21 Şubat 2016 Pazar

PİNOKYO NASIL ÖLDÜ?


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com


PİNOKYO NASIL ÖLDÜ…

Pinokyo, 1881’de yazar Carlo Collodi’nin hayat verdiği marangoz Geppetto tarafından yaratılmıştı. Kısa sürede çocukların sevgilisi olmuştu. Haylaz ve eğlence düşkünü kukla, Eduardo Galeano’nun deyimiyle; “Geppetto ellerini çam ağacından daha yeni yapmıştı ki, kukla peruğunu çalıp adamı kel bıraktı. Ve bacaklarını tamamlar tamamlamaz da Pinokyo koşarak kaçtı ve onu polise ihbar etti.”1 Kukla, çılgın bir kimliğe sahipti. Kendisini yontarak şekil ve hayat veren babası Geppetto’ya dahi bağlılığı yoktu. O, oyun düşkünü yaramaz bir çocuktu. Her sıkıştığında yalan söylemeyi adet edinmişti. Fakat yaradılışından gelen büyük bir sıkıntı vardı. Aslında bu yaratılış noksanlığı onu eşsiz kılıyordu. İnsanoğlunun aksine yalan söylediğinde burnu uzuyor, ilk yaratıcı tanrısı Collodi’nin lanetine uğruyordu. Collodi, ruhu olan bir kukla düşlemişti. Geppetto usta ise kendisine bağlı, laf dinleyen uslu bir çocuk düşlemekteydi. Collodi’nin Geppetto ustaya çizdiği kader, kukla oğlu Pinokyo’nun hainlik ve yalanlarıyla mücadele içinde geçecekti. Geppetto tüm bunlardan habersiz sevgiyle şekil vermişti çam kütüğüne…

***
Collodi, Pinokyo için şu sıfatları uygun görmüştü; iblis (İmp), yaramaz (rascal), hayırsız (scapegrace), rezil (disgrace), pasaklı (ragamuffin) ve dolandırıcı (rogue) vb. Pinokyo, 1881’de yayınlanan Collodi’nin orijinal hikâyesinin kötü karakterli başkahramanıydı. Floransa’nın Collodi köyünde doğan Carlo Lorenzini’nin orijinal adını bile tam olarak bilmeyen Pinokyo severler, yalan söylediğinde burnu uzayan bu kukla’nın gerçek hikâyesiyle değil, 1940’da Walt Disney’in onu beyaz perdeye taşıdığı ve deyim yerindeyse düzelttiği hikâyesiyle tanımaktadır. Hâlbuki Collodi’nin eserinin sonunda yaramaz, iblis ve dolandırıcı Pinokyo bir meşe ağacında idam edilmekteydi. Babasına karşı devamlı kötü davranışlar sergileyen bu hayırsız kukla oldukça vicdansızdı. Orijinal (1881) eserdeki Jiminy adlı ziziro (ağustos böceği) Pinokyo’yu babasına karşı kötü davranmasın diye uyarmaya kalktığında buna oldukça sinirlenen hayırsız kukla eline aldığı çekiçle zizironun kafasını oracıkta paramparça eder. İşte tüm bu kötülüklerinden ve hainliklerinden sıkılan Carlo Colodi, Pinokyo’nun ölmesi gerektiğini düşünür ve onu idam eder.
***
Eduardo Galeano’ya göre Walt Disney 1940’da Pinokyo’yu Hollywood’da vaftiz etmişti.2 Günahlarından arındırılan kötü karakterli kukladan geriye sadece insan bedenine kavuşmak için maceralara atılan, arada bir yanlış yola düşen, haylaz fakat sevimli bir kukla olarak kalmıştı. Onu eşsiz kılan burnu yalan söylediğinde hala uzuyordu. Collodi’nin laneti peşini bırakmamıştı.


***
Bizim hikâyemizde ise Pinokyo gece boyunca konuşan sıpasının sırtında yolculuk ettikten sonra, şafak sökerken “kuzey Kıbrıs’a” neşe içinde ulaşır.

Pinokyo’ya göre bu ülke dünyanın hiçbir ülkesine benzemiyordu. Nüfusu tamamıyla temiz kalpli, espri yeteneği olan saf insanlardan oluşuyordu. Pinokyo’nun aklına hemen yapacağı hinlikler ve kandıracağı insanlar geldi. Pinokyo burası tam bir eğlenceler ülkesi diyerek çok yorulan somurtkan sıpasını motive etmeye çalıştı. Yorgun sıpa ise biraz dinlenip bir şeyler yemenin hayaliyle; “harika, ilerde insanlar var, onlara nerede konaklayabileceğimizi soralım” dedi. Pinokyo ilerdeki kalabalığın bir kahvehane olduğunu görünce aklına hemen bir oyun geldi. Kahvehaneye yaklaşınca sıpasına sakın ola konuşma, ses etme dedi. Sıpasından inen Pinokyo orada oturan en yaşlı amcaya yaklaşarak “beni tanımadınız mı?” dedi. Yaşlı adam; “pek tanıdık gelmedin evlat kimlerden..” demeye kalmadan Pinokyo ağlamaya başladı. Yaşlı adam; “ağlama evlat, anlat bakalım derdin ne” diye sordu. Pinokyo planını yapmıştı; anacığını aramaktaydı ve çok uzak diyarlardan gelmekteydi. Dahası yaşlı adama gerekirse bu köyde doğduğunu bile söyleyecekti. Yaşlı adam; “gel bizim gocagarı ne bişirdiyse yiyelim” diyerek Pinokyo’yu evine götürür. Pinokyo istediğini almıştı. Bu topraklarda ilk yalanını söylemiş ve yaşlı adamı kandırmıştı. Artık hem kendinin hem de sıpasının karnı doyacaktı. Fakat bir aksilik vardı. Bu yalanı söylediğinde her zaman olan o lanet olay gerçekleşmemişti. Burnu uzamamış ve o kötü hissettiren duyguyla karşı karşıya kalmamıştı. Bir yandan burnunun büyümediğine seviniyor öte yandan ise içini bir korku sarıyordu. Akşam olmak üzereydi birden yaşlı adam gelip; “yemeğimizi yedik artık uyku geldi bedene Allah razı olsun kalkıp gidene” deyince, Pinokyo; “burası ülkenin en doğusu değil mi?” deyiverdi. Yaşlı adam; “evet burası iskele bölgesi olarak bilinir evlat.” Pinokyo; “biz ta en batıya gideceğiz, şimdi yola çıksak yolu bulamayız herhalde” diye ekler. Yaşlı adam; “peki o zaman mademki kalacak yeriniz yok artık bu gece bizim misafirimiz olun” der. Pinokyo, sabah erkenden kalkıp yaşlı çiftin bütün yardımlarına rağmen evdeki tüm paralarını çalar ve yeni eğlenceler düşleyerek hızlıca yol alır.

Çok uzun bir yoldan sonra sıpası ile birlikte susuzluktan kırılmak üzereyken su kuyusu olan bir bahçenin yanında durur. Pinokyo, kuyunun yanındaki çeşme üzerindeki saate bakarak “bu da ne ki?” der. Bahçe sahibi yaklaşarak; “merhaba çocuk, ne istemiştin” diye sorar. Pinokyo; “çok susamışız biraz su içmek istiyorduk da o nedenle çeşmeyi görünce durduk.” Bahçe sahibi; “iyi güzel de paranız var mı su içecek kadar?” der. Pinokyo; “sadece bir iki yudum su içeceğiz suya para mı istiyorsunuz?” Bahçe sahibi; “su benim değil çocuk, ben de içerken çeşmenin yanındaki saatin içine bir yudum için 3 altın, bir bucuk yudum için de 4 altın atıyorum.” Pinokyo; “ama nasıl bahçe senin değil mi?” Bahçe sahibi; “evet bahçe benim fakat su bizim değil” deyip derin bir off çektikten sonra; “bu konu çok uzun hikâye, içecekseniz parayı atarsınız içmeyecekseniz de haydi yolunuza” der. Pinokyo bu işe çok içerler fakat çok susadığından tüm çaldığı parayı üç yudum su için harcamış olur. Pinokyo bahçe sahibinden ülkeyi yönetenlerin nerede kaldığını öğrenir ve sinirli bir şekilde bu konuyu şikâyet etmek için başkent Lefkoşa’daki parlamento binasına doğru yol alır. Tüm keyfi kaçan Pinokyo, bir yandan da halen ülkeye geldiği ilk gün yaşlı adamı kandırmak için söylediği yalanlar sonrasında burnunun uzamamasının sebebini düşünmektedir.

Yorgun bir şekilde Lefkoşa’ya varan Pinokyo, casino yazan ışıklı büyük eğlence yerlerini fark edince buralarda kim bilir ne oyunlar yaparım diye düşündü. Birden aklına üç yudum suya ödediği altınlar geldi. Siniri yine tepesine çıkan Pinokyo derhal parlamentoya gitmek üzere ilk gördüğü kişiye adres sorar. Adresi söyleyen oranın lanetli olduğunu da ekleyerek sen daha bir çocuksun istersen oradan uzak dur der. Fakat Pinokyo kararlıdır. Kısa sürede parlamento binasına gelip beklemeye başlar. Fakat bir-iki hafta bekledikten sonra kimselerin gelmediğini fark eder. Kapıdaki memurlara her sorduğunda ise bugün şu konuda toplanılacak veya gündemleri yoğun gibi yanıtlar alıyordu. Pinokyo bir ayın sonunda artık isyan eder. Memurların en yaşlısına giderek nerede bu vekiller der. Deneyimli memurda; “yarın mecliste vekil maaşlarına yapılacak artış konuşulacak, mutlaka hepsi gelecektir, yarına kadar sabretmelisin” der. Sabrı taşan Pinokyo ise o zaman içerde uyumak istiyorum der. Deneyimli memurun vicdanı sızlar ve gizlice oturumun olacağı bölümün en arkasındaki vatandaş koltuklarında uyuyabileceğini, biri bir şey sorarsa da vatandaş olarak oturumu dinlemeye geldiğini söylemesini tembihler. O gece ne olmuşsa Pinokyo o kadar rahat uyumuştu ki adeta kendini ana rahminde gibi hissetmişti. Sabah olunca içeride bir hengâme, bir neşe ve anlamsız bir curcuna vardı. Pinokyo şaşakalmıştı. Ülkeye geldi geleli böyle neşe yaşamamıştı. Pinokyo kararını vermişti. Karşıdaki kürsüde yapılacak olan eğlenceli konuşmaları dinleyecekti. Sırayla çıkıp konuşanları dinledikçe aklına takılan sorular oluyordu. Bir yandan konuşan vekillerin ne kadar hünerli olduklarını düşünüyor öte yandan da bu insanların nasıl oluyor da yüzleri kızarmadan bu kadar hızlı yalan söyleyebildiklerini aklı almıyordu. Bunun sırrı neydi? Pinokyo, acaba ben o kürsüye çıksam beni de dinleseler bu kadar neşe sağlayabilir miyim acaba lanetim burada yok mu oluyor düşüncesiyle dikkatlice kürsüye yaklaşır ve mikrofondan; “vekil maaşları çok düşük, ihalelerde tüm vekil ve bakanlarımız rüşvette ortak olmalı” der. Bir anda parlamento binasında çılgınca bir alkış kopar. Hemen Pinokyo’yu vatandaş yapmalıyız, bizim partiye üye olmalı gibi tartışmalar başlar. Pinokyo her konuştuğunda parlamento içinde bir neşe patlaması yaşanmaktaydı. Pinokyo kısa sürede Bakanlar Kurulu tarafından oy birliğiyle vatandaş yapılır.

Ülke halkının perişan durumu, ekonomik sıkıntıları ve su içemeyecek duruma düşmesi bir yana yakında yaklaşan erken seçim için Pinokyo’nun hangi partiden aday olacağı konusunda parlamentoda partiler arasında yoğun bir kavga başlar. Pinokyo bu duruma çok üzülür ve kürsüye çıkar. Pinokyo; ”bakın dostlar kısa sürede yuvam diyebileceğim bir çatı altında buluştuk. Kavga etmek niye, bir yasa önerisi hazırladım. Hangi partiden aday olursam olayım beni transfer edebileceksiniz” der. “Tek yapmamız gereken neşemizi kaybetmemek ve rüşveti serbest kılacak yasaları bir an önce geçirmektir. Gördüğüm kadarıyla halkın istekleri ve tepkileri büyük. Bu yüzden daha çok çalışmalıyız. Amacımıza ulaşmak için parlamentodaki her koltuğa bir ayna koymayı ve bir-iki hafta vatandaşa söyleyeceklerimizi herkesin kendi ideolojisine göre çalışmasını öneriyorum.”  Pinokyo, cümlesinin devamını getiremeden yeniden inanılmaz bir alkış parlamento duvarlarını inletir. Kısa süreliğine Pinokyo hava almak üzere dışarı çıkar. O sıralar Pinokyo’ya en fiyakalı makam aracı olan “DSİ 06” plakalı araç tahsis edilmiştir. Lefkoşa sokaklarında bir marangoz dükkânı önünden geçerken makam aracını durduran Pinokyo duygulanır ve gözünden iki damla yaş geldiğini fark eder. Bu ilk kez olan bir şeydi. Birden aklına baba olarak bildiği Geppetto usta gelir. Acaba baba olarak bildiği Geppetto şimdi ne yapıyordu. Zira yine ona haber vermeden evden kaçmıştı. Makam aracına yaklaşan parlamentonun postacısı Pinokyo’ya bir mektup getirir. Pinokyo kimden geldiğini anlamıştı. Onu her kötülükten koruyan ve kollayan Geppetto usta izini bulmuştu. Mektubu hemen açıp okumaya başlar:

Sevgili oğlum..
Giderken yine haber vermedin. Fakat sana kızgın değilim. Bir gün nasıl olsa öğrenecektin ve kader seni ruhunun doğduğu yuvana doğru sürükleyecekti. Bilmeni isterim ki; artık Sinyor Carlo Collodi’nin seni ıslah olman için lanetlediği burnun uzamayacaktır. Her istediğini yapacağın bir ülkedesin, yani ülkendesin. Fakat artık duyguların da olacak buna dikkat etmelisin. Sana adını ben değil esasında Sinyor Collodi koymuştu. Ülkenin seçkin idarecileri arasındaki en yaygın isim olduğu için Pinokyo olmalı demişti. Bundan sonra çok dikkatli olmalısın. Çünkü her yalanın seni yücelttiği gibi ülkenin o saf, temiz ve esprili halkının da sonunu hazırlayacaktır. Ağustos ayında oralarda daha önce sana yardımcı olsun ve doğruyu göstersin diye Collodi üstadın hediyesi olan dostun Jiminy gibi birçok ağustos böceği göreceksin orada onlara ziziro denmektedir. Hepsini öldüremeyeceğini anlayacaksın. Durmadan doğru söyle, doğru söyle diye sana çağıracaklardır. Fakat bu bir tercih meselesidir sevgili oğlum. Sen benim oğlumsun. Lakin ruhunun doğduğu ülke orası. Duyduğum kadarıyla ülkenin etrafı büyük güçlerin entrikaları yüzünden savaşlar ve ölümlerle sarılmış durumda. Ülke insanı ise “Su” bile içmek için çok ciddi bedeller ödemekteymiş. Eskiden senin ülken çok güzel değerlere sahipti. Birbirini düşünen, birbirine yardımcı olan ve ben yerine biz diyen bir halkın vardı. Efsaneye göre karanlık günler ülkene, bugün Sarayönü denilen yerin göbeğine gökten altın kaplamalı bir koltuğun düşmesiyle başlamış. Ülkedeki üç-beş sahtekâr, hırsız ve halk düşmanının koltuğa oturduktan sonra kendini kral yerine koyarak toplumu aldattıkları rivayet edilir. O tarihten sonra bu koltuk için çetin kavgalar ve savaşlar oldu. Dikkatli ol evlat, ne zaman koltuk sevdalısı değiliz, koltuk peşinde değiliz gibi cümleler duyarsan o vekillerden uzak dur. Onlar ne senin lanetli burnun gibi ne de diğer saf ülke insanın kızaran yüzü gibi bir belirti göstermeden yalan söylemek için eğitilmişlerdir. Onlar koltuğa tapan karanlık bir Avarus3 tarikatına inançla bağlıdırlar. Bu gibilerden kendini koru evlat. Bu arada sevimli sıpan da seninle aynı ülkeden, yani o da o toprakların bir parçasıdır. Küçük sıpacığa da iyi bak evlat...” seni hep seven baban Geppetto...

Pinokyo derhal parlamento’ya koşar ve bu ülkeyi yöneten bakanların koltuklarını görmek ister. O güne kadar vekillerden büyük sempati toplayan Pinokyo’yu artık zor günler bekliyordu. Koltuk kelimesinin geçtiği o andan itibaren Pinokyo’nun sorduğu her soruya inanılmaz yalanlarla cevap veren vekiller her seferinde Pinokyo’yu kandırmayı başarıp onunla alay ederler. Pinokyo ise hergün binlerce kez aldatıldığından ruhunun doğduğu bu topraklardan nasıl göç edeceğini düşünmeye başlar. Fakat önce dışarı çıkıp konuşan sıpasını bulmalıydı. Parlamentonun kapısından tam çıkarken bir grup sıpanın parlamento önünde hep bir ağızdan Pinokyo’ya bağırarak küfürler savurduklarını görür. En önde ise dostu konuşan sıpa durmaktadır. Bir anda acaba neden bana küfrediyorlar diye düşünür. Fakat cesaret edip de yanlarına varamaz. Sonra protestocu sıpaların dağılmasını beklemeye karar verir. Ne de olsa protesto edenlerin içinde en yakın dostu vardı. Sıpasının yalnız kaldığını görür görmez koşarak yanına giderek; “eski dostum, eski dostum seni çok özlemişim” der. Fakat sıpa Pinokyo’ya yüz vermez. Pinokyo tekrardan; “dostum, gerçekten sana ne yaptım ki bana konuşmuyorsun” der. Sıpa; “bu ülkenin vatandaşları aç ve susuzken sen DSİ 06 plakalı makam aracınla hergün bizleri görmezlikten gelip yanımızdan geçip gittin. Sen su içme hakkımızı aramak için içeriye girdin fakat bir daha çıkmadın. Şimdi bak içeri girdiğinden beri bir çok yalanla bizleri kandırdın.” Pinokyo; “hayır ben hiçbir icraatta bulunmadım. Ben sadece bir kere kürsüye çıkıp konuştum. Ama içerdekiler çok tehlikeli hep beni aldattılar, kandırdılar ve hiç yüzleri kızarmadı.” Sıpacık dayanamaz; “biliyormusun buradaki tüm vatandaşlar vekillere hep senin adınla hitap ediyorlar... 1. Yeşil Pinokyo, 2. Yeşil Pinokyo, 1. Turuncu Pinokyo 2. Turuncu Pinokyo... Pinokyo parlamentoya ziyarete gittiği günden beri herşeyini kaybetmişti. Onu eşsiz kılan, yalan söylediğinde uzayan burnu bile uzamıyordu. Dahası artık yalan da söylemekte kendini başarısız bulmaktaydı. Bu kadar Pinokyo’nun içinde de kendini özel hissetmiyordu. Pinokyo ağır depresyondaydı. Gece boyu düşündükten sonra yarın ilk iş olarak sabah sabah kimlik dairesine gidip adını değiştirecekti. Artık o kadar yıpranmıştı ki bu ismin yaşaması onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ve sabah güneşin doğuşuyla birlikte sıpasının sırtında içişleri bakanlığına doğru yol aldı. Bu Pinokyo’nun ölüme doğru yolculuğuydu. En azından tahta bedenini bu kirli isimden kurtarıyordu. Artık Pinokyo yoktu. Sadece onun ismini kullanan insan bedenli kuklalar vardı...



DİPNOTLAR
1 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247
2 Galeano, Eduardo, Ve Günler Yürümeye Başladı, Sel Yayıncılık, Birinci Baskı, Kasım 2012, S:247

3 Avarus: Latince olan sözcük, açgözlü anlamına gelmektedir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder