26 Şubat 2013 Salı

KAVGA BÜYÜK SEBEP KÜÇÜK III


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com

KAVGA BÜYÜK SEBEP KÜÇÜK III
İngiliz Tohumlu Bebek “K.A.T.A.K”
1943 Seçimlerinde Lefkoşa Belediye Azalığına seçilen dört Kıbrıslı Türk üye; Necati Özkan, Dr. Fadıl Küçük, Necmi Avkıran ve Şükrü Veysi’nin çağrısı üzerine, 18 Nisan 1943 tarihinde Sir Mehmet Münir Bey’in Evkaf Dairesi’nde toplanan 76 kişi tarihi bir karara imza atmışlardı. K.A.T.A.K’ın kuruluşunda İngiliz Hükümeti’nin teşviki açıktı: Kıbrıslı Türk cemaatinin bir bütün olarak hareket edemediğini gören İngilizler, şimdi yeni koşulların dayatmasıyla ulusal kimlikleri ön plana çıkartmak istiyordu. Kıbrıslı Rumlara karşı denge unsuru olarak derli toplu tek bir Kıbrıslı Türk organizasyon istiyordu. Kısaca tek bir muhatap istiyordu. Bunun içinde en güvendiği isim olan Sir Mehmet Münür’ü görevlendirmiştir. Zira zaman daralıyor, Kıbrıslı Rumların Enosis talepleri ciddi boyutlara ulaşıyordu. K.A.T.A.K’ı kuran 76 kişi içerisinde kimler yoktu ki; Sir Mehmet Münür, 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinin İngiliz yanlısı tefecilikle halkın kanını emen Delal Salim, siyasette Necati Bey’e karşı yeni zafer kazanmış genç “Bozkurt” Dr. Fadıl Küçük, yine Ekselanslarına hizmete her zaman hazır Çoronik’in Ahmet…




