25 Ağustos 2013 Pazar

HÜKÜMET OYUNLARI ( III )

Naim PINAR
HÜKÜMET OYUNLARI ( III )
Talat’lı CTP ile III. DP-CTP Koalisyonu…
CTP içerisinde Genel Başkan Özker Özgür’ün istifası ardına yaşanan gelişmeler, –tartışmalar-sonunda II. DP-CTP hükümetinin düşmesine neden olmuştur.  Bu süreçte Cumhurbaşkanı Denktaş, CTP’nin kabinedeki yeni isimlerine onay vermiyor; veto gerekçesini de kamuoyuna, Başbakan Yardımcılığına vekâlet edecek olan Mehmet Ali Talat’ın seçilmiş olmaması şeklinde duyuruyordu. DP Genel Başkanı ve Başbakan görevini yürüten Hakkı Atun Cumhurbaşkanı’nın bu ısrarı üzerine 11 Kasım 1995 tarihinde hükümet kurma görevini Cumhurbaşkanı’na iade ediyordu.  Bir ay kadar süren hükümet kurma çalışmaları sonunda, takvimler 11 Aralık 1995’i gösterdiğinde artık III. DP-CTP ortaklığı kurulmuş oluyordu. Bu kez Cumhurbaşkanı kabineyi gönülsüz de olsa onaylamış, fakat bu dönem de Kıbrıs Sorunu üzerinden yaşanan entegrasyon ve federasyon tartışmaları iki parti arasında hep sorun yaratmıştır. Sağın yürütmeye tam hâkimiyetini arzulayan milliyetçi çevreler, bu tartışmalardan oldukça rahatsız olmuştur. Öte yandan III. Atun Hükümetinin daha kurulurken yaşadığı zorluklardan biri de, bence en önemlisi ! dönemin siyasi figürleri tarafından da bilinen, fakat kamuoyuna pek yansımayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Kalyoncu’nun Cumhurbaşkanı Denktaş’tan zorlamayla onay almasıdır. Geçmişte Devrimci Gençlik Derneği (DGD)  başkanlığı yapmış olan Kalyoncu’nun,  siyasi duruşundaki kendinden ödün vermeyen tutarlı “Bir Komünist” olduğu düşüncesi Cumhurbaşkanı Denktaş’ı hep rahatsız etmiştir. Daha hükümet kurma çalışmaları sırasında bu mevzu ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı Denktaş’ı birçok aracının ziyaret edip, Ömer Kalyoncu’nun veto edilmemesi için çalışıldığı bilinmektedir. Hal böyle olunca hükümetin ömrünü de yine Cumhurbaşkanı Denktaş belirlemiş oluyordu. Hükümet bozulurken DP’nin çiçeği burnunda yeni başkanı Serdar Denktaş, UBP ile zorunlu bir birlikteliğe doğru yol alıyordu.
V. Eroğlu Hükümeti ve Zoraki Nikâh…
CTP-DP koalisyonu bozulur bozulmaz, DP genel başkanlığına yeni oturan Serdar Denktaş “Hedef İcraat Hükümetidir” diyordu. Bu icraat hükümetinin hangi konuları kapsadığını Kıbrıslı Türkler, 2000’li yıllarda patlak veren bankaların hortumlanması ve mudilerin ortaya çıkmasına kadar anlayamayacaktı. 45 günlük pazarlık sürecinden sonra 16 Ağustos 1996 tarihinde kurulan UBP-DP koalisyonu aynı gün Cumhurbaşkanından onay almış, fakat kendi içinde paylaşım kavgaları devam etmiştir. UBP-DP koalisyon hükümeti zoraki olarak birleşmiş, bu bütünleşmeden örgütlü yapısı ve sistem üzerindeki deneyimi sayesinde karlı çıkan UBP ve Eroğlu olmuştur. 6 Aralık 1998 genel seçimlerinde, UBP’nin yeniden eski gücüne kavuşması, bu zoraki evliliğin de sonu anlamına geliyordu.
UBP-TKP’ye gel kuralım diyor…
6 Aralık 1998 seçimleri sonrasında, UBP 24, DP 13, TKP 7 ve CTP 6 vekille mecliste temsiliyet kazanmıştı. Tablo netti Sol yara almış, Sağ ise yaralarını sarmıştı. UBP seçimlerin hemen akabinde (30 Aralık 1998) TKP ile koalisyona gidiyordu. 12 yıl aradan sonra yeniden UBP-TKP koalisyonu sahnedeydi. Eroğlu’nun TKP ile bu izdivacı yapmasındaki ana neden 2000 yılında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde UBP adayı olmak istemesiydi. DP’nin tabanındaki kaygan zemini iyi değerlendiren Derviş Eroğlu, Cumhurbaşkanı Denktaş’a meydan okuyacağının ilk sinyallerini de bu seçimde veriyordu.  Siyasi tarihimize Bankalar krizi, konut zedeler ve mudiler sorununu hediye eden 6. Eroğlu Hükümeti, küçük ortağı TKP ile çok geçmeden tartışmalara başlıyordu. Kıbrıs Sorunu ve TSK komutanları ile yaşanan sıkıntılar neticesinde UBP-TKP koalisyonundan çatırtı sesleri yükseliyor, bu sesler 8 Haziran 2001’de şiddetli bir sarsıntıyla hükümetin çökmesine yol açıyordu. “Ulusal” konulardan ödün vermeyen Derviş Eroğlu istemeye istemeye de olsa sistemi –KKTC- korumak ve yaşatmak için “ulusal” bilinçle DP’nin sevdalısı olmak zorundaydı.
Kıbrıs Sorunu ve UBP-DP Koalisyonu…
İnsanlığın kıyamet senaryolarıyla meşgul olduğu milenyuma girerken, dünyadan kopuk yaşayan Kıbrıslı Türkler, iki-üç yıl içerisinde dünya ile bütünleşmek ve özgürce kimliklerini yansıtacakları bir devletle AB üyesi olma hayallerinin henüz kıyısındayken, kuzeyin “milliyetçileri” statükoyu korumak ve onların deyimiyle “KKTC’yi yaşatmak” için yeniden koalisyon yoluna gidiyorlardı.  Bu uğurda çok pazarlık yapılmadan apar topar 7. Eroğlu Hükümeti, 8 Haziran 2001 tarihinde kuruluyordu. UBP-DP koalisyonu döneminde Kıbrıslı Türkler, statükoya karşı adeta savaş açmış, 80 binleri bulan protesto mitingleri gerçekleştirilmiş, Kıbrıs Sorununun bir an önce sonlanması ve AB üyesi olarak dünya ile bütünleşmek için 7. Eroğlu Hükümetine ve Cumhurbaşkanı Denktaş’a büyük baskılar yapılmıştır.14 Aralık 2003 genel seçimlerine kadar görevde kalan 7. Eroğlu Hükümeti bu seçimlerle tarihe karışacaktı. 14 Aralık 2003 seçimleri öncesi toplumsal muhalefetin ve barışın en güçlü temsilcisi konumuna gelen CTP, 10 Temmuz 2003 tarihinde parti tüzüğünde yaptığı değişiklikle toplumdaki demokrat kitlelere ilk kez kapısını açıyor ve Birleşik Güçler konseptini kamuoyuna duyuruyordu.
Kader Dönemecinde CTP-BG ve DP Koalisyonu…
Kıbrıs Sorununun ana gündem olduğu bu dönemde, seçimler sonucunda ortaya çıkan enteresan sonuçla; CTP-BG’in 19, UBP’nin 18, DP’nin 7 ve BDH’nın ise 6 vekil ile mecliste temsil hakkı kazanması parlamento içerisinde sağ ile sol’un sayısal olarak eşit konuma gelmesine yol açmıştır. Toplumun feryadının seçim sonuçlarına yansımamasının çeşitli sebepleri vardı: Bunların başında, UBP’li bakanlıkların seçim öncesi binlerce kişiyi vatandaş yapması, sınavsız iş alımları ve çeşitli TSK mensubu kişilerin TC kökenli yurttaşlar üzerinde etkin çalışma-baskı- yapması olarak sıralanabilir. Fakat her şeye rağmen hükümet kurma çalışmaları, CTP-BG’nin başkanlığında 29 Aralık 2003 tarihinde başlar. Kıbrıslı Türkler, basına yansıyan haberlerde CTP-BG’nin UBP’ne 3 maddeden oluşan bir mektup yolladığı ve mektuptaki 3 sorunun cevabını aldıktan sonra karar verileceğini okuyordu. CTP-BG’nin UBP’ne yolladığı mektuptaki üç soru şöyleydi: 1- CTP-BG Genel Başkanının Başbakanlığında bir hükümet kurmaya hazır mısınız? 2- Annan Planı zemininde 1 Mayıs 2004’te çözüm hedefini önüne koyan bir görüşme sürecine hazır mısınız? 3- Görüşme sürecini hükümetin sürdürmesine hazır mısınız? Bu mektuba, UBP Genel Başkanı Derviş Eroğlu imzasını taşıyan başka bir mektupla 2 Ocak 2004 tarihinde karşılık veriliyordu. UBP’nin cevaben yazdığı mektupta: “CTP-BG genel başkanı sıfatı ile şahsınıza verilmiş olan hükümet kurma görevi ile partimize yapmış olduğunuz ziyarette, böyle bir ortaklığın Cumhurbaşkanı Denktaş’ı görüşmecilikten alacaklarını emelleri hakkında sözlü görüşmede bulunmuştuk. Sözü edilen görüşmemizde açıklığa kavuşturulamamış bazı soruların yanıtlarını yazılı olarak talep edilmesi konusu bugün yapılan Parti Meclisi toplantısında ele alınmıştır. Özellikle Aralık 2002 Kopenhag Zirve Sonuç Bildirgesi ve 16 Nisan 2003 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” sıfatıyla GKRY’nin AB katılım anlaşmasını imzalaması ışığında: a- Eşit Egemen Devlet Statüsü, b- Garanti Sistemi, c- Global Mal Mülk Takası/Tazminatı, d- Harita, e- Türk Yunan Dengesi konuları ile ilgili olarak partinizin değerlendirmeleri ve ilişikte Partinize yönelttiğimiz detay soruların yanıtlanması, Partimizin müteakip kararına ışık tutacaktır. Kıbrıs’ta olmazsa olmazlarımızın yer aldığı yaşayabilir kalıcı bir anlaşma yapılması ve akabinde AB üyeliğini ısrarla savunan Partimizin CTP-BG ile ortak bir hükümet konusundaki müspet veya menfi kararı, sözü edilen sorulara parti olarak vereceğiniz yazılı yanıtların Partimizce yeniden değerlendirilmesini takiben alınacaktır.” Denildikten sonra ilişikte 17 başlıktan oluşan şu sorular: 1- Sınır Ayarlamaları, 2- Mülk Değişimi, 3- Vakıf Malları, 4- Konut Finansmanı, 5- Kişisel Konut Borçlarının Geri Ödenmesi, 6- Ekonomik Adaptasyon Süreci, 7- İkamet Kısıtlamaları, 8- TC kökenli yurttaşlarımızın “vatandaşlık” durumları, 9- Annan Planında Boş Bırakılan yerler, 10- AB Müktesebatı ve AB kararları, 11- Başkanlık Konseyi, 12- Türk Askerinin Ada’daki Durumu, 13- Garanti Anlaşması, 14- Egemenlik, 15- Referandum Sonuçları, 16- BM Genel Sekreteri Sn. Kofi Annan’ın BM Güvenlik Konseyine Nisan 2003 tarihinde sunmuş olduğu raporun 148. Maddesindeki … ısrarlı tutumunu nasıl değerlendirmeyi düşünüyorsunuz? 17- Zemin olarak kabul ettiğiniz Annan Belgesindeki hassasiyetlerimiz bilinmekle birlikte sorduğumuz ve yanıt istediğimiz hususların Annan Belgesinde yer bulmasına çalışacak ve gerekli değişikliklerin yapılması için kararlı davranacak mısınız? Gerekli değişiklikler yapılmaması halinde tutumunuz ne olacaktır?...” yer alıyordu.  Basına yansıyan mektuplardan anlaşılacağı üzere bu bir birleşmeden çok, bir geçimsiz çiftin ayrılırken birbirini suçlamasının yazılı diyalogu gibiydi. UBP ile mektuplu ortaklık çalışması 5 Ocak 2004 tarihiyle son bulmuş, Barış ve AB yanlısı BDH ile görüşmelerden de bir sonuç elde edilememiş, kamuoyunda tartışılan DP-BDH ve CTP-BG’nin üçlü koalisyon kurabilecekleri veya CTP-BDH’nın 25 vekille azınlık hükümeti bile kurmaları konuşulmuşsa da bu seçenekler hayat bulmamıştır.
Müzakereci konumdaki Cumhurbaşkanı Denktaş’ın görüşmecilikten alınacağını seçim süresince dillendiren CTP-BG, 6 Ocak 2004 tarihinde Cumhurbaşkanlığın da yapılan bir toplantı sonrası DP ile koalisyona gideceğinin ilk ciddi sinyallerini veriyordu.  CTP-BG Genel Başkanı Mehmet Ali Talat, Cumhurbaşkanı Denktaş ile yaptığı görüşmede bu konuyu da ele aldıklarını ve müzakerelere Denktaş Bey ile kurulacak hükümetin birlikte katılacağını kamuoyuna duyuruyordu. CTP-BG genel Başkanı Talat’ın bu açıklamalarının ardından, 8 Ocak 2004 tarihinde Ankara’da yapılan “Kıbrıs Zirvesi”nden de şu karar çıkıyordu: “Türkiye, Kıbrıs ulusal davamızda KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Denktaş ve yeni kurulacak KKTC hükümeti ile yakın danışma ve işbirliği içinde Birleşmiş Milletler müzakere sürecine etkin katkıda bulunmaya devam edecektir.” 
Ankara’nın tavrını ve Türkiye’deki iki başlı (AKP-TSK) yapıyı değerlendiren CTP-BG, 11 Ocak 2004 tarihiyle CTP-BG- DP koalisyonunu kamuoyuna duyuruyordu. Bu anlaşmanın toplumsal uzlaşı olarak basına yansıması ve Kıbrıslı Türklerin kader dönemeci olacak olan Annan Planı’nın referanduma götürülmesi hedefiyle kurulduğu ortadaydı. 18. Hükümetin ilk Bakanlar Kurulu toplantısı 17 Ocak 2004 tarihinde yapılmış ve basına yeni hükümetin “Toplumsal Uzlaşma ve Çözüm Hükümeti” olduğu duyurulmuştur. CTP-BG –DP koalisyonunun en çok tartışılan yanı bakanların seçilmiş olmayan şahıslardan oluşmuş olması konusuydu. Bu durum, DP içerisinde de tartışmalara neden olacaktı…
Devam Edecek…











18 Ağustos 2013 Pazar

HÜKÜMET OYUNLARI ( II )

Naim PINAR
HÜKÜMET OYUNLARI ( II )
DMP ve 1990 Seçimleri sonrası…


6 Mayıs 1990 seçimleri öncesi Kıbrıslı Türkler, UBP’nin partizanca uygulamalarına ve ülkedeki rant kavgalarına tepki göstermekteydi. Muhalefet partileri, UBP’nin azınlık hükümetiyle kuzey Kıbrıs’ta yıkımı büyütmesine ve TC Başbakanı Turgut Özal ile başlayan ekonomik “tedbirler” adı altında halkı daha fazla ezmesine kayıtsız kalmamış, bu amaçla kurulan Demokratik Mücadele Partisi, hem Cumhurbaşkanlığına hem de genel seçimlere bir ittifak şemsiyesi altında girmiştir. DMP, muhalefet kesimlerinde bir umut hareketi olmuş, 1990 seçimleri DMP ve UBP arasında bir yarışa dönüşmüştü. Dönemin CTP genel başkanı Özker Özgür Yenidüzen’deki köşesinde DMP’nin ne olduğu ile ilgili şöyle diyordu:“…UBP’nin on beş yıllık iktidarının yarattığı yıkım büyüktür. Bunca olanak ve yardıma karşın kişi başına ortalama yıllık gelirin 2000 doları aşamaması UBP iktidarının yetersizliğini vurgular. Biriken yolsuzluk ve kaçakçılık dosyaları UBP’nin beceriksizliğine ve çürümüşlüğünü de ekler. Ancak bütün bunların ötesinde UBP’nin bu topluma yaptığı en büyük kötülük demokrasiye getirdiği harabiyettir. Devlet ve parti o denli birbirinin içine sokulmuştur ki UBP üyeliği ile yurttaşlık neredeyse eşanlamlı sayılmıştır. UBP dışında parti benimsemek devlete karşı suç işlemek kadar önemli bir olay sayılmıştır. (…) Sağ-duyu, UBP’nin bir dönem daha azınlık oylarıyla yönetmesine “HAYIR” diyordu. Demokratik Mücadele Partisi halkın sağ-duyusunun ürünüdür. Üç partinin (TKP-CTP-YDP) bir araya gelmesini halk gönülden istediği içindir ki, aşılmayacak gibi görünen sorunlar aşıldı. Halkın demokrasi bilinci üç parti üzerinde birleştirici rolünü oynadı ve UBP’nin nifak saçan hiçbir girişimi etkili olamadı. Dünya barış ve demokrasi yolunda ilerlerken Kıbrıs Türkü yerinde sayamazdı. Saymadı da. Toplumun mayasını oluşturan emekçiler, aydınlar ve dürüst iş adamları yeni bir dönem için ilk adımı attılar, DMP’ye hayat verdiler. DMP hareketi demokratik bir halk hareketidir…” 1 
Evet, DMP bir halk hareketi, bir isyandı. Fakat bu isyan Türkiye yetkililerinin seçimlere direkt olarak karışması ve hatta bu uğurda TRT’nin bile kullanılmasıyla bastırılmıştı. Genel seçimler öncesinde yapılan 22 Nisan 1990 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde DMP adayı İsmail Bozkurt oyların % 32,1’ni almış, Denktaş Bey ise oyların % 66,7’sini alarak yeniden Cumhurbaşkanı olmuştu. UBP’de yeniden iktidar olmak için her türlü devlet imkânını kullanmaktan geri kalmıyor ve Türkiye yetkililerini de kullanarak 6 Mayıs 1990 seçimlerinden % 54,7 gibi bir oy alarak, 34 sandalyeye sahip oluyordu. DMP ittifakı ise halkın feryadına rağmen oyların % 44,5’ni alarak sadece 16 sandalye ile mecliste temsiliyet kazanabiliyordu. Seçimlerin dış karışmacılık, partizanlık ve anti demokratik bir yarışma halinde cereyan etmesi, büyük tepkilere yol açmıştır. 1990 seçimleri sırasında önce Denktaş ve daha sonrada UBP’ne her türlü maddi olanağı sağlayan iş insanı Asil Nadir bu uğurda varını yoğunu ortaya koyuyordu. Muhalif gazetelere yansıyan haberlerden, Denktaş-UBP ikilisinin Asil Bey’e birçok çıkar sağladığı ve bunun arkasının geleceği sözünü verdiklerini öğreniyoruz.  Bu haberlerin halk kitleleri üzerinde ne kadar etkili oldu bilinmez ama o günlerde gerek personeliyle gerekse de maddi olanaklarıyla Denktaş ve UBP ikilisine inanılmaz hizmet eden Asil Nadir, şimdilerde tutuklu olduğu İngiltere’de kurulu olan Polly-Peck şirketinin de maddi gücünden oldukça yararlanmış olacak ki sonraki yıllarda ciddi suçlamalarla karşı karşıya geldiği zaman yanında bulamadığı bu dostlarına nankörler diyebilmiştir. Seçimlerin neticesinde Kıbrıs Türk siyasi tarihinde bir ilk daha yaşanıyordu: DMP’nin 14 vekili, 18 Mayıs 1990 tarihinde mecliste yemin etmiyor ve istifa ettiklerini açıklayıp erken genel seçim çağrısı yapıyorlardı.  IV. Eroğlu Hükümeti çeşitli pazarlıklar ve vaatlerle DMP içerisinden seçilen YDP milletvekilleri İsmet Kotak ve Ergün Vehbi’nin meclise girmelerini sağlıyor, Kıbrıs sorununu bahane edilerek milliyetçilik hortlatılıyor,  20 Haziran 1990 tarihinde kurulan IV. Eroğlu Hükümeti ise KKTC meclisinde tek parti iktidarı ile demokrasiye ciddi yara veriyordu.Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile genel seçimlerin iç içe girmesi Denktaş-Eroğlu ittifakını ve UBP içerisindeki erk paylaşımını da etkilemişti: Bu doğrultuda Cumhurbaşkanı Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş, ilk kez IV. Eroğlu Hükümetinde kabinede yer alıyordu. Eroğlu’nun baba Denktaş’a verdiği bu taviz daha sonra Eroğlu’na çok pahalıya patlayacaktı. Demokrasinin karalandığı, TC yetkililerinin kuzey Kıbrıs’ta cirit attığı 1990 seçimleri, Kıbrıslı Türklerin umutlarının sisteme kurban edilip, “kendi evinin efendisi olma” yolundaki iddiasının tecavüze uğradığı dönem olarak tarihe geçiyordu. Seçimleri protesto ederek milletvekilliğini kabul etmeyen DMP’li 12 vekil yerine, yeniden 13 Ekim 1991’de ara seçimler yapılmış ve bu seçimlere katılmayan muhalefet partileri (CTP-TKP ) dışında kalan UBP 11 vekil ve Hür Demokrat Parti ise 1 vekil elde ederek meclisin eksik koltuklarını tamamlıyorlardı. Ara seçimlerin ardından Derviş Eroğlu kabinede değişiklikler yaparak, 1994 Ocak ayına kadar “Hükümet” ediyor, fakat UBP içine hükmedemiyordu. UBP, adeta ısınan bir yanardağ gibi patlamaya hazır hale gelmişti. Önce 15 Mayıs 1992 tarihinde kabineden istifa eden Serdar Denktaş sorunu ile çalkalanan Eroğlu Hükümeti daha sonra gerçek patlamayı aralarında Serdar Denktaş’ın da bulunduğu “dokuz milletvekilinin ” UBP’nden ayrılarak yeni bir parti kurma çalışmalarına başlamasıyla yaşıyordu. Kendilerine “Dokuzlar Grubu” diyen bu UBP vekilleri, daha sonra Temmuz 1992 tarihinde de Hakkı Atun başkanlığında Demokrat Parti’yi kurarak, seçimlere girecekti.   

CTP-DP Koalisyonuna Doğru…
Denktaş-Eroğlu kavgasında gelinen son nokta DP’nin doğmasına vesile olmuş, sağ ciddi bir bölünme yaşamıştır. Modern tarih anlayışı, “tarih tekerrürden ibarettir” cümlesini hiçbir şekilde kabul etmese de 1990’ların hemen başında yaşanan bu kavganın bir benzeri bu yıl (2013) İrsen Küçük ile Derviş Eroğlu çekişmesinde yeninden karşımıza çıkmıştır. Bu kez UBP sekiz milletvekili ile ikiye bölünmüş ve ikinci büyük bölünmeyi yaşamıştır. Sanırım yine bir Cumhurbaşkanı’nın UBP içerisindeki erk savaşından galip çıktığını söylersek abartı olmayacaktır.  Konumuza geri dönersek, 1990’ların başında başlayan ve 12 Aralık 1993 genel seçimleriyle resmileşen yeni koşullar, DP ile CTP’nin yakınlaşmasına imkân tanımıştır. Yeni koşullar ilk kez UBP dışında bir hükümetin kurulmasına olanak sağlıyordu. 12 Aralık 1993 seçimleri sonrası DP oyların % 29,2’ni alarak17 milletvekili çıkartmış, CTP ise oyların % 24,2’sini alarak 13 milletvekili çıkartmıştı. DP genel başkanı Hakkı Atun ile CTP genel başkanı Özker Özgür çeşitli görüşmelerden sonra sonunda anlaşarak 1 Ocak 1994’de yeni hükümetin adını koymuşlardı.  Bu aynı zamanda CTP’nin de ilk hükümet deneyimi olarak tarihe geçiyordu. I. Atun Hükümeti olarak anılacak olan bu hükümet ilk ciddi krizi, 1995 Şubatında “İTEM” yasası ile ilgili olarak görüş ayrılığı nedeniyle yaşamış, CTP genel başkanı Özker Özgür ile Hakkı Atun’un basında karşılıklı atışmaya dönüşen tartışmaları sonucunda hükümet, 24 Şubat 1995 tarihinde istifa etmişti. CTP’nin ilk hükümet deneyimi böylelikle çok kısa sürmüştü. Bu gelişmelerin akabinde, Cumhurbaşkanı’nın Hükümet kurma görevini teamül gereği ana muhalefet partisi UBP genel başkanı Eroğlu’na vermesi gerekirken, 15 Mart 1995’de yeni hükümeti kurma görevini UBP milletvekili Olgun Paşalar’a veren Denktaş, yeni bir kavganın ateşleyicisi oluyordu. UBP içerisinde bitmek bilmeyen egemenlik savaşları sonunda UBP, genel başkan Derviş Eroğlu’nun dışlanmasına karşı kararlı duruş sergileyerek, Olgun Paşalar’a görevi iade ettirmesini salık vermiştir. Paşalar, UBP yetkili organlarının aldığı karara uyarak iki gün içerisinde görevi Cumhurbaşkanı’na iade etmiştir. Burada esas kavga, 15 Nisan 1995 tarihinde gerçekleşecek olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Rauf R. Denktaş’ın Derviş Eroğlu’nu rakip olarak görmesiydi. Bu seçimleri iki turda atlatan Denktaş, sonunda gönül rahatlığıyla Hükümet kurma görevini tekrardan DP genel başkanı Hakkı Atun’a verecektir.  

DP-CTP’nin İkinci Hükümet Denemesi…

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Hükümet kurma görevini yeniden alan DP genel başkanı Hakkı Atun, çeşitli temaslar sonunda, DP’nin güçlenmesi gerektiği inancıyla da olacak ki yeniden CTP’nin kapısını çalmıştır. Atun’un 16 gün süren Hükümet arayışları nihayet 21 Mayıs 1995 tarihinde son bulmuş,  II. DP-CTP koalisyon hükümeti kurulmuştu. Fakat sağ tandanslı basın tarafından eleştiriler gecikmeden yazılıp çizilmeye başlanmıştı bile. Genel söylem, “madem tekrardan hükümet olacaktınız ne diye bozduydunuz” du. Hükümet kurulmuştu kurulmasına ama bu kez CTP içerisinde de çeşitli tartışmalar yapılmaktaydı. Bu süreç sonunda CTP içindeki kavga giderek büyümüş ve Genel Başkan Özker Özgür’ün önce hükümetten daha sonra da CTP’den ayrılmasına yol açmıştı. Başbakan Hakkı Atun ise bu süreci CTP’nin parti içi bir tasarrufu olarak gördüğünü söyleyerek, 30 Ekim 1995 tarihi ile Başbakan Yardımcısı CTP genel başkanı Özker Özgür’ün istifasını kabul etmiştir. Bu istifanın ardından CTP’nin kabinedeki Sağlık Bakanı Ergin İlktaç, Tarım, Doğal Kaynaklar ve Enerji Bakanı Ferdi Sabit Soyer’in istifası II. Atun Hükümetini zora sokmuştur. Özker Özgür ve iki bakanın istifasının altında yatan neden olarak basında şu konular açıklanıyordu; koalisyon protokolüne uyulmaması, Kıbrıs sorunundaki entegrasyon-federasyon tartışmaları, yurttaşlık konuları ve kaçak işçi sorunu ile ortaya çıkan diyalog eksikliği ve uyumsuzluk. Fakat ana konu olan Cumhurbaşkanı Denktaş’ın DP üzerindeki ruhani liderliğinden açıkça bahsedilmiyordu. CTP içerisindeki tartışmalar da alevlenirken CTP Genel Sekreteri Alpay Avşaroğlu, 31 Ekim 1995 tarihinde basın mensuplarına yazılı bir açıklama yaparak CTP MYK toplantısından çıkan kararın gereği olarak, DP-CTP hükümet protokolüne bağlı kalacaklarını ve kabineden istifa eden üç parti temsilcisinin yerine de yeni isimlerin atanarak hükümete devam edeceklerini duyuruyordu. Fakat CTP’nin yeni kabineye önerdiği isimler; Mehmet Ali Talat ve Ömer Kalyoncu Cumhurbaşkanı R. R. Denktaş’ın vetosuna takılacaktı…














Devam Edecek…

Dipnot

1 Girne Milli Arşivi, Yenidüzen, “Bakış”, 2 Nisan1990, Sayfa: 3









11 Ağustos 2013 Pazar

HÜKÜMET OYUNLARI ( I )

Naim PINAR

HÜKÜMET OYUNLARI ( I )

28 Temmuz 2013 seçimlerinin ardından şimdilerde gündemimizi meşgul eden tek konu kimin kimlerle veya kimle hükümet kuracağı mevzuudur. 28 Temmuz seçimleri sonrasında oluşan tabloda; CTP-BG 21, UBP 14, DP-UG 12 ve TDP 3 milletvekili çıkartmış, hiçbir parti seçmenden tek başına iktidar yetkisi alamamıştır. Bu seçimlerin en karlı partisi hiç kuşku yok ki DP-UG olmuştur. Kıbrıslı Türklerin en köklü partisi CTP, seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başarmış, fakat istediği vekil sayısına ulaşamamıştır. UBP ve TDP ise seçimler sonrasında ağır yara almışlardır. İki kere iki eşittir dört kadar açık olan koalisyon seçenekleri ortadayken bu heyecan nedir? Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulmasından sonra gerçekleşen ilk seçim olan 5 Temmuz 1970 seçimleri ve sonrasında oluşan yönetimlerden bugünlere gelene değin yaşananların seyrinde hep Türkiye Hükümetlerinin etkisini hissetti. Bugün 25. Hükümetin koalisyon hükümeti olacağı kesindir. Fakat kimler arasında gerçekleşeceği konusu hem mevcut siyasi parti üyeleri hem de seçmenlerin geneli tarafından merak konusudur. Şu sıralar bizlerin en çok düşündüğü ve sorduğu sorular şu iki cümleyle özetlenebilir: “Acaba yeni hükümette hangi partiler yer alacak”. Acaba TC’nin bir “tavsiyesi” var mıdır?” Kısaca geçmişten günümüze kadar başımıza gelenlere bakacak olursak göreceğiz ki birçok kez “ah başımıza neler geldi ah” diye feryat etmişizdir. Bu kez başımıza değil ayağımıza geleceğini söyleyen DP-UG ve değişimin şart olduğunu söyleyen ve köklü bir geleneğe sahip “bir parti” var diyen CTP-BG, “Hükümet Oyunları”nın en gözde partileri gibidir. Hükümet Oyunları’na siyasi tarihimizin penceresinden bakarsak, 5 Temmuz 1970 seçimleri sonucunda kurulan Kıbrıs Türk Yönetimi Yürütme Kurulunun 26 Ağustos 1974’e değin görevde kaldığını görüyoruz. Daha sonra 1974 TC askeri harekâtından sonra kurulan Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi’ne (26.08.1974-13.02.1975) kadar çok partili sisteme geçilememiştir. 13 Şubat 1975’de Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasıyla oluşan yeni koşullarda hayat bulan Halkçı Parti (4.08.1975), UBP (11.10.1975), TKP (18.03.1976) ve daha önce 27 Aralık 1970’de kurulan CTP ilk kez çok partili bir seçimde, 20 Haziran 1976’da yarışmışlardır. 40 koltuktan oluşan KTFD meclisinde ilk Hükümet, Nejat Konuk’un başbakanlığında oluşmuştu. UBP’nin 30 milletvekili ile tam hâkimiyetinde olan KTFD Meclisi, siyasal tarihimize I. Konuk Hükümeti’ni (05.07.1976-07.07.1977) armağan ediyordu. UBP’nin kendi iç hesaplaşmaları ve liderlik kavgaları içerisinde geçen 2 yıllık süre zarfında önce I. Konuk hükümeti kendi içinde değişikliğe gitmiş, daha sonra ise UBP Genel Başkanı ve Başbakan Nejat Konuk’un sağlık sorunlarını ileri sürerek istifa etmesi süreci takip etmiştir. Bu olaylar sonucunda KTFD Meclis Başkanı görevini yürüten Osman Örek, 21 Nisan 1978’de Devlet Başkanı Rauf R. Denktaş’ın onayıyla yeni hükümetin başbakanı oluyordu. Fakat Osman Örek’in başbakanlığı da sadece 8 ay kadar sürmüştür. Örek, hem UBP’den hem de başbakanlıktan 1 Aralık 1978’de istifa ettiğini ve artık bağımsız milletvekili olarak görev yapacağını açıklamıştır. Aslında daha önce Nejat Konuk’un UBP başkanlığından istifa etme nedeni ile Osman Örek’in istifa nedenleri paralellik göstermekteydi. Her iki lider de UBP içerisindeki kavgalardan ve disiplinsizliklerden bahsederek görevlerinden ayrılmıştı.
İLK KOALİSYON HÜKÜMETİNE GİDERKEN…
28 Haziran 1981 seçimleri yaklaşırken Osman Örek’in bakanlar kurulunda Çalışma, Sosyal İşler ve Sağlık Bakanlığı görevini yürüten Mustafa Çağatay, dönemin tek gerçek lideri olan Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’tan 6 Aralık 1978 tarihinde aldığı hükümet kurma göreviyle I. Çağatay Hükümetini (12.12.1978-04.08.1981) kuruyordu. I. Çağatay Hükümeti sırasında yaşanan 28 Haziran 1981 seçimlerinde, UBP 18, TKP 13, CTP 6, DHP 2 ve TBP 1 milletvekili çıkarabilmişti. Eski UBP milletvekili Nejat Konuk ve İsmet Kotak gibi isimlerin Demokratik Halk Partisi’nden yeniden meclise girmeleri UBP’nin meclisteki sandalye sayısında azalmaya yol açmıştır. Bu koşullar altında koalisyon hükümeti arayışına giren UBP haricindeki partiler flörtleşirken, Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş bu flörtleri hiçe sayarak hükümet kurma görevini 14 Temmuz 1981 tarihinde UBP Genel Başkanı Mustafa Çağatay’a veriyor. 4 Ağustos 1981 tarihiyle de Çağatay, Devlet Başkanı Rauf R. Denktaş’a UBP azınlık hükümetini sunuyordu. Muhalefetin feryadına rağmen kurulan azınlık hükümeti,  ilk güven oylamasında çeşitli hesaplar yapan eski UBP yeni DHP vekilleri İsmet Kotak ve Nejat Konuk’un çekimser kalmasıyla onay alıyordu. Fakat 7 Aralık 1981 tarihinde ikinci kez güvensizlik önerisi veren muhalefet partileri TKP ve CTP ile birlikte hareket eden DHP vekillerinin oyuyla (21 kabul, 17 red oyu) Çağatay’ın kurduğu azınlık hükümeti düşürülüyordu.  Yeni hükümetin pazarlıkları daha hükümet düşmeden başlıyordu. UBP Genel Başkanı Mustafa Çağatay,17 Şubat 1982 tarihine kadar TKP ile flörtleşirken bir taraftan da gizlice DHP milletvekili İsmet Kotak, Türk Birlik Partisi milletvekili İsmail Tezer ve DHP’den ayrılarak bağımsız kalan Nejat Konuk’la pazarlığa oturarak Kıbrıslı Türklerin ilk koalisyon hükümetini 15 Mart 1982’de kuruyordu. Bu koalisyon hükümetinde tam bir esnaf pazarlığı yapıldığını söyleyebiliriz. Pazarlıklar sonucunda yeni hükümettin bakanlar kurulunda, 7 UBP, 2 DHP ve 1 TBP olmak üzere bakanlıklar paylaşılıyordu. UBP-DHP ve TBP’li 3.Çağatay Hükümetinde DHP milletvekili İsmet Kotak, Sanayi ve Kooperatifler Bakanı oluyor. DHP’li Ahmet Atamsoy’da dıştan atanan tek bakan olarak Eğitim, Gençlik, Kültür ve Spor Bakanlığı görevine getiriliyordu. TBP genel başkanı ve milletvekili İsmail Tezer’de aynı kabinede Devlet ve Sosyal Hizmetler Bakanlığını alıyordu. 3. Çağatay Hükümeti 13 Aralık 1983 tarihine kadar görevde kalmıştır.
UBP-TKP’NİN İLK KOALİSYON HÜKÜMETİ…
3. Çağatay Hükümeti, 29 Kasım 1983 tarihinde görevden çekildiğini Devlet Başkanı Rauf Denktaş’a iletmişti. Fakat Denktaş’ın, kafasındaki planı sonuçlandırma aşamasının sonuna kadar hükümet etmeye devam etmelerini istemesi üzerine Başbakan Çağatay bu görevi sürdürmüş ve çeşitli konuların mecliste görüşülüp, KKTC’nin ilanına giden yolda gündemi meşgul eden konuları sonuçlandırmıştır. Örneğin; 2 Aralık 1983 tarihinde KTFD meclisinin aldığı kararla KKTC Kurucu Meclisinin oluşturulması karara bağlanmıştı. Buna göre Kurucu Meclis, 70 üyeden oluşmaktaydı. Bu meclis tarafından KKTC Anayasası 5 Mayıs 1985’te referanduma sunulmuştur. KKTC Anayasasının kabulü ile Meclis artık 50 üyeli oluyordu. Yani artık “Hükümet Oyunları” 50 kişilik kadro tarafından sahnelenecekti. KKTC’nin ilk başbakanı unvanını Kurucu Mecliste “Bağımsızlar Grubunda” olan KTFD’nin de ilk başbakanı olan Nejat Konuk yapacaktı. Tarihe 2. Konuk Hükümeti olarak geçecek KKTC’nin ilk hükümeti, kurucu meclisin görevini tamamlayacağı 23 Haziran 1985 seçimlerine değin görevde kalacaktı. 

 KKTC’nin ilk genel seçimlerine gidilirken UBP Genel Başkanlığı koltuğunda artık Dr. Derviş Eroğlu oturmaktaydı. 23 Haziran 1985 tarihinde yapılan seçimlerde ülke barajı % 8 olarak belirlenmişti. Ülke barajının yüksek tutulmasındaki niyet, UBP’nin içinden kopanların yeni kurdukları küçük partilerde başarısız olması ve ana gövdenin fazla yara almadan bu seçimleri atlatmasıydı. Bu seçimlerin ortaya çıkardığı tablo tekrardan koalisyonu işaret ediyordu. UBP’nin 24, CTP’nin 12, TKP’nin 10 ve Yeni Doğuş Partisi’nin 4 milletvekili ile 50 sandalyelik mecliste temsiliyet kazanmaları, yeniden pazarlıkların başlamasına vesile oluyordu. Bu pazarlıklar sonucunda siyasi tarihimize UBP ile TKP’nin ilk, Kıbrıslı Türklerin ikinci koalisyon hükümeti olarak girecek olan I. Eroğlu Hükümeti kuruluyordu. UBP-TKP koalisyon hükümeti, 30 Temmuz 1985 tarihili meclis oturumunda 32 kabul oyuna 16 red oyu ile güvenoyu alarak kurulmuştu. TKP’nin Sağlık ve Sosyal Yardım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik ve Turizm ve Kültür olmak üzere üç bakanlık aldığı bu koalisyon hükümeti, İsmail Bozkurt başkanlığındaki TKP’nin de ilk hükümet deneyimi oluyordu. Bu dönemde ilk kez TC hükümeti tarafından hazırlanan “ekonomik önlemler paketi” ile de karşılaşan Kıbrıslı Türkler artık her zaman bu paketlerle boğuşmak zorunda kalacaktı. 11 Ağustos 1986 tarihinde TKP’nin koalisyondan çekilmesiyle sonuçlanan bu paket krizi yeni pazarlıkları da gündeme taşıyordu. TKP milletvekili Dr. Mustafa Erbilen’in UBP’ye transfer olmasıyla UBP’nin vekil sayısı 50 üyeli KKTC meclisinde 25’e ulaşıyor, Mecliste 4 vekili olan YDP genel başkanı ile UBP arasında gerçekleşen pazarlıklar sonucunda Tarım ve Orman Bakanlığına karşılık yeni koalisyon hükümetinin adı II. Eroğlu Hükümeti oluyordu. 13 Eylül 1986’da siyasi tarihimizde üçüncü bir koalisyon hükümeti UBP-YDP işbirliği ile kurulmuş oluyordu. II. Eroğlu Hükümeti’nin yeni transferi Dr. Mustafa Erbilen bu kabinede, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığını kapıyordu. UBP-YDP koalisyon hükümeti sırasında YDP Genel Başkanı ve milletvekili Aytaç Beşerler’in partisinin kurultayında tekrardan başkanlığa seçilmemesi sonucunda karışan YDP, istifalarla sarsılır. Yeni genel başkan olan Orhan Üçok’un koalisyondan yeni taleplerde bulunması ve parti içerisindeki karışıklıklar neticesiyle II. Eroğlu Hükümeti 29 Nisan 1988 tarihinde istifasını Cumhurbaşkanına sunar. Hükümetin istifasından kısa bir süre sonra pazarlıklar yeniden su yüzüne çıkar. YDP’den istifa eden Aytaç Beşerler’in de aralarında bulunduğu üç bağımsız milletvekiliyle (Emin Uzun, Ömer Demir) III. Eroğlu Hükümeti 23 Mayıs 1988’de kurulmuş olur. III. Eroğlu Hükümeti, Kıbrıslı Türklerin siyasal tarihinde çok önemli bir kırılma noktası diyebileceğimiz 1990 seçimlerine kadar icraatta kalır. Kıbrıslı Türkler için sosyo-ekonomik şartların gittikçe kötüleştiği, üretimden koparıldığı bu sürecin sonunda 6 Mayıs 1990 seçimleri, çeşitli dış etkenlerin ve şüphelerin gölgesinde gerçekleşecekti…

DEVAM EDECEK…













4 Ağustos 2013 Pazar

UR-NAPİŞTİ’DEN NUH’A TUFAN MASALI

Naim PINAR
UR-NAPİŞTİ’DEN NUH’A TUFAN MASALI
Gerek milenyuma girerken, gerek daha yakın tarih, 21 Aralık 2012 Mayaların Kehaneti olsun insanlığın heyecan yaşamasına sebep olmuştur. Aslında İnsan evladı, tarihin başlangıcından günümüze, kudret sahibi erişemeyeceği bir yaratıcının varlığına inanmaktadır. Son on yıldır Hollywood filmlerinin yoğun olarak kıyamet günü, dünyanın sonu veya insanlığın sonu temalı filmler üretmesi dikkat çekicidir. Çağımızda bilim insanları; insanın evrimleşen bir canlı türü olan primatlarla benzer özelikler gösterdiğini ve fosil kalıntılarından yola çıkarak da Dünya Miyosen dönemini yaşarken insanın ataları kabul edilen “homininlerle” evrimsel olarak en azından 6 milyon yıl önce yollarını ayırarak, insanın günümüzde kabul gören Homo Sapiens türünün ortaya çıktığını savunmaktadır. Evrenin oluşumu ise Big Bang teorisiyle yani, Evrenin 15 milyar yıl önce saf enerjiden oluşan küçük, yoğun bir noktadan meydana geldiğini, bu saf enerjinin daha sonra evrenin tüm enerjisini, uzayı ve maddeleri oluşturduğunu, daha sonra bu noktanın büyümeye başladığını, bu büyümenin sonucunda da evrenin hızla soğuyarak enerjinin yoğunlaşıp maddeye dönüştüğünü, 12 milyar yıl önce de yerçekimi gücünün yoğunlaşan maddeyi dev kümeler oluşturmaya ittiğini ve bunun sonucunda da galaksilerin oluşmuş olduğunu ileri sürülmektedir. Bizim galaksimiz olan Samanyolu Galaksisinin içinde, 5 milyar yıl önce bu olay sonucunda güneş sistemimizin oluştuğu düşünülmektedir. İlahiyatçılar ise, Evren ve İnsanın yaratılışını yüce bir yaratıcının varlığıyla açıklamaktadır. Bugün dünya nüfusunun büyük bölümü tek tanrı inancına sahip insanlardan oluşmaktadır. Bunlar arasında bilim insanlarının da varlığını görüyoruz. Tarihin her döneminde insanlığın dini ayinler yaptığını biliyoruz. Mağara resimlerinin dilinden, mitolojinin sesinden, totemlerin şeklinden anlıyoruz ki çok tanrılı dönemlerden günümüze insanlık, çeşitli inançlara ve geleneklere bağlı olarak yaşamlarını sürdürmüştür.
Dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun tek tanrı inancına sahip olduğu çağımızda teknolojiyle harmanlanan kıyamet senaryolarının çok iş yaptığını ve insan davranışlarının tarihin her döneminde neredeyse aynı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. İnsanlar yüzyıllar boyunca her zaman bilginin eksikliği nedeniyle açıklayamadığı olaylar karşısında, kabullenme aşamasında, ulaşılmaz bir kudrettin varlığına başvurarak bir açıklama, bir rahatlama yolu bulmuştur.
“ABD'deki Pew Araştırma Merkezi'nin Din ve Kamu Yaşamı Forumu, "2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı" adlı raporunu yayımladı. 230 ülke ve bölgede yapılan anketler ve nüfus kaydı araştırmaların neticesinde hazırlanan rapora göre dünyada 10 kişiden 8'i bir dini grup içinde yer alıyor. Bu da 2010 yılında 6,9 milyar olan dünya nüfusunun yüzde 84'üne denk düşüyor. Aynı raporda hiçbir dine inanmayanların oranının ise 1,1 milyar olduğu belirtilmektedir.. ”.1  
Burada hemen belirtmekte fayda vardır: Tüm tek tanrılı dinlerde yaratılış efsaneleri birbirine çok yakın hatta iz düşümü gibidir. Fakat her birinin içinde çelişkili yorumları da mevcuttur. M.Ö IV. yüzyılda yazının Sümerler tarafından kullanılmaya başlanması ile insanlığın inanç dünyasına dair çeşitli yazılı kaynaklar yaratılmış oluyordu. Bugün dünya nüfusunun çoğunluğunun inandığı inanç sistemlerinin nasıl şekillendiğine dair bilgilerin kaynakları da ilkçağda ortaya çıkıyordu. İlkçağ’da ortaya çıkan ilk tek Tanrılı din olan Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’tı ( Eski Ahit)  incelersek orada yazılı olan Nuh Tufanı’nın aslında tamamen aynısının tarihte ilk yazılı kaynaklardan biri olan Sümerlerin Gılgamış Destanından esinlenerek kopya edildiği ortaya çıkıyor.
Önce Tevrat’tan Nuh Tufan’ına bakalım: Tevrat’taki hikâyeye göre; Tanrı yeryüzündeki insanların sayısının oldukça artmış olduğunu görmüş, aynı oranda ahlaksızlıkların ve kötülüklerin de çoğalmış olduğunu fark etmiş ve nihayetinde insanı yarattığına pişman olmuştur. Bundan dolayı da yeryüzündeki bütün hayvanları, kuşları ve toprağın üzerindeki sürüngenleri toprağın üstünden silmeye karar vermiştir. Fakat Nuh’a kıyamaz ve merhamet ederek, ailesini de yanına alarak “Gofer Ağacı”ndan bir gemi yapmasını, bu gemiyi odalara bölerek içini ve dışını ziftlemesini emreder. Daha sonra da her çeşit hayvandan bir çift alarak bu gemiye binmesini salık verir:  
“Ve yedi gün sonra, tufan suları yeryüzü üzerine idi. Nuh’un ömrünün altı yüzüncü senesinde, ikinci ayda, ayın on yedinci gününde, o gün büyük enginin bütün kaynakları yarıldılar ve göklerin pencereleri açıldılar. Ve yeryüzü üzerinde kırk gün kırk gece yağmur yağdı. Tam o günde Nuh ve Nuh’un oğulları Sam, Ham ve Yafet, ve Nuh’un karısı ve Nuh’un oğullarının üç karısı kendileriyle beraber gemiye girdiler; onlar, ve kendi cinsine göre her hayvan ve cinslerine göre bütün sığırlar ve cinsine göre toprak üzerinde her sürüngen ve cinsine göre her kuş, her çeşitten her kuş girdiler. Ve kendiside hayat nefesi olan her bedenden ikişer ikişer gemiye, Nuh’un yanına girdiler. Ve girenler Tanrı’nın ona emrettiği gibi bütün beden sahiplerinden, erkek ve dişi olarak girdiler ve Rab onun üzerine kapıyı kapadı. Ve yer üzerinde kırk gün tufan oldu ve sular çoğalıp gemiyi kaldırdılar ve yerden kalktı. Ve sular yükseldiler ve ziyadesiyle çoğaldılar ve gemi suların yüzü üstünde yürüdü. Ve yer üzerinde sular pek çok yükseldiler ve bütün gökler altında olan bütün yüksek dağlar örtüldüler. Sular on beş arşın daha yükseldiler ve dağlar örtüldüler ve yer üzerinde hareket eden bütün beden sahipleri, gerek kuşlar, gerek sığırlar ve hayvanlar ve yer üzerinde her sürüngen ve her adam öldü… Ve yüz elli gün sular yer üzerinde yükseldiler.”2 Hikâyenin devamında tanrının aklına Nuh’un durumu gelir ve bir rüzgâr estirerek suları alçaltıp Nuh’un Gofer Ağacından yaptığı gemiyi Ararat dağları (Ağrı Dağı NP) üzerine oturtur. Daha sonrasını orijinalinden aktaralım; “Vaki oldu ki, kırk gün bittikten sonra Nuh, yapmış olduğu geminin penceresini açtı ve kuzgunu gönderdi ve o, yerde sular kuruyuncaya kadar, öteye beriye gitti. Ve Nuh, sular toprağın üzerinden eksildi mi diye görmek için, yanından güvercini gönderdi; fakat güvercin ayağının tabanına bir istirahat yeri bulamadı be gemiye onun yanına döndü; çünkü sular bütün yer üzerinde idiler; ve elini uzatıp onu tuttu ve onu kendi yanına, gemiye aldı ve diğer yedi gün daha bekledi ve güvercini gemiden tekrar gönderdi; ve akşam vakti güvercin onun yanına girdi ve işte, ağzında yeni koparılmış zeytin yaprağı vardı. Ve Nuh suların yeryüzünden eksilmiş olduklarını bildi. Ve diğer yedi gün daha bekledi ve güvercini gönderdi; ve o artık kendisine dönmedi”. 3
Bu hikâyenin sonunda Nuh’un ve gemideki her canlının altı yüz birinci yılın birinci gününde gemiden çıkıp insanların ve hayvanların yeniden çoğaldığı anlatılır.
Tevrat’ta anlatılan bu tufan hikâyesinin kökenlerine tarihsel dokümanlar çerçevesinde baktığımızda; 1872 yılında ilk defa bazı parçaları ortaya çıkan sonradan büyük kısmı tamamlanan Sümerlerin Gılgamış destanının bir kopyası olduğu apaçık ortadadır. Şimdi Sümerlerin tufan efsanesine bir göz atalım:
“İnsanları seven tanrı Ea, sevdiği bir adam olan UR-Napişti’nin ki bu şahıs Sümer Nuh’unun adıdır rüyasına girer ve tanrıların insanları cezalandırmak için tufanı göndereceklerini söyler. UR-Napişti de bir gemi hazırlar. Bunu Gılgamış’a şöyle anlatmaktadır: “Neyim varsa yanına aldım, hayatımın bütün mahsullerini gemiye yükledim; ailemi ve bütün hısımlarımı, tarladaki hayvanları, otlaktaki hayvanları ve usta işçileri hep gemiye bindirdim. Gemiye bindim ve kapıyı kapadım. Sabah ortalık aydınlanırken uzakta, ufukta siyah bir bulut kümelendi… Gün aydınlığı birden bire geceye döndü. Kardeş kardeşi görmez oldu, gök halkı artık birbirini tanıyamıyorlardı. Tanrılar tufandan korku içindeydiler, kaçtılar ve tâ Anu’nun göğüne sığındılar, tanrılar köpekler gibi duvar dibine büzüldüler ve kımıldamadılar. Altı gün ve altı gece, fırtına ve yağmur arttı, kasırga memlekette azdıkça azdı. Yedinci gün başlarken fırtına kesildi, bir savaş ordusu gibi her şeyi yıkıp parçalayan sular yatıştı; dalgalar hafifledi, rüzgâr düştü ve su artık yükselmedi. Suya baktım, gürlemesi susmuştu. Bütün insanlar balçık olmuştu. Damların üzerine kadar varıyordu çamur. Denizin ufuklarında kara aradım. Uzakta, tâ uzakta bir ada göründü. Gemi Nissir Dağı’na vardı, Nissir Dağı’na saplandı ve çapa atmış gibi kaldı. Yedinci gün doğduğu zaman bir güvercin yolladım, onu salıverdim, uçtu gitti ve yine geri döndü benim güvercinim. Konacak yer bulamadı, onun için geri döndü. Bir kırlangıç yolladım, uçurdum onu; uçtu gitti ve yine döndü benim kırlangıcım. Konacak yer bulamadığı için geri döndü. Bir karga yolladım, uçurdum onu; uçtu gitti karga. Su yüzünün alçaldığını gördü; yedi, uçtu, durdu, gakladı ve geri dönmedi.”4
Bu efsanenin devamında Sümerlilerin Nuh’u Ur-Napişti de gemiden çıkar ve insanlar yeniden çoğalma şansı bulur. Samuel Noah Kramer’in eşsiz eseri “Tarih Sümerler’de Başlar” kitabında bakın bu Tufan hikâyesi için ne diyor: “British Museum’dan George Smith’in Babillilerin “Gılgamış Destanı’nın on birinci tabletini bulup, çözümlediği zamandan bu yana Kitabı Mukaddes’teki (Tevrat) tufan öyküsünün bir İbrani yaratısı olmadığı bilinmektedir. Babil tufan mitinin kendisi de Sümer kökenlidir.”5
Tek tanrılı dinlerin ilki olan Museviliğin kutsal kitabındaki bu Sümer kökenli efsane daha sonraki tek tanrılı dinler olarak karşımıza çıkan Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil ve İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim’de de geçmektedir. Sümerologların araştırmaları sonucunda, insan evladının yazıyı icadından sonraki yaşamları hakkında bizlere ulaşan gelenek-görenek ve inançlarının nasıl bir sentez olduğu ortaya çıkmaktadır. Tarih öncesindeki kalıntılar ve yazılı kaynaklar insanlığın her dönemde inanç dünyasının yeniden şekillendiğini göstermektedir. Bilimsel araştırmalar yapıp insanların korkularından arınmış, bilinmeyene yenilmeyi kabul etmeyeceği bir insanlık yaratma gayretleri 21. yüzyıldaki bağnazlar tarafından hep tehdit kabul edilmiştir. Gelecek nesillerin bu efsaneleri masal tadında alıp, gerçekle mücadelenin yollarını aramaları, bilinmeyenleri bilinir yapmaları insanlığın en köklü inancı olmalıdır.

Dipnotlar
2 Eski Ahit, Tekvin, Bap 6-7-8-9.
3 Eski Ahit, Tekvin, Bap 6-7-8-9.
4Örs, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, Remzi, Kitabevi, 3. Baskı, S:41-42.
5 Kramer, Samuel Noah, Tarih Sümerler’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, Birinci Basım, İstanbul, 1999, S:187