Pinokyo, cümlesinin devamını getiremeden yeniden inanılmaz bir alkış parlamento duvarlarını inletir. Kısa süreliğine Pinokyo hava almak üzere dışarı çıkar. O sıralar Pinokyo’ya en fiyakalı makam aracı olan “DSİ 06” plakalı araç tahsis edilmiştir. Lefkoşa sokaklarında bir marangoz dükkânı önünden geçerken makam aracını durduran Pinokyo duygulanır ve gözünden iki damla yaş geldiğini fark eder. Bu ilk kez olan bir şeydi. Birden aklına baba olarak bildiği Geppetto usta gelir. Acaba baba olarak bildiği Geppetto şimdi ne yapıyordu. Zira yine ona haber vermeden evden kaçmıştı. Makam aracına yaklaşan parlamentonun postacısı Pinokyo’ya bir mektup getirir. Pinokyo kimden geldiğini anlamıştı. Onu her kötülükten koruyan ve kollayan Geppetto usta izini bulmuştu. Mektubu hemen açıp okumaya başlar:

Sevgili oğlum..
Giderken yine haber vermedin. Fakat sana kızgın değilim. Bir gün nasıl olsa öğrenecektin ve kader seni ruhunun doğduğu yuvana doğru sürükleyecekti. Bilmeni isterim ki; artık Sinyor Carlo Collodi’nin seni ıslah olman için lanetlediği burnun uzamayacaktır. Her istediğini yapacağın bir ülkedesin, yani ülkendesin. Fakat artık duyguların da olacak buna dikkat etmelisin. Sana adını ben değil esasında Sinyor Collodi koymuştu. Ülkenin seçkin idarecileri arasındaki en yaygın isim olduğu için Pinokyo olmalı demişti. Bundan sonra çok dikkatli olmalısın. Çünkü her yalanın seni yücelttiği gibi ülkenin o saf, temiz ve esprili halkının da sonunu hazırlayacaktır. Ağustos ayında oralarda daha önce sana yardımcı olsun ve doğruyu göstersin diye Collodi üstadın hediyesi olan dostun Jiminy gibi birçok ağustos böceği göreceksin orada onlara ziziro denmektedir. Hepsini öldüremeyeceğini anlayacaksın. Durmadan doğru söyle, doğru söyle diye sana çağıracaklardır. Fakat bu bir tercih meselesidir sevgili oğlum. Sen benim oğlumsun. Lakin ruhunun doğduğu ülke orası. Duyduğum kadarıyla ülkenin etrafı büyük güçlerin entrikaları yüzünden savaşlar ve ölümlerle sarılmış durumda. Ülke insanı ise “Su” bile içmek için çok ciddi bedeller ödemekteymiş. Eskiden senin ülken çok güzel değerlere sahipti. Birbirini düşünen, birbirine yardımcı olan ve ben yerine biz diyen bir halkın vardı. Efsaneye göre karanlık günler ülkene, bugün Sarayönü denilen yerin göbeğine gökten altın kaplamalı bir koltuğun düşmesiyle başlamış. Ülkedeki üç-beş sahtekâr, hırsız ve halk düşmanının koltuğa oturduktan sonra kendini kral yerine koyarak toplumu aldattıkları rivayet edilir. O tarihten sonra bu koltuk için çetin kavgalar ve savaşlar oldu. Dikkatli ol evlat, ne zaman koltuk sevdalısı değiliz, koltuk peşinde değiliz gibi cümleler duyarsan o vekillerden uzak dur. Onlar ne senin lanetli burnun gibi ne de diğer saf ülke insanın kızaran yüzü gibi bir belirti göstermeden yalan söylemek için eğitilmişlerdir. Onlar koltuğa tapan karanlık bir Avarus3 tarikatına inançla bağlıdırlar. Bu gibilerden kendini koru evlat. Bu arada sevimli sıpan da seninle aynı ülkeden, yani o da o toprakların bir parçasıdır. Küçük sıpacığa da iyi bak evlat...” seni hep seven baban Geppetto...