Bunun yanı sıra K.A.T.A.K’da, yükselen Enosis ve Muhtariyet söylemlerine karşı olan Kemalist aydınlar ve Liderleri Necati Özkan’da 76 kişilik kurucular kurulundaydı. K.A.T.A.K kurulurken Sir Mehmet Münür Bey’in çok istekli olduğunu görüyoruz. Bir anda toplumsal bir sinerji oluşmuş, birlik havaları esmeye başlamıştır. Bakın K.A.T.A.K’ın kuruluşuna giderken Dr. Küçük’ün Hükümet (İngiliz Sömürge Hükümeti NP) tarafından 3 aydır kapalı olan Halkın Sesi gazetesi yayın hayatına 90 gün aradan sonra başlıyor ve Dr. Küçük ilk yazılarını birlik üzerine yazıyordu. Particiliği ve toplumu bölen söylemleri yerden yere vuruyordu. 21 Nisan 1943 tarihli Halkın Sesi Gazetesi’nde Dr. Küçük hem ekselanslarına hem de cemaate hitaben “Tekrar Başlarken” başlıklı yazısında şöyle diyordu: “(…) Burada açık bir kalp, iyi bir niyetle bir kere daha tekrar edeceğim ki biz bazı kimselerin zannettiği gibi ne İngiliz aleyhtarlarıyız ne de bunu aklımızdan geçirmişizdir. Bizim düşman olduğumuz aksak hareketlerdir. Medeni her ferd için haksızlığa uğramak, yerinde olmıyan bir muameleye tabi tutulmak muhakkaktır ki ruhi bir isyan uyandırır. Demek oluyor ki bizim umdesiz öksüz bir cemaatin terakki ve tealisidir. Haykırışlarımız bu cemaatin arasından çıkan feryatların bir aksi sedasıdır. Hak ve adalet için çetin bir savaşa atılan ve bu mefkure uğrunda milyonlarca evladını seve seve veren demokrat bir hükümetten biz sadık tebaaları yalnız ve yalnız yanı başımızdaki unsurlara reva görülen ayni muamelenin bize de bahşedilmesini isteriz. Çünkü bizde Rum vatandaşlarımız kadar hassas, onlar kadar zeki ve bizim fazla olarak Türk olmak gibi büyük bir meziyetimiz vardır. Düşünülmelidir ki biz Kıbrıs Türkü’nün milli Kâbesi olan Ankara bugün İngiltere’nin sadık ve ayrılmaz bir müttefiki bulunurken, biz nasıl olurda başka bir siyaset, başka bir yol tutabiliriz? Bizim rehberimiz, yolumuz bize Anavatan’ın gösterdiği meşaledir. Eğer biz onun siyasetinden aykırı bir siyaset, gittiği yoldan gitmeyüp de aksi bir yoldan gidecek olursak, hem ona hem de onun müttefikine karşı en büyük nankörlük ve en büyük hıyaneti işlemiş bulunacağımızı da pek ala biliyoruz. Böyle bir aksi hareket ise Türk halkının hiçbir ferdinden beklenmez ve beklenmemelidir. Biz Kıbrıs Türkü de Anavatan kadar açık bir kalp ve iyi bir niyetle çalışıyoruz ve çalışacağız. Anavatan nasıl ki her milletin müşkül anlarında sadık bir dost gibi hareket etmekten çekinmemiştir. Biz de ayni yolun yolcularıyız. Bulanık suda balık avlamak Türk’e yaraşmaz çirkin hareketlerden biridir. İngiliz İdaresinin ilk kurulduğu günden bu ana kadar sadık bir tebaa olarak tanınan bizler, yarın da ayni sadakat ve itaati göstereceğiz. Hükümetin her emrine seve seve itaat eden Türk Cemaatinin yegâne arzusu daha evvel de söylediğimiz gibi yalnız ve yalnız ayni mühif içinde yaşıyan unsurların malik oldukları hakkı hayaldan bizim de istifade etmemizdir. Bunun için sesimizi yükseltiyoruz. Şimdi artık ümid ederiz ki biz sadık bir tebaaya bunlar çok görülmeyecek ve demokrat hükümetimizin bize rehber olarak terakki ve teali yollarına ulaşmamıza yardım edecektir” 1
Aynı tarihli Halkın Sesi Gazetesi’nde ilk sayfadan K.A.T.A.K nedir? Başlıklı bir açıklama ve hemen yan sütunda da “Türk Azınlığının Haklarını Koruyacak Yeni Bir Cemiyet Kuruldu” başlığı altında kuruluş hakkında şunlar yazıyordu: “Lefkoşa Türk Belediye azalarının daveti üzerine 18 Nisan 943 (1943 NP) Pazar günü Lefkoşa’nın bütün Türk avukatları, doktorları, eczacıları, Meşveret Meclisi azaları, tüccarları ve her kulüpten ikişer mümessil ve her mahalleden bir kişi ve 38 sanat vekillerinden müteşekkil 76 kişinin iştirakiyle Evkaf Dairesinde bir cemiyet kurulmuş ve bu cemiyete Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu adı verilmiştir. K.A.T.A.K’ın gayesi Kıbrıs Türk Azınlığının haklarını aramak, korumak ve Kıbrıs Türklerinin ilmi, içtimai, iktisadi, sınai seviyelerini yükseltmek ve umumiyetle Kıbrıs Türklerinin menfaatlerini temine çalışacaktır. İçtimaa anayasayı hazırlayan kıymetli avukatlarımızdan Fadıl Niyazi Korkut muvakkatten riyaset etmiştir. Anayasa erken bir zamanda lav edilerek bir şilin mukabilinde cemiyet menfaatine satılacaktır. Anayasa pek yakında Kıbrıs’ın diğer kaza merkezlerinde, kasaba ve köylerde teşmil edilmek üzere maddeleri da ihtiva etmektedir. 30 maddeden ibaret olan bu anayasa, madde madde okunarak bazı tadilat ile kabul olunmuş ve rey çoğunluğu ile 9 kişilik bir Heyet-i Faale ve 2 müfettiş seçilmiştir. Seçilen faal heyet azalarının isimlerini rey sırası ile aşağıya yazıyoruz: 1- Meşveret Meclisi Azası Bay Dr. Rauf, 2- Meşveret Meclisi Azası Hâkim İzzet Bey, 3- Av. Bay Fadıl Korkut, 4- Dr. Bay Pertev Zühtü, 5- Belediye Azası Bay Necmi Avkıran, 6- Belediye Azası Fabrikatör Bay M. Necati Özkan, 7- Belediye Azası Bay Dr. Bay Fadıl Küçük, 8- Belediye Azası Tüccar Bay Şükrü Veysi, 9- Eczacı Bay M. Münir. Ayrıca müfettiş olarak İddihar Bankası Müdürü Bay İbrahim Orhan ve Kitapçı Bay Seyfi Akdeniz rey birliğiyle seçilmişlerdir.  İçtimada hazır bulunan kıymetli Evkaf Murahhasımız Münir Bey bu kurumun devamını özlediğini ve hükümetimiz nezdinde yapılacak her türlü arzularımızı cemiyet kanunlarına riayet ettiği takdirde yapmağa amade olduğunu ve Evkaf sandığından da daima muavenetle bulunacağına söz vermişlerdir. İçtimadan sonra orada bulunan vatanseverler ve hamiyetperverler tarafından kurum namına 746 Lira toplanmış ve bunun 237 Lirası İslam İddihar Bankasına teslim edilmiştir. Geriye kalan 509 Lira makbuz mukabilinde toplanarak bankaya teslim edilecektir. Küçük, büyük, zengin, fakir her sınıf halkımızın bu hayırlı maksat uğrunda gücünün yettiği kadar seve seve ianede bulunacaklarını ümid ederiz. Teberruatta bulunan kimselerin isimlerini aşağıda dercediyoruz…”2 Bu açıklayıcı bilgiden sonra bağış da bulunan katılımcıları verilen meblağa göre sıralayarak veren Halkın Sesi Gazetesi’nde dikkat çeken en yüksek ikinci bağışı yapanın 100 Lira ile Delal Salim Aziz olmasıdır. Delal Salim o sıralar halkın kanını emen tefecilerin en meşhurudur. Özellikle Halkın Sesi Gazetesi’nde ilk sayfadan, “Lefkoşada, Atatürk meydanındaki dükkânlarımda, 1 Teşrinievvel 1943’ten (1 Ekim 1943NP) itibaren her gün saat 9-12 arasında müzayede ile eşya satışına başlanacaktır. M. Salim Aziz, Asmaltı, No:3 Lefkoşa. ”3 şeklinde verdiği ilanlarla fakir halktan aldığı malları satışa çıkarttığını anlıyoruz. Bu zatı muhterem de K.A.T.A.K’da kurucu olarak cemaatin bütünlüğü için çalışacak olanlardandı.
Kısa kesip meselemizin özüne dönelim,  K.A.T.A.K kurulurken particiliği nefret edilecek bir illet olarak gören Dr. Küçük ve arkadaşlarının sesi konumundaki Halkın Sesi Gazetesi 21 Nisan 1943 tarihli yayınında, “Yavuz” takma ismi ile yazan Kazım Bedevi’nin kalemiyle şekillenen Günün Cilveleri bölümünde “Particiliğe Paydos!” başlıklı bir de birlik yazısı yayınlıyordu: “Hafızamı toplayarak bir an düşünüyorum. Zihnimde maziyi tecessüm ettirerek kendimi hatırladığım çağdan bugüne kadar Kıbrıs Türk Cemaatinin içtimai hayatında geçirdiği bin türlü tahavvülleri, çekişmeleri ve bunların en belalı tarafı olan particiliği hayalimde canlandırarak geçen bu kıymetli uzun yıllar karşısında titremekten kendimi alamıyorum. Bu yeşil adanın azınlığını teşkil eden bizler, bu uzun yıllar zarfında bir birimizi baltalamak hodbinliğin aramızda saçtığı ikilik denilen o menhus tohumu saçmak ve yekdiğerimizi beğenmiyerek eşraf ve mütehayyizan!. Denilen o yaldızlı ünvanın perdesi arkasında bir kaçımızın mühim bir kitleyi mağrur nazarlarle hakir ve kıymetsiz görmek gibi en tehlikeli huylarımızın varlığımıza endirdiği yıkıcı darbeler yüzünden bir çok haklarımızın kendi elimizle nasıl gömüldüğünü kalbimiz sızlayarak göz önüne getirirsek Kıbrısta ilk defa olarak yeni doğan “Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu”nun kıymet ve ülviyetini takdirde zerre kadar tereddüt etmiyeceğimize şüphe yoktur. Yalnız bizim iddiamızla değil.. Geçmiş zamanın olayları ve Türk Matbuatının koleksiyonları ile de sabittir ki bu memlekette Evkafle halk arasında meşhur Çin Seddini andıracak bir şekilde daima aşılmaz bir mania bulunmuş ve yıllarca bu iki taraf birbirine zıt yabancı birer düşman vaziyeti almıştı. İşte yıkılması imkansız gibi görünen bu korkunç maniayı ve o menhus ayrılığı ortadan kaldırmak şerefini kurumun doğmasında görüyoruz. Açık bir alın, temiz bir kalp ve hüsnü niyetle teşekkül eden K.A.T.A.K hiç şüphe yoktur ki bir taraftan yetmiş bin Türk varlığını temsil ettiğinden göğsümüz sevinçle iftiharle kabarırken grurla söyleyebiliriz ki bu topluluğu bizden ümit etmiyen sair unsurların da hayret ve hayranını mucip olmuştur. Evkafın tehlikeli bir barıt fıçısı, haklıda yanaşılmaz yırtıcı bir sürü sananlar şimdi anlamıştır ki, ne Evkafta, ne de halkta bu iki ağır töhmet hakikat olmayıp yine kendimiz tarafından vurulmuş sahte bir damgadan başka bir şey değildir. Bunu son hadise teyit etmiş değil midir? Bilinmelidir ki varlığına ve şerefine sarsıntı verecek herhangi bir tehlikenin baş göstermesi karşısında bu asil millet her şeyi unutur ve hemen yıkılmaz bir kale gibi yekvücut olarak şeref ve varlığının bütünlüğü uğruna umulmadık bir anda topluluk ve mucizeler yaratmasını bilir ve bunun hakkından da gelebilir. İşte 20 yıldan sonra gömdüğü ikilik ve yarattığı topluluk timsali “K.A.T.A.K” Türk bağrından doğmuştur.”4
O günlerin atmosferinde “Particiliğe” lanet yağdıran Dr. Küçük ve arkadaşları nasıl olmuştu da 23 Nisan 1944 yılına gelindiğinde K.A.T.A.K’tan ayrılarak yeni bir parti “Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi”ni kurmuşlardı. Bu konuya daha sonra derinliğine değineceğiz fakat önce K.A.T.A.K’ın ilk bir yılına ve yaşananlara bakalım. Bu arada 1943 Belediye seçimleri sonunda Necati Özkan’dan daha fazla oy almayı başaran Dr. Küçük ilginç şekilde K.A.T.A.K’ın ilk oturumundaki seçimde Necati Bey’in gerisinde kalmıştır. Kısa sürede Faal üyelerin gayretiyle Ada’nın dört bir köşesinde örgütlenen K.A.T.A.K bir birliktelik türküsü haline gelmiştir. Ona yazılan milli duyguların sel olduğu şiirler ve övgüler her gün gazete sayfalarını süslemekteydi. Artık Dr. Küçük ve Necati Bey’in adları aynı şiirde iftiharla yazılmaktadır. Fakat K.A.T.A.K’ın kurulmasından daha 12 gün sonra Dr. Küçük gazetesinde “KATAK Açılırken” başlıklı yazısında şu şekilde bir açıklama yapma ihtiyacı duymuştu: “ Kıbrıs Türk Cemaatinin son refah ve saadet noktası olacağı muhakkak olan KATAK kurulurken yine bazı başıboş, işsiz güçsüz, daha doğrusu tabiri amiyanesiyle serserilerin büyük faaliyet ve enerji sarfettiklerini görmekle cidden büyük acı ve azap duymaktayız. (…) Deniliyor ki Dr. Küçük KATAK’ın aleyhindedir. Bunu tamamile reddeder ve bu çirkin propagandayı yapanların suratlarına yine bu gayrı nezih sözlerini fırlatırım. Ben pek ala biliyor ve takdir ediyorum ki bu bütün Kıbrıs Türklüğünün son halâs noktasıdır. Yine bu adamlara diyeceğim ki benim de bütün gaye ve maksadım mensup olmakle iftihar duyduğum Kıbrıs Türk Cemaatine gücümün kuvvetimin yettiği kadar maddi ve manevi yardım yapmak ve onu bugünkü yüz kızartıcı vaziyetten kurtarıp medeni milletlere yaraşır bir mevkie yükseltmek çıkartmaktır. Bunu muhaliflerimin böyle bilmesini rece ederken şeref peşinde koşmadığımı, sandaliye işgal için de uğraşmadığımı da anlatmak ister. Çünkü şeref ancak budalalar için bir meziyettir. Kendimin en fazla iftihar duyduğu ise mesleğimdir. Ben daha evvel de izah ettiğim gibi ortaya atılmış bulunuyorsam yalnız ve yalnız cemaate bir hizmettir, bir yardımdır…”5
Günler günleri aylar da ayları kovalamış ve tarih 9 İlk Kanun 1943 Salı (9 Aralık 1943 NP) gününü gösterdiğinde Lefkoşa’da, K.A.T.A.K Lefkoşa Federasyonu seçimi olmuştur. Dr. Küçük seçimi kıl payı kazanarak ilk 6 kişi arasına zorlayarak girmişti. Herhalde Doktor, şeref ve koltuk peşinde olmadığından olacak ki bunu hazmedememiş ve yine kaleme sarılıp gazetesinde birkaç gün sonra “Seçim Böyle mi Olur” başlıklı bir yazı döşemiştir: “… Bakınız, iyice dinleyiniz: Bayramın ikinci günü reylerini kullanmağa gelen köylülerimiz Katak merkezine yaklaştıkları zaman karşılarında katip kendilerini Bay Necati Özkan’ın evine gönderiyor ve orada bayram tebriki yapılacağı söyleniyor. İyi düşünce ile hareket eden ve hiçbir fena niyet sahibi olmıyan temiz köylüler de gösterilen yere gidiyor ve orada kahve ve sigara ile ağırlanarak ellerine küçücek Arap harfleriyle yazılı birer kâğıt parçası sıkıştırılıyordu ve kati talimat veriliyordu. Dikkat diye emir buyruluyordu şimdi federasyon azalarını seçmeğe gidiyorsunuz içimizden temizlemek istediğimiz fena adamlar vardır. Bunlara sakın reylerinizi vermeyiniz. Ellerinizdeki kâğıtta mevcut 6 ismi rey kâğıtlarına yazarsınız. O gün erken saattan evimden ayrılmamak mecburiyeti hâsıl olduğundan içtimaya ancak bir çeyrek saat sonra gidebilmiştim. Müzakere başlamış herkes reylerini veriyordu. Seçim yapılmış ve daha evvel ilan edilen şahıslar intihap edilmişti. Kapının önüne çıktığımız zaman beni çok iyi tanıyan bu köylü kardeşlerim etrafımı sarmış ve Bay Necati’nin evinde cereyan eden bu çirkin propagandayı teessüflerle anlatmağa başlamışlardır. Ve ceplerinden çıkardıkları küçük bir kâğıt parçasını bana uzatarak işte dediler. Bize bu isimlere rey vermemizi tenbih (tembih) etmiş ise de biz aldırmadık; çünkü zannettikleri gibi köylüler boğazlarına ip takılarak çekilecek insanlar değildir. İyi veya fenayı ayırt edecek kadar aklımız vardır. Kâğıda göz gezdiriyorum. Şu isimleri okuyorum: İzzet Bey, Av. Fadıl Bey, Necmi Avkıran Bey, Dr. Rauf Bey, Dr. Pertev Bey, Necati Bey. Bu mühim malûmat üzerine henüz oradan ayrılmayan Katak başkanına ve kÂtibine meseleyi izah ederek evime döndüm. Düşündüm ve düşünüyorum. 65 bin Türkün varlığile alâkadar bu en kudsi Katak’dan bile nasıl ve ne suretle istifadeye kalkışılıyor ve onu şahsi emeller uğruna nasıl alet ediyorlar. Şimdi acaba sormaz mıyız? Böyle bir intihabın kıymeti nedir? Ve hangi kanun buna müsaade edebilir? Kararı efkârı umumiye ye bırakırım.”6 Dr. Küçük kendisine karşı yapıldığını iddia ettiği “kombinacılıktan” uzak temiz bir siyasetçi olarak gözyaşı döküyordu. Acaba durum bumuydu? Dr. Küçük öyle diyor! Dr. Küçük sonra gazetesinde Necati Bey’in kavgalı olduğu kardeşi Osman Nurettin Mısırlızade imzalı ve “Evvelâ Cemiyet Böyle mi Olur” başlıklı bir yazıyı yayınlayarak Necati Özkan’ın kardeşinin bile kendisine karşı olduğunu yazarak yazının sonunda şöyle diyecektir. 

“Kardeşinin bu yazılarına acaba Bay Necati ne cevap verecektir. Yoksa bu satırlarda (Seçim Böyle mi olur) başlıklı yazı gibi sükütle mi karşılanacaktır?”7 Siyasal deneyimlerimizde listecilik ve kombinacılık hastalığının kökenleri üzerine iyi bir örnek olarak da değerlendirilebilecek olan bu olay, aslında böyle gelişmiş olmasa bile bunun siyaset deneyimlerimiz arasında bir realite olarak karşımıza çıkması, bugünlere kadar siyasetçilerin bunu başarılı siyasetçi profiline yazmış olması ne kadar dramatik değil mi? Bugün partilerin delegeleri bile aynı uğurda savaşan “Siyasetçi”lerin maşaları olmaktan öteye gidemiyorlar. Siyaseti İngiliz’den öğrenmiş atalarımızın gurur duyduğu çocuklarıyız. Hiçbir zaman şeref ve koltuk peşinde koşmayanların propaganda için bir aileyi birbirine düşürmekten geri kalmadığı o dönemlerde siyasetimizin temelleri de atılıyordu. Bugünlere gelmek kolay olmadı! Necati Bey’e gelince bu olayları “evet” sukutla karşılamıştır. Fakat ne fayda yakında yapılacak olan Kardeş Ocağı Azalığı seçimi için şeref ve koltuk peşinde olmayanlar hazırlanırken yine hüsrana uğrayacaklardır. Ve o zaman da Necati Bey yine hedef olacaktır. Ama bu defa ipler fena halde kopacaktır. Zira Dr. Küçük, kendisine yollandığını iddia ettiği imzasız bir mektubu Halkın Sesi’nde “Yeni Edebiyat Numuneleri…” başlığı altında şöyle yayınlayacaktı:
İmzasız Mektup,
“Ey eşek Dr. Fadıl Küçük. Be namussuz, kara cahil, küstah herif, sen ne adam oldun ki bizim kulübümüze Kardeş Ocağına aza olmak istedin. Senin yerin babanın ahırları ve Çetinkaya Kulübü olduğunu bilmiyor musun?(...)”8 Mektup böyle başlıyordu. Fakat gerisine gerek yoktu. Çünkü Dr. Küçük yazısında bu mektup aracılığıyla belli kimselere gereken mesajı yollayacaktı. Bu mektuba istinaden Kardeş Ocağını hususi bir kahvehaneye benzeten Dr. Fadıl Küçük ve arkadaşları, hiçbir zaman koltuk peşinde koşmamış olmalarının hırsıyla neler yazıyorlar neler. Gelecek hafta, siyasal deneyimlerimize ışık tutacak olan İngiliz’den olma, Kıbrıslı Türk’ten doğma K.A.T.A.K’ımızın siyasal deneyimlerimize neler kattığını ve Dr. Küçük – Necati Özkan çatışmasını en acımasız boyutları ile siz değerli okuyucularımıza sunmaya çalışacağım.
Devam Edecek…

DİPNOTLAR
1Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Tekrar Başlarken”, 21 Nisan 1943, Sayı:253, Sayfa:1
2Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Türk Azınlığının Haklarını Koruyacak Yeni Bir Cemiyet Kuruldu”, 21 Nisan 1943, Sayı:253, Sayfa:1
3Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi,1 Ekim 1943, Sayı:322, Sayfa:1
4Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Günün Cilveleri-Particiliğe Paydos!-”, 21 Nisan 1943, Sayı:253, Sayfa:2
5Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “KATAK Açılırken”, 30 Nisan 1943, Sayı:257, Sayfa:1
6Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Seçim Böylemi olur?”, 16 Aralık 1943, Sayı:352, Sayfa:1
7Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Evvela Cemiyet Böyle mi Kurulur?”, 25 Aralık 1943, Sayı:356, Sayfa:1
8Girne Milli Arşiv, Halkın Sesi Gazetesi, “Yeni Edebiyat Numuneleri…”, 18 Aralık 1943, Sayı:353, Sayfa:1



18 Şubat 2013 Pazartesi

KAVGA BÜYÜK SEBEP KÜÇÜK II


Naim PINAR
naimpinar@gmail.com


KAVGA BÜYÜK SEBEP KÜÇÜK II

İngiliz Hükümetinin 1931 yılında başlayan sıkıyönetim kanunları yüzünden Kıbrıslılar baskı altında zor günler geçirmiştir. Bu dönemin sonlarına doğru ikinci dünya savaşının patlak vermesi, İngiliz Hükümeti’ni Ada Halklarına karşı yumuşamaya zorlamıştır. Kıbrıslılar, bir savaşın fayda sağladığı ender halklardandırlar. “İkinci Dünya Savaşı’nın Kıbrıs’a yalnızca ekonomik ve sosyal bakımdan değil siyasi bakımdan da yararı olmuştur. Çünkü savaş dolayısıyla çok sıkışık duruma düşen İngiltere Kıbrıs halkının (Halklarının NP) gönlünü almak, onu hoş tutmak ve böylece kendi saflarında kalmasını sağlamak amacıyla adada reform sayılacak girişimlerde bulunmuştu. Yüzyıllardan beri tefecilerle faizci, fırsatçı tüccarların elinde ezilen taşınır ve taşınmaz malları borçlarından dolayı hacizler ve mecburi satışlarla sudan ucuza elinden alınan köylü, borçtan olduğu gibi, geliştirilen kooperatifler sayesinde gelecekte tefeciye, tüccara bağımlılıktan da kurtarılıyordu. Ada’da yapılan askeri harcamalar ve Kıbrıslıların ücretli askerlikleri de ülke ekonomisine hatırı sayılır maddi bir katkı olmuştu. Siyasi yönden ise, 1931 ayaklanmasıyla konan çeşitli kısıtlamalar kaldırılmış, temel işçi hakları geri verilmiş, siyasi parti kurmak serbest bırakılmıştı.”1
1941 yılına gelindiğinde İngiliz Hükümeti, serbest seçimlerin yapılmasını olanaklı kılacak kanunu çıkartmıştı: Fakat ikinci dünya savaşının sürmesi ve Nazi tehdidinin devam etmesi seçimleri daha sonraki yıllara ötelemişti.  İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda İngilizlerin Kıbrıs için Muhtariyet (Özerklik, Sel-Government NP) vaadinde bulunması ve Kıbrıslı Rumların Enosis talepleri arasında sıkışıp kalan Kıbrıslı Türkler, dağınık, birlikten uzak bir cemaat görünümündeydi. İşte bu siyasal ortamda, 21 Mart 1943 yılında Belediye Seçimleri gerçekleşmişti. Bu serbest seçimler için, 12 yıllık sıkıyönetim kanunlarından sonra, Kıbrıslılar siyasete geri döndü diyebiliriz. Aynı zaman da bu, Kıbrıslı Türkler için de ilk siyasi rekabet anlamına da geliyordu, İngilizlerin hiç hazmedemediği Necati Özkan ve Genç Bozkurt Dr. Küçük ilk kez karşı karşıya geleceklerdi.
 “SÖZ” KÜÇÜK’ÜN “SU” NECATİ’NİN
 1943 Seçimlerinde Lefkoşa Belediyesi Azalığı için yarışacak olan Kıbrıslı Türkler, iki grup halinde seçimlere katılmıştı. Halk Partisi olarak seçimlere giren grupta; Dr. Fadıl Küçük, Şükrü Veysi, Necmi Avkıran ve Hasan Fahri Uzman vardı. Bu grubun Liderliğini Dr. Küçük üstlenmişti. Diğer grup ise; M. Necati Özkan, Av. Fadıl N. Korkut, Dr. Pertev ve M. Rüstem’den oluşmaktaydı. Bu grubun Lideriyse tabi ki Necati Bey’dir. Burada belirtmem gerekir ki, 1943 seçimlerinde Söz Gazetesi Halk Partisi adaylarını açıkça desteklemektedir. İngiliz Hükümetinin 12 yıllık baskı dönemi ardından Necati Bey’in popülaritesi azalmıştı. Ama halen İngiliz Hükümetinin kara listesinin başındaydı. Bunla beraber Dr. Küçük’ün siyaset sahnesinde yer alması, Türkçü söylemleriyle halka hitap etmesi ve İngiliz Hükümeti’nin bundan rahatsız olmaması da ilginç değil mi? Burada İngilizlerin Ada’dan ayrılmamak için, cemaat yerine yeni koşullarda etnik unsurlara dayalı “böl ve yönet” politikasını sürdürme gayesi yatmaktaydı. İngiliz Hükümeti’nin bu yöndeki politikalarına en iyi örnek; 1943 seçimleri öncesi Lefkoşa Belediye Reisi Dr. Themistoklis Dervis’in (Dr. Gigi NP) Kıbrıslı Türklerin yoğun olduğu yerlerdeki semt isimlerini ulusal öğelerle değiştirmesine ses çıkartmamasıdır. Tarihi Sarayönü’nün adı “Atatürk Meydanı” olurken,  Rumların en yoğun olduğu Hacı Sava Kapısı ise “Metaxas Meydanı” oluyordu.  Seçim propagandaları sırasında İngilizlerin bu gelişmelere ses çıkartmaması, ileriki projeleri için zemin yaratma gayelerinden başka bir şey değildi. Lefkoşa Belediye Başkanı ve yeniden aday olan Dr. Gigi’nin yapmış olduğu bu icraatı yani yeni ulusal meydan isimlerine Söz Gazetesi, 7 Mart 1943 tarihli sayısında şöyle yer vermekteydi: “… Memnuniyetle öğrendiğimize göre Lefkoşa Belediyesi Sarayönü Meydanı’na Atatürk Meydanı ismini vermiş ve meydanın muhtelif yerlerine “Atatürk Meydanı” yazılı levhalar asmıştır. Dr. Gigi’yi bu hareketinden dolayı takdir ederken Belediye Seçiminin pek yakın olduğu bugünlerde Türk halkının kendine karşı sempatisinin bir kat daha artmasına vesile olacağını tahmin ederiz.”
Burada hemen belirtmeliyim ki, İngilizlerin muradı; ulusallaşmaya kapıyı açtığı bu dönemle gelecekte uygulamaya koyacağı projesine zemin hazırlamaktı. İşte bu ortamda seçimler yaşanacaktı…
Dr. Küçük liderliğindeki Halk Partisi seçimlere girerken, “Sayın Türk Halkına” başlıklı ilk seçim bildirilerinde; “Gayemiz: Koltuk işgali, şeref payesi değil, ancak Türk cemaatine elimizden gelen hizmeti yapmak olacaktır.
Programımız;
1-Başkâtip Muavinliğine bir Türk getirilmesi,
2- Belediye Muamelelerin Türkçe ve Rumca olması,
3- Nüfus nispetinde Türk memur ve işçi istihdamı,
4- Bakımsız kalan Türk mahallelerinin imarı,
5- Türk halkı ve esnafının haklı şikâyetlerinin dinlenmesi ve Belediye meclisinde müdafaası.
Halk Partisi Namzetleri
Dr. Fadıl Küçük, Şükrü Veysi, Necmi Avkıran, Hasan Fahri Uzman2
Seçim propagandalarının kızıştığı bu dönemde, adaylar için o günlerde çıkan tek Türkçe gazete olan “Söz Gazetesi” önemli bir propaganda silahıydı. Bu silah, daha çok Dr. Küçük ve ekibine hizmet etmekteydi. Söz Gazetesi’nde Dr. Küçük’ün seçim arifesinde “Niçin Çıkıyoruz” başlıklı yazısında şu cümleler yer alıyordu: “Senelerden beri birbirinden uzak, birbirinin halinden anlamak istemeyen teşkilatsız bir Türk cemaati vardır ki; istikbali, hergün biraz daha karanlığa biraz daha tedenniye (gerileme) yaklaşmaktadır. Acaba bunun mesuliyetini kimlerde araya biliyor ve kimleri mahkûm edebiliyoruz? İtiraf edeceğimiz bir hakikat vardır ki mesul ne hükümet ne de diğer unsurlardır. Kabahatlı yalnız ve yalnız bütün memleket Türklüğüdür. Çünkü iptidadan (önceden) şimdiye kadar hükümetin bize verdiği haklardan istifade etmesini bilmedik. Çünkü birbirimizle uğraşmaktan birbirimizin boğazına sarılmaktan, mania (engel ) olmaktan başka hiçbir iş yapmaya vakit bulamadık. Yani başımızdaki unsurlar (toplumlar) her fırsattan istifade edebilmesini bilmiş, cemiyetler (dernekler) kurmuş, varlık göstermiş milli benliklerini tenmiye ettiği (tenkiye: İç temizliği) halde bizler önümüze hizmet maneviyesini (moralini) kırmak kahramanlığını gösterebilmişizdir. İşte bugün de karşımıza yeni bir fırsat çıkmış bulunuyor. Hiç olmazsa bundan olsun istifade etmesini bilmeliyiz. Bu da; cemiyetin varlık ve refahıyla alâkadar bir imtihan kapısı önünde bulunuyoruz. İyice bilmeliyiz ki kaybedilen her fırsat Türk cemaatine pek ağır ve pahalıya mal olacaktır. (…) Artık uyanmak zamanı gelmiştir. Bugün belediyeden isteyeceğimiz birçok haklı taleplerimiz vardır. Hergün acı şikâyetler kulaklarımıza kadar gelmektedir. Memurların Rum olmasından lisan bilmeyen Türkler müşkülata maruz kalıyorlar. İşte daha buna mümasil (benzer) birçok mesail (işler) vardır ki bunların hallini (çözümünü) ancak mefkureli (idealist) sabit fikirli vekiller temin edecektir. (…) İyice anlamalısınız ki hatır gönül veya birkaç para mukabilinde(karşılığında) vereceğiniz reyinizle hem size hem de cemaatinize en büyük fenalık ve hinayeti yapmış olacaksınız. Size uzatılacak birkaç kağıt parçası ile memleket ve şerefinizi satacak olursanız gelecek nesillerin ilelebet lanetleriyle yad edilecek (anılacak)  ve millet hainlerinin kara listesinde isminiz daima görülecektir. (…) 3
Yine Söz Gazetesinde seçimlere kısa bir süre kala Kıbrıslı Türk adaylarının yaptığı ilk miting konuşmalarını sayfalarında şöyle yansıtıyordu: “ Belediye Aza Namzetleri Pazar Günü Halka İlk Hitabede bulundular. Halk Partisi azaları Pazar sabahı havanın soğuk ve yağmurlu olmasına rağmen Girne Kapısı meydanlığına toplanan yüzlerce dinleyiciye ilk hitabelerini yapmışlardır. Türk bayrakları ile donanan hitabet kürsüsünde ilk söz alan Dr. Fadıl Küçük halkın coşkun tezahürleri ve yaşa! Sesleri arasında dinleyicilerine hitap etmeye başlamış ve heyecanlı sözleri birçok yerinde alkışlarla kesilmiştir. Halka büyük hizmeti geçen genç doktorumuz itimat verici bir sesle dinleyicilerine temiz mazisinden ve ümit dolu istikbalden bahsederek cemaati uğruna yorulmadan çalışacağını vaat etmiş ve kendileri için Gigi veya Kliridis4 partilerinin mevzu bahis olmayıp ancak Türk cemaatinin menfaatlerinin icap ettirdiği şekilde çalışacaklarına ve bunun için rey sahiplerinin kendi partisini seçmelerini istemiştir.
Daha sonra söz alan Necmi Avkıran Belediye işlerine temasla mevcut Türk azalarının cemaatin menfaatini hakkıyla müdafaa edemediklerinden ve orada hâsıl olan yolsuzluklardan bahsederek hükümetin halka vekillerini seçmek salahiyetini vermekle çok yerinde hareket etmiş olduğunu söylemiştir. (…) Alkışlar arasında çekilen Necmi Avkıran yerini tanınmış tüccarlarımızdan Hasan Fahri Uzman’a bırakmıştır. Gelecek için halka parlak ümitler vadeden Uzman, partisi ile birlikte kazandığı takdirde cemaatine daha faydalı işler yapmaya çalışacağını ve bugün Türkiye’de iş başında olan hükümet adamlarıyla mebusların gençlerden olduğuna işaretle burada da artık gençlerin iş başına geçme zamanının geldiği kanaatinde olduğunu bildirmiştir. (…)
Söz Gazetesi, “Halk Partisi” adaylarının konuşmalarını muntazam bir şekilde okuyucusuna aktarmış, fakat Necati Özkan ve arkadaşlarının kurmuş oldukları grubun miting konuşmalarına yorumlar katarak özetle bahsetmiştir. Ayrıca Necati Özkan’ın karizmatik liderlik vasıflarından “Halk Partisi”ni korumak maksadıyla bu gruba, Av. Fadıl Partisi adını vermiş ve böylelikle Necati Beyle uğraşmaktan ziyade ekibinin üzerinden propaganda yapılmıştır. Şimdi Söz Gazetesi’nin Avukat Fadıl Partisi dediği, Necati Özkan’ın bulunduğu grubun miting konuşmalarını nasıl aktardığına bakalım; “Aynı gün ö.s. (öğleden sonra) Asmaaltı meydanında toplanan Avukat Fadıl Partisi mensupları söz söylemişler ve halka programlarını izah ederek onlara yaptıklarından ve yapacaklarından uzun uzadıya bahseylemişlerdir. Orada söylenenleri zapt edemediğimiz (not edemediğimiz) için burada teferruatı (ayrıntıları) ile bahsedemeyeceğiz. Yalnız Bay Necati Özkan’ın gazetemizi alakadar eden mahiyette sarfeylediği birkaç cümle üzerinde de durmak istiyoruz.”5 Söz Gazetesi başyazarı, bu girişten sonra adeta savaşırcasına Necati Özkan’a sayfalarca cevap veriyordu. Tamamen taraf tutmaya başlayan Söz Gazetesi, Dr. Küçük liderliğindeki Halk Partisi’ni genç, dinamik ve halkçı ilan ederken, Necati Özkan’a karşı ise çok dikkatli bir saldırı yapmaya başlamış, Necati Bey’in grubuna önce “Av. Fadıl Partisi” daha sonraları “Muhalif Parti” diyerek küçültücü imalarla yayın yapmıştır. Bu minvalde Söz Gazetesi’nin 17 Mart 1943 tarihli sayısı önemlidir. Bakın, Söz Gazetesi’nde neler yazılmıştı: “(…) Vakit Ö.S. saat iki Partinin söz söyleyeceği eski iplik pazarına halk akın ediyordu. Aksi gibi yağmur da bu akın eden halkı hafiften ıslatıyor ve incecik damlaları ile yüzleri serinletiyordu. Muhtelif hacimde şerefli bayraklarımızla donanan balkonda az sonra muhalif fırka namzetleri görünmüştür. İlk sözü alan Bay Necati Özkan, 1932 tarihinde milletvekili iken başardığı işler hakkında izahat vermiş ve o büyük işleri başarırken şimdi Halk Partisi namı ile ortaya atılanların o zaman uykuda olduğunu ve şimdi akalliyetle (azınlıkta) bulunan Türk cemaatinin haklarının ancak kendi ve partisi tarafından müdafaa edilebileceğini ilave etmiştir. Hiç şüphe yok ki Bay Necati bunları söylerken Halk Partisi azalarının uykuda değil Dr. Fadıl’ın İsviçre’de, Şükrü Veysi’nin de lisede tahsilde ve Hasan Fahri Uzman’ın her zamanki gibi halk işleri ile uğraşmakta, Necmi Avkıran’ın da kendi ile beraber çalışmakta olduğunu unutmuşlardır. (…) Bay Necati’den sonra sözü Dr. Pertev almış ve kısa olan konuşmalarında Türk cemaatinin eski bir emektarı olduğunu, Türk hastalarına haftanın bir gününde değil her gününde baktığını, bu gibi fakir hastalara kliniğinin açık bulunduğunu (…) sözlerine ilâve etmiştir. Bunlardan sonra söz alan Avukat Bay Fadıl Korkut oradaki kalabalığın hayalinde on sene evvelki intihap (seçim) günlerini canlandırdığını söylemekle sözlerine başlamış ve kendi ile arkadaşlarının geçmişte yaptıkları faydalı işlerden bahisle partisinin tecrübeli insanlar olduğunu ve geçmiş tecrübelerine dayanarak halkın huzuruna çıkmış bulunduklarını, elde mevcut tecrübelerin kendilerine eskilerden miras kaldığını, eskilere de onlardan evvelki nesilden kalma olduğunu söyledikten sonra “Eskileri inkâr tarihimizi inkârdır” demiştir. (…) Avukat Fadıl’dan sonra partinin en yaşlı azası olan Bay Rüstem’in de söz söylemesini herkes beklemişse de bu zat nedense buna lüzum görmeyerek şapkasını başına giymiş ve arkadaşlarının arkasından o da balkondan çekilmiştir.6
 Seçimlerde karşılıklı eleştiriler yanı sıra kim daha çok ulusal konuşma yapar yarışı da yaşanmıştır. Özetle bu seçimlerde siyaseten yeni yeni palazlanan genç Bozkurt Dr. Küçük, puan toplamıştı. Fakat bugün çocuklarımıza öğretilen o muhterem halkçı kişiliği için bir örnek olarak haftada bir, her Çarşamba meccani (ücretsiz) hastalara bakması nedense o zamanlar Dr. Pertev’in de dikkatini çekmiş olacak ki, bunu propaganda konuşmalarında tenkit etmiştir. Zira o dönemde geriye kalan günlerde, yani haftanın 6 veya 5 günü Dr. Küçük paralı hizmet vermekteydi. Bugün, 21 yüzyılda halen Meclisimizde vekillerimizin çoğunun doktor olması işte bu siyasal deneyimlerin getirdiği bir gelenek olsa gerek. Toplumun fakirliğe mahkûm olduğu 1930’lu yılların ardında yurt dışında tahsil imkânı bulmuş olan “Liderlerimiz” halkımıza ücretsiz tedavi imkânı tanımış fakat bunu da her fırsatta o dönemin gazetelerinde afişe etmekten geri kalmamıştırlar. 1943 Belediye azalığı seçimleri sonucunda Halk Partisi ağırlıklı olarak seçimden zaferle çıkmıştır. 21 Mart günü sadece erkeklerin oy kullandığı bu seçimlerde Lefkoşa’da sonuç şöyleydi: “Dr. Fadıl Küçük 548, Necmi Avkıran 521, Şükrü Veysi 492 ve Necati Özkan ise 455 oy alarak seçilmişlerdi. Halkçı Parti’den Hasan Fahri Uzman sadece 5 oy farkla seçimi kaybetmişti”. 7
1943 Seçimleri, İngiliz Hükümeti’nin katkılarıyla, Kıbrıslı Türkler arasında bir birlikte hareket etme ruhu yaratmıştı. Fakat bu seçimler nedeniyle ilk kez karşı karşıya gelen Dr. Küçük ve Necati Özkan artık toplumsal liderlik yarışına da girmiş oluyorlardı.
EKSELANSLARI “K.A.T.A.K”I İŞARET ETTİ…
İkinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru 14 Ağustos 1941’de, ABD Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill’in imzaladığı Atlantik Belgesi, Kıbrıs’taki halkların geleceği için çok önemliydi. Ayrıca bu belge ile İngilizlerin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki çıkarları Ada’da yeniden bir düzen kurmasını zorunlu hale getiriyordu. Belge, İngilizlerin uzun vadeli stratejik planlarının sağlıklı işlemesi için hayati önem taşımaktaydı. Bu belgede özetle şöyle denmekteydi; “Bütün halklar kendi yönetim şekillerini seçmede özgür olmalı. Egemenlikleri ve kendi kendilerini yönetme hakkı ellerinden zorla alınmış olanlara bu hakları geri verilmelidir”.
21 Mart 1943 Belediye seçimlerinin ardından Nisan ayı başlarında, İngilizlerin meşhur Lordlar Kamarası’nda Sömürgeler Bakanlığı Müsteşarı, Devonshire Dükü, şu minvalde konuşmuştu: “1882’de Gladstone tarafından Ada’ya verilen anayasal düzenin iyi çalışmadığını, şimdi ise Kıbrıs’ta demokratik kurumların daha sağlam temeller üzerinde yeniden yapılanması gerektiğini belirterek, Ada’nın kendi kendini yönetmesi yolunu hazırlamaktayız.”8
Daha sonra Lordlar Kamarasında konuşan İşçi Partisi vekili Lord Faringdon, kısa süre önce adayı ziyareti sırasında edindiği izlenimleri şöyle anlatmıştı: “Yunanistan gerçekten Kıbrıs’ın anavatanı değildir. Ada’nın İngiltere’den elde ettiği yararları Yunanistan sağlayamaz. Kıbrıs halkının, bir bütün olarak Yunan Kralına bağlılık duyması olanağı yoktur. Kıbrıs’taki halkın üçte birini oluşturan Türkler ilhaka karşıdır ve böyle bir şey olursa Türk toplumu pek küçük bir azınlık durumuna düşecektir”.9
İşte bu yeni koşullarda, Kıbrıslı Türklerin “resmi” tarihine ilk siyasi örgüt olarak geçecek olan K.A.T.A.K kurulacaktır. Tabi ki Ekselanslarının teşvikleriyle…
DEVAM EDECEK…

Dipnotlar
1 Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:122
2 Söz Gazetesi 9 Mart 1943’den naklen Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:123
3 Söz Gazetesi 10 Mart 1943’den naklen Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:124-125
4 1943 Seçimlerinde, Lefkoşa Rum Belediye Başkan adayları Dr. T. Dervis’in  (Dr. Gigi) grubu ve Yanni Kliridis’in grubu yarışmaktaydı.
5 Söz Gazetesi 16 Mart 1943’den naklen Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:125-127
6 Söz Gazetesi 17 Mart 1943’den naklen Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:126-127
7 Gürkan, Haşmet Muzaffer, Bir Zamanlar Kıbrıs’ta, Galeri Kültür Yayınları, 2. Baskı, Lefkoşa, 1996, S:127
8 Söz Gazetesi, 10 Nisan 1943’den naklen Gazioğlu, Ahmet, İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II, Enosis Çemberinde Türkler, CYREP yayınları, Nisan, 1996, S:335
9 Söz Gazetesi, 9 ve 13 Nisan 1943’den naklen Gazioğlu, Ahmet, İngiliz Yönetiminde Kıbrıs II, Enosis Çemberinde Türkler, CYREP yayınları, Nisan, 1996, S:335-336






10 Şubat 2013 Pazar

KAVGA BÜYÜK SEBEP “KÜÇÜK” I


Naim PINAR

KAVGA BÜYÜK SEBEP “KÜÇÜK”
I

Kıbrıslı Türklerin siyasal yaşamında 1940’lı yıllar önemli olaylara sahne olmuştur. Bu dönemde Kıbrıslı Türkler arasında yaşanan “Liderlik” kavgası siyasal deneyim açısından milât olarak kabul edilmektedir. Kıbrıslı Türk aydınlar, 1878’de Ada’nın Osmanlı tarafından İngiltere’ye kiralanmasıyla başlayan yeni süreçte, yaşanan iki dünya savaşının etkisi ve Ada’nın diğer etnik toplumu Kıbrıslı Rumların erken uluslaşma bilinciyle ortaya çıkan “Enosis” talepleri karşısında bir varoluş mücadelesi verilmekteydiler. Bu çetin mücadele içerisinde Kıbrıs Türk Cemaati’ne yön veren etkin fikriyat; 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin etkisiyle “Türk milliyetçiliğidir”. Bu dönemde toplumumuzun ileri gelenleri, ne İngilizlerin zaman zaman dillendirdiği muhtariyet önerisine ne de Kıbrıslı Rumların Bağımsızlık ve daha sonra Enosis taleplerine yakın değillerdi. Kıbrıslı Türklerin içerisinde değişik fikirsel kavgaları olan grupların ortak noktası “Anavatan” Türkiye’ye tabi olmaydı. Bu süreçte önce, 1930 yılındaki Kavanin Meclisi Seçimlerinde İngiliz İdaresine karşı Kemalistlerin grubu olarak Mersin Dalı amblemleriyle ortaya çıkan “Halkçılar”ı görüyoruz. Halkçıların Liderliğini yapan Mısırlızade Necati Özkan Bey’dir. Karşılarındaki grup ise, İngilizlerin desteklediği Zeytin Dalı amblemleriyle Gelenekçiler’dir. Bu grubun Liderliğini ise Evkafın Türk Murahhası Mehmet Münir Bey yapmaktaydı. Sırasıyla 1930 Kavanin Meclisi seçimleri, 1943 Lefkoşa Belediye seçimleri, 1943 K.A.T.A.K’ın kuruluşu ile oluşan birlik havasını ve bu havanın nasıl bozulduğunu,1944’de Dr. Fazıl Küçük’ün öncülüğünde kurulan Milli Parti döneminde yaşanan kavgaların yarattığı cemaat içindeki ayrılıkların yankılarını, Dr. Küçük ile Necati Özkan Bey’in arasında geçen çatışmaları, bu süreçte 8 Eylül 1949 günü Kardeş Ocağı’nda yapılan Kurumların birleşmesine yönelik toplantıda konuşulanları ve alınan kararları, Necati Özkan ve arkadaşları ile Dr. Küçük ekibinin Liderlik kavgalarını, dönemin gazetelerinden siz değerli okuyucularımıza aktarmaya çalışacağım.
1940’lı yıllarda doruğa ulaşan Dr. Küçük ve Necati Özkan’ın siyasi rekabetleri esnasında ortaya çıkan tablo siyasal deneyimimiz açısından son derece önemlidir. Zira bugün siyaset kurumunun zeminini görmemize imkân tanıyacak olan o dönemin Liderlik kavgaları arasında yaşanan entrikalar, iftiralar ve transferler ile medya üzerinden yaşanan propaganda savaşının boyutları parmak ısırtacak boyuttadır. Çocuklarımızın okullarımızda okuduğu Kıbrıs Tarihi derslerinde öğretilen Dr. Küçük’ün siyasal hayatı acaba ne kadar doğru? Ya Necati Özkan ile ilgili tarihin tozlu belgelerindeki gizli gerçekler? Hem sömürge yönetimine direnen hem de zamanı gelince Türkiye yetkililerini eleştirmeye hiç çekinmeyen Halkçı Liderin toplumsal olarak hak ettiği yer bu mu olmalıydı? 1930’lu yıllarda “Geç öne, doğru yol göster Necati, Bağrımız yanıktır, su ver Necati” sloganlarıyla alkışlanan halkçı Lider Necati Özkan’ın gün gelip nasıl Rumcu ilan edilip, tartaklandığını, fabrikasının nasıl yakıldığını, nasıl Türkiye’ye girişinin yasaklandığını ve bunun arkasında kimlerin olduğunu siz değerli okurlarımıza belgeleriyle aktarmaya çalışacağım.
Halkın Sevgisini Kazanan Mersin Dallı Adam…
Kıbrıslı Türklerin siyasal yaşamında önemli bir yeri olan Mısırlızade Necati Özkan, önce 1926 ve 1930 yıllındaki Lefkoşa Belediye Seçimlerinde önemli başarı göstermiştir. İngiliz Sömürge İdaresinin kurduğu “Kavanin Meclisi” seçimleri sırasında 1930’da “Halkçılar” diye bilinen grubun Liderliğini üslenip İngilizlerin desteklediği “Gelenekçilerin” adayı Mehmet Münir’e karşı kazandığı zaferle Necati Bey kısa sürede Kıbrıslı Türklerin güven duyduğu bir Lider konumuna gelmiştir.
1930 Kavanin Meclisi Seçimleri sırasında yayınlanan Söz gazetesi, Halkçılar olarak bilinen, Mersin Dallı amblemleriyle seçimlere giren grubun sesi konumundaydı. Söz Gazetesi’nin seçim propagandaları sırasında 9 Ekim 1930 tarihli yayınından O günlerde yaşanan olayların nasıl aktarıldığına bakalım: “Geçen Perşembe günü gecesi(2 Ekim 1930 NP), Lefkoşa için unutulmaz bir gecedir. Cezirenin hemen her tarafından adamlar gelmiş, verilecek nutukları işitmek için, daha akşamdan Asma Altı’ndaki otelin yazlık mevkiini işgal etmişlerdir. Tam saat 07.00’de Dellâl Salim’in kumandası altında başları hoş olmayan bir grup gelmişti: Bunların içinde işkembeci, kasap ve şoför çırakları da vardı. Vaziyetlerinden belli idi ki, hitabet kürsüsüne çıkacak zevatı söyletmeyecek, gürültü çıkaracaklardı. Bir grup “Yaşasın Münir Bey” naralarıyla halkı tacize başlamışlar ve ellerindeki bayrak ve zeytin dallarıyla sağa sola yalpa vurarak mevcudiyetlerini cebren tanıtmağa çalışmışlardır. Başçavuş Recep Bey, vesaitin gittikçe vahamet kesbedeceğini tahmin etmiş olmalı ki hemen polise koşmuş ve meşhudatını amirlerine anlatmıştır. Şimdi kumandan vekili Faiz Bey, Polis Müfettişi Şevki ve Muavini Mehmet Fazıl Beyler nutuk mahaline gelmişler ve etrafı kollamaya koyulmuşlardır.

Tam saat 08.00’de Mısırlızade Necati Bey yanında beş on fikir arkadaşıyla gelmiş ve mevkilerine geçmişlerdir. Nutku dinlemek için toplanan halk, takriben 3000 kişi vardı. Otel haricindeki sokaklar ise ahali ile dolmuş, civar damlara insanlar çıkmış ve bütün manasıyla fevkalade bir gün yaşadığımız anlaşılmıştı. İçinde bulunduğumuz vaziyetten memnun olmayan ve bizi bundan kurtaracağını vadeden Mısırlızade Necati Bey’in nutkunu dinlemeye hazırlanan halk sabırsızlık içinde çırpınıyor ve bir an evvel nutuklara başlanmasını istiyordu. Tam bu sırada Dellâl Salim ve maiyetindeki uşaklar harekete gelmiş, ellerinde bayrakları ve “Yaşasın Münir Bey” yazılı levhayı yükselterek olanca kuvvetleriyle bağırmağa başlamışlardı. Nutuk mahallinde çavuşlar, onbaşılar ve neferler vardı. Fakat bunlar herkesi rahatsız eden bu grubu dışarı atmak değil, mani etmeye bile lüzum görmüyorlardı. Bu anda Necati Bey ayağa kalkmış ve ancak “Arkadaşlar, açtığımız mücadele bayrağı altında hepimizin toplandığımızı görmekten mütevellit memnuniyet ve heyecan duymaktayım…” diyebilmiştir. Necati Bey’in bu birkaç kelimesini Necati Bey’in ta dibinde olduğum halde güçlükle işitebiliyordum. Çünkü Dişçi Fuat, Salim Aziz’e omuz vermiş; Vasıf Cemal, Bullinin Ahmet’i koltuklamış, Hallumanın Remzi ve Kasap Azmi hep birlikte “Yaşasın Münir Bey” naralarıyla etrafı inletmişler ve nutkun işitilmesine meydan vermemişlerdir. Bu çok çirkin vaziyet karşısında orada oturan binlerce halk isyan derecesine “Bu ne rezalet” diye mırıldanmağa ve öfkelenmeğe başlamışlardı. Hakikaten hiddet etmek içinde kuvvetli esbab vardı. Alelade zamanlarda ufacık bir hareket veya yüksek sesle söylenmiş iki kelime için varlığını gösteren polis bu vaziyette heykel gibi durmuş ve sanki bağrışanlar tılsımlı imiş gibi onlara dönüp de “Yapmayın!” bile diyememişti. Necati Bey, kumandan Vekili Faiz Bey’e hitaben dedi ki: “Faiz Bey, ben bu sarhoşların müşkülat çıkaracaklarını düşündüm ve ahaliyi taht-ı nazarımda olan bir mahale davet ettim. Bunlar, maksad-ı mahsus ile bağırıyorlar ve misafirlerimizi taciz ediyorlar. Nazar-ı dikkatinizi celbeder ve bu adamların derhal buradan kaldırılmasını rica ederim!
Faiz Bey, “bunları dışarı atmak salahiyetini haiz olmadığını ve henüz polisin müdahale etmesine sebep olabilecek bir mesele vuku bulmadığını” söyledi.
Necati Bey, teessüf ederek dedi ki: “ İngiltere Hükümetinin koca polis kuvveti bir-iki sarhoşu susturmaktan izhar-ı acz ediyor. Şu Halde müsaade ediniz kendi adamlarımla bunları dışarı atayım.” Şimdi halk bir ağızdan “Dışarı” naralarıyla etrafı çınlatıyor ve rahatsızlıkla mukabele ediyordu.
Şayan-ı memnuniyettir ki Necati Bey, sükûnetini muhafaza etmiş ve polisi müşkül ve mesul bire vaziyete düşürecek emri vermemişti. Yoksa iş çok feci bir şekil alacak ve bunun neticesi çok hazin olacaktı. Salim Aziz partisi, bağırmaktan yorulmuş ve sesleri kısılmıştı. Mısırlızade Necati Bey bunu fırsat acz ederek ve hitabet kürsüsüne çıkarak nutkunu, alkışlar ve ”Yaşa” nidaları içinde bitirdi.
Necati Bey, bu nutkunda “Münir Bey’in hükümet memuru olması hasebiyle Kavanin Azası olmasının doğru olmadığını, halk ile hükümet menfaatleri karşılaştığında hükümet tarafını iltizam ettiğini ve bunun neticesi olarak çok fena kanunlar geçirildiğini bir tarafsil izah ettikten sonra, Evkaf Murahhası sıfatıyla Münir Bey’in hizmet edemediğini, lisemize (Lefkoşa Türk Lisesi) İngiliz müdür getirerek Cemaatin parasını israf ettiğini, Mektepte çocuklarımıza ve Cemaatimize hakaret edildiğini, resmi günlerimizi tesit etmek isteyen talebimizin hakaretle dövüldüklerini anlattı ve dinleyenleri hüngür hüngür ağlattı.” Necati Bey müftülüğün ilgasından da acı acı şikâyetlerde bulunmuş ve Münir Bey’in salahiyeti dâhilinde olmayan işlerde girişimiyle hükümeti de izlal ettiğini ve bize pek büyük fenalıklar yaptığını söyledi ve çok alkışlandı.

Necati Bey’in konuşmasından sonra fikir arkadaşları Baflı Avukat Ahmet Sait Efendi elindeki Türk bayrağıyla milli duygulara hitap eden bir konuşma yapmış onun ardından kürsüye çıkan Avukat Fadıl Niyazi Bey ise toplantının huzurunu kaçırmak için gelen zeytin dallı Münir Bey’in adamlarına hiddetlenerek mekânı terk edip otele çıkmış ve halka bakan pencereden olanca kuvvetiyle halka şöyle seslenmişti: “Halkın Sesi, halkın sesidir ve bir avuç sarhoşun gürültüsü ile bu ses susturulamaz.” Fazıl Bey’in ardından Avukat Raşit Bey konuşmuş onun ardından ise Söz Gazetesi Baş Muhabiri Muallim Mehmet Remzi Bey söz almış ve halka şöyle seslenmişti: “Efendiler, sizi ve bizi buraya toplayan bir sebep vardır. Bu sebepleri meydana getiren, Evkaf Murahhası Münir Bey’dir. Beş senedir ıstırap çekiyoruz. Beş senedir şikâyet ediyoruz. Münir Bey, halkın bu şikâyetlerine hiç ehemmiyet vermedi ve hala da verdiğine delalet edecek bir işaret yoktur. Bu ıstıraplardan hepimiz bunaldık. Bundan kurtulmağa çare arıyoruz. İşte bizi bir nokta etrafında toplayan saik budur. Kurtulmak istiyoruz ve kurtulacağız. Kimseye hakaret etmek istemeyiz. Herkese hürmet ediyoruz. Fakat içinde bulunduğumuz vaziyet bizi kımıldatıyor. Kımıldayış, çok mühim ve kıymetlidir efendiler. Lefkoşa ve Girne kazalarını baştanbaşa gezdik. Halk ile yakından temasa geldik. Dertlerimiz birdir. Menfaatlerimiz müşterektir. Halkın bizi istikbal etmesi, halkın bize yanaşması ve halkın bakışı aşikâr gösteriyor ki meselemiz, kurtuluş davamız halk tarafından anlaşılmış ve benimsenmiştir. Onun için diyoruz ki bu, halkın kımıldanışıdır. Halkın hareketi en cebbar kuvvetleri bile devirir. Halkın pazusunu bükecek bir kuvvet yoktur. Bu hareketi durdurmak ve halkın hak isteyen sesini boğmak isteyenler ve buna çalışanlar vardır; fakat bunlar halka yanaşmaktan korkuyor, saklanıyorlar ve kendi namlarına işte size bu keyifli ve şataretli çocukları gönderiyorlar. Eğer Münir Bey’in halka hürmeti olsaydı şüphe etmeyiz ki bu sarhoşları buraya göndermez ve sizi mütemadiyen rahatsız etmeye tenezzül etmezdi. Sevininiz, eğleniniz çocuklar, çünkü sevincinizin son saatlerini yaşıyorsunuz. Şimdi halk ağlıyor siz neşeleniyorsunuz. Yarın halk gülecek ve siz susmağa mecbur olacaksınız.    “
Aynı mitingde son olarak Münir Bey’in Türk Lisesinden mektepten kovdurduğu Tahsin Bey duygusal bir konuşma yapmış ve İngilizci Münir Bey’in lise üzerindeki baskısını şöyle anlatmıştı:”Efendiler, ağalar, ayaklarınıza kapanıp size yalvarıyorum, başımıza bir İngiliz müdür getirdiniz, mekteplerimizi bir zindan haline koydunuz. Türk çocukları bu mektepte milli benliklerini kaybediyor. Çocuklarınız hüviyetlerini kaybediyor ve bütün milli varlığınız mahvoluyor. Buna fırsat vermeyiniz. Bizi kurtarınız efendiler. Bundan şikâyet ettiğim ve halkı matbuatta, ceryan eden vaziyetten haberdar ettiğim için İngiliz Münir beni mektepten kovdu, tardetti efendiler. Ben çok sevdiğim mektebime gittim, fakat kaktırılarak kapı dışarı edildim ve tekrar gidersem polise verileceğim emri ile tehdit edildim efendiler. Sizin insafınız yok mu? Bize acıyınız, evlatlarınıza acıyınız! Şimdi bile lise müdürü Mr. Grant buraya, içinize geldi ve burada liseli arkadaşlarımız teker teker çağırarak mektebe götürmek istiyor. Tek, burada söylenecek milli nutukları dinlemesin, tek burada tezahüratı görmesinler. Tekrar ederim efendiler bize merhamet ediniz ve bizi bu karanlıktan kurtarınız.”1
Söz Gazetesinin başyazarının aktardığına göre Ekrem Tahsin Bey’in bu konuşması çok etkili olmuş ve Mısırlızade Necati Bey olduğu yerden kalkarak liselilerin maruz kaldıkları bu durumdan haberdar olduğunu ve seçimden sonra ilk iş lisenin ıslahatı ile ilgileneceğini, liseye mutlaka bir Türk müdür getireceğini vaat eder. Necati bey’in bu vaadi halk tarafından “Yaşa, Varol” sloganlarıyla alkışlar içinde karşılanır.
Mersin Dallı amblemleriyle halkın yüreğine su serpen Necati Bey’in Liderliğindeki Kemalist Halkçılar, İngiliz Hükümetinin desteğini alan Evkaf Murahhası Mehmet Münir Bey’i siyaseten yenmişler ve Münir Bey’in yerine Kavanin Meclisine Necati Bey’i sokmayı başarmışlardır. 1930 Kavanin Meclisi seçimlerinde kavga, esasen Türk Lisesine Türk Müdür atanması ve Müftünün nasıl atanacağı konuları üzerinden şekillenmiştir. Daha 1925 yılında genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs’a atadığı ilk Türk Konsolosu Asaf Bey’in adaya gelir gelmez tanışıp fikirsel yakınlık kurduğu Halkçı Cephe adayı Necati Bey’e gittiği her yerde destek istemesi üzerine, İngiliz Hükümetinin desteklediği Evkafçı adayların tepkisini almıştı. Asaf Bey, toplum içindeki bazı yolsuzluklara müdahale etmek istemişti. Fakat Evkaf Murahhası Mehmet Münir Bey bunu Evkaf işlerine dışarıdan karışma olarak yansıtmış ve nihayetinde Türk Konsolosu Asaf Bey’i İngiliz Vali Storrs’a şikâyet etmişti. 1930 Kavanin Meclisi bu ortamda yaşanmıştı. Daha sonra seçim propagandalarının yaşandığı esnada Baf Kazasını ziyaret eden Konsolos Asaf Bey, Halkçılar lehine destek konuşmaları yapmış ve bu durumdan oldukça korkan Gelenekçilerin Baf adayı Dr. Eyyüp’de konsolosu İngiliz Sömürgeler Bakanlığına yazdığı bir mektupla şikâyet etmişti. İngilizlerin Türkiye Hükümetine yapmış olduğu yoğun baskıya dayanamayan Türkiye Hükümeti de kısa süre sonra Konsolosu Asaf Bey’i geri çağırmak zorunda kalmıştı.
Lefkoşa’da seçimlerin sonucunun açıklanmasının ardından Sarayönü’nde toplanan kalabalığa ateşli bir teşekkür nutuk atan Necati Özkan Bey, daha sonra kendisine militanca destek olan Lefkoşa Türk Lisesi talebelerinin gönlünü almak için miting alanından Liseye kalabalıkla birlikte yürür. Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Marşı okunup, İngiliz müdür nezaretinde Lise’ye daha önce Mehmet Münir Bey’in izin vermediği Türk Bayrağı çekilir. Oradan da Köprübaşı’nda yol yapımı için bir kısmı yine daha önce Münir Bey tarafından kaldırılması onaylanan şehitlik ziyaret edilir ve kalabalık oradan dağılır. Seçimlerden iki hafta sonra 29 Ekim kutlamaları için Kıbrıs’ta hazırlıklar yapılır. Bu törenler esnasında Türklere ait işyeri, evlere, binalara, derneklere, kahvehanelere ve lokallere bayraklar asılarak milli duygular tatmin edilir. Bu kutlamalara Mehmet Münir Bey’in idaresinde olan Evkaf Dairesi, camiler ve minareler iştirak etmiyor, Mehmet Münir Bey bir kez daha İngiliz Hükümetine biat ediyordu. Vali Storrs, 29 Ekim kutlamalarının olduğu günün sabahı Necati Özkan’ı polis nezaretinde makamına getirtmiş, iki hafta önceki seçimlerin sonrasında Lise’de marş söyleyip, bayrak çekme olayını okullara siyaset karıştırmak olarak gördüğünü söyleyip bundan sonrası için tehdit etmiştir. Fakat oradan ayrılan Necati Özkan, valinin uyarılarına kulak asmayarak öğleden sonraki lisedeki resmi kutlamalara katılmış orada bir konuşma yapmış ve bunun sonucunda da tutuklanmıştır. Lise talebeleri, 29 Ekim kutlamaları sırasında, o gün okulun tatil edilmesini ve direğe bayrak çekmek istediklerini söylerler. Müdür Grant’ın bu isteklerine onay vermemesi sonucunda ise talebeler, bayrağı çeker ve istiklal marşını okuyarak okulu terk ederler. Bu dönemde Lefkoşa Türk Lisesi, Ada’nın tek Türk lisesi olması nedeniyle uzun zamandır politik tartışmaların merkeziydi. Evkafçılar ve Halkçıların birbirilerine üstünlük kurmak için çatıştıkları odaktı. Evkaf Murahhası görevi dışında aynı zamanda Lise komisyonu başkanı olan Mehmet Münir Bey, komisyonda devamlı Fikirdaşı Baf’tan Kavanin Meclisine girmeyi başaran Dr. Eyyüp ile birlikte, Lise’ye İngiliz Müdür gereklidir şeklinde direnirler. Fakat olaylı 29 Ekim kutlamaları sonrası komisyonda Evkafçılar ve Halkçılar arasında çok ciddi tartışmalar yaşanır. Bu tartışmaların sonucunda Müdür Grant’ın görevine son verilir. Bu olay Halkçıların ilk ve son başarısı olarak tarihe yazılır.
Mehmet Münir Bey’e gelince, İngilizlerin kraldan çok Kraliçeci olan bu muhterem kişiye Vali Storrs’un önerisiyle verdikleri mükâfat şuydu; 14 Nisan 1931’de yapılan Kavanin Meclisi (yasama meclisi NP) açılışında Mehmet Münir Bey’e “Officer of the British Empire” ile tanımlanan “Sir” unvanı verilir. Bu unvan İngiliz İmparatorluğuna üstün hizmetlerde bulunanlara verilmekteydi. Necati Bey mücadelesini sürdürür: Daha önce ilk kez 1918 tarihindeki Meclis-i Milli Hareketi diye bilinen hareketin bir devamı sayılabilecek “İkinci Milli Kongre” diye adlandırılabilecek harekete girişir. Necati Özkan, 20 Nisan 1931 tarihli mektubuyla adanın her tarafından gelecek olan Kıbrıslı Türk ileri gelenlerini 1 Mayıs 1931 günü sabah saat:10.00’da Lefkoşa’daki evinde toplantıya çağırır. Kongrede, Cemaati ilgilendiren konular tartışılır. Burada alınan kararlardan dikkat çekenler: Evkaf İdaresinin Topluma devrinin sağlanması, yeni müftünün seçilmesi ve üç yıl görev yapacak bir heyet oluşturulmasıdır. Kongre sonucunda,  tabi ki İngilizler hemen müftüyü tanımadıklarını açıklarlar. Daha sonra malum olay cereyan eder, 21 Ekim 1931’deki Vali Konağının yakılması ile başlayan isyan sonucunda sansür yıları…
Bu baskı döneminde yıldızı yeniden parlayan Sir Mehmet Münir Bey Kraliçesine hizmete devam eder. 12-13 yıl süren bu baskı dönemi esnasında ada halklarına çeşitli yasaklar konur. Bu yasaklar daha çok Milliyetçilik bilincinin bastırılmasına yönelik tedbirleri içermektedir. Bu dönemde Eğitim, Şer-i Mahkemeler, Müftülük, Evkaf konularında artık tam yetki Evkaf Murahhası Sir Münir Bey’e yani İngilizlere geçer. İkinci Milli Kongre olarak adlandırılan hareketin kararları uygulanmadan askıya alınır. 2
Mersin Dallı amblemleriyle yüreklere su serpen Necati Özkan Bey, İngilizlerin sıkıyönetimi altındaki dönemlerde güç kaybetse de 1943 yılındaki Belediye seçimlerde yine aday olur. Fakat bu defa yeni rakipleri vardır. Bu kez onlar da milliyetçi cepheden olduklarını söylemektedirler. Ayrıca K.A.T.A.K’ın kuruluşunda daha önce büyük kavgalar verdiği Sir Münir’de vardır. Dahası öğrencisi Dr. Fazıl Küçük’te artık siyaset sahnesinde yer almaktadır…

Devam Edecek…
1 Girne Milli Arşivi, Söz Gazetesi, 9 Ekim 1930, sayı:458, sayfa:2-3’den naklen Ergin M. Birinci, M. Necati Özkan (1899-1970) IV. Cilt, Necati Özkan Vakfı Yayınları, İstanbul, Mayıs 2001, S:25-35
2 Tarih ve Toplum, Temmuz,1999, Sayı:187, S:13-14’den naklen Ergin M. Birinci, M. Necati Özkan (1899-1970) IV. Cilt, Necati Özkan Vakfı Yayınları, İstanbul, Mayıs 2001, S:19-24







*Girne Milli Arşiv, Sir Mehmet Münir Beyin olduğu resimler, Nazif Bozatlı’nın arşivinden (Nazif 2-1 albümünden)