30 Ağustos 2015 Pazar

SİYASETTE ALGORİTMA EKSİKLİĞİ ÜZERİNE…

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com

SİYASETTE ALGORİTMA EKSİKLİĞİ ÜZERİNE…
Latince algorismus kelimesinden türeyen “Algoritma” terimi; M.S. 835 yılında aritmetik yöntemler üzerine bir kitap yazan İranlı matematikçi Muusa al-Khowarizm’in (el-Hârizmi) adından gelmektedir. Muusa al-Khowarizm’nin bu kitabı on ikinci yüzyılda Bathlı Adelard ve Chesterlı Robert tarafından Latinceye çevrilmiştir. “Algoritma, asırlar boyu hem basit hem de sonucu itibariyle dört dörtlük diyebileceğimiz sağlamlıktaki mekanik bir süreç olarak addedildi. 1930’larda Alan Turing, Kurt Gödel ve Alonzo Church’ün öncülüğündeki çalışma, bu terimden bugün anladığımız anlamı aşağı yukarı ortaya koydu.”1 Algoritma kısaca, belli bir problemi çözmek veya belirli bir amaca ulaşmak için çizilen yol olarak tanımlanabilirAlgoritmaların, her birinin tanımlanması oldukça karışık olan üç anahtar özelliğe sahip olduğunu söyleyebiliriz: Birincisi, Substrat nötralliği’dir. İkincisi, Akla başvurma gereksinimi duymama, üçüncüsü ise, Garanti sonuçlar’dır. Bu üç özelliği çağımızın önemli filozoflarından Daniel Dennett şöyle tanımlamaktadır:“Substrat nötralliği; Uzun bir bölme işlemini ister kurşun kalemle, ister tükenmezkalemle, ister kâğıda, ister tirşe üzerine, isterseniz neon ışıklarıyla gökyüzüne yazarak yapın; hiç önemi yoktur. Yöntemin gücü mantıksal yapısından kaynaklanır. İşlem sırasında devreye giren maddelerin nedensel güçleri kurallarla saptanmış adımları atmaya yetiyorsa, onlardan başka bir şey beklenmez. Akla başvurma gereksinimi duymama:  Yöntemin tüm tasarımı göz alıcı ve enfes olabilir veya parlak sonuçlar doğurabilir; ama her bileşen basamak, basamaklar arası geçişler de dâhil olmak üzere son derece basittir. Ne kadar basit? Görevine bağlı bir aptalın veya özelliksiz bir mekanik aygıtın bile gerçekleştirebileceği kadar basit. Algoritmalar ders kitaplarındaki standart tanımlarında, acemi aşçılar tarafından kullanılmak üzere tasarlanmış, çeşit çeşit tariflere benzetilir. Aşçıbaşıları için hazırlanmış, yemek tarifleri içeren bir kitapta şöyle bir cümle geçebilir. ‘Balığı uygun miktarda şarap içinde iyice pişirin. ‘Fakat aynı işlem bir algoritmayla şöyle tanımlanabilirdi: ‘Üstünde sek yazan bir beyaz şarap şişesi alın, bir tirbuşonla şişenin mantarını çekin, tavaya 2,5 santim kadar şarap dökün, ocağın ateşini yüksek ayara getirin…’ Tarifi okuyacak kişiyi usandıracak cinsten, akla dayanan hiçbir karar veya değerlendirme gerektirmeyen basit adımlar. Garantili sonuçlar: Bir algoritma yapmak üzere tasarlandığı işi her zaman yapar; tabii eğer uygulayıcı yanlış bir adım atmazsa. Bir algoritma her zaman dört dörtlük bir tariftir.”2
Siyasette algoritma kavramını tanımlamadan önce ilkin Siyaset felsefesinin belli başlı konularına bakılmalıdır. Siyaset felsefesi; en iyi siyasal örgütlenme biçimi nedir? Siyasal otoriteye itaat nasıl meşrulaştırılabilir? Adalet nedir, nasıl gerçekleştirilebilir? Sosyal adalet diye bir şey var mıdır, varsa nasıl sağlanabilir? Özgürlük nedir? Bireysel özgürlüklerin sınırları nelerdir? Toplumsal refah nasıl sağlanır? Gibi sorulara insan evladının tarih boyunca sistematik cevap bulma uğraşı olarak bakılabilir. Bu bağlamda insan evladının siyasi sorunlara sistematik bir şekilde toplumsal olarak yanıt aramayla geçen geçmişini günümüze kadar ele alacak olursak; sosyo-ekonomik, siyasal ve kurumsal olarak dört başlıkta değerlendirebiliriz. Tarihsel açıdan bakıldığında: Antik dünyanın polis (site-devleti) düzeni, Orta Çağ’ın feodal sistemi, modern dönemin ulus-devlet yapısı ve post-modern dönemin ulus-devletlerin sınırlarının kaybolmaya başladığı küreyerel yapısı esasında dikkatle incelenmelidir. Fakat burada esas konumuza girebilmek için ön bir bilgi olarak bu dönemlere ait hâkim olan siyaset felsefelerinden bahsetmek yeterli olur kanaatindeyim. Antik Çağ’a karşılık gelen hâkim siyasal yaklaşım, “erdem Siyaseti”dir. Orta Çağ’a karşılık gelen “iman siyaseti”, modern döneme karşılık gelen “çıkar siyaseti” ve günümüzün post-modern dönemine karşılık gelen “nihilist siyaset” yaklaşımlarıdır. Tarihsel olarak insanlığın siyasal geçmişindeki arayışın her dönemde farklılaşsa da öznesinin insan olduğu gerçeği apaçık ortada durmaktadır. Yalın olarak bakıldığında David Hume’un tarih bilimi hakkında ortaya koyduğu şu sözler oldukça manidardır: “İnsan türü tüm zamanlarda ve mekânlarda öylesine aynıdır ki, bu özellik nedeniyle tarih bize yeni ya da yabancı hiçbir şey hakkında bilgi vermez. Onun başlıca yararı ise bize insan doğasını birçok koşul ve durumda göstererek ve böylece gözlemlerimizi oluşturacağımız materyali sağlayarak ve bizi insan davranışının düzenli işleyişine aşina hale getirerek insan doğasının daimi ve evrensel ilkelerini keşfetmemize imkân tanımasıdır.”
Siyasal tarih boyunca ortaya konan yaklaşımlar, ideolojiler ve kavramlar yerli yerine oturtulup doğru tanımlanmadığı zaman sistematik yapıda sorunlar kaçınılmaz olmaktadır. Günümüzde toplumların sorunlarına tam manasıyla cevap veremeyen ideolojilerin (Liberalizm, Neo-Liberalizm- Komünizm- Sosyalizm) sorgulanır olduğu ve gittikçe birbirileriyle benzeşmeye veya bağnaz bir çerçeve içine gömülmeğe başladığını gözlemlemek mümkündür. İdeolojilerin sosyo-ekonomik sorunlara verdikleri cevaplar gittikçe esnekleşmekte ve var olan ideolojik kavramlar yeniden tanımlanmaya çalışılmaktadır. Yeni bir siyasal örgütlenme arayışı sadece ülkemizde değil tüm dünyada değişim taleplerini beraberinde getirmektedir. Fakat günümüzün post-modern yapısı içerisinde ortaya çıkan yeni koşullar ve sorunlar karşısında mevcut siyasal yaklaşımların çaresizliği yeni nesilleri yeni arayışlara doğru götürmektedir. Bu arayışların bir sonucu olarak belki de artık yeni bir ideolojik kavramın doğması ve bilimin başat rol oynayacağı siyasette algoritmik süreçlerin hâkim olacağı sistemlerin kurulmasının zamanı gelmiştir. Ülkemizde yeni siyaset arayışının ve toplumsal talebin altında yatan en büyük etken sistemin çökmüş olduğu gerçeğidir. KKTC’de kurulmuş olan 1974 sonrası düzenin toplumsal sorunlara yanıt veremiyor olduğu tüm mevcut siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri tarafından kabul görmektedir. Durum bu ise ilkin toplumsal olarak rahatsız olunan mevcut sistemin dayanaklarının tespit edilmesi ve yeni sistemin algoritmasının çıkartılması şarttır.
Toplumsal olarak bizlere düşen ne istediğimize karar vermektir. Siyasette bencil yaklaşımlara hayır derken özgecil yaklaşımlara yelken açan yeni bir sistemi güçlüce çağırmaktır.  Bilim, canlıların hayatta kalmak için Doğal Seçilimle evrim geçirerek varlıklarını sürdürdüğünü ortaya koymaktadır. Sanırım asıl soru şu olmalıdır: genlerimizin hayatta kalmak üzere DNA’larımıza kodladıkları bencil veriler mi yoksa özgecil veriler mi davranışlarımız da ağır basmalıdır.  Bir varlık eğer başka bir varlığının refahını artıracak biçimde davranıyorsa, özgeci olduğu söylenir. Bencil davranış ise bunun tam tersi etkiye sahiptir. Siyasette ve ülkemize hâkim olan mevcut sisteme göre, parası olmayana sağlık, eğitim ve barınma hakkı pek mümkün görünmemektedir. Burada esas sorun ideolojik değil sistematiktir. Yani kuzey Kıbrıs’ta kurulan sistemin içerisinde sol, sağ ve sosyal demokrat diye tanımlanan siyasal partilerin iktidarları döneminde benzeşmesindeki ana unsur mevcut sistemin algoritmik olmayan yapısında saklıdır. İdeolojik kısır münakaşalar veya bilimsel kavramların yanlış tanımlamasıyla ortaya çıkan sistem tartışmaları toplumsal sorunlara çare üretmek bir yana ana sorunlarımızın büyümesine yol açarken siyasete olan güvene de büyük zarar vermektedir. Siyasette algoritma eksikliği kendini her alanda hissettirmektedir. Örneğin, asrın projesi olarak uzun süredir reklamını gördüğümüz Anadolu’dan gelecek olan su hakkında siyasi partilerimizin hiçbirinin malumatı tam değildir. Siyasette algoritma eksikliği siyaseti kilitlemesinin yanı sıra toplumsal sorunlar karşısında da siyaset kurumunun neden bocaladığını ve mevcut sistemin içerisinde sistematik olmayan hükümet programlarının iki üç günde alelacele nasıl yazılabileceğini de gözler önüne serebilmektedir. Toplumun siyaset kurumuna saygısını ve güvenini kaybetmesindeki en önemli unsurlardan biri siyasette algoritma eksikliğinin ortaya çıkmasıdır. Toplum buna algoritma eksikliği demek yerine sistemsizlik demektedir. Fakat bu noksanlığı her ideolojiden, her kesimden insanımız artık açıkça görmektedir. Bu nedenle toplum değişim talep etmekte ve yeni bir sistemi, yeni bir siyaseti çağırmaktadır. Halen toplumsal sorunlara duyarsız kalan veya kavram kargaşaları içerisinde ideolojik tartışmalarla bu sorunlara çözüm arayan mevcut siyasi yapıların ki bunlara sendikaları da katmak zorundayım siyasette algoritma eksikliğini göz ardı etmeleri sonun başlangıcı olarak tezahür edecektir. Siyasette algoritma eksikliği üzerine söylenecek ve verilebilecek o kadar çok örnek var ki; sistemsizliğin hâkim olduğu kuzey Kıbrıs’tan güney Kıbrıs’a arabasıyla geçen birçok yurttaşın güneye geçerken kemerini taktığını fakat kuzeyde buna gerek duymadığını bilmenin verdiği acı gerçek ortadayken daha fazla karmaşık örneklemelere gerek kalmamaktadır.
Yeni bir siyasal örgütlenme arayışı sadece ülkemizde değil tüm dünyada değişim taleplerini beraberinde getirmektedir. Fakat günümüzün post-modern yapısı içerisinde ortaya çıkan yeni koşullar ve sorunlar karşısında mevcut siyasal yaklaşımların çaresizliği yeni nesilleri yeni arayışlara doğru götürmektedir. Bu arayışların bir sonucu olarak belki de artık yeni bir ideolojik kavramın doğması ve bilimin başat rol oynayacağı siyasette algoritmik süreçlerin hâkim olacağı sistemlerin kurulmasının zamanı gelmiştir. Bunun adını koymak şu anda pek mümkün görünmemekteyse de bu konu üzerine yeni yaklaşımların sancısı global olarak hissedilmektedir.  Ülkemizde ise bu sancıyı toplumun sıkıntılarındaki artış körüklemektedir. Siyasette algoritma eksikliğinin açıkça hissedilmesi siyasette değişimi kaçınılmaz kılmaktadır. Umarım siyaset yeniden şekillenirken toplumsal olarak huzuru, refahı ve mutluluğu yaşayacağımız günlere kavuşmamız kendi hatalarımız ve özgecil olmayan bencil arzularımız yüzünden daha fazla ertelenmez.
Dipnotlar
1 Dennett, Daniel, Darwin’in Tehlikeli Fikri, Alfa Yayınları, Birinci Basım, Şubat, 2013, S:58

2 Dennett, Daniel, Darwin’in Tehlikeli Fikri, Alfa Yayınları, Birinci Basım, Şubat, 2013, S:58-59





17 Ağustos 2015 Pazartesi

KIBRIS’TA BİR MEDDAH VARDI…

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
KIBRIS’TA BİR MEDDAH VARDI…
O gün, 100 yaşını aşmıştı. Pamuk gibi sakalları, çukurlaşmış yanakları, yüzündeki anlamlı kırışıklıkların altında gizlenen derin hikâyeleri ve şahit olduğu birçok tarihi olayları dişlerinin yokluğuna rağmen akıcı bir dille bir çırpıda anlatıyordu karşısındaki gençlere…
O gençler olmasaydı, bizler, Meddah’ın ağzından akan yaşam hikâyesini asla bu kadar berrak bu kadar yalın öğrenemeyecektik. O günün çatışma ortamı içerisinde, Devrim isimli gazete için Kıbrıslı Türklerin en ünlü meddahı Aynalı ile röportaj yapan gençler; Romans Mapolar ve Ertuğrul Türkbileği ağabeylerimize teşekkür ederek yazıma başlamak istedim.
Meddahlar, günlük yaşamdaki olayları,  masalları, destanları, öyküleri ve efsaneleri anlatan kimselerdir. Kıbrıs’ta da bir zamanlar bir meddah vardı. Kendi yaşam öyküsü yanı sır








a bir asırdan fazla bir süre Kıbrıs’ın yaşamını, kültürünü ve tarihini belleğinde tutmuştu. Adına “Aynalı” derlerdi. Ben de o meddahın hayatını naçizane ona layık bir şekilde yazmaya çalıştım.

MEDDAH’A SAYGI
Aslımızı sorarsanız; Mağusa kazasına bağlı Istroncolo* köyüdür.
O köyde açtım gözümü cihana,
Lakin orada pek fazla oturmadım.
Hayatım çoğu geçti koca Şeherde.
***
Talebelik ettim Lefkoşa’daki kadınlar mektebinde.
Özelliğiydi mektebin; ihtiyar kadın öğretmenleri.
Çok zordu bu kadın mektepleri.
Hep ezberdi dersleri.
***
Anlamazdık ezberlediğimiz derslerin mealini,
Kadın mektebiydi lakin eksik değildi dayak,
Falakaya çekerlerdi çirpiyle adamı,
Tembele yoktu rahat.
***

Tek bir odada yirmi otuz çocuk,
Yerde serili hasır,
Herkes getirirdi evinden mecburi minderini velhasıl,
Sıra yerine rahleler hazır,
Ezbere başlardık satır satır.
Hocanın değneği bizlere nazır,
***
Derken sıra geldi Arabahmet Mektebine,
Dersler sıkıydı lakin dayak fazla,
Hocalardan korkardık.
Hocalarımız; Talip Efendi, Hacı Munla Efendi,
Affı yoktu, Hacı Munla’nın,
Açtı mı gözlerini, çattı mı kaşlarını,
Ödü kopardı insanın,
Rahmet olsun canına, fena dayak atardı.
İtaatim tamdı, çalışırdım derslere.
***
Sıra geldi Mulla Paşa mektebine,
Bütün Ada’da nam salmıştı; Sarıklı Hoca ve Naip Efendisiyle,
Onlar okuttu bizleri.
O zamanlar için bu okul yüksek mertebe,
Yirmili yaşlara kadar meşgul olduk talebelikle.
***
Şam’da yaşardı teyzem,
Eniştem Faik Bey; yüksek mevkide Osmanlı memuru,
Faik Bey orada buldu babama tahsildarlık işini,
Aldırdı bizleri hemen Şam’a,
***
Birinci defa kaldık altı yıl Şam’da,
Dile kolay şu anda,
Dokuz yaşında orada başladık okula,
Sakalı belindeki Arap hocamız,
Kıbrıs’taki kadınlar mektebini aratmadı,
Değneği elinden hiç bırakmadı,
Arap çocuklarına uyduk,
Giydik bol kumaştan beyaz bir entari,
Başımızda beyaz bir tekke,
Boynumuzda askılı çanta,
Midemde bol bol hurma,
Az zamanda öğrendik Arap gibi lululu çekmeyi,
Bu münasebetler vesile oldu; söktük Arapçayı,
Evlenmeden önce bir kez daha gittim Şam diye,
Ağabeyim Şam Hastanesinde buldu bir iş,
Ben döndüm geriye, O kaldı Şam diye diye,
***
Üç kez evlendim sevdim diye,
İlk karım Nazime Hanım,
Uzaktan akraba düşerdi bize,
Öksüzdü Nazime, acıyordum ona,
Yolladım annemi hamama; bir de o görsün diye,
Annem pek beğenmişti Nazime’nin vücudunu,
Boy pos yerinde,
İstettirdim Nazime’yi diri diye,
***
Ben otuz, Nazime onsekiz,
Bir oğul verdi bana adı Mehmetali,
Çok uzun sürmedi izdivacımız,
Ailevi sorunlar uzaklaştırdı bizi,
Mehmetali Londra’ya gitti,
Ben o zaman Tabana da deri işleriyle meşgul,
Doğrusunu söylemek lazım; itaatsizdi Nazime Hanım,
Gitmesini istemediğim birkaç yer vardı.
Kesilmedi ayağı, dinlemedi kocayı,
Dayanamadım boşadım Nazime’yi,
Az bir nikâh hakkı ile ayırıldık Nazime’den,
***
İkinci Karım İsmet isminde dul bir kadın,
Hiç çocuk doğurmadı bu kadın,
Aldık bir kız çocuğunu besleme,
Şimdi İstanbul’da gezmede,
Boşanmamıza vesile oldu, besleme,
***
Altmış yaşımda evlendim son karımla,
Sonunda oldum mesut, yüzüm güldü son hanımla,
Dördü kız, biri oğlan beş çocuğumuzla,
Tüm çocuklarımız evlendi mesutça,
Verdiler birçok angoniler kucağımıza,
Neşemiz onlar oldu kocayınca.
***
Eski düğünler başkaydı,
Günlerce eğlenceler sıralanır,
Tatlılar yenir, âlemler yapılır.
Cami’de, güveyinin etrafına dört meşale çakılır,
Dualar tas tamam bitince,
Adettendi fukaralara para dağıtılır,
Camiden eve yayan gelinir,
Davul zurna bu arada delirir.
Güveyi kafilesi sık sık durdurulur,
Çocuklar bahşişle doyurulur,
Kafile eve yanaşınca çocuklardan biri koşar,
Avazının çıktığı kadar bağırır,
Güveyi geliyor, güveyi geliyor diye,
Gerdeğe ancak mübarek Cuma girilir,
Güveyi gerdek odası önünde iki rekât namaz kılar,
Gelin son hazırlıklarını yapar,
Ertesi gün gelinin annesi,
Tüm tanıdıkları, konu komşuyu gezer,
Müjdeyi yayar.
***
Aynalı der:
Seni sevdim seveli çıkmadım ben haneden,
Haktealâ emredince neler çıkar aneden,
Seni bana kısmet etmiş aşrı kürsü yaratan,
Küsme dilber barışalım etsin cümle isyan.
***
Birçok işe girdim çıktım,
İlk işim tabaklık,
Arabacıkta zerde pilavı, simit helvası sattım,
İngilizler yıktı Osmanlı Sarayını,
Yeni bina yapılırken bize düştü orada amelelik,
Çoğu kimse bilmez; altı sene polisliğimi,
Baf’ta geçti polislik yılları,
Banka nöbetinde uyumam hariç yoktur vukuatım,
Amirlerim severdi beni,
Tek kelime İngilizcem yoktu,
Lakin son işim sinema tellallığıydı,
Papağan gibi ezberden tekrar ederdim,
Çoğu kimseyi öğle vakti uykusundan ederdim.
Selimiye Camiinin temizliğine nezaret etmek iş oldu bize,
Her ay, altı lira gelir oldu hanemize,
Eve yakın olan mescidin imamı olmadığı zaman,
Çıkar Aynalı ortaya, kıldırır namazı, okur ezanı,
Buradan da geçer elimize üç beş kuruş,
Köylerde bayram namazlarını kıldırır,
Panayırlarda destanlar okur,
Bazı katillik meselleri, alacak verecek davaları,
Gelmiş geçmiş tüm peygamberler,
Polislik vakalardır, bildiğim.
Okuduğum destanlardaki kahramanlar,
Yaşamış kişiler, yaşanmış hadiseler,
Bu destanların bir kısmını ben yazdım,
Bir kısmını da ezberden tekrarladım.
***
Evvel zamanda ramazanlar çok hoştu,
Aynalı çok zaman coştu,
Ramazan geceleri kadınlar; yüzükle coştu,
Tek eğlenceleri bu oyun,
Hikâyeler anlatılır, destanlar okunur,
Gece her köşede noktacılar,***
Bayramlarda hoplar yürekler,
Taksim Sahasında cirit oyunu oynanır,
Sarayönünde davul güm güm vurur.
Davul vurdukça, zurna öttükçe coşası gelirdi adamın,
Ovalara gidilip, yemek yeme adetten,
Gezmeye daha çok Köprü altına giderdik,
Köşklüçiftlik Medoş da gezme yerleri,
Garutsalar**  ile gidilir buralara,
Medoş biraz uzakça, lakin güzel, revaçta,
Hiç unutamam, ilk yaban mahlûkatı arabayı,
Otomobilin etrafını sardık,
Ağzımız bir karış açık,
Heyecanlandık apaçık.
***
Osmanlı Valisi Küçük Mehmet zamanıydı,
Rumlar yine rahat durmuyorlar,
Küçük Mehmet Paşa’yı öldürmek istiyorlar,
Paşa her Cuma namazını Selimiye’de kılmakta,
Gavurlar bunu kollamakta,
Gâvur buraya bomba koydu,
Bunu başka bir gâvur gelip Paşa’ya haber vermekte,
Bu işin elebaşı üç papaz,
Küçük Mehmet Paşa emretti;
Papazların biri Baf, biri Girne, biri de Mağusa Kapısında idam edildi.
Girne Kapısı’ndaki idamda ben de bulundum,
İdamı seyrederken heyecanımdan tiril tiril titredim,
Gavurlar halen korkarlar,
Papazların idam iplerini saklarlar,
Her yıl bu olayın matemi için acı bir hatıra tutarlar.
İnsan İhtiyarlar, gönül ihtiyarlamaz,
Aynalı bu idamı hiç unutamaz.
***
Hasanbulli der ki; Aynalı anlattı bizleri,
Unutturmadı geçmiş izleri.
Kimi der; gardiyan emeklisi Ahmet Babacan yazdı,
Halit Arap’ın dramını, kimisi de Aynalı,
İtirazı yoktur Aynalı’nın yazana,
Kıbrıs’tan bir Meddah vardı; Aynalı derlerdi adına,
Aynası oldu ecdadın mirasına,
Layık olalım onun şanına…

DİPNOTLAR
*  Strongylos, Mağusa İlçesine bağlı bir köy. Bugünkü ismi Turunçlu Köyü’dür.
**  Garutsa, Kıbrıs’ta 1900’lü yılların başına kadar kullanılan at arabalarına verilen isim.
***  Noktacı, nokta nöbeti tutan polis.

Resimler ve Aynalı ile yapılan röportaj için bkz; Girne Milli Arşivi, Devrim Gazetesi, “Destanlar Ozanı Aynalı”, 8-19 Temmuz 1963.

10 Ağustos 2015 Pazartesi

HAŞİM AĞA'NIN KAHVEHANESİNDEKİ O KABADAYI...

Naim PINAR
naimpinar@gmail.com
Haşim Ağa’nın Kahvehanesindeki O Kabadayı…
Lefkoşa Sarayönü’nde eski Barclays ve bir dönem de Vakıflar Bankası olarak kullanılan bina meşhur kahveci Lefkeli Haşim Ağa’nın kahvehanesi olarak bilinmekteydi. Haşim Ağa’nın kahvehanesi dönemin en işlek en meşhur kahvehanesidir. Kahvehanedeki sohbetler o dönemin nabzını da tutmaktaydı. Lefkoşa eşrafı için hayat adeta Haşim Ağa’nın kahvehanesinde şekillenmekteydi. Dönemin siyasi, sosyal ve ekonomik konuları yanı sıra tüm dedikoduları da buradan yola çıkmak üzere her gün bir konuğu tarafından kahvehaneye sızmaktaydı. Kahvehane, nargileleri ve nargilecileriyle de nam salmıştı. 28 Yaşında gençliğinin doruğunda esmer tenli oldukça yakışıklı bir deli kanlı olan Halit Arap (Halit Aziz) her zaman nargilesini tüttürmek için Haşim Ağa’nın kahvehanesine giderdi. Kahvehaneye girdiğinde hep bir sessizlik bir korku bulutu çökerdi içeriye. Halit Arap, kabadayı denilen insanlardandı. Evli ve 3 çocuk sahibi olmasına rağmen çapkınlığıyla da bilinmekteydi. Kebabcılık ve hayvan cambazlığı yapmaktaydı. Halit, döneminin paralı sayılan kişilerinden biridir. Her zaman giyimine kuşamına önem verirdi. Geçtiği yerde bıraktığı güzel kokular ve sağlam adımları gölgesinin ağırlaşmasına neden olur, etraftakilere kendini hissettirirdi. Kahvehanede atılıp kapılması, dik kafalılığı, kavgacı mizacı ve mertliğiyle bilinmekteydi. Gürkan’a göre; “Siyahî bir polis subayının beyaz bir kadından doğan oğluydu. Bir dönemin ünlü simalarından Dellâl Sâlim Aziz, Halit’in ana bir baba ayrı kardeşiydi… Üvey kardeşlerine karşı çok cömert davranmaktadır. Bu nedenle onlar ve babalığı Aziz ağa kendisini öz kardeş, öz oğul gibi sevmektedir.”1
Yakışıklı ve paralı Halit, çakır gözlü, beyaz tenli, kumral saçlı güzel bir kadın olan dönemin tanınmış gözde aşüftelerinden Gülsüm hanımın dikkatini çekmekte gecikmez. Kısa süre sonra Halit ile ilişki kurmaya başlayan Gülsüm Hanım, bunu canıyla ödeyeceğini hiç düşünmemiştir. Gülsüm hanım Halit ile biraz gönül eğlendirdikten, biraz parasını yedikten sonra ona sırt çevirir. Halit’in parası vardır fakat şakası yoktur. O kahvehanenin kabadayısıdır. Halit’in içkili olduğu bir akşam Gülsüm hanımın kapısına giderek ret edilmesi ve hakarete uğramasının sonucunda bu vaziyete oldukça içerlemiştir. Halit, içkinin de etkisiyle Lefkoşa sokaklarını bir kabadayının kızgın adımlarıyla yeniden ölçer. O gece Halit, Lefkoşa sokaklarında volta attıktan sonra yeniden Gülsüm hanımın kapısına dayanır.Bu kez Gülsüm hanımın; kim o? sorusuna Rumca benim anlamına gelen “Ego ime” sözüyle yanıt verir. Kapı açılır açılmaz da Gülsüm hanımı saçlarından yakalayarak bağrışmaları arasında tek kelime etmeden elindeki Lapta çakısını tam 21 kez Gülsüm hanıma saplayarak hıncını alır. İçkinin etkisiyle kendisini de yaralayan Halit Arap hızlıca kaçarak kardeşi Sâlim’in evine giderek üstünü başını temizler. Kardeşinden bir de ceket alan Halit Arap’ın artık aklında tek bir şey vardır. Beşparmak dağlarını aşarak gizlice kıyıya inerek bir sandal ayarlamak ve karşıya (Anadolu) geçmektir. Gülsüm hanımı hınçla bıçaklarken yaralanan Halit’in bacağı şişmişti. Lefkoşa sokaklarını güçlü adımlarıyla inleten O kabadayının artık bir ayağı basamıyordu. Bu nedenle dinlenmek için Ayharida’da bir mağaraya sığınmıştı. Gün ağarınca bir ihbar üzerine yakalanan Halit Arap için artık Haşim Ağa’nın kahvesine dönmek ancak başka birinin dili aracılığıyla kahvehaneye sızdırılacak dedikodular sayesinde mümkün olacaktı. Gülsüm hanımın Halit Arap tarafından bıçaklanmasını canlı olarak izleyen tek görgü tanığı Tanzimat Sokağı’nda oturan Gülsüm hanımın karşı komşusu ve devamlı takipçisi “Tıflıların Şerife” diye bilinen bir kadındı. Bu cinayete de alışkanlık ettiği kapısının anahtar deliğinden bakarken şahit olmuştu. Tıflıların Şerife, hem bir kabadayının hıncını hem de Gülsüm hanımın hareketli hayatının nasıl son bulduğunu an be an izlemişti. Halit Arap yakalandıktan sonra mahkeme Şerife’nin evine dek giderek olay yerini incelemiş ve Halit Arap’ı idama mahkûm etmiştir. Halit’in kardeşi Sâlim o dönemin en meşhur avukatlarından Theoharis’i kardeşini savunması için tutmuştu. Fakat kanıtlar ve görgü şahidi açıkça cinayeti Halit Arap’ın işlediğini söylemekteydi. 1924 yılında idam edilen meşhur Halit Arap’ın dramı kısa sürede destanlaştırılmıştır. Panayırlarda ve kahvehanelerde özellikle dönemin destan ozanı olarak tanınan “Aynalı” tarafından anlatılmaya gelecek kuşaklara aktarılmaya başlanmıştı. Lefkeli Haşim Ağa’nın kahvehanesinden o gün çıkıp Gülsüm hanımı öldüren O kabadayı, Aynalı sayesinde tekrardan kahvehanelere geri dönmüştü.
Halit Arap’ın Gülsüm hanımla tanışması ve idamına kadar olan macerası Aynalı tarafından uzun süre panayırlarda ve kahvehanelerde söylenmiştir:
HALİT ARAP DESTANI
Gülsüm hanım bildiğimiz bir kadın
Çok beylerden yedi hesapsız altın
Çünkü bir kişi ile kalmazdı
Olmuş idi bayağı bir firavun.
***
Kendisi çok genç değil, parlaktı
Mavi gözlü hem semiz, yuvarlaktı
Saçları lâpiska, kaşları çatık
Hâsılı beyaz, hünkârlara layıktı.
***
Bir beyden diğer beye kaçar gider
En sonunda kalmıştı naçar
Büyüklerden itibarın kaybetmiş
Bilmecburi gider Halit’e çatar.
***
Halit Arap dediğimiz bir kişi
Kebapçılık, cambazlıktı işi
Kendi beyaz değil esmerdi
Sağ tarafta vardı bir altın dişi.
***
Ne çok uzun ne çok kısaydı boyu
Öyle Arap değil idi koskoyu
Nerde olsa bağırır çağırırdı
Severdi bordozluğu.
***
Bazı pantolon giyer bazı şalvar
Geçtiği yer tüterdi gül ile bahar
Gezmekteyken kendini görenler
Zannederdi kesesinde para var.
***
Ufak büyük tanımazdı, saymazdı
Söz verdiği şeyden asla caymazdı
Efe gibi kollarını sallayarak
Hiçbir dernekten gerü kalmazdı.
***
Sarayönü Meydanında dükkânım
Beni candan bezdirdin Gülüm Hanım
Bu ne gönül bu ne sevda a canım
Ateş içinde yanıyor her yanım.
***
Akşam olsun iki tekcik atayım
Gülsümün kapısına çatayım
Eğer beni kabul etmez olursa
Kafasını gövdesinden ayırayım.
***
Palto omuzda giderim kıyı kıyı
Gitmem ile hemen vurdum kapıyı
Elinde gizlenmiş olarak bilenmiş
Açık tutardım çakıyı.
***
Gülsüm kapıyı açtığı zaman
Dedi buradan kaçasın Halit heman
Sonra polisi çağırırım
Halin olur pek yaman.
***
Gel Gülsüm barışalım her ikimiz
Çünkü yarınki gün var muhakememiz
İşte merkezi cebimde tutarım
Hükümete cezalar vereceğiz.
***
Haydi git Halit buradan karışmam
Ben sana çok fena küstüm barışmam
Sen bir fena kokan Arapsın
Ben sana artık yakışmam.
***
Hemen ele geçirdim onun gamzesini
Dizim üstüne koydum ensesini
Kasap gibi başladım işletmeye
Sonunda soktum yirmi birincisini
***
O gece kaçarken tekerlendim
Elimden ayağımdan berelendim
O korkulu geceyi savmak için
Vali paşa tepesinde eylendim.
***
Meyhaneye daima gider, atardı
Kendine laf söyleyene çatardı
Çok defalar sarhoş olduğunda
Gider polislerde yatardı.
***
Çok defalar mahpus gelir giderdi
On gün, bir ay yatar giderdi
Kağat, Kumar oynamaksızın
Çoklarından paralar çekerdi.
***
İskele mülâzımı Derviş ile
Geçen sene kavga etti el ele
Musanın Ahmedi öldürsün
İsterdi bile bile.
***
Üç dört gün uğraştı yeni dükkânı süslesin
Paçacılık kebapçılık işlesin
Biraz para kazanmak için
Çocuklarını beslesin
***
Polise gelirdi hemen kanat
Etse idi en ufak bir kabahat
Yetişti adı edepsiz söylendi
Asla durmazdı rahat.
***
Geçti ele mümkün değil kaçamaz
Kanatlı kuş olsa bile uçamaz
Bu gibi edepsizlik edenlerin
Vali kardeşi olsa gene bir şey yapamaz.
***
Yeter artık bunu burada bırakalım
Meseleyi başka yüzden açalım
Halit ile Gülsüm hanımın işi
Nasıl oldu okuyalım bakalım.
***
Buldum bir eski dizlik, yamalı mintan (yakası olmayan erkek gömleği NP)
Geydim tanımasın beni her insan
Eğer polislere rast gelirsem
Kullanacaktım tatlı bir lisan
***
Polis geldi sokakta buldu leşi
Kumandan başta şahit bin kişi
Ben firar etmiştim oradan
Olmuş idim adeta vahşi
***
Tam on beş gün geziyordum dağlarda
Tahir çavuş buldu beni mağarada
Gel buraya teslim olasın Halit
İşte mendil yaralarını bağla da.
***
Yeyecek aldım tavukçudan, çobandan
Mahrum idim nargileden dumandan
Geldi Onyedi’nin otomobili içi asker dolu
Hem de Sariş (Surridge) kumandan
***
Hemen derdest edüp getirdiler polise
Zaptı dâva için girdik reise
Bir girdik iki girdik
Tehir oldu dâva Büyük Meclise.
***
Teşrini sanide (kasım NP) yedim idam cezayı
Divane olmuştum vallah bayağı
Marazımdan erimiştim, akmıştım
Su çıkardı sıksa idim kayayı.
***
Trimidyalı bir Rum buldum hapiste
Adı İstilli babasının da Kosta
Sen de katil mi oldun arkadaş
İkimizi de yiyecek o müthiş susta
***
Hükümsüzken günde iki saat gezdirirlerdi
Bizi canımızdan bezdirirlerdi
İki nefer, bir onbaşı, bir çavuş
Bu dört kişi bize nazar ederler.
***
Emir geldi ne istersek yeyelim
Üç şilini geçirmeyelim
İpte bağlı besli kuzular
Gibi biz de semirelim.
***
Halidin canı ister alina
Suyuna da hellimli makarına
Her amirden affımı talep ederdim
Beni atardı yarına.
***
Bizi bilen ahbaplar geldi gördü
Bilmeyenler bile öğrendi
Küçük çocuğumu severken
Yüreğim büküldü.
***
Bir nargile getirdiler Haşım’dan
İçeyim merak defolsun başımdan
Söyleyiniz babam dellâl Azize
Her gün öpsün Havvacığımı başından.
***
Demirler arasında bakar Halit
Yırtıcı bir kuş gibi koca babayiğit
Sanki kaçacakmış gibi zindandan
Kapısının üstünde demir kilit.
***
Sağım polis, solum polis her yanım
Zindanlarda prangada elim ayağım
Gece gündüz biz dualar ederiz
Canımızı bağışlasın Allahım.
***
En son defa Meclise giderek
Sarayönü doldu kadın ve erkek
Hep reisler meşveret ettiler
Halit Arap asılacak diyerek.
***
O da katil ben de katil ikimiz
Birbirine benzer idi yaptığımız iş
Tavuk, baklava, pilav idi
Hükümetten yediğimiz.
***
Mezarımı yakınına kazdırınız
Üzerine tarihimi yazdırınız
Sâlim Kardaş sana vasiyetim olsun
Çocuklarımı hem beni arayınız.
***
Ezan okur hem de namaz kılardım
Yaradanın huzurunda el bağlardım
Her beş vakit secdede oturur
Niyaz eder Allahıma ağlardım
***
Çeşit çeşit istidalar yapıldı
Fayda yoktur diye cevap yazıldı
O mahpusta sağ iken
Mezarlıkta kabirciği kazıldı.
***
İşte geldi son saat dakikası
Komiser geldi elinde varakası
İki ufak torbacıklar ile
Setroldu katillerin kafası
***
Halit hemen eyledi avaz
Kılsın diye iki rekâtçık namaz
Helâl etti orada olanlara
Çünkü artık başka vakit bulamaz.
***
Altı kişi sağlı sollu tuttular
Karavaça üstüne durduttular
Sabunlu ip, yağlı kolanlar ile
İkisini de bir hamlede boğdular.
***
Tam bir saat armut gibi asıldı
Kelepçe, kolanlarda kasılı
Katillik edeceğinde insan
Asla düşünmez bu faslı
***
Halidimin altın dişi ağzında
Kendir ipi çifte ilmek boynunda
Birçok vasiyetler etti rahmetlik
Bir gün asılmazdan evvel sağlığında
***
Mezarımı uzun kazın boyuma
Geliyorum Gülsüm Hanım uyuma
Aşkına dayanarak geliyorum
Aç mezarı al beni de koynuna.
***
Saat dokuzda hekim muayene etti eyice
Gitti iki delikanlı koskoca
Orada hazır idi bir papaz
Hem de yeşilbaşlı hoca.
***
Taş kuleye siyah bayrak açıldı
Etrafa bir büyük keder saçıldı
Ahaliye olmak için numune
O bir nişandır ki katiller asıldı.
***
Efendiler, hanımlar, beylerim
Destanımdan almanızı dört göz ile beklerim
Sevindiriniz Aynalı fakiri
Acımayınız veriniz iki tane bakırı.2

Lefkoşa’nın eski kabadayılarına meraklı olan çok değerli dostum Aral Moral’a Halit Arap’ın resmi için teşekkürü borç bilirim.
Dipnotlar
1 Gürkan, Haşmet Muzafer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, 1996, Lefkoşa, Sayfa: 82-83.
2 Gürkan, Haşmet Muzafer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, 1996, Lefkoşa, Sayfa: 83-89


Halit Arap'ın resmi, Altay Sayıl'ın Özel Arşivindendir.