Pinokyo derhal parlamento’ya koşar ve bu ülkeyi yöneten bakanların koltuklarını görmek ister. O güne kadar vekillerden büyük sempati toplayan Pinokyo’yu artık zor günler bekliyordu. Koltuk kelimesinin geçtiği o andan itibaren Pinokyo’nun sorduğu her soruya inanılmaz yalanlarla cevap veren vekiller her seferinde Pinokyo’yu kandırmayı başarıp onunla alay ederler. Pinokyo ise hergün binlerce kez aldatıldığından ruhunun doğduğu bu topraklardan nasıl göç edeceğini düşünmeye başlar. Fakat önce dışarı çıkıp konuşan sıpasını bulmalıydı. Parlamentonun kapısından tam çıkarken bir grup sıpanın parlamento önünde hep bir ağızdan Pinokyo’ya bağırarak küfürler savurduklarını görür. En önde ise dostu konuşan sıpa durmaktadır. Bir anda acaba neden bana küfrediyorlar diye düşünür. Fakat cesaret edip de yanlarına varamaz. Sonra protestocu sıpaların dağılmasını beklemeye karar verir. Ne de olsa protesto edenlerin içinde en yakın dostu vardı. Sıpasının yalnız kaldığını görür görmez koşarak yanına giderek; “eski dostum, eski dostum seni çok özlemişim” der. Fakat sıpa Pinokyo’ya yüz vermez. Pinokyo tekrardan; “dostum, gerçekten sana ne yaptım ki bana konuşmuyorsun” der. Sıpa; “bu ülkenin vatandaşları aç ve susuzken sen DSİ 06 plakalı makam aracınla hergün bizleri görmezlikten gelip yanımızdan geçip gittin. Sen su içme hakkımızı aramak için içeriye girdin fakat bir daha çıkmadın. Şimdi bak içeri girdiğinden beri bir çok yalanla bizleri kandırdın.” Pinokyo; “hayır ben hiçbir icraatta bulunmadım. Ben sadece bir kere kürsüye çıkıp konuştum. Ama içerdekiler çok tehlikeli hep beni aldattılar, kandırdılar ve hiç yüzleri kızarmadı.” Sıpacık dayanamaz; “biliyormusun buradaki tüm vatandaşlar vekillere hep senin adınla hitap ediyorlar... 1. Yeşil Pinokyo, 2. Yeşil Pinokyo, 1. Turuncu Pinokyo 2. Turuncu Pinokyo... Pinokyo parlamentoya ziyarete gittiği günden beri herşeyini kaybetmişti. Onu eşsiz kılan, yalan söylediğinde uzayan burnu bile uzamıyordu. Dahası artık yalan da söylemekte kendini başarısız bulmaktaydı. Bu kadar Pinokyo’nun içinde de kendini özel hissetmiyordu. Pinokyo ağır depresyondaydı. Gece boyu düşündükten sonra yarın ilk iş olarak sabah sabah kimlik dairesine gidip adını değiştirecekti. Artık o kadar yıpranmıştı ki bu ismin yaşaması onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ve sabah güneşin doğuşuyla birlikte sıpasının sırtında içişleri bakanlığına doğru yol aldı. Bu Pinokyo’nun ölüme doğru yolculuğuydu. En azından tahta bedenini bu kirli isimden kurtarıyordu. Artık Pinokyo yoktu. Sadece onun ismini kullanan insan bedenli kuklalar vardı...



DİPNOTLAR
1 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247
2 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247

3 Avarus: Latince olan sözcük, açgözlü anlamına gelmektedir.




14 Şubat 2016 Pazar

SİHİRBAZ DEĞİL GÖZBAĞCI...

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
SİHİRBAZ DEĞİL GÖZBAĞCI
Tarih sayfaları 1949 temmuzunu gösterdiğinde büyük devletlerin güç gösterileri ve stratejik faaliyetleriyle soğuk savaşın temelleri atılıyordu. İki kutuplu dünya düzeninin kendini hissettirmeye başladığı yıllardı. Kıbrıs’taki gazete sayfaları sür manşetlerini daha çok dünyanın sıkıcı askeri ve ekonomik münakaşalarıyla süslemekteydi. Ada halkları da iç siyasi olaylarla gerilmekteydi. Kıbrıslı Elenlerin yükselen Enosis isteği ve Kıbrıslı Türklerin KATAK öncülüğündeki siyasi mücadelesi gündemi meşgül etmekteydi. Dünyanın tüm sıkıntıları üst üste gelmiş gibiydi. Biraz sıkıntılardan kurtulmak ve kafalarını dağıtmak için Kıbrıslılar sinamalara oldukça ilgi göstermekteydi. Kıbrıslılar için her sosyal etkinlik yeni bir nefes anlamına geliyordu. 7-8 Temmuz 1949 günü gazetelerde dünyaca ünlü hokkabaz Prof. Zati Sungur’un yakında adamızda gösteri yapacağı haberi büyük bir heyecan yaratmıştı. Hatta 9-10 Temmuz Cumartesi ve Pazar gecesi sinamalarda 1948 yılının film müsabakası birincisi “Unutulan Sır” adlı film için sinamaya gidenler bile filmden çok yakında ülkede gösteriler yapacak olan dünyaca meşhur sihirbazın hikayelerini ve büyülerini konuşmaktaydılar.
Hürsöz Gazetesi şöyle bir ilanla duyurmuştu meşhur hokkabazın 9 Temmuz 1949 Kadeş vapuru ile adamıza geldiğini: “Büyük Sanatkâr Prof. Zati Sungur, Kadeş vapuru ile bugün Adamıza vasıl olmuştur” başlığın altında ise gösteri programının pek yakında ilan edileceğinin müjdesi verilmekteydi.1 17 Temmuz 1949 tarihinde Hürsöz gazetesi muhabiri ve daha sonra KKTC’nin ikinci Başbakanı olarak görev yapacak olan Osman Nejat Konuk’un bir röportajı Kıbrıslı Türkler için yeni bir eğlence yeni bir nefes imkanının doğduğunu mücdelemekteydi. Röportajın başlığı oldukça ilgi çekiciydi. “Milletlerarası Bir Şöhret Zati Sungur, Harika Adamla Konuştum” Genç muhabir Nejat Konuk o günü şöyle kaleme almıştı: “ İskenderun İskelesindeyiz. Bütün yolcular hep oraya toplanmışız. Kalabalık arasında ressam Şeref Bey de var. – Ne o Şeref Bey diyorum. Yoksa Kıbrıs’a yeni bir tiyatro grubu mu götürüyorsunuz? – Hayır diyor. Bu kez Prof. Zati Sungur’u götürüyorum. Halka bir kere daha orjinal şeyler seyrettirmenin zevkine varmak istedim. ( Şeref Bey o günlerin en önemli organizatörlerinden yani bugünlerin Acun Ilıcalı’sının daha niteliklisi. NP) Şeref bey doğru söylüyor. Zati Sungur temsilleri yalnız Kıbrıs için değil, bütün dünya için de derin bir orjinaliteye malik bulunmaktadır. Kadeş vapuru dalgasız bir deniz ortasında Kıbrıs’a doğru yol alıyor. Güvertede İstanbul plakalı bir hususi araba ile beraber etrafı Zati Sungur’un temsil afişleri ile dolu bir kamyonet var. Her ikisi de Zati Sungur’a ait. Gemide oldukça kalabalık ekibi ile beraber Prof. Zati Sungur bilhassa göze çapmaktadır. Geçen Cumartesi yolcularını karşılamaya Larnaka’ya gelen kalabalık arasında hep Zati Sungur’un ismi dolaşıyor. Temsilleri hakkında çeşitli rivayetler bir kulaktan diğer kulağa genişleyip yayılıyor. Tam gümrük kapısının önünde duran kamyonetin üzerindeki afişler muhhayelesi ( Hayal Gücü NP) kuvvetli olanların diline hız ve kuvvet veriyor. Bu suretle büyüyen merak dalgası, gecesi, ertesi günü ve ondan sonraki üç gün içerisinde gittikçe yükselerek, genişleyerek bütün adayı kaplıyor ve ilk temsil gecesi Oasis bahçesinin dar kapısından hızla akarak Prof. Zati Sungur’un eşsiz sanatı karşısında derin bir hayranlığa inkilap ediyor. Prof. Zati Sungur’la karşı karşıyayım. Kendine has tatlı üslubu ile hayatından bahsetmektedir. Nejat Konuk’un röportajında Zati Sungur gerçek yaşam öyküsünü şöyle anlatmaktadır: “ Bursa’da doğdum diyor. Birinci Cihan Harbinden evvel Bahriyeye intisap etmiştim. Harbin hemen eşiğinde, staj için grup halinde Almanya’ya gönderilmiştik. Harp içinde uzun müddet orada kaldım. O sıralar bir Alman’dan bazı kart oyunları öğrendim. Bu mesleğe de zaten hevesim vardı. Çok sıkı çalıştım. Almanya’nın her tarafını dolaşarak temsiller verdim. Daha sonra diğer avrupa memleketlerine ve Cennubi Amerika’ya gittim. Meksika ve Arjantin’de senelerce kalarak temsiller verdim. (... ) Kıbrıs’ta bir ay kadar kalacağım. Lefkoşa’dan sonra diğer kazalarda da temsiller vermek istiyoruz. Kıbrıs çok güzel. Yalnız gündüzleri biraz fazla sıcak. Mamafih geceleri hiç sıkılmıyoruz. Türk ırkdaşlarımı tahminimi çok aşan üstün bir durum da buldum. Milliyetperver, temiz karakterli ve kültürlü. Derin bir alaka görüyoruz. Vasıtanızla teşekkürlerimi bildirmek bana cidden zevk veriyor. Büyük usta kıbrıstan sonra İtalya turnesine çıkacağını söylüyor. Daha sonra da meslek yaşamında başından geçen enteresan bir olayı Kıbrıslılarla paylaşmak istiyor: “Bundan 20-25 sene evvel Cenubi Amerika’daydım diye başladı. Temsilimin en heyecanlı bir anında, testere ile ortasından bölmeğe çalıştığım kızın feryatları bütün tiyatronun havasını kaplarken üç el tabanca sesi bir bomba gibi patlıyor ve etraf barut kokusu ile doluyor. Sonradan öğrendik: ortasından bölmeğe çalıştığım kız acı acı bağırırken buna tahamül edemeyen seyircilerden bir tanesi tabancasını üzerime boşaltmak istemiş fakat etraftakilerin tam zamanında müdahalesi ile namlu hedefini şaşırarak kurşunlar perdeye saplanmış. Bu suretle muhakkak bir ölümden kurtulmuş oluyordum.”2  Dünyaca ünlü sihirbaza olan ilgi Nejat Konuk’un bu röportajyla daha da artmıştı. İlerleyen yıllarda dünyanın en iyi sihirbazlarından biri olarak tarihe geçecek olan Sungur, 1975 yılında, Avrupa'nın en saygın illüzyon kongrelerinden biri olan Karlovy Vary İllüzyonistler Kongresi'nde (Çekoslovakya), geliştirmiş olduğu "Sihirli Zarlar" oyununu sunar ve büyük ödüle hak kazanır. 1981 yılında da yine Karlovy Vary İllüzyonistler Kongresi'nde "Sihirbazlar Kralı" unvanına layık görülür.
1949 yılına geri dönersek, illüzyon sanatında dünyaca nam salmış olan hokkabazın adada kaldığı hemen hemen her gün gösteri programı hakkında adeta canlı yayın gibi gazetelerde yayınlar görmekteyiz. Ada’ya gelişinden bir gün sonra 10 Temmuz günü gazetelerde; “Hind. Amerika ve Avrupa’da Hayret ve Takdirle karşılanan Zati Sungur İtalya turuna çıkarken adamıza da uğradı. Üç gün sonra alkışlayacaksınız” 3 kabilinden yazılar ve ilanlar yayınlanır.  12 Temmuz’da artık meşhur hokkabazın gösteri programı ve afişleri yayınlanmaya başlayacaktır. İlk temsil, Lefkoşa’da Oasis Bahçesinde, 13 Temmuz Çarşamba saat: 21.30’da başlayacak ve biletleri de konumuna göre; 2-3 ve 4 Şilin olarak duyurulacaktır.  İlk temsilin duyurulduğu afiş üzerinde “Sizi Hayret ve Neşe içine boğacak” denmekteydi.4 Afişlerde yazanlardan daha fazlası vardı. Lefkoşa’da Oasis Bahçesindeki ilk temsilden sonra Ada’nın dört bir tarafına kulaktan kulağa yayılan olağanüstü hikayeler Zati Sungur’u bir büyücü, inanılmaz güçleri olan bir kişi olarak yeni bir kimliğe sokmaktaydı. İlk temsilden sonra gazetelerde yayınlanan program ilanlarında şu cümleler yer almaktaydı: “İşittiklerinizin çoğu doğrudur. Aklın almadığı duracağı işler Zati Sungur’un yüksek sanatının eseridir. Gidip görünüz hayretlerinizi senelerce anlatabilirsiniz.”5
15 Temmuz sabahı Hürsöz Gazetesinin ilk sayfasında Zati Sungur’un Kıbrıslılar üzerinde yarattığı inanılmaz etkiyi görmekteyiz. Zati Sungur Mucizeler Gösteriyor! başılığı altında şöyle denmektedir: “ Dünya milletleri tarafından taktirle karşılanan ve Amerikan metbuatını bile günlerce işgal eden Prof. Zati Sungur’u en nihayet aramızda görmekle büyük bir sevinç ve gurur duymaktayız. İki gecedir devam etmekte olan Prof. Zati Sungur’un temsilleri büyük bir alaka ile takip edilmektedir. Tabiat üstü bir kuvvet ve kudrete sahip olduğu görünen Prof. Zati Sungur iki gecedir devam eden gösterileri ile, seyircilerin nazarında yıkılmaz bir kudrete sahip olduğunu isbat etmektedir. Zati Sungur ilk temsilinde Oasis Bahçesini dolduran hatta taşıran büyük bir seyirci kitlesine kendisini sahnede, bir Türk sanatkarı olarak taktim etmiştir...6
Dönemin gazetelerinden meşhur sihirbazın Lefkoşa’daki gösterilerinden sonra 22 Temmuz tarihinde Limasol bölgesinde de gösteriler yaptığı ve bunun içinde Panteon Sinamasını seçtiğini bilmekteyiz.7 Sırayla tüm kazalarda gösteri yapacağı duyulunca halk arasında heyecan daha da artmaktaydı. Zati Sungur 8 Ağustos’ta Larnaka’da Makridis sinamasında yaptığı gösteriden sonra 15-16 Ağustos Pazartesi ve Salı günleri Baf’ın Attikon Sinamasında saat:21:00’de en meşhur gösterilerini yapmak için gitmişti.8

Meşhur sihirbazın Baf kazasında yapmış olduğu gösteriyi izleme fırsatı bulmuş birçok Baflı gibi Emine Mehmet (89) o günkü heyecanı ile bakın Zati Sungur’u nasıl anlatıyor: “ Ben, 24 Kasım 1927 Baf doğumluyum. O zaman (15-16 Ağustos 1949 NP) Attikon sinamasına geldiydi bu meşhur Gözbağcı. Hep gonuşurdu ahali büyücüdür diye. Ben gızım Nazmiye’ye hamileydim o zaman. Benim efendi götürdüydü bizi görmeye bu adamı. Gittik Attikon sinamasına. Çeşit çeşit hünerleri vardı. Karpuzları tekerlerdi adam olurlardı. Değneklerden ilan (Yılan) yapardı. Gocaman bir bıçkıyla (testere) gızı kestiydi orta yerinden. Bağırırdı gıccağaz. Saatleri bozardı gözleriyle. Sonra yumurtadan adam çıkardıydı. Çok heyecan ederdi ahali, o sinamanın içinde uğultular, çığırmalar, kahkahalar çok heyecan eddiydik hepimiz. İçinde başka adam vardı sanki kel oğlan gibi gonuşurdu gendiynan ama hiç ağzı oynamazdı. O zamanlar çok meşhur bir gözbağcıydı bu adam. Neneme sihirbaz yani dediğimde, sihirbaz değil, Gözbağcı’dır o Gözbağcı. Gaçdıydı hani ahali daha gonuşurdu. Zati Sungur öyle yaptıydı böyle yaptıydı diye. Mutallo’dan etraftan, Kasabadan herkes geldiydi izlesinler bu Gözbağcı’yı.9   Gözbağcı; TDK’nın sözlüğünde Göz bağı yapan kimse, illüzyonist olarak tanımlanmaktadır. Bazılarımızın unuttuğu bazılarımızın ise hiç duymadığı bu kelime Kıbrıslı Türklerin lugâtında hep var olmalıdır. Var olmalıdır ki nene ve dedelerimizin anıları, toplumumuzun değerleri yaşayabilsin, anlamlarını yitirmesin. Dünyaca ünlü Gözbağcı Zati Sungur’un Kıbrıs turnesi 1949 Ağustos ayının son günlerinde son bulmuştur. Fakat bıraktığı iz benim çocukluğuma kadar tazeliğini koruyarak gelmiştir. Dedemin her yeni birşey icad edip göstermeye gittiğimde bana “ma ettim seni Zati Sungur” veya annemin “Zati Sungur kesildin başımıza” dediğini halen dün gibi hatırlamaktayım. Emine nenemin dediği gibi o meşhur Gözbağcı Kıbrıslılar üzerinde unutulmaz anılar bırakmıştı. Belki adamızdan 1949 yılının ağustos ayında ayrılmıştı. Fakat sosyal hayatımıza uzun süre hükmedecek olan bir isim olarak Gözbağcı kelimesini yerleştirmişti. O bizim için sihirbaz değil meşhur Gözbağcı’ydı. Emine neneme şahsım ve Poli Dergisi adına bizlere vakit ayırdığı ve tarihimizin gözbağını çözdüğü için teşekkür ederiz.
Dipnotlar
1 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Büyük Sanatkar Prof Zati Sungur”, 9 Temmuz 1949, Sayfa:2
2 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, Milletlerarası Bir Şöhret Zati Sungur, Harika Adamla Konuştum”, 17 Temmuz 1949, Sayfa:1-2
3 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Hind. Amerika ve Avrupa’da Hayret ve Takdirle karşılanan Zati Sungur İtalya turuna çıkarken adamıza da uğradı.”, 10 Temmuz 1949, Sayfa:2
4 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Sizi Hayret ve Neşe içine boğacak” 12 Temmuz 1949, Sayfa:2
5 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “İşittiklerinizin Çoğu Doğrudur” 14 Temmuz 1949, Sayfa:2
6 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Zati Sungur Mucizeler Gösteriyor! ” 15 Temmuz 1949, Sayfa:1
7 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Zati Sungur Limasolda” 22 Temmuz 1949, Sayfa:2
8 Girne Milli Arşiv, Hürsöz Gazetesi, “Prof. Zati Sungur Bafta Attikon Sinamasında” 13 Ağustos 1949, Sayfa:2
9 Emine Mehmet ile yapılan söyleşiden, Lefkoşa, 9 Şubat 2